GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AFRİKA KALKINMA BANKASI KURULUŞ ANLAŞMASINA KATILMAMIZIN UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:54
Tarih:17.01.2013

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli üyeler; Afrika Kalkınma Bankasına Türkiye'nin katımıyla ilgili uluslararası anlaşmanın onaylanmasıyla alakalı kanun hakkında şahsım adına konuşacağım.

Sayın Başbakanın geçtiğimiz günlerde Afrika'ya yaptığı gezilerin ülkemiz adına çok olumlu geziler olduğunu buradan ifade etmek istiyorum. Avrupa Birliği ülkelerinin ekonomik manada sıkıntıya düştüğü bu dönemde Türkiye, gerek alternatif pazarlar arama gerekse ekonomiyi bir başka dinamik noktaya çekmek açısından yapılan bu gezilerin destekleyicisi olduğumuzu da bizatihi burada belirtmek istiyorum.

Afrika, dünyada madenleriyle, petrol yataklarıyla çok önemli bir bölge. Bundan sonra dünyanın şekillenmesinde de çok önemli bir rol oynayacağı kanaatindeyim. Dolayısıyla, burada, Afrika ülkeleriyle beraber kurulan Kalkınma Bankasına Türkiye'nin katılmasını da uygun olarak görüyorum.

Afrika'daki en büyük problem, gelir dağılımdaki problem. Afrika'da genellikle demokrasinin olmadığı ülkeleri görüyoruz, demokrasinin olmadığı ülkelerde de gelir dağılımda problemler nüksediyor. Ben 54 yaşındayım, demokrasiyle ilgili şu ana kadar bütün tecrübelerimden edindiğim tek nokta şu: Demokrasi, gerçekten bir ülkenin milletinin vazgeçilmezi olmalı. Demokrasinin olduğu yerde mutlaka gelir dağılımda da problem olmuyor. Türkiye'deki en büyük problem ne gelir dağılımda? Adaletsiz bir gelir dağılımı söz konusu. Türkiye'de kişi başına düşen millî gelirin 10 bin dolar olduğu konusunda iddiaları var Hükûmetimizin. Velev ki doğru olabilir, bu konuda çeşitli spekülasyonlar da var. Yalnız, bu 10 bin doları eğer tabanda milletimize eşit olarak dağıtamazsanız, gelir dağılımında adaletsizliğe devam ederseniz bu 10 bin dolar Afrika ülkelerindeki zenginlik gibi olur.

Bir ülkenin zenginliği kralının zenginliğiyle beraber ölçülmez. Krallar zengin olur tebaa fakir olursa, o ülke zengin ülke olmaz, o ülkede demokrasi de olmuyor dikkat edin. Gelir dağılımı yoksa demokrasinin olmadığını görüyorsunuz. Demokrasi yoksa gelir dağılımı da yok.

Türkiye'de demokrasiyi içselleştirdiğini iddia eden Hükûmet, demokrasiyi sadece ve sadece terör örgütüne verilen taviz olarak değerlendiriyor. Demokrasi o değil. Demokrasi düşünen insanların, muhaliflerin hapse atılmaması demek. Demokrasi insan haklarına azami dikkat etmek demek. Eğer bunları siz yok sayıyorsanız, biz demokrat bir ülkeyiz, demokrasiden asla ödün vermeyiz, hatta İmralı'yla görüşmelerimiz de bu demokrasinin tezahürüdür diye ortaya çıkarsanız, sizi ancak teröristlerle iş birliği yapan bir hükûmet olarak anarlar. Asla ve kat'a demokrasiden bahsettiğiniz pek dikkate alınmaz.

Bakın, biraz evvel bahsettim, dedim ki: Türkiye'de gelir dağılımı adaletsiz. Ülke zenginleşiyor olabilir ama o Afrika ülkesindeki krallar gibi zenginleşen kral ve şürekâsı, millet fakirleşiyor. 5 milyon 265 bin kişi asgari ücretle geçinen var bu ülkede. 5 milyon 265 bin kişi yani 774 lirayla geçiniyor. Türkiye'de yoksulluk sınırı 2.400 lira, açlık sınırı 975 lira. 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 975 lira. Siz bu insanları 774 lirayla yani açlık sınırının altında bir rakamla geçinmeye zorluyorsunuz. 5 milyon 265 bin, asgari ücretle geçinmeye çalışan, insan demek, 20 milyon, açlık sınırının altında yaşayan insan var demektir. Yani siz, 10 bin dolar gayrisafi millî hasıladan kişi başına düşen millî gelirimiz var derseniz, bu 20 milyon kişiyi nereye koyduğunuzu bilemiyorum. 20 milyon kişinin asgari ücretle geçinmeye çalıştığı bir ülkede, sizin bu şekilde rakamlara takla attırarak insanların karşısına çıkmanız çok inandırıcı olmuyor. Bu insanlarla ilgili, sadece ve sadece ay sonlarını getirmek için ekmeğini, kuru fasulyesini, pirincini vermek yetmiyor. Dünyada artık "gelişmiş ülke olmak" demek sadece karnının doyması anlamına da gelmiyor. İnsan sadece, doyan, uyuyan, nefes alan bir varlık değil, aynı zamanda sosyal bir varlık. Bu insanların sosyal hayatıyla alakalı hiçbir gelişme yapma imkânları yok.

Ortaöğretimde kıyafet serbestliği getirdiniz. Dün tesadüfen bir lisenin çıkışına rastladım. O öğrencilerin durumunu görmenizi isterdim. Forma birtakım şeyleri kapatıyor, öğrenciler arasındaki farkı da kapatıyor. Dışarı çıkan öğrencilerin altında eşofman. Rengârenk, pazardan bulduğu her türlü eşofmanı giymiş o çocuk. Öğrenciler dökülüyor. Diğer taraftan, durumu iyi olan öğrenci de kendine göre giyiniyor. O öğrenciyle diğer öğrenci arasındaki sınıf farkını gözüne gözüne sokuyorsunuz. Yani o öğrenciye, sen bu şekilde yaşamaya mahkûmsun ama bak, diğer tarafta, her gün aynanın karşısına geçip "Ben bugün ne giyeceğim?" diye düşünen öğrenci arkadaşınla yan yanasın? Bu çocukları daha şimdiden sınıf farkının ezikliği içerisinde yetiştirmeyelim. Onların psikolojisini de doğru orantılı etkilemediğini düşünüyorum. Bunun da mutlaka tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Belki de çok samimi ve iyi niyetli bir girişimdi ortaöğretimde kıyafet serbestliği. Ben hatırlarım, girerken ortaokulda, ilkokulda; "Kazak giydin, çıkart." "Kravatı yan bağladın, çıkart." "Saçın uzun, çıkart." Tabii ki bu noktalardan uzaklaştırıp? Çocukları birer asker gibi yetiştirmemek lazım ama buna karşılık çocukların sosyal gelişmesine aksi tesir yapan, bu şekilde bir sınıf farkını ortaya koyan kıyafet serbestliğini de tekrar düşünmenizi tavsiye ediyorum.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bugün Diyarbakır'da 3 tane PKK'lı teröristin cenaze töreni vardı. Ben daha önce bir yerde daha yazdım. Ona şunu söyledim, yaklaşık bir haftadır ülkemizde koparılan yaygara, Başbakan Yardımcısının ifadelerine de baktığımda, bu olayı Türkiye'ye alıştırmaya çalışan birtakım çevrelerin de yazdıklarına, konuştuklarına bakınca şunu ifade etmeden duramadım: Bu Meclise mensup 3 tane milletvekili herhangi bir terör örgütü tarafından öldürülse bu kadar yaygara koparılmazdı memlekette; emin olun, koparılmazdı, bizler kim vurduya giderdik. İstanbul'a gelişi bir olay oldu, Diyarbakır'a gidişi ayrı bir olay oldu, bugün Diyarbakır'dan gömüleceği yerlere gitmeleri ayrı bir olay.

Çok hazin bir hadise, bakın. 29 Ekim törenleriyle alakalı insanların nümayiş yapması saikiyle üzerlerine biber gazı sıkan polis, bugün sizin de grubunuza dâhil olan bir milletvekili arkadaşımızın hastanesine PKK bayrağı asan gruba hiçbir şekilde müdahale etme imkânı bulamadı. Bu, terör konusunda geldiğimiz noktada Hükûmetin âcziyetini gösterir.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Teslim oldu, teslim.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Yavaş yavaş alıştırıyorsunuz ama zannetmeyin ki bu millet alışıyor. Alışmıyor, sadece sizin ne yapacağınızı seyrediyor. Biraz daha aklıselim, biraz daha duygularınızdan arınmış, bu memleketin geleceğine yönelik adımlar atmanızı öneriyoruz. Bu memleket hepimizin. Bu memleket elimizden giderse sadece ben ağlamam, sadece ben dizlerime vurmam; hepiniz de vurursunuz ama birtakım dışarıdan olan dayatmalara da karşı durmayı becerin. Beceremezseniz, yavaş yavaş, oradaki asılan PKK bayrağını seyretmek zorunda kalırız.

Bu, içinizi yakmadı mı? Ben merak ediyorum. Burada Diyarbakır milletvekili arkadaşım da var. Yani Diyarbakır'ın Bağlar Hastanesinin başından aşağıya bir PKK bayrağı açılmasını Hükûmet yetkilileri nasıl seyredebilir? İçleriniz yanmadı mı? Mutlaka yanmıştır.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Yansa gereğini yapar, demek ki yanmadı.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Lütfen "açılım" adı altında yaptığınız bu adımların 99'dan beri PKK'yı büyütmekten başka hiçbir yere yaramadığını öğrenmenizi, tekrar düşünmenizi istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. Hayırlı günler. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Türkkan, teşekkür ederim.