| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Mozambik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 84 |
| Tarih: | 26.05.2021 |
MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Mozambik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Afrika, son yıllarda küresel rekabetin yoğun olarak görüldüğü alanların başında gelmektedir. Kıta genelinde var olan zengin yer altı kaynakları ve bunlarla beraber diğer önemli bölgelere erişim ve kontrol olanağına da sahip olması sebebiyle Mozambik'in ve aynı zamanda Mozambik'in içerisinde yer aldığı Afrika Kıtası'nın önemi giderek artmaktadır. Kıtada bulunan bazı ülkeler, bilhassa da kıyı şeridine sahip olan, nüfus yoğunluğu fazla, yatırımlarla giderek daha fazla cazip hâle gelen ülkeler, askerî iş birliği imkânlarıyla, örnek nitelikleriyle öne çıkmaktadır.
Sahra Altı Afrika bölgesinin dikkat çeken ülkelerinden olan, 30 milyonun üzerindeki nüfusuyla Mozambik, sadece kendisi için değil, etrafında bulunan, kendisine komşu olan diğer pek çok ülke açısından da değerli bir ülkedir. Maputo Limanı gibi imkânları sayesinde Mozambik, yakın komşuları olan Zambiya, Zimbabve, Botsvana, Esvatini, Malavi ve hatta Güney Afrika Cumhuriyeti'nin kuzey bölgelerinin denize bağlantısını sağlayan stratejik bir konumda yer almaktadır.
1974 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından Mozambik'i tanıyan ilk ülkelerden biri olan Türkiye'nin bu ülkeyle olan ilişkileri zaman içerisinde Afrika Ülkeleriyle Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisi altında ele alınmıştır. 2020 yılındaki verilere bakıldığında, ülkemiz ile Mozambik arasındaki ticaret hacmi 148 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Bunun 71 milyon doları ithalatımızı, 77 milyon doları ise ihracatımızı oluşturmaktadır. Mozambik'te yatırım imkânları ise aradan geçen her gün daha fazla gelişmekte ve artmaktadır. Özellikle doğal kaynaklarından elde ettiği gelirler sayesinde kayda değer miktarda altyapı ve üstyapı yatırımı gerçekleştirmekte olup mal ve hizmet ticareti açısından da ülkemiz adına önemli bir potansiyel oluşturduğu ifade edilmektedir.
Mozambik'teki Türk firmalarının çeşitli alanlardaki yatırımlarının ve projelerinin toplamının 640 milyon dolar olduğu, ülkemizden Mozambik'e petrol yağları, inşaat malzemeleri, gübre, ambalaj malzemeleri, elektrikli makine ve aletler, demir çelik ve alüminyum ürünleri ihraç edildiği de verilen diğer resmî bilgiler arasındadır. Ayrıca TİKA'nın bu ülkede yürüttüğü faaliyetler dünyanın her yerinde olduğu gibi memnuniyetle karşılanmakta, dış dünyayla bağlantılarının teşkili için Türk Hava Yolları önemli sorumluluk üstlenmektedir.
2017 yılında Sayın Cumhurbaşkanımızın Mozambik'e yaptığı ziyaretlerinde ise ikili ticaret hacmi hedefinin 250 milyon dolara yükseltildiği açıklanmıştır. Gündemimizde bulunan bu anlaşmayla iki ülke arasında kurulacak karma ekonomik komisyon mekanizmasının işler hâle gelmesiyle ticari ve ekonomik ilişkilerin gündeminde yer alan konuların toplantılarla beraber düzenli takibinin yapılabileceği ve bu mekanizmanın ticari ilişkilerimize de katkı sağlayacağı belirtilmektedir. Temennimiz, hedeflenen ticaret hacmine ulaşılması, yeni yatırım imkânlarının doğması hedefine erişilmesi ve işinsanımızın Mozambik'teki yatırımlarının artırılmasının teşvik edilmesidir.
Ülkemizin Afrika Kıtası'yla ilgili istikrar vizyonunun Mozambik'te de kendisini göstermesi, bu ülkenin aynı zamanda kendi toplumsal huzuru açısından da önemli olabilecektir zira Mozambik aynı zamanda, küresel rekabetin Afrika Kıtası'nda kendisini yıkıcı bir şekilde, rekabet koşulları itibarıyla gösterdiği ülkelerin başında geliyor.
Değerli milletvekilleri, Doğu Akdeniz uzun süreden beri millî güvenlik ve dış politikamızda öncelikli olduğu kadar, önemli bir yer tutuyor. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesiminin hak ve hukuk tanımayan yaklaşımları bölgede gerginliği günden güne artırmaktadır. Türkiye'nin tüm samimiyeti ve iyi niyetiyle diplomasinin işlemesi çağrısı yapmasına karşın, kimi taraflar şimdiye kadar oldubittilerle yol almaya çalışmışlardır. Bu anlamdaki -ne yazık ki- olumsuz politikalarını da sürdürmeye devam ediyorlar.
Doğu Akdeniz bölgesinde mevcut durumda birbirinden ayrılmaz iki temel yaklaşımımız olduğu açıktır. Bunlardan ilki Kıbrıs Türklüğünün yok sayılması çabasının ortadan kaldırılması ve haklarını elde etmesi, ikincisi ise ülkemizin egemenlik hakları ile menfaatlerinin korunmasıdır. Her iki mesele de ülkemiz için hayati derecede öneme sahiptir, tavizimiz ise asla mümkün değildir.
Kıbrıs'ta yeni dönemde egemen eşitlik temelli iki devletli çözümden başka bir seçeneğin olmadığı kesinleşmiştir. Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin ilan ettiği yaklaşımların tamamı ise hukuk, akıl, vicdan ve devletler arası münasebetlerde emsal durumları bulunan konulardır. Biz, dayatmacı taraf değil, hakkını koruma kararlılığı göstereniz. Anlaşmazlığı yaratanlarsa, birincisi, tarifi ve izahı olmayan tutum ve politikalar benimseyerek kof hayaller peşinde koşup düşmanca tutum benimseyenler ve ikincisi ise bölgeyle alakası olmadığı hâlde farklı saiklerle yol almaya çalışan diğer kesimlerdir.
Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin göze aldıklarını başkalarının aklına dahi getirmekten büyük endişe duyduklarını biliyoruz. Temennimiz, bölgeyle ilgili sorunların, herhangi bir sıcak gündeme taşınmadan, diplomatik yollardan nihayete erdirilmesi ve her tarafın bu anlayışa saygılı davranarak hareket etmesidir.
Yaşananlar ortadayken Libya'yla 2019 yılında vardığımız Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması, lehimize olan fiilî ve hukuki sonuçlar getirmeye başlamıştır. Bu anlaşma sadece Türkiye ve Libya'nın hak ve menfaatlerini güvence altına almakla kalmamış, bölgesel yaklaşımımızla Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesiminince diğer ülkelerin deniz yetki alanlarının gasbedilmesinin önlenmesine yönelik yeni bir gündemi de oluşturabilmiştir.
Hiç kuşku yok ki bizim yaklaşımımızdan en büyük faydayı görecek olan ülkelerin başında da Mısır gelmektedir. Zira uluslararası hukuka göre belirlediğimiz ve ilan ettiğimiz deniz yetki sahasının, Türkiye'yle anlaşmaya varması hâlinde Mısır'a 11.500 kilometrekarelik geniş bir sahayı kazandırabileceği anlaşılmaktadır. Gelinen aşamada, Libya'da Ulusal Mutabakat Hükûmetinde yaşanan görev değişikliğiyle bu ülkedeki soruna siyasi çözüm bulma çabalarında makul ve müspet bir ilişkinin Mısır'la tesis edilmesinin ilk olumlu yansımasının Doğu Akdeniz'de kendisini göstermesi memnuniyet vericidir. Zira Libya konusu hem bizim açımızdan hem de Mısır açısından millî güvenlik meselesi olduğu kadar, konunun taşıdığı derinliğin sahip olduğu ana alanın Doğu Akdeniz bölgesini öncelikli olarak ilgilendirdiği açıktır. Bu şartlarda Mısır'ın Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarıyla ilgili yeni döneme dair girişimlerinde Türkiye'nin hassasiyetlerini gözeten bir arayış içerisinde olması bölgesel barış ve istikrara katkı sağlayacak değere sahiptir. Mısır'la kurulan sıcak ve yapıcı diyaloglar isabetlidir, bize göre de eski seviyesine çıkarılmalıdır.
Elbette, devlet duygularla değil, akılla yönetilir. Yakalanan makul alanın Türkiye ve Mısır arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine katkı sağlamasını ve her iki ülkenin de Doğu Akdeniz'de kendi egemenlik haklarını muhafaza ederek menfaatlerinin korunmasına yönelik ortak çaba içerisinde olmalarını olumlu bir gelişme olarak değerlendirmekteyiz. Bölgesel barışa katkı sağlayacağına inandığımız ilişkilerden rahatsızlık duyanlar, gerçekte bölgede kriz ve kaos isteyenlerin kendileri olduğunu da hiç kuşku yok ki ele veriyor.
Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum kesimi ve İsrail arasında, Avrupa Birliği destekli EuroAsia InterConnector Projesi'ne dair 8 Mart 2021 tarihinde bir protokol imzalandı; hepimizin malumu olmuştur. Projenin ilan edilen bilgilerine bakıldığında, inşa edilmesi planlanan su altı elektrik kablolarının Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığı bölgesinden geçtiği anlaşılmaktadır. Bu durumun bizim nazarımızda kabul edilmesi yahut görmezden gelinmesi elbette söz konusu olamayacaktır. Türkiye'nin izni olmadan kendi kıta sahanlığımızda girişilecek her türlü faaliyet bizim açımızdan açık bir ihlaldir. Bütün bunlarla beraber, Girit Adası merkezli olmak üzere, Yunanistan'ın bölgede sadece gerginliğin artmasına sebebiyet veren çoklu askerî tatbikatlara son dönemlerde ağırlık vermeye koyulduğu görülmüştür. Bu ve benzeri girişimlerin Türkiye'nin kararlılığını asla etkileyemeyeceğini, sadece Yunanistan'ın değil, taraf olan her ülkenin bilmesi gerekir. Bize ait olan, hakkımız olan sahalarda hidrokarbon yataklarına yönelik sürdürülen arama, tarama ve sondaj faaliyetlerimizin tüm kararlılığıyla devam etmesi, yalnızca Türkiye açısından değil, bir diğer açıdan da -küresel enerji güvenliği çerçevesinden- elbette öneme sahiptir. Dolayısıyla hangi taraf olursa olsun, Türkiye'nin sahip olduğu potansiyele zarar verebileceği yanılgısına düşenlerin günün sonunda en büyük yanlışı aslında kendilerine yaptıklarını anlamaları gerekir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda Suriye'de yaşanan iç savaşla beraber ülkemize yönelen terör tehdidinden de açıkça gördüğümüz üzere, müttefikimiz olduğunu iddia eden bazı ülkelerin çarpık, maksatlı ve ikiyüzlü tavırlarını hep birlikte müşahede etmekteyiz. Bir orduya yetebilecek yeterlilik ve sayıdaki silah ve bunlarla beraber çalışan bazı kritik askerî sistemler, Suriye'de terör örgütü IŞİD'le mücadele bahanesiyle bir başka terör örgütü olan PKK'ya verilmeye başlanmıştır. Öyle ki kapsam ve yeterliliği dikkate alındığında, Türkiye'ye satılmayan silahlar, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, müttefik görünen ülkeler tarafından aynı terör örgütüne ücretsiz olarak verilmiştir. Bu silahların, sınır içi ve sınır ötesinde gerçekleştirilen operasyon ve harekâtlarda görüldüğü üzere, güvenlik güçlerimize karşı kullanıldığı da her yönüyle açık bir şekilde tespit edilmiştir. Türkiye'ye karşı takınılan bu tutum, dost ve müttefik ülkelerin değil, olsa olsa Türkiye husumeti olan yahut açıkça düşmanlık besleyen diğer çevrelerin harcıdır.
Karabağ'da Azerbaycan kendi topraklarını işgalden kurtarma mücadelesi verirken harp sahasında kullanılan Türk savunma sanayisi ürünü silahlı insansız hava araçları ile insansız hava araçlarından rahatsızlık duyan Kanada'nın bahsettiğimiz kapsamdaki tavırları dikkatlerden kaçmamaktadır. Birleşmiş Milletler kararları ortadayken, Azerbaycan'ın Karabağ meselesinde haklılığı ve haklı mücadelesi açıkken Ermenistan'a destek olmak adına Türkiye'ye savunma sanayisi araç ve gereçlerini satmayacağını duyuran Kanada, gelinen aşamada PKK'nın Amerika Birleşik Devletleri'yle beraber en büyük silah tedarikçilerinden biri hâline gelmiştir.
Türkiye'nin kararlı mücadelesi karşısında kaçacak delik arayan, başını inlerinden çıkaramayan PKK'lı teröristleri yeni konseptle eğitime tabi tutanlar, bu konsept için gerekli silah ve teçhizatı da beraberinde sunmaya başlamışlardır. Bunun ilk örneği, 27 Ekim 2020 tarihinde Suriye'nin Menbiç kasabasından kalkarak hava sahası üzerinden topraklarımıza sızmaya çalışırken etkisiz hâle getirilen teröristlerin kullandıkları paramotorlardır. İkincisi ise son günlerde sıklıkla gördüğümüz üzere askerî üstlerimize saldırmak için kullanılmaya başlanılan "drone" olarak tarif edilen askerî ekipmanlardır. Bu "drone"ların basit sistemler olmadığı, uzaktan kumanda edildiği ve üzerlerine yerleştirilen patlayıcı düzenekleriyle takviye edilerek tesirli hâle gelmelerinin amaçlandığı yapılan araştırmalar sonucunda tespit edilmiştir. Şu işe bakınız ki bahsettiğimiz konularda anılan "paramotor"lar gibi "drone"lar da Kanada yapımı çıkmıştır.
NATO'da aynı çatı altında bulunduğumuz, sözde müttefikimiz Kanada'nın Türkiye'ye karşı gerçekleştirilen terör saldırılarından sorumluluğu bize göre artık kesinlik kazanmıştır. Bu ikiyüzlülüğe karşı daha fazla tahammül edilmesi söz konusu olamayacaktır.
Ne var ki Türkiye, savunma sanayisinde artık giderek kendi kendisine daha fazla yetebilen bir ülke konumuna da erişmeye başlamıştır. Yerlilik ve millîlik oranının giderek artış gösterdiği ve hayati derecede önemi sahip savunma sanayisi alanında, sadece Türkiye'nin imkânında olan meziyetlere sahip sistemler de geliştirilmeye ve aktif olarak kullanılmaya konulmuştur. Memnuniyet verici bu gelişme, ülkemizin savunma sanayisi alanında artık küresel seviyede rekabet edebilen bir seviyeye ulaştığını da gözler önüne sermektedir. 25 Mayıs 2021 günü ülkemiz ile Polonya arasında imzalanan anlaşma gereğince bu ülke de başarı, kabiliyet ve üstünlüğü kanıtlanmış olan Türk yapımı silahlı insansız hava araçları almaya karar vermiştir. Böylelikle, ülkemiz, hem Avrupa Birliği hem de NATO üyesi olan bir ülkeye geleceğin teknolojisinde ve harp koşullarında muazzam başarı sağlayan bir sistemi ihraç etmiş olacaktır. Türkiye'ye zarar vermeye çalışanlara rağmen savunma sanayisi alanında ulaştığımız başarı, hiç kuşku yok ki diplomasi sahasında da elimizi giderek daha fazla güçlü kılan neticeler doğuracaktır. Türkiye, mesele kendi bağımsızlığı ve bekası olduğunda hiç kimseden medet ummayacağını, gerektiğinde kendi göbeğini kendisi kesebileceği gibi fazlasını da yapmaya muktedir olduğunu her koşul ve şart altında ispat etmiştir.
21'inci yüzyıl şartları her anlamda yıkıcı bir rekabetin yaşanması ihtimalini giderek daha görünür hâle getirirken ülkemizin bağımsızlık iradesi, sadece kendi istikrarımızı korumakla kalmayıp bölgesel ve küresel meselelerde de liderlik etme kudretine erişerek öncü bir aktör olabileceğimiz gerçeğini karşımıza getirmektedir. Kudret ve kuvvetin kaynağı Türklüğün sarsılmaz iradesinden geldiği müddetçe, engel gibi görünen her meselenin bizim açımızdan birer fırsata çevrildiğini her çevrenin iyi anlaması gerekir.
Değerli milletvekilleri, bu vesileyle, sözlerime son verirken Genel Kurul gündemimizde bulunan, üzerinde müzakere ettiğimiz anlaşmayla beraber diğer anlaşmalara da Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu yönde oy vereceğimizi belirtiyor, Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)