| Konu: | (10/77, 372, 491, 534, 693, 817, 868, 992, 1004, 1018, 1150, 1170, 1221, 1305, 1434, 1518, 1806, 1815, 1943, 2009, 2139, 2206, 2391, 2909, 2929, 3031, 3032, 3382, 3558, 3575, 3581, 3583, 3647, 3677, 3682, 3690, 3708, 3740, 3769, 3798, 3817, 3831 ve 3840) No.lu Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 52 |
| Tarih: | 25.02.2021 |
JALE NUR SÜLLÜ (Eskişehir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; "iklim değişikliği" "kuraklık" "çölleşme" "ormansızlaşma" hele hele "iklim krizi" sözlerini duyduğumuz zaman hepimiz önce biraz irkiliyoruz, endişeleniyoruz ama sonra sanki tüm olup bitenler bizim dışımızdaki doğa olaylarıymış gibi davranıyoruz. Oysaki tüm bu konuştuğumuz ve Meclis araştırması komisyonu kurmamıza neden olan kuraklık, ister "iklim değişikliği" ister "iklim krizi" olarak adlandıralım, hepsi, aslında insan faaliyetlerinin içinde yaşadığımız evrende ortaya çıkardığı, sonra da dönüp insanlığı, hatta sadece insanlığı değil tüm canlıları etkileyen sorunlar. Dünyada bilim çevrelerinin endişe içinde tartıştığı, çözüm önerileri üretmeye çalıştığı sorunları, bu konuları, bizim yaşamımızı sürdürmek için pek bir düşkün olduğumuz konforumuz, zevklerimiz, meraklarımız, yaşamımızı kolaylaştıran teknoloji, sanayi ama her şeyden önemlisi de hırslarımızın, para ve rant düşkünlüğümüzün olduğunu kabul ederek konuşmamız gerekiyor.
Peki, biz, insanlar binlerce yıl içinde oluşmuş bu koskoca evrene bunca zarar vermeyi, doğrusu sonunda kendimize zarar vermeyi nasıl başarıyoruz? Bunun yanıtı, dünyamızda olup bitenlere şöyle kendi yaşantılarımızdan başlayıp iktidarın izlediği politikalara bakmakta yatıyor.
"İklim krizi" dediğimiz olgunun temel nedeni, sıkça duyduğumuz küresel ısınma ve etkileri. Küresel ısınma, atmosferdeki karbondioksit, metan ve su buharı gibi sera etkisi yaratan gazların yer kabuğu ve denizlerin sıcaklığındaki artışa neden olması. Aslında dünyanın sıcak kalmasını, dolayısıyla insan yaşamının sürmesini sağlayan sera gazları birikiminin hızla artması ve atmosferde sıkışması, yeryüzünün gerektiğinden fazla ısınmasına neden oluyor. İklim krizi doğal bir süreçte gerçekleşmiyor. Küresel ısınma, insan eylemlerinin zararlı etkilerinden dolayı meydana geliyor; kullandığımız deodorantlardan tutun da evlerimizdeki buzdolaplarına, telefonlara, bindiğimiz lastik otomobillerden salınan gazlara, sanayi ve tüm bunlar için ihtiyacımız olan enerjiye dek uzanıyor. Dünyada birincil enerji üretiminin yaklaşık yüzde 80'i "fosil yakıt" diye adlandırdığımız petrol, kömür ve gazdan karşılanıyor. Salınan gazlar, kloroflorokarbonlar gibi insan yapımı bileşikler, bir yandan yeryüzünün 20-30 kilometre üzerindeki gaz katmanı olan ve dünyaya gelen zararlı ultraviyole ışınlarını engelleyen ozon gazı tabakasını azaltırken küresel ısınmayı ve iklim krizini tetikliyor.
Bakın, geçen yüzyılda dünya sıcaklığı sadece 0,8 santigrat derece ile 1 derece arası geri dönülmez bir şekilde artmış. Yalnızca 1 derecelik artış bile kasırgalar, orman yangınları, beraberinde sel felaketleri, sıcak hava dalgaları gibi etkilere neden olabiliyor. Ülkemizde hiç yaşamadığımız kasırgalar, tsunamiler, fırtınalar yaşar olduk. Mevsimler kaydı, yer değiştirdi diye hepimiz konuşuyoruz, herkes kendi şehrinde yaşanan değişiklikleri biliyor. Eskinden yerden kalkmayan kar, yağsın diye dua eder olduk. Ne kışlar kış gibi geçiyor ne yazlar yaz gibi. Nisan yağmurları yaz aylarına kaydı. Tam ekinler kendine geliyor, bahar dalları açıyor, hadi bir kırağı, don... Ve son yıllarda seller, kırağı, dolu derken ekinler, ürünler mahvoldu. Tarımda olumsuz etkilerini yaşıyoruz, çiftçimiz çok büyük zarar gördü.
Su kaynaklarının azalması, çölleşme ve ormansızlaşma: Ormansızlaşma; tarım, endüstriyel ve kentsel kullanımlar için ormanların ve yeşil alanların yok edilmesi anlamına geliyor. Sorumsuzca arazi kullanımı, ormanların azalmasına yol açıyor. Kıyı şeritlerimizdeki ağaçlar kesiliyor yerine oteller, milyonlarca liralık siteler dikmek için. Maden sahaları için binlerce ağaç kesiliyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün raporuna göre her yıl yaklaşık 18 milyon dönüm orman kayboluyor. Ormansızlaşma, sel, toprak erozyonu, küresel ısınmada artış doğal hayatın ve belli canlı türlerinin kaybolmasına yol açıyor. Bilinçsiz arazi kullanımıyla flora ve fauna yok ediliyor. Bilinçsiz kaynak tüketimi kaynak krizine; su, toprak, gürültü kirliliğine yol açıyor. Ortaya saçılan ve doğada yok olmayan naylon poşet ve plastikleri dünyada pek çok ülke yasaklamak için önlemler alırken "çevre" denince akla para geldiği için vatandaşın cebinden çıkacak, kasaya gidecek milyonlara bakılıyor.
Diğer yandan, gelişen teknoloji ve çeşitlenen ihtiyaçlarla daha fazla üretip daha fazla tüketiyoruz ama daha çok atık üretiyoruz. Çoğu atık vahşi depolama sahalarında yeraltına gömülüyor; metal gazları toprağı, suyu, canlı sağlığını olumsuz etkiliyor ve iklim krizi tetikleniyor. Çevreye duyarlı çöp bertaraf tesisleri çok büyük yatırımlar gerektirdiği için merkezî yönetime büyük iş düşüyor. Bakın, Eskişehir Büyükşehir Belediyemizin kurduğu çöp bertaraf tesisi, çevreye duyarlı enerji üretiyor, aynı zamanda şehrimize diktiğimiz fidanları üretmemizi sağlıyor.
Bakın, paralı poşet uygulaması -biliyorsunuz "atık yönetimi" deyince Çevre Ajansı kuruldu ama- bir yandan çöp ithalatı, bakanlıkların imar planlarıyla çevre talanları, bilimsel gerçeklere karşın Kanal İstanbul konusundaki inat; hepsi paranın çevreye tercih edildiğinin birer göstergesi.
Diğer yandan, devlet eliyle maden talanlarıyla ilgili ülkemizin her yerinden sesler geliyor. Dünya termik santralleri yasaklarken biz hâlâ bacaların filtresiz çalıştırılmasını konuşuyoruz. Oluşması için yüzyıllar geçen toprakları yirmi beş otuz yıllık ömrü olan termik santraller için heba ediyoruz. Termik santrallerde yanan kömürü depoladığımız alanlar toprağı mahvediyor, soğutma için bir ayda bile kullanılan milyonlarca metreküp suyla su kaynaklarında azalmalara yol açılıyor, altın ayrıştırmalarıyla inşa edilen siyanür havuzlarının yeraltı sularına sızma tehlikesi göz ardı ediliyor.
"Su" demişken, su kıtlığının inanılmaz boyutlara ulaştığını biliyoruz. Bakın, dünyanın dörtte 3'ü su ancak tatlı su kaynakları sadece dünya su rezervlerinin yüzde 2,5'i kadar ve bunların yüzde 70'i tarımda, yüzde 16'sı sanayide kullanılıyor. Görüldüğü gibi, tatlı su kaynaklarının büyük oranda tüketildiği yerler tarım ve sanayi ama vahşi sulamaya devam ederek tarımda büyük ölçüde su kayıpları yaşıyoruz. Gerekli yatırımların yapılamamasıyla açık su kanallarında su buharlaşmaları çok büyük kayıplara yol açıyor, tasarrufa yönelik önlemler ise hiç alınmıyor. Hidroloji ve su kaynaklarına baktığımızda, ortanın biraz altında su varlığına sahibiz. OECD ve Avrupa Birliği ülkeleriyle kıyasladığımızda, yaklaşık 1.500 metreküp/yıl kişi başı su varlığıyla OECD ve Avrupa ülkelerinin ortalamasının altındayız. İklim kriziyle kişi başına su kapasitesinin bin metreküplere düşeceği uyarıları yapılıyor. NASA'nın yayınladığı kuraklık haritasında 2021'de Türkiye'nin çoğu bölgesinde kuraklık tehdidi yaşanacağı söyleniyor, hatta Orta ve Batı Karadeniz dâhil kuraklık tehdidinden söz ediliyor.
Peki, ne yapıyoruz? Biz Katar'la Su Yönetimi Anlaşması imzalıyoruz. Çözüm bu mudur? Atık su yönetiminde ve iklim krizinde mutlaka etkin bir eylem planıyla önlem alınması gerekiyor. Her şeyden önce, çevreyi ve doğayı sadece rant sağlayıcı, para getirici uygulamalarla talan etmekten vazgeçmemiz gerekiyor. Bilim adamları uyarıyor, raporlar yayınlıyor.
Bakın, Cumhuriyet Halk Partisi olarak "Doğa Hakları İhlali" adında bir rapor yayınladık. Umarım herkes okur ve gereken dersi çıkarır.
Bakın, biz ne yapıyoruz? Biz atalet içindeyiz. Bir rapor var elimde; bakın, CFCU ve özellikle çok önemli kurumlar raporu birlikte imzalamış, Avrupa Birliği projesi olarak hazırlanmış ve adı " 'Ataletin Bedeli' İklim Değişikliği Hedeflerine Ulaşılamamasının Türkiye'ye Maliyeti Üzerine Ortak Sosyoekonomik Patikalar Perspektifinden Bir Değerlendirme." Dünyada neler olacağını anlatmıyorum bile. Bakın, Türkiye'de bu rapora göre deniz seviyesi 74 santim artacak; İstanbul ve İzmir'de 50 santim yükselmesi durumunda 252 bin kişi taşkınlara maruz kalacak; kıyı bölgeleri kalıcı toprak kaybı, taşkın ve erozyonlara maruz kalacak; kıyı ekosistemlerinde bozulum, toprağın, suyun tuzlanması ve doğal drenaj kaybı sürecek; deniz canlıları yüzde 17 azalacak; oksijen miktarı ve gıda arzı azalacak ve deniz balıkları Kuzey Ege'de yüzde 18 azalacak ve millî gelirde yüzde 50 kayıplara ulaşacağız. Evet, Ataletin Bedeli raporu; Türkiye'de üretim, millî gelir ve istihdamda düşüş, gıda fiyatlarında ise artış. Artık atalet içinde olmamamız gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
JALE NUR SÜLLÜ (Devamla) - Evet, bugün Meclis araştırması komisyonu kurulması çok güzel bir adım; umarım iktidar da bundan gereken dersi çıkarır.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.