| Konu: | Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Standardizasyon, Uygunluk Değerlendirmesi, Akreditasyon ve Metroloji Bölgesel Enstitüsü Tüzüğünün 5.4.1.10 Maddesinin Tadiline İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 59 |
| Tarih: | 16.03.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ZEKİ HAKAN SIDALI (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çanakkale Zaferi, asırlarca süren gerileyişe "Dur." diyerek bir milletin küllerinden doğuşunun ve Türk ordusunun çelikleşen iradesinin adıdır. 20'nci yüzyılın dünyada siyasi akışını değiştiren bu kutlu zafer, Türk milletinin, bağımsızlığı için her şeyi göze alabileceğinin açık bir kanıtı, Kurtuluş Savaşı'mızın işaret fişeğidir. Yolumuzu aydınlatan bu ışık, bağrından Türkiye Cumhuriyeti'ni çıkarmıştır. Bu vesileyle, başarılarla dolu tarihimizin en gurur verici ve en parlak sayfalarından birisi olan Çanakkale Zaferi'mizin 106'ncı yıl dönümünü kutluyor, bizlere bu güzel vatanı bağımsız ve hür bir şekilde bırakmak için mücadele etmiş, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi rahmet ve saygıyla anıyorum.
Devletlerin ön savunma hattı olan dış politika ciddiyet, tutarlılık ve stratejik akılla yapılır. Bir hükûmet dünyadaki gelişmeleri doğru şekilde tahlil edip kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapamıyorsa haftalık karar ve açıklamalarla rüzgârgülü misali bir dış politika izler. İktidarınız, son 20 yılda kurumlar arası ilişkilerle yürüyen ve devlet aklıyla yönlendirilen diplomatik geleneği ya anlayamadı ya da küçük gördü. Bu süreçte hariciye kültürüyle yetişmiş, dünyayı bilen, liyakat sahibi diplomatlar ziyan edildi. Yerlerine gelenler hakkında bu kürsüden çok konuştuk tekrarlamak istemiyorum ama binlerce yıllık diplomasi kültürü ağır şekilde yıpratıldı. Döneminizde dış politika şahsi dostluklar ve düşmanlıklar üzerinden yapıldı. Kişisel dostluklar olabilir, lakin sadece dostluklar üzerine diplomasi yapılamaz zira karşınızda devletler vardır, kişiler değil. Kişilerle kurulan dostlukları devletlerin kurumları anlamaz, ciddiye almaz; sonrasında dost kazığı yer eve dönersiniz. Yürüttüğünüz bu politikayla Türk devletinin tarihinden gelen güçlü pozisyonunu da dış ilişkilerdeki girişimleri vatansever bir bakış açısıyla destekleyen muhalefetin verdiği krediyi de heba ediyorsunuz. Yıllardır devam ettirdiğiniz kanka diplomasisiyle diplomasi âdeta bir küs bir barışık ilerliyor. Asırların emeğiyle kurulan kuvvetli ilişkiler sizin iktidarınızda pamuk ipliğine bağlı hâle geldi. Neticesindeyse hedeflenen ülkedeki milyar dolarlık ticari yatırımlar heba oluyor, siparişler iptal edilerek ihracat rakamları dipleri görüyor ve gizli, açık onlarca yaptırımla karşılaşıyoruz. Mesela Suudi Arabistan'ın ambargo uygulamaya başladığı ilk günlerde yine bu kürsüden "Orada yatırımı bulunan firmalarımız ve ihracatçılarımızın mağduriyet yaşamaması için tüm imkânları Hükûmet olarak seferber edin." demiştik. Ancak mevcut tabloya baktığımızda geçen yıla göre ihracat rakamlarımızın 965 milyon dolardan 400 milyon dolara gerilediğini buna karşılık aynı ülkeyle ithalatımızın aynen devam ettiğini görüyoruz. Oradaki firmalarımız bırakın ihale almayı, hak edişlerini bile alamaz duruma geldiler. İhraç mallarımız haftalarca Suudi limanlarında, konteynerlerde bekletilip tek bir açıklama bile yapılmadan geri gönderiliyorlar yani olan yine ekonomimize oluyor. Taviz verin demiyoruz, diplomasi yürütün ve vatandaşlarımızın yaşadığı mağduriyeti giderin diyoruz.
Yalnızca sınırlarımızdan oluşan 7 trilyon dolarlık, Avrupa Birliğini de kattığımızda 21 trilyon dolara ulaşan bir ekonomik coğrafyamız var. Uyguladığınız yanlış politikalar fırsatların da uçup gitmesine sebep oldu. Artık bizim devlet başkanlarıyla kurulan ve üç vakte kadar bozulan dostluklara değil menfaat ortaklığına dayalı ülkelere ihtiyacımız var. Bu durum bize yeni kapılar açmakla kalmayacak, aynı zamanda diplomaside ve dış ticarette de elimizi güçlendirecektir. Küresel pazar; NAFTA, TTIP, Avrupa Birliği ve Asya Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık gibi yapılanmalarla hiç olmadığı kadar derin bir bölgeselleşmeye gidiyor. Peki, biz bu kümelenme yarışında nerede konumlanacağız? Türkiye'nin artık nerede başat unsuru olmak istediğine karar vermesinin zamanı geldi. Amerika'nın Avrupa'yla ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda Trump döneminde rafa kalkmış olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı bu dönem yeniden gündeme gelecektir. Amerika ve Avrupa Birliği arasında yapılacak olan ve dışında kalabileceğimiz yeni ortaklıklar mevcut hâliyle Türkiye'nin ihracatına büyük bir darbe vuracaktır. Zararı en aza indirmek ve hatta bu anlaşmadan kâr sağlamak da yine sizin elinizde. Tazıya tut, tavşana kaç diyerek devam edemeyiz. Önceliklerimizi belirleyerek taraf olabilmenin yolu, gümrük birliğinin güncellenmesinden geçiyor. Avrupa Birliğinin diğer ülkelerle imzaladığı gümrük birliği ve serbest ticaret anlaşmalarının ülkemizi dış ticarette zor durumda bıraktığının hepimiz farkındayız. Uluslararası ticarette zamanın ruhundan kopmak duraklamak değil gerilemektir. Yirmi beş yıl önce imzalanan gümrük birliği artık ülkemiz için yetersiz ve hatta dezavantajlı bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın güncellenerek Türkiye'nin faydasına olabilecek şekilde yenilenmesi milletimizin de yararına olacaktır. Bu fırsat doğru yönetilirse fayda, yönetilmezse ciddi bir zarar doğurur. Yani en çok ithalat yaptığımız Asya Birliği ve ihracatımızın yarısını yaptığımız Avrupa Birliğiyle ilişkilerin "kazan-kazan" ilkesi çerçevesinde geliştirilmesi ekonomik konumumuz açısından çok önemli olacak. Bunun yöntemi de inandırıcı olmayan insan hakları eylem planları, hüsran dolu adalet ve ekonomik reformları yapmaktan geçmiyor; Türkiye'ye vakit kaybettiriyor, fırsat kaçırtıyorsunuz. Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener'in de ifade ettiği gibi, zengin ülkelerle rekabet edersen onların seviyesine yükselir, fakir ülkelerle rekabet edersen onların seviyesine düşersin. Şirketlerimizin rekabetçiliğini artıracak politikalar oluşturmak, zengin ülkelerin pazarında rekabet edecek bir yapıyı teşkil etmek siyasi olduğu kadar diplomatik bir feraset de gerektiriyor. Yapılanların yapılacakların teminatı olduğu düşünüldüğünde bu duruşu iktidarınızda ne yazık ki göremiyoruz.
Kıymetli milletvekilleri, şahsi bir kararla Avrupa'dan uzaklaşmanın ertesinde, geçtiğimiz aylarda yapılan "Kendimizi Avrupa'da görüyoruz." çıkışıyla Avrupa Birliğiyle ilişkilerde yeni bir dönem başladığı iddia ediliyor. En büyük ticari partnerimiz olan AB'yle ilişkiler normalleşirse olumlu olur. Mevcut iş anlaşmaları dış ticaretimizi geliştirecek şekilde revize edilirken milletimizin geleceğini tehlikeye atacak en ufak bir tavizin verilmesinin de şiddetle karşısında dururuz. Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell bir açıklamasında 18 Mart mutabakatının yenilenmesini istediklerini belirtti. Bu ay sonunda yapılacak Avrupa Birliği Liderler Zirvesi'nde de gündem maddelerinden birinin bu olacağına dair duyumlar var. Avrupa Birliği hiçbir vaadini yerine getirmemişken dünyayla düzensiz göçmenler arasında biz gönüllü baraj ülkesi olduk. Bu keyfî gönüllülük bize en az 100 milyar dolara mal oldu. Geçtiğimiz hafta Hatay ve Mersin'deydik. Buralardaki sığınmacılar -"sığınmacılar" diyorum ancak ev sahibinden daha rahatlar- kent ekonomisi, sosyolojisi ve demografisi alanlarında ayrı ayrı çok kapsamlı sorunlar teşkil ediyorlar. Yüksek doğum oranlarıyla 2040'ta her 13 kişiden 1'inin Suriyeli olacağı hesaplanıyor. Bu çerçevede yapılan projeksiyonlara göre Mersin ve Hatay başta olmak üzere birçok ilimiz Türk hüviyetini kaybedecek. Savaş ve diplomasiyle yapılamayan maalesef demografiyi değiştirerek deneniyor. Biz "Bu kadarına göz yumuluyor." derken anlaşılan o ki Avrupa'yla yeni bir süreçte sığınmacılarla alakalı yeni kararların da arifesindeyiz.
Buradan iktidarı uyarmak istiyorum: Her ne sebeple olursa olsun, kendi söylediğiniz "Avrupa Birliği 4 milyon sığınmacı için elini taşın altına koymadı, açıklamaları hep yalan." sözlerini unutup ülkemize yeni yükümlülükler getirerek geleceğimizi ipotek altına alacak bir mutabakata imza atarsanız bunun hesabını veremezsiniz.
Değerli milletvekilleri, dış politikada yılların hastalığı hâline gelen ger-gevşet stratejisinden bir an önce vazgeçmelisiniz. Bölgesel örneklere baktığımızda iktidarın uyguladığı bu politikadan hem itibar olarak hem de diplomatik olarak en çok zarar görenin Türkiye olduğu açıktır. Diplomasi, ülkemizin çıkarlarını gözeten, soğukkanlı iletişimi önceleyen bir form almalı, Türkiye gerçek manada bir istikrar ülkesi hâline gelmelidir diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)