GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Mozambik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:84
Tarih:26.05.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener, İYİ Parti olarak hazırladığımız iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimizi bugün kamuoyuyla paylaştı. Sayın Genel Başkanımızın partimizin 4'üncü olağanüstü kurultayında ifade ettiği gibi yanlışı doğrularla, kötüyü iyilikle, korkuyu cesaretle, yokluğu zenginlikle, zorbalığı adaletle, haksızlığı hakkaniyetle, yalanları hakikatle yenmek için başladığımız mücadeleye devam ediyoruz. Bu vizyonla hazırladığımız iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimiz basit bir siyasal sistem tartışmasından öte çok daha geniş anlamda evrensel demokrasi ve hukuk devleti standartlarına uygun, vatandaşlarımıza tıpatıp layık bir sistem tasavvurudur. Bireysel hak ve özgürlüklere öncelik tanıyan gerçek bir demokratik hukuk devletini yaratma hedefi taşımaktadır. İyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem, kalkınmacı ve rekabetçi bir ekonomi modelini, kırılgan ve yoksul grupların sosyal devlet şemsiyesi altına alınmasını amaçlayan bir yakın gelecek tasavvurudur. Önümüzdeki günlerde kamuoyunda etraflıca ele alınacak olan önerimizin, iktidarın ülkeyi yönetemez hâle getirdiği bu karanlık günlerde geniş kitleler tarafından yüksek bir teveccühle benimseneceğine inanıyorum.

Önerimizin dış politikada liyakatle ilgili bölümünden de kısaca bahsetmek istiyorum. İyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem hayata geçirildiğinde Dışişleri Bakanlığına eski itibarı yeniden kazandırılacaktır. Diplomatsız diplomasi dönemine son verilecektir. Dış politikada kaybettiğimiz itibarı da yeniden kazanacağız. Bunun ilk ve en önemli adımı, demokrasi ve insan haklarına saygıyı yeniden tesis etmek, hukukun üstünlüğünü inşa etmek, ülkemizin kaybettiği itibarı iade etmek olacaktır.

Tek adam sistemi iflas etmiştir. Başarısızlık her alanda ayyuka çıkmıştır. Artık bu her şeyiyle kötü rejimden kurtulup yeni ve parlak bir gerçeklikle buluşma zamanı gelmiştir. Tek adama bu denli yetki verilmesi esasen demokrasinin tabiatına aykırıdır. Öyle bir duruma geldik ki hemen her hafta saraydan kaynaklı bir darbeihükûmet hamlesi yaşıyoruz. Rejimimiz her geçen gün daha da otoriterleşiyor. Daimî bir darbeihükûmet düzenindeyiz. Devlet kapasitemiz bu şekilde zayıflıyor, milletin potansiyeli de aşınıyor.

Bakın, dünyada coronavirüsten en çok insanın öldüğü ülkelerin Brezilya, Türkiye, Hindistan, Rusya ve Trump yönetimi döneminde ABD olması bir tesadüf değildir. Bu düzenlerin hepsinin ayırt edici özelliği, popülizm ve değişik kademelerdeki otoriterliktir. Bu saydığım ülkeler aynı zamanda ekonomik kriz yaşayan, gelir adaletsizliğinin derinleştiği, toplam faktör verimliliğinin düştüğü ülkelerdir. İnsan haklarının ve temel özgürlüklerin, basın hürriyetinin farklı derecelerde zayıfladığı ülkelerdir. İYİ Parti olarak biz, iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistemle parlamenter mirasımıza ve demokrasiye sahip çıkma iradesini ortaya koyuyoruz. Bu kötü gidişe, Türkiye'ye ve vatandaşlarımıza hiç yakışmayan bu yanlış ve tehlikeli maceraya son vermeyi hedefliyoruz; bunu da başaracağız.

Değerli arkadaşlar, Türkiye dış politikada tarihinin en etkisiz dönemini yaşamaktadır, en zayıf dönemini yaşamaktadır. Avrupa Birliği, ABD ve Rusya'yla ilişkilerimize az sonra geleceğim ama şimdi Filistin meselesine değinmek istiyorum. İsrail'in Filistin'de uyguladığı politikalar berbat ötesidir, tüm üstün değerlere saygısızlıktır. Nitekim, Meclis çatısı altında grubu bulunan bütün partiler olarak, İsrail'in Mescid-i Aksa'ya yönelik saldırılarını sert bir dille kınadık. Ama şu bir gerçek ki Türkiye Filistinlilerin haklarının korunması konusunda hiçbir dönemde bugünkü kadar âciz kalmamıştır. Son on dokuz yılda Filistinlilerin durumu iyileşti mi kötüleşti mi, buna bir bakmak lazım. Bu soruyu, bu kürsüden defalarca sordum, maalesef cevap olumsuz, hem de çok olumsuz. Türkiye'nin, Filistinlilerin haklarının korunması noktasında çok önemli bir işlevi, bir gücü vardı; bu, ciddi bir tarihsel ve ahlaki misyondu. AK PARTİ iktidarları Filistin davasını araçsallaştırana kadar, ideolojik siyasete alet edene kadar, İhvan'nın iktidar mücadelesinin parçası hâline getirilene kadar, dış politikamızı darmadağın edene kadar ülkemiz bu misyonu yerine getirebiliyordu. "Türkiye ne der, ne yapar?" Kaygısı İsrail hükûmetlerinin Filistin politikalarının merkezindeydi. Evet, geçmişte Filistinliler lehine birtakım gelişmelerin sağlanmasında ya da olumsuz bazı adımların önlenmesinde nâzım rol oynayabiliyorduk. Bugün, Filistinliler konusunda etkili olma kabiliyetimizi de kaybetmiş durumdayız. Gerçi, hakkını yemeyelim, Yahudi Cesaret Ödülü sahibi Sayın Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e "one minute" demişti. Aynı sözü, göstermelik de olsa, Doğu Türkistan'da totaliter Çin yönetiminin zulmü altında inleyen Uygur Türkleri ve diğer soydaşlarımıza sahip çıkmak için de ifade etmesini bekliyoruz.

Uygur Türklerinin suçluların iadesi anlaşması kapsamında Çin'e iade edilmesi ile Çin'den Sinovac aşısı tedariki arasında bir ilişki olduğuna dair şüphelerimizi soru önergesiyle Sayın Çavuşoğlu'na iletmiştik. Sayın Bakan verdiği yanıtta, aşı anlaşmasının normal bir anlaşma olduğunu ve tedarik sürecinde herhangi bir sorunla karşılaşılmayacağını belirtmişti. Oysa ciddi sorunlarla karşılaşılmıştır. Bu arada da Sayın Sağlık Bakanı, Doğu Türkistan'daki soydaşlarımızla ilgili olarak Sayın Genel Başkanımızın ifadelerini eleştiren Çin Büyükelçisinin terbiyesizliğini onaylarcasına ve bizim 2018 yılının Haziran ayından beri bu kürsüden dile getirdiğimiz eleştirileri suçlarcasına, aşının muhalefetin Doğu Türkistan'daki zulüm söylemi yüzünden gelmediğini ima etmiştir. Sayın Koca "'Çin'den gelecek aşı nerede?' diye soranlar, dün Çin'le aramızdaki hassas konuları kaşıyarak ilişkilerimizi bozmaya çalışıyorlardı. Başarılı olduklarını söyleyemem ama hasar verdikleri kesin." ifadelerini kullanmıştır.

Değerli milletvekilleri, Suriye'deki sıkışmışlık da derinleşmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı, bir taraftan bu sıkışmışlıktan çıkmak için ABD yönetiminden medet umarak Biden'a "Kampanya döneminde verdiğiniz sözleri tutun." çağrısı yapmakta ve Suriye'de ABD'yle daha geniş bir ortaklık önermekte, diğer taraftan ise 2017 yılından bu yana devam eden Astana süreci kapsamında Rusya ve İran'la beraber hareket etmeye çabalamaktadır. Fevkalade uyumsuz, çelişkili bir hareket tarzı. Türkiye'nin tabi ülke konumunda tutulduğu, sıkıştığı, risk ve tehdit biriktirdiği bir durum. Astana ortaklarının gözlerini kırpmadan onlarca askerimizi şehit edebildikleri garip bir ortaklık.

Evet, Türkiye, Rusya ve İran arasında ciddi görüş ayrılıkları, çıkar ayrılıkları söz konusudur. Türkiye'de iktidar Esad'ın gitmesini isterken, Rusya ve İran kalmasını savunmaktadır. Suriye'deki PYD-YPG oluşumu konusunda da planlar farklıdır. AK PARTİ iktidarı, İdlib'de son derece kırılgan, hassas ve tehlikeli bir durumun oluşmasına neden olmuştur. İdlib bugün, sadece Türkiye ve Suriye sınırında değil, tüm Orta Doğu'da istikrarsızlığı besleyen bir bölgeye dönüşmüştür.

Karabağ'da kutlu bir zafer elde edilmiş "iki devlet, tek millet" anlayışı içinde Azerbaycan'ın bu mücadelesine gerekli destek verilmiştir. Zafer neticesinde yapılan anlaşmada Türkiye ateşkesi izleme göreviyle yetinirken Rusya hiçbir zaman olmadığı kadar Ermenistan'a ve Azerbaycan'a nüfuz etmiştir, Kafkaslarda hâkimiyetini tahkim etmiştir. Türkiye-Azerbaycan koridorunun denetimi bile Rus kuvvetlerine teslim edilecektir.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ve Dışişleri Sözcüsü Zaharova'nın son günlerde Türkiye konusunda yaptıkları sert açıklamalar Rusya'yla olan ilişkilerin gerginlik potansiyelini bir defa daha ortaya koymaktadır.

Türkiye, ABD ilişkilerinde de çok kritik bir dönemeç yaşamaktadır. İktidar, ABD'yle ilişkilerde yeni bir dönemin kapılarını aralamayı ümit etmektedir; izleyip göreceğiz. Türkiye-ABD ilişkileri üzerinde Halkbank davasının gölgesi de bulunmaktadır. Bu konu ne ölçüde haziran ayında yapılacak müzakerelerde ele alınacak, bunu iyice değerlendirmek gerekmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı ile Biden'ın NATO Zirvesi'nde yapacakları görüşmede muhtemelen Rusya'nın oluşturduğu tehdit yeniden teyit edilecek, iktidar da bunun altına imza atacaktır ama S-400'ler sorunu devam edecektir. Yine derin bir çelişki yaşanacaktır. İktidar, demokrasi karşıtı coğrafyayı yeni bir iş birliği alanı olarak Batı'ya karşı bir tehdit şeklinde kullanmaktadır. Diğer taraftan da "Bir NATO üyesi olan Polonya'ya SİHA sattım." diye sevinmektedir. Bu kürsüden kaç kere söyledik, geleneksel ittifak anlayışlarımızı "al ver" ilişkisine dayandırmayalım, bu konuda açık ve net olalım. Ama, savrulma, sanki uluslararası politikamızın içine işlemiş bir vasıf hâline gelmiştir.

Öte yandan, ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin bazı nüanslarını da iktidarın tam olarak idrak edemediği kanaatini taşıyoruz. Evet, iktidar 14 Haziran görüşmesini heyecanla beklemektedir ama bundan hemen sonra Cenevre'de Biden ile Putin arasında bir görüşme yapılacaktır. Bu iki ülke, bazen umulmadık uzlaşılara yönelebilmektedir. İktidar, bunu mutlaka aklının bir köşesinde bulundurulmalıdır.

Biden'ın sözde soykırıma ilişkin ifadeleri Meclisimizde çok tartışıldı ve kınandı. Ama bu sözler kadar bizi kaygılandıran bir husus, 23 Nisanda Sayın Erdoğan ile Biden arasında gerçekleşen görüşmedir. Karşı tarafla ne konuşulmuştur? Biden "Ben soykırım kelimesini kullanacağım." dediğinde ne karşılık verilmiştir? Bunu merak etmek ve öğrenmek bizim hakkımızdır. Bu görüşmede "Peki, ben buna razıyım ama ne olur bunun hukuki bir sonuç yaratmayacağına dair bir açıklama yapın." talebinde bulunulmuş mudur? Yani sadece bununla mı yetinilmiştir bu tebligat karşısında? Filhakika, ABD tarafı da benzer bir açıklama yapmıştır ancak Türkiye'nin yanlış politikaları ve kamu diplomasisi eksikliği nedeniyle, âdeta tamamen aleyhimize olan ABD Kongresinden, sözde soykırım iddiaları konusunda, hissiyat ifade eden bir kararın da ötesinde, yasa mertebesinde bir metin kabul edildiği takdirde ne olacaktır? Maalesef, yanlış politikalar ülkemizi ABD karşısında zaafa düşürmektedir.

Hükûmet, mafyanın Türkiye gündemini belirlemesi dâhil, her sorunu dış güçlere bağlamaktadır. Oysa asıl sorumlu iktidarın ta kendisidir. İktidar olmak, sorumlu olmak demektir ve dış politikada bir sonuç alma uğraşıdır. Sen Türkiye'nin yaşadığı her sorunu dış güçlere bağlıyorsan demek ki dış politikaya ilişkin yaklaşımın tamamen gerçeklikten kopmuş ve âdeta bir paranoit şizofreniye dönüşmüştür. Bu hastalığın tedavisi de maalesef mümkün değildir.

ABD'yle ilişkiler anlamında bir başka önemli gelişme Afganistan'dan çekilme konusudur. ABD Başkanı Joe Biden 4 Temmuza kadar Afganistan'daki Amerikan askerî birliklerinin tamamen geri çekileceğini açıklamıştır. Çekilme sürecinde ülkemizin Afganistan'daki rolünün artması beklenebilir. Türkiye geçmişte Afganistan'da gösterdiği başarının da etkisiyle Afganistan'da yine öne çıkartılabilir; öne çıkartılmak istenmektedir ancak Afganistan'da önümüzdeki dönemde riskler çok yükselecektir, Türkiye üstlenebileceği rol açısından çok dikkatli olmalıdır.

İktidarın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne yaklaşımı da ayrı bir garabettir. Bir taraftan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni müstakil bir devlet olarak takdim ediyoruz -ki bu doğrudur- diğer taraftan iktidar kalkıp "KKTC Anayasa Mahkemesi Başkanı haddini bilsin." diyor. Sayın Erdoğan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesinin aldığı bir karar üzerine "Anayasa Mahkemesi Başkanı bu yanlışından süratle dönmelidir. Dönmediği takdirde atacağımız adımlar da bundan sonraki süreçte farklı olacaktır." ifadelerini kullanmıştır. Müstakil bir devlet olarak gördüğümüz KKTC'ye yönelik bu yaklaşım, en başta KKTC'nin müstakil hüviyetini aşındırıcı niteliktedir. İktidar, yavru vatanımıza yönelik nasıl farklı bir adım atacaktır? Bu husus da açıklanmaya muhtaçtır.

Dış politikamızda Türkiye'yi çok sarsıcı gelişmeler yaşanırken Türkiye ekonomik olarak da en kırılgan dönemini tecrübe etmektedir. Türkiye'nin CDS primi 409'a yükselmiştir. Geçtiğimiz on yılda birkaç defa iflas etmiş olan Arjantin'in puanı bile 401 seviyesindedir. Ülkemiz, cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde, uluslararası ilişkilerde hem siyasi sahada hem ekonomik sahada bu denli kırılgan olmamış, bu denli risk taşımamıştır.

Değerli arkadaşlar, son olarak şunu belirtmek istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanının Genel Başkanımızın Rize ziyaretiyle ilgili bugünkü sözlerini duyunca ülkem adına utandım ve büyük üzüntü duydum. Rizeli sevgili vatandaşlarımız için de üzüldüm. Öyle bir konuştu ki Sayın Cumhurbaşkanı, sanki Rize Türk milletinin ahlaki kurallarının, töresinin haricine taşınmış, Anayasa ve hukukumuzdan dışlanmıştır. Öyle bir konuştu ki ülkemizin iyileştirilmiş bir parlamenter sisteme geçişinin ne denli önemli olduğunu teyit etti; aslında bunu teyit etmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Öyle zannediyorum ki Sayın Erdoğan'ın bugün "Gelin, Türkiye'ye yatırım yapın." demek için görüştüğü ABD'li şirket yöneticileri de Sayın Genel Başkanımızla ilgili olarak dile getirdiği bu esef verici sözlerin gerisindeki zihniyeti hayli yadırgamışlardır. Bu zihniyet, güven verici bir zihniyet değildir.

Hiçbir vatandaşımızı bu şekilde üzmeyecek, milletimizin her ferdini bağrına basacak ve her ferdimizin bağrına basacağı bir Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına kavuşmak ümidiyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; CHP sıralarından alkışlar)