| Konu: | Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun İsrail'in Kudüs'e saldırıları ve Filistin'deki gelişmelere ilişkin Hükûmet adına gündem dışı açıklaması nedeniyle MHP Grubu adına konuşması |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 81 |
| Tarih: | 18.05.2021 |
MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclisimizin gündeminde bulunan Gazze'de ve Kudüs'te yaşanan insanlık vahşeti hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Ramazan ayının son günlerinde, hatta Kadir Gecesi'ne denk gelen zaman dilimi içerisinde İsrail'in Kudüs'ün kalbi olan ilk kıblemiz Mescid-i Aksa'yı hedef alarak başlattığı saldılar günlerden beri vahşetini artırarak devam etmektedir. Masumlar hiçbir hassasiyet gözetilmeksizin hedef alınmakta, çocuklar dahi İsrail tarafından hunharca katledilmektedir. Basın organlarının büroları yine İsrail'in saldırganlığından nasibini almakta, bir bakıma "Dünyaya gerçekler aktarılmasın." diye binaları bile havaya uçurulmaktadır.
Bugün Kudüs'ten başlayarak Filistin coğrafyasının tamamında görülen İsrail'in saldırganlığı ve zulmü şüphesiz ki bir çırpıda gerçekleşen bir sürecin neticesi değildir. Tarihsel arka planı, Osmanlı'nın parçalanmasını hedefleyen Sykes-Picot Anlaşması'nın hemen ardından 1917 yılında ilan edilen Balfour Deklarasyonu'na dayansa da İkinci Dünya Savaşı'nın hemen akabinde 1940'lı yıllarla beraber ivme kazanmıştır. Gelinen aşamada şahit olunan gerçeklik Yahudilerin yaşayacağı bir coğrafyaya sahip olmak değil, siyonist zihniyetin vahşetle oluşturduğu politikaları sonucunda Kudüs ve çevresinde Müslümanlara ait olan toprakların ellerinden alınması, yaşam haklarının gasbedilmesidir. Hatta, bu süreç, İsrail'in bölgede yaşayan Hristiyanları dahi zaman zaman hedef almasıyla şekillenmiştir, camiler gibi kiliselerin de hedef alındığına tanıklık edilmiştir. Nitekim, takip eden yıllar boyunca bu maksatla sistematik saldırılar düzenlenmiş, bölgenin demografik yapısı İsrail'in uygulamaya koyduğu "yeni yerleşim planları" adı altında, vicdani, ahlaki ve hukuki tüm kaidelere aykırı biçimde değiştirilmiştir. Birleşmiş Milletler nezdinde alınan kararlar daima yok sayılmıştır. Günümüze gelindiğinde ise Arap Baharı sonrası, Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgelerinde baş gösteren krizden, yeni genişleme planlarıyla kârlı çıkmayı arzulayan bir başka projeye daha İsrail hız vermiştir.
İç karışıklıklar yaşayan ülkelerle beraber aynı karışıklıklardan çekinen rejimlerin Filistin meselesinde hiçbir somut hassasiyet göstermemeleri hepimizin malumudur. İnsanlık onur ve haysiyetiyle, aynı dine mensup olmanın getirdiği vicdani sorumluluk, petrol zengini ülkelerce ne yazık ki geri plana atılmıştır. Orta Doğu barışının önündeki en büyük engel olan İsrail saldırganlığı görmezden gelinmiş, hatta daha vahim neticelere yol açacak yeni girişim ve eylemlere şimdiye kadar ses çıkarılmamıştır. Bu dönem içerisinde ABD'nin bir önceki yönetimi zamanında Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak kabul etme hamlesi gelmiş, buna mukabil olarak ülkemizin Birleşmiş Milletler nezdinde başarılı sonuç veren ve yapılanın yanlış olduğunun ilan edildiği karara kimi İslam ülkeleri ne yazık ki çekimser yaklaşmış, perde önü ve arkasında farklı tutumlar sergilemişlerdir. Bu gelişmenin akabindeyse uluslararası hukuk yeniden hiçe sayılarak, Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere, kimi ülkelerin büyükelçiliklerini Kudüs'e taşıma hamlesi gelmiştir; bir bakıma yanan ateşe benzin dökülmüştür. Küresel barışın esası ve temeli olarak görülen Birleşmiş Milletler aynı girişimle yok sayılmış, işlevselliği büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararı alan ülkelerce açık bir şekilde dinamitlenmiştir. Kudüs'ü gayrihukuki şekilde İsrail'in başkenti olarak tanıma hamlesinin hemen sonrasındaysa Mescid-i Aksa'nın yıkılması ve yerine siyonist zihniyetçe mabet yapılması gündeme alınmıştır. 2018 yılında ABD'nin Kudüs'e atadığı büyükelçiyi ziyaret eden İsrailli bir sivil toplum kuruluşunun Kudüs'ün havadan çekilmiş fotoğrafını hediye ederken burada Mescid-i Aksa ile Kubbet-üs Sahra'nın yerinde bir mabedin inşa edilmiş olarak gösterilmesi ve uluslararası kamuoyuna servis edilmesi aynı maksadı gözler önüne seren bir gelişme olmuştur.
Son olarak bazı Orta Doğu ülkelerinin "ikili ilişkileri normalleştirme" adı altında İsrail'le İbrahim Anlaşması'nı imzalayarak yeni koşullara kapı aralamaları İsrail'i hiç kuşku yok ki cesaretlendirmiştir; dahası, İsrail'in Kudüs-ü Şerif'e, Mescid-i Aksa'ya ve kendilerinden olmayan herkese yönelik saldırılarını yoğunlaştırmasına sebebiyet vermiştir. Bundan sonraki sürecin, Filistinlilerin bölgedeki nüfusunun mümkün olan en düşük seviyeye indirilmesi, Mescid-i Aksa'nın yıkılması ve Kudüs'te başka hiçbir inanışa yer vermeksizin sadece siyonist zihniyetin bulunacağı koşulları hayata geçirebilmek olduğu gayet açıktır; bunu kabul etmek asla mümkün değildir. İsrail, kendinden olmayan her şeye düşmandır; sadece Filistinlilere değil, tüm insanlığa karşı savaş açmıştır işin özünde. Saldırganlığı sadece Müslümanları değil, bu bölgede yaşayan Hristiyanları da hedef almaktadır. Bunun için, tüm ülkelerin ortak hassasiyetle, gerçekleştirilen zulme karşı beraber ve birliktelikle duruş sergilemeleri elzemdir. Şayet bugün Filistin'de yaşanan zulme karşı bir şey yapılmazsa yarın küresel barış çok daha ciddi bir tehdit yaşayacak, yaşanan çatışmalar sadece bölgesel barışı değil dünya genelinde tüm insanlığı etkileyecek ağır koşulları gündeme getirebilecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İsrail'in menfur saldırılarının durdurulmasına yönelik Sayın Cumhurbaşkanımızın ülkemiz adına yürüttüğü diplomatik çalışmalar insanlığın onur ve umudunun korunmasını sağlamaktadır. Unutulmamalıdır ki bilhassa Kudüs'ün durumu, statüsü ve geleceği herkesi ilgilendirmektedir, herkesin meselesidir. Bu kapsamda, Milliyetçi Hareket Partisinin düşünce ve önerileri ana hatlarıyla şunlardır: İsrail hunhar saldırılarına derhâl son vermeli, işgal ettiği yerlerden geri çekilerek ateşkes rejimi tesis edilmelidir. Kudüs'te her dinin, her kültürün, her etnik yapının ortak paylaşımını ve yönetimini esas alacak bir idare yapısıyla kalıcı ve kapsayıcı yeni bir siyasi denkleme ihtiyaç ertelenemez düzeydedir. Kudüs'e özel statü verilmeli, oluşturulacak bu statünün siyasi muhtevasını 3 semavi dinin mensupları ve temsilcileri eş güdüm hâlinde ve mutabakat içerisinde belirlemelidir. Bölgede eşit, adil ve iki devletli sistemin kurulması için Birleşmiş Milletler harekete geçmeli, inisiyatif üstlenmeli, caydırıcılığını kullanmalıdır. 1967 öncesi sınırları dikkate alınarak başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devleti uluslararası camiada tanınmalıdır. Nihai amaç huzur ve güvenlik içerisinde yaşayan, barış ve kardeşlikle perçinleşmiş Kudüs'ün tezahürüdür. Birleşmiş Milletler veya İslam ülkeleri öncülüğünde oluşturulacak bir koruyucu gücün çatışma ve gerginlik alanlarına konuşlandırılarak saldırıların engellenmesi acilen gündeme alınmalıdır. Bize göre Kudüs'e Birleşmiş Milletler veya İslam ülkelerinin katılımıyla teşekkül edecek bir koruyucu güç planlanmıyorsa, o zaman tarihin sesine kulak verilmeli, medeniyetler şehri Kudüs'ün ruhu ve dokusunu bilen Türk milleti yeni bir nöbet için devreye girmelidir. Yıllar boyunca hiçbir usanç göstermeden, bir başına da kalsa komutanından aldığı son emre uyarak azim ve inançla Mescid-i Aksa'nın kapısında, üzerindeki yıllanmış ve yamalı üniformasıyla ve elinde silahı olmasa da iman ve aşkla nöbetine devam ederek hayatını bu kutlu nöbette tüketen son Türk askeri Iğdırlı Hasan Onbaşı'nın hikâyesi yolumuza ışıktır. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu nöbet asla bitmemiştir; Allah'ın izniyle Türk milleti var olduğu müddetçe de bitmeyecektir.
Böylesi bir dönemde, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, kimi ülkelerin "İsrail'le beraberiz." açıklamalarına karşın "Allah da bizimle beraberdir." diyerek hüzünle haykıran mazlum Filistinli kardeşlerimiz bilsin ki, ne pahasına olursa olsun, Allah'ın izniyle Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti de kendileriyle birdir ve beraberdir. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Kimse yoksa biz varız ve bu yoldan asla geri dönmeyiz; hiçbir çevreden çekinecek değiliz, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkacak yahut endişe duyacak hâlimiz yoktur çünkü Türk milleti Hakk'ın sevdalısıdır ve kendisini daima bu yola adamıştır. Biliyor ve iman ediyoruz ki Allah'ın lütfu geniştir. Dün Karabağ'da hangi gerekçeyle Azerbaycanlı soydaşlarımızın yanında yer aldıysak, Libya'daki kardeşlerimize hangi sebeple destek verdiysek, herkes emin olsun ki bugün ve yeri geldiğinde çok daha fazlasıyla ecdat yadigârı Filistin'le beraber olmaya da kararlı olduğumuzu her çevrenin bilmesi gerekir. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Mazlumun hakkı mazluma verilmedikçe, zalim hak ettiğini bulmadıkça, uluslararası toplum bu minvalde olması gereken hassasiyeti göstermedikçe kimse küresel barış ve istikrarın tesis edileceğinden bahsedemeyecektir. İsrail şimdiye kadar yaptıklarından mesul tutulmalıdır, yaptığı insanlık suçu yanına kâr kalmamalıdır; Uluslararası Ceza Mahkemesi vakit kaybetmeksizin harekete geçmeli, insanlık suçu işleyen İsrail'e yönelik hukuki süreç bir an evvel başlatılmalı, söz konusu suçların sorumluları derhâl tespit edilmelidir.
Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi, Filistin ve Kudüs'te yaşanan gelişmelere, iç siyasi gündem ve siyasi çıkar ölçüsünde kurnazlık ve sinsilik kokan bir yaklaşımın sonuna kadar karşısındadır. İsrail'in saldırılarını kınamak ve samimice karşısında durmak yerine neredeyse İsrail'i haklı gösterecek bir yaklaşımın doğru olmadığını sözlerimin sonunda ifade etmek isterim.
Bu vesileyle sözlerime de son verirken, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Hükûmetimizin Filistin'de yaşanan zulme son verilmesine yönelik gerçekleştirdiği ve bundan sonra da gerçekleştireceği çabaların samimiyetle yanında olduğumuzu belirtiyor, Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)