| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasını Tadil Eden Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 84 |
| Tarih: | 26.05.2021 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Saygıdeğer Başkanım, çok kıymetli milletvekili arkadaşlar; Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına teklifin genel, ana hatları üzerinde konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken dün gece yarısı aldığımız bir doğal afet haberinden dolayı, merkez üssü Otlukbeli ve Erzincan olan 4,2 şiddetindeki depremden dolayı hem Erzincan'ımıza, Otlukbeli'mize hem depremi hisseden çevre illerdeki vatandaşlarımıza ve ülkemize geçmiş olsun dileklerimi ifade etmek istiyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, uluslararası bir mevzuda konuşuyoruz, burası milletimizin tecelligâhı Meclisimiz yani yasamanın en yüce makamındayız. Dolayısıyla, bu yüce makamda söyleyeceğimiz, söylediğimiz her şey belagat genel konsepti altında dikkate alınır. Yani söylem, ifade, konuşma, söz adına yapılan her şeyin bir sistematik çerçevesinde olmasında yarar var diye düşünüyoruz. Tabii bunu önceleyen çok yerli bilim adamlarımız var, Nejat Muallimoğlu onlardan bir tanesi ama ben uluslararası, evrensel herkes tarafından bilinmesi hasebiyle Aristo'nun "Retorik" diye bir kitabına göndermede bulunarak şunu ifade etmek istiyorum çünkü bunu sık sık tekrarlamakta yarar var diye düşünüyoruz; şöyle üçlü bir çerçeveye oturtur Aristo belagatı: Bir söylemin kaliteli, tutarlı, etkin olabilmesini sağlamak adına bu üçgenin bir köşesinde onun "logos" diye ifade ettiği bilginin, belgenin hâkim olduğu şeyler; alt kısmında "ethos" diye ifade ettiği bugün bizim etik dediğimiz ahlaki kurallar, tutarlılık anlamındaki bir manzume söz konusu; diğer köşesinde de yine kendisinin "pathos" dediği, efendim, özellikle ilham alınan örnekler, olaylar, varsa öykülerden esinlenerek bir konuşma, bir belagat oluşturma. "Niye bunlar gerekli?" diye söylendiğinde halkın, milletin yani bu Parlamentoyu oluşturan ana iradenin anlaması, ikna olması, efendim, kabullenmesi açısından.
Bu kısa açıklama sonrası ben sözlerime gerçekten şöyle başlamak istiyorum bir strateji tanımı yaparak, tamamen özgün: Strateji, tecrübi bilgi ve belgeye dayalı; tarihî, coğrafi, kültürel, ekonomik ve siyasi olgular ve olaylar ışığında bir milletin ve ülkenin ali menfaatlerini önceleyen sağlıklı bir yol haritası oluşturmanın adıdır. Küresel boyutta ele alındığında, sahip olduğu yer altı ve yer üstü zengin kaynakların yanı sıra, taşıdığı tarihî, kültürel ve dinî değerler müktesebatına atfen, Orta Doğu coğrafyası dün olduğu gibi bugün de birçok Batılı devletin stratejik hedefi kapsamındadır.
Bu genel çerçevede, malum Haçlı Seferleriyle başlayarak bin yılı aşkın bir süredir her durum ve şartta güçlü devlet ve millet olma tecrübesiyle etkin bir direnç oluşturan Türk milleti ve onun kurumsal yapıları, bölgeye yönelik bu stratejik hedeflerin merkezine oturtulmuştur maalesef. Büyük Osmanlı bakiyesinden Anadolu ve Rumeli'de kan dökerek vatanlaştırdığımız, göz bebeğimiz bu küçük coğrafyamızda dahi bu bölgesel antiemperyalist duruşumuzdan dolayı Lozan'da açıkça deklare edildiği gibi, genç cumhuriyetimiz stratejik hedef olmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, odaklanılan öncelik ise birlik, beraberlik ve kardeşlik hukukumuzun yegâne harcı ve kültürel zenginliğimiz olan etnik ve mezhebi çeşitliliğimize yöneliktir ve nihai amaç ise aynen Lübnan, Suriye ve Irak'ta olduğu gibi bölünme, parçalanma, küçülme, ayrışma ve kaosu körüklemektir.
Orta Doğu coğrafyasına binlerce kilometre uzaktan büyülü demokrasi, insan hakları, özgürlük ve hukukun üstünlüğü sloganlarıyla gelip barış ve huzur vaadinde bulunanların aslında gerçek hedefleri, haritaları yeniden çizmek veya "Bu bir Haçlı Seferi'dir." diyerek Müslümanları, mezhebi ve etnik kökeni ne olursa olsun tahakküm altına alıp büyük İsrail'i güvenceye alacak uydu yapılara dönüştürmektir. Bunu gerçekleştirme adına, öncelikle sıcak savaş yöntemleriyle doğrudan işgal girişimleriyle bölgede taş üstünde taş bırakmamışlardır, daha sonra iç kamuoyundan gelen tepkilerden dolayı eli yakmaktansa maşa kullanma yöntemiyle vekâlet savaşları deruhte ederek terör örgütleri yaratıp kullanmışlardır. Oluşan kaos ve kargaşa ortamına yasallık kazandırma adına da uluslararası yapıları, medyayı, STK'leri ve bilim dünyasını bu kanlı stratejiye aracı kılmışlardır.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu genel çerçeve ışığında özellikle son zamanlarda içinde bulunduğumuz bölgede, coğrafyada Kudüs olayları ve Filistin'de yaşananlar ve akabinde gerçekten bir taraftan Doğu Türkistan'da bir taraftan Balkanlar'da bir taraftan yanı başımızda, efendim, güney sınırımızda yaşananları da dikkate aldığımızda şöyle kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse artık bu dörtlü sacayağının yani uluslararası siyasi söylemlerin, onlara destek olarak bilimsel çalışmaların, STK'lerin ve medyanın bir iş birliği hâlinde hedefe aldıkları birtakım coğrafyalara yeni projeleri yönlendirme ve bunu gerçekleştirme girişimlerine tanıklık ettik. Evet, Kudüs bunun bir canlı örneğiydi. Neler yaşadık? İşte, bakıyoruz, gerçekten burada büyük bir katliama, büyük bir soykırıma tabi tutulan bir nüfus söz konusu. Varlıktan yokluğa düşürülmüş, çoğunluktan azınlığa dönüştürülmüş bir Müslüman Filistin nüfusuna reva görülenler ortada. Burada aslında yapılan şey şu: Gerçekten tamamen Yahudi seviciliği ya da İsrail seviciliğinden ziyade -Allah korusun- son zamanlarda ısındırılarak dünya gündemine getirilen hatta Huntington'u kıskandıracak şekilde bir medeniyet çatışmasına dönüştürme hayali söz konusu. Burada hedef bellidir: Müslümanlardır, İslam dünyasıdır. Dolayısıyla biraz da böyle bakmak lazım yani Avusturya'da, Çekya'da kendi bayraklarının indirilip İsrail bayrağının asılması inanın yaşadıkları o "Holokost"tan, bir İsrail seviciliğinden, bir Yahudi seviciliğinden ziyade İslam'a, Müslümanlara duyulan nefretin daha katmerli olmasından dolayı açıkça görülmektedir. Şimdi, adına "İslamofobi" diyelim "İslam karşıtlığı" diyelim, ne dersek diyelim gerçekten bunun bir vakıa olduğuna çok açık, net bir şekilde tanıklık etmekteyiz.
Şimdi, biraz önce genel söylem çerçevesini çizdiğim kurallara uygun bir şekilde birtakım şeyleri paylaşmak istiyorum somut örnekleriyle. Bakınız, İsveç'te göçmen karşıtlığıyla bilinen bir milletvekili Richard Jomshof, Müslüman ülkelerde yaşayanları şanssız olarak nitelendirirken şöyle ucube bir cümle kuruyor; korkunç -gerçekten- din karşıtı, insanlık karşıtı bir cümle: "İslam iğrenç bir ideoloji ve dindir." diyor. Bunu söyleyen aynen böyle bir yasama organındaki -sözüm ona- bize hukukun üstünlüğünden, demokrasiden, insan haklarından, çok üst perdeden konuşanların temsil edildiği bir Kuzey Avrupa ülkesindeki, İsveç Meclisindeki göçmen karşıtlığıyla bilinen bir milletvekili.
Şimdi, öte yandan bakıyoruz yine, Amerika Birleşik Devletleri'nde Nafiah İkram diye bir kardeşimizin Müslüman kimliğinden dolayı, kıyafetinden dolayı kezzap atılarak yüzü yakılıyor ve yirmi bir gün yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor.
Şimdi, bu örnekler o kadar çok ki; daha yakın bir şey söyleyeyim, hepimiz takip ettik sanırım, hatırlıyorsunuz: İsrail'de çoğunluğunun kadın, çocuk ve gerçekten savunmasız insanlar olduğunu bildiğimiz 200'ün üzerinde katledilen Müslüman var. Buna gücü yettiğince basit tepki gösteren -silaha, savunmaya yönelik bir şey değil ama- bir moda dergisinde model olarak hayatını idame ettiren birisinin bir cümleyle bu soykırımı, bu zulmü protesto etmesi dahi maalesef kabul edilemez bulundu. İşte Bella Hadid'in, Dua Lipa'nın muhatap olduğu bu muamele gerçekten hepimizin dikkatini çekti. Yani "Onlara da mı?" diyecek noktaya geldik.
Dahasını söyleyeyim; Emily Wilder diye bir hanımefendi, Associated Press'te çalışıyor. Düşünebiliyor musunuz sürekli Türkiye'yle ilgili haberlerde bizi mahkûm eden, bizi yok sayan, bizim ne kadar antidemokratik olduğumuzu -sözüm ona- ifade eden bir haber ajansının muhabiri ve kendisi Yahudi asıllı bir hanımefendi, sadece Filistin yanlısı bir gösteride bulunduğundan dolayı işinden atıldı.
Şimdi, bakınız, bunlar çoğaltılabilir. İşte, Avrupa Birliği ülkelerinde cami duvarlarına çizilen gamalı haçlardan tutun da gerçekten atılan molotofkokteyllere, bombalara, tacizlere kadar suç oranında müthiş bir artış görmekteyiz. Kime? Müslümanlara ve özellikle Avrupa'daki nüfus yoğunluğundan dolayı Türklere. Bunlara bire bir, çok açık bir şekilde tanıklık ettik.
Yine, geçmişte baktığımızda, efendim, Yeni Zelanda'da Christchurch'te bir camide cemaati çok açık bir hedef kılarak seri ateş edip 51 Müslümanın katline neden olan bir olayı hatırlıyoruz, daha dün gibi.
O da yetmemiş gibi, Norveç'te yine, efendim, çoluk çocuğu götürüp bir odada katleden bir caninin, neofaşist bir arkadaşına yazdığı mektupta, çok açık ve net bir şekilde, işte, Avrupa'nın Müslümanlaşmasına, Avrupa'nın çok kültürlülüğüne karşı bir direnç, dayanışma içerisinde olduğunu ifade etmesine tanıklık ediyoruz.
Bakınız, yine bilimsel bir çalışma; 2019-2020 yıllarında 2 ayrı mukayeseli çalışma sonucu şöyle: Almanya'da Türklere karşı saldırıda yüzde 53,7 artış var. Değerli arkadaşlar, yani 300 küsurlu rakamlara ulaşılmış, saldırı oranında müthiş bir artış var. 2019'dan 2020'ye, bakınız, bir yıllık zaman aralığında artış oranı yüzde 53,7.
Şimdi, bunları görünce tabii, gerçekten dehşete kapılmamak elde değil. Dolayısıyla işte, bütün bunlara bakarak o zaman uluslararası bağlamda bizim ihtiyacımız olan -özellikle nedir- ülkemizin ve bizim de içinde bulunduğumuz İslam dünyasının bir birlik beraberlik içerisinde, bir eş güdüm içerisinde, eylemde ve söylemde bir birlik içerisinde hareket etmeleri kaçınılmaz olmaktadır.
Şimdi, tabii -burada bir parantez de- aslında, bunun çok yakın bir yansıması olarak özellikle Avrupa Parlamentosunun 2019-2020 Türkiye Raporu'na ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum. Burada da çok açık ve net bir şekilde, gerçekten yine, bize yönelik mesnetsiz, tutarsız, temelsiz birtakım suçlamaların, iftiraların muhatabı olduğumuza tanıklık ediyoruz. Bunları ana başlıklar altında ele almak gerekirse:
Bakınız, şimdi, Kıbrıs'ta kırk, elli yıldır bir çözümsüzlük süreci yaşanıyor. Ama ilk defa somut bir adım atılarak, çok net bir şekilde tavır ortaya konularak "2 devletli bir çözüm" telaffuzuna kıyametleri kopardılar. "Nasıl olur 2 devletli bir çözümü telaffuz edersiniz?" Maraş'ı kapalı olmaktan çıkarıp halkın hizmetine açmak... "Nasıl olur -haddinizi aşar- Maraş'ı açma gibi bir cüret gösterirsiniz?" Bu, Kıbrıs özelindeki ifadeler.
Öte yandan, bakıyoruz, efendim, Ege ve Akdeniz'de tamamen tek özelliği, yegâne niteliği AB üyesi olmaktan öte hiçbir hukuki, tarihî ve coğrafi bir gerekçesi olmayan Ege ve Akdeniz'deki Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesiminin gerçekten Türkiye'nin haklarını taciz eden sözüm ona sözde birtakım taleplerini yerinde bulup Türkiye'ye karşı çok rahat bir şekilde savunmaya çalıştıklarını ve bu rapora da dercedildiğini açık bir şekilde görüyoruz.
Efendim, AİHM'in kararlarına atıfta bulunuluyor. Kim üzerinden? İşte, bir teröristin, bir caninin, bebek katilinin önder olarak nitelendirildiği, heykelinin dikilmesi hedeflenen birinin affını isteyen bir AİHM kararı. Tamam da AİHM kararlarının bağlayıcılığı mı var? AİHM'in bugüne kadar birçok ülke hakkındaki -son zamanlarda tamamen hedefe Rusya, Türkiye, Azerbaycan üçgenini koymuş olmasına rağmen- bütün bu taleplerini takipte hiçbir zaman gerçekten bu kadar cevval olmadınız, bir rapora dercetmediniz de niye söz konusu Türkiye olunca bunu sürekli, ısıtıp ısıtıp önümüze getiriyorsunuz?
"Ayasofya'yı niye ibadete açtınız?" diyor. Yani şu densizliğe baksanıza! Bu, iç hukuka müdahaledir. "Ayasofya'yı, dünya kültürel değerini siz bize sormadan nasıl açtınız?" gibi hadsizlikler; efendim, Boğaziçi eylemlerindeki kural ihlalleri, yok işte, aşırı şiddet kullanımı falan filan, bir sürü... Ama bizi, Milliyetçi Hareket Partisini özellikle derinden inciten bir 16'ncı madde var.
Şimdi, ben bu maddeye geçmeden bir anımı paylaşmak istiyorum, yaşadığım bir şey. Avrupa'nın bir başkentinde yaşayan bir okul arkadaşım, Kürt kökenli bir arkadaşım dedi ki: "Siyaset düşündüm. Uzun yıllardır bu Avrupa ülkesinde yaşıyorum ve bir siyasi partiye müracaat edip aday olduğumu ifade ettim. Beni mülakata aldılar. Dediler ki: 'Nerelisin?' Şuralıyım, etnik kökenim şu dedim. O zaman 'Türkiye'de sizin etnik kökeninize yönelik müthiş bir soykırım, müthiş bir tek yönlü uygulama var değil mi?' deyince hayır dedim. Yok deyince şok oldular. Mülakat beş dakika içinde sonuçlandı ve ben kabul edilemez listeye alındım." Şimdi, bunu niye söylüyorum? Maalesef Avrupa'da bizden kaçıp... Ben onlara gerçekten ne soydaş ne akraba ne dost diyebilme nezaketini göstermiyorum çünkü kökeni, mezhebi, aidiyeti, yaşam tarzı ne olursa olsun eğer bu ülkeye zerre kadar, birazcık aidiyet hissetmiyorsa ben bu ifadeleri açıkça kullanırım.
Şimdi, Almanya'da evladını PKK'ya kaptırmış, evladı dağa götürülmüş bir Maide ablamız var. Ya, inanın Berlin'de biz de gördük. Her gün akrabalarıyla diyor ki: "Evladımı kurtarın ey demokrasi beşiği Almanya! Ey Bundestag'daki benim soydaşım, etnik grubum, sırdaşım, dindaşım!" Yahu şuna bir kulak verin, bir gündeme getirin. "Asla." Ama 24 Nisan oldu mu 23'ünde hatırlatmayı da ihmal etmiyorlar aynen içeridekiler gibi; bir bakıyorsunuz, tek ağızdan hemen Ermeni sözde soykırım tasarısının kabul edilmesi noktasında Parlamentonun altını üstüne getiriyorlar. Türkiye'nin sınır içerisinde ve ötesinde her türlü terörle mücadelesini akamete uğratma adına Alman Parlamentosunda en ucube teklifleri onlar yapıyorlar ve bunların bir de maalesef -isimleri bende var- bilim dünyasında destekçileri var. Birisi pişiriyor orada söylem olarak, diğeri medyada yayınlıyor. Tabii, bunların arkasında bir STK var. Ondan sonra servis nereye? Bundestag'a servis yapılıyor, Alman Parlamentosuna, hemen bir kanun teklifi, tasarısı hâline getiriliyor. Ne? "Türkiye'ye ekonomik ve silah ambargosu koymak zorundasınız Ey Almanya Hükûmeti!" diyor. Almanya Hükûmeti şaşırıyor, diyor ki: "Bu teklif, efendim, Yeşiller ve 'Die Linke' dediğimiz o sol yapının dışında hiç kimseden gelmiyor." Bunların da Alman kökenlilerinden gelmiyor, ilginçtir ancak Türkiye kaçkını vatan hainlerinden geliyor bu tür teklifler.
Şimdi, bunlar gözümüzden kaçmıyor. Bunların medya ayağını da biliyoruz, her şeyin farkındayız. Dolayısıyla bu 2019-2020 raporu gerçekten baştan aşağı bizi inciten, bizi yok sayan bir rapordur. 16'ncı maddede... Efendim, Avrupa'da düne kadar sokaklara hâkim olup Türklere ait cam, çerçeve, dükkân, ev bırakmayan, bombalayan, gizli Alman örgütleriyle iş birliği yapıp Solingen gibi soykırımlara vesile olan bu terör grupları artık eski hareketliliklerini, eski hâkimiyetlerini sağlayamıyorlar. Bunlara teşne olan, maalesef... Geçmişte -bu da benim bireysel tecrübemdir- Avusturya'da görev yapmış bir üst düzey elçilik sorumlusu bana aynen şunu demişti, 90'lı yılları söylüyor: "Hocam, dışarı çıkamıyoruz. PKK'nın baskısından, inanın, görev yapamıyoruz. Türkiye'yle ilgili bir olay oldu mu elçiliğin önü ana baba günü, her türlü taciz, tecavüz, her türlü saldırı oluyor."
Şimdi oralardan buralara geldik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Hocam, buyurun, toparlayın.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Bir dakika rica edeyim.
BAŞKAN - Tabii tabii, buyurun.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Şimdi, bugün ise... Bakın, genelde DITIB ama özelde ülkücü dernekler üzerinden, efendim, o müthiş dörtlü sacayağının pişirip ortaya koyduğu bir madde dercedilmiş. Allah aşkına, hepinizin akrabası var, eşi dostu var; siyasi görüşümüz ne olursa olsun yani orada bizim arkadaşlarımızın... Hiçbiriniz inanabiliyor musunuz? Hepimiz o sokaklarda, hepimiz o ülkelerde bulunduk. Efendim, illegal hareketlerine tanıklık ettik mi? Vergisini veriyor, düzenli vatandaşlığını yerine getiriyor ama bir şeyi yapmıyor, bir şeyi: Ülkesini satmıyor, vatanını satmıyor, bayrağına ihanet etmiyor! (MHP sıralarından alkışlar) Niye batıyor bu, niye birilerini rahatsız ediyor? İşte, asıl neden bu; bunu açıkça söyleyemeyip diyorlar ki: "Orada yaşayanlar, Ermeni kökenli, Rum kökenli, Kürt ve Alevi kökenli vatandaşlarımız için bir risk teşkil ettiği için, efendim, gerekli güvenlik kuvvetleri bunları da terör gruplarına ilave etsin."
Şimdi, Allah aşkına, buradan milletimize sesleniyoruz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMİL AYDIN (Devamla) - Türk milliyetçisi, ülkücü bir iradeden terörist çıkmaz; kimse bunu yaftalamasın, yaftalamaya çalışmasın diyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, anlaşmalar ülkemize, milletimize hayırlara vesile olsun diyor, saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)