GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Honduras Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:85
Tarih:27.05.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA METİN ERGUN (Muğla) - Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Honduras Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Konuşmama, yolsuzluğa, kaçakçılığa ve mafyaya meydan vermediği için 27 Mayıs 1980 günü alçakça bir saldırıyla şehit edilen Gümrük ve Tekel eski Bakanımız Gün Sazak'ı saygı, minnet ve rahmetle anarak başlamak istiyorum.

Öncelikle Honduras Cumhuriyeti'yle yapılan anlaşmanın Türk havacılık sektörü açısından olumlu etkiler yaratacağına inanıyor ve İYİ Parti Grubu olarak desteklediğimizi belirtiyoruz. Fakat ben sizlere bu alanda yani dış politika alanında başka bir meseleden söz etmek istiyorum. Gündeme getireceğim husus, bizim mevcudiyetimizi ve kimliğimizi yakından ilgilendiren bir husustur. Bu, 21'inci yüzyılda bütün insanlığın gözleri önünde cereyan eden ve bir halkı maddi ve manevi bütün mevcudiyetiyle ortadan kaldırmayı yani soykırımı hedefleyen bir projedir. Feryatları gök kubbeyi saran mazlum bir milletin makus talihini ve mazlumlar diyarı hâline gelen bir coğrafyada yaşananları aktaracağım. Bahsedeceğimiz coğrafya Doğu Türkistan, halk ise Müslüman Uygur Türkleridir.

Muhterem milletvekilleri, tarihî İpek Yolu'nun mazlum diyarı Doğu Türkistan'da insanlığın bütün değerleri büyük bir felaketle karşı karşıyadır çünkü Çin'in bin beş yüz yıldır sürdürdüğü Doğu Türkistan'ı işgal etme politikasında son aşamaya geçilmiştir. Çin, asırlar boyunca fiziken ve siyaseten işgal etmeye çalıştığı Doğu Türkistan'ı artık kültürel ve demografik olarak da işgal etmek için uğraşmaktadır. Bunun için de bir halkı kimlik ve mevcudiyet itibarıyla yok etmeye çalışmaktadır yani insanlığa karşı bir suç teşkil eden büyük bir soykırım icra etmektedir. Uygurların neredeyse her hanesinden erkekler başlarına ne geleceği belli olmadan kamplara kapatılmaktadır. Özellikle, şu iğrenç uygulamadan bahsetmek istiyorum: Erkekleri kamplarda alıkonulan evlere ise Çinli erkekler yerleştirilmektedir. Uygurların sadece erkekleri değil, çocukları da ailelerinden koparılmakta ve kamplara konulmaktadır. Ailelerinden koparılan çocuklar da kamplarda yıkıcı bir asimilasyon sürecinden geçirilmekte, sonrasında ise Çinli ailelere verilmektedir. Bu çocukların bir kısmı ise fiziki işkencelerle âdeta mankurt olarak yetiştirilmektedir. Çeşitli bahanelerle kamplara konulan kadınların yaşadıkları vahşiliğin ise tarifi medeni ölçülerle mümkün değildir. Taciz, tecavüz, kısırlaştırma ve işkence kadınların en fazla maruz kaldıkları kötü muamelelerdendir. Özetle, kızıl renge bürünen gök bayrağın sessiz çığlığı âdeta arşı titretmektedir. Yüce Mevla'dan başka sığınakları kalmayan Uygurların anlattıkları yüreklerimize kor gibi serpilmekte ve ciğerlerimizi dağlamaktadır.

Uygurlar, uzun yıllardan beri çok köklü ve derin bir şekilde ekonomik, kültürel ve dinsel ayrımcılığa tabi tutulmaktadır. Soydaşlarımız en temel insan haklarından dahi mahrum bırakılmakta, hakları ve hürriyetleri kısıtlanmaktadır. Bunun temel sebebi sadece ve sadece Uygurların Türk ve Müslüman olmasıdır. Soykırımı ve işgali genişletmek isteyen Çin yönetimi, dünyanın gözleri önünde kapsamlı bir politika, bir soykırım politikası uygulamaktadır; bu amaçla, coğrafi yüz ölçümü Almanya'dan daha büyük olan Doğu Türkistan'daki demografiyi Uygurlar aleyhine değiştirebilmek için elinden geleni yapmaktadır; uzun yıllardır Han Çinlilerinin Doğu Türkistan'a göç etmesini teşvik etmektedir. Demografik soykırım niteliğindeki bu durum 2013 yılında başlatılan ve dünyaya kalkınma projesi olarak sunulan Bir Kuşak, Bir Yol Projesi sonrasında iyice hız kazanmış durumdadır. Bu proje kapsamında bir taraftan Uygur nüfusu çeşitli yollarla azaltılır ve yok edilirken bir taraftan da Doğu Türkistan'da Çinlilerin sayısı artırılmaktadır. Ayrıca, Çin yönetimi, ülke genelinde Han Çinlilerini çocuk sahibi olma konusunda teşvik ederken Doğu Türkistan'da Uygurların çocuk sahibi olma oranlarını düşürmek için kısırlaştırma ve kürtaj gibi uygulamaları hızlandırmış durumdadır yani demografik bir soykırım uygulamaktadır. Yeni doğan çocuklara Türk ve Müslüman isimlerinin verilmesi yasaklanmış durumdadır.

Muhterem milletvekilleri, Çin yönetimi tarafından Uygurlara uzun yıllardan beri sistematik olarak baskı uygulanmakta ve zorla asimile edilmeye çalışılmaktadırlar. Çin yönetimi, özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra ABD öncülüğünde başlatılan teröre karşı küresel savaşı Doğu Türkistan'ın Türk ve Müslüman kimliğini silmek, Uygurları ezmek için bir fırsat olarak görmüştür. Çin Halk Cumhuriyeti'nin mevcut Devlet Başkanı Şi Cinping'in 2012'de iktidarı ele almasından sonra ise Uygur Türklerine yönelik baskılar konusunda yeni bir döneme girilmiştir. Çin yönetimi Uygurlara yönelik baskı ve işkencelerinin son aşaması olan çok sayıda toplama kampını daha sonraki yıllarda inşa etmiştir. "Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü" isimli düşünce kuruluşunun hazırladığı rapora göre Doğu Türkistan'da 380 toplama kampı bulunduğu belirlenmiştir. Bu kamplarda milyonlarca soydaşımızın tutulduğu tahmin edilmektedir. Her Uygur hanesinden birkaç soydaşımız bu kamplarda tutukludur ve akıbetleri de meçhuldür. Çin yönetimine sorulduğunda ise bu kampların radikal fikirlerin rehabilite edildiği eğitim merkezleri olduğu propagandası yapılmaktadır. Çin, bu propagandasına karşın, söz konusu toplama kamplarını uluslararası heyetlerin denetimine açmamaktadır, dolayısıyla bu kamplarda neler yaşandığından dünya habersizdir. Yalnız, bu kamplardan bir şekilde kurtulan çok az sayıda insanın ifadeleri durumun ne kadar vahim olduğunu göstermektedir.

Bildiğiniz gibi, dünya literatüründe "Çin işkencesi" diye bir tabir vardır. Kamplardan kurtulmayı başaranların anlattığı binbir çeşit işkence bu tabire uygunluk arz etmektedir. Soydaşlarımız bu kamplarda taciz ve tecavüz gibi kötü muamelelerin binbir çeşidiyle muhatap olmaktadır. Bunun yanı sıra toplama kamplarında tutulan Uygur Türklerinin köle olarak çalıştırıldıkları ve insani olmayan şartlarda yaşamaya zorlandıkları ifade edilmektedir. Bu kamplarda işkence ve kötü muamele sebebiyle kaç kişinin yaşamını yitirdiği ise meçhuldür. Dünyadaki birçok gözlemci kurum ve kuruluş Doğu Türkistan'daki mezalimi bir soykırım olarak nitelendirmektedir. Zaten, tanıkların ve kurbanların ifadelerine göre de soykırım kavramının kriterleri oluşmuş durumdadır.

Değerli milletvekilleri, normalde bir polis devletinde yaşayan Uygurlar, artık, teknolojik araçlarla sürekli gözetlenen ve izlenen bir toplum hâline gelmiştir. Yapay zekâya dayanan algoritmalarla çalışan gözetim araçları Uygurları sürekli izlemektedir. Uygurların her türlü internet aktiviteleri takip edilmekte ve telefonları dinlenilmektedir. Herhangi bir Uygur Türkü sadece, telefonunda WhatsApp kullanıyor diye kamplarda alıkonulabilmektedir. Kitlesel tutuklama, kitlesel işkence, tecavüz, aç bırakma, susuz bırakma, uykusuz bırakma, kısırlaştırma ve daha pek çok insan hakları ihlali Doğu Türkistan'da artık vakayiadiye hâline gelmiş durumdadır. Çin yönetimi Uygurlara yönelik baskı ve asimilasyon politikalarını sertleştirmek için baskıcı bir idari kadro oluşturmuştur. Bu amaçla 2011-2016 yıllarında Tibet Özerk Bölgesi'ndeki görevi sırasında çok büyük baskı politikaları uygulayan Chen Quanguo Doğu Türkistan'a atandı. Bu kişi de daha önce Tibet'te yaptığı gibi, polis baskısını ve gözetimini artırmış durumdadır, Doğu Türkistan'daki polis sayısını tam 7 katına çıkarmıştır, Uygurlar ile Han Çinlilerinin evliliklerine maddi destekler sağlamış, asimilasyona teşvikler vermiştir. Zorunlu açık mektup uygulamasıyla -dikkat edelim- toplumun tüm önde gelen Uygurlarına Türk kökenli ve Müslüman olduklarını inkâr etme ve Çin Komünist Partisine sadakat bildirme zorunluluğu getirilmiştir.

Bir başka proje "10 hane 1 bütün" politikasıyla 10 hanelik gruptan 1 kişinin suçuyla tüm aile bireylerinin tutuklanmasının önü açılmıştır. İnsanların birbirini ihbar etmesi için muhbirlik mekanizmaları kurulmuştur. Camileri Çin Komünist Partisinin propaganda merkezlerine dönüştürmüş durumdadır. 2012 yılı öncesinde yayınlanan -dikkat edelim- tüm Kur'an-ı Kerimleri toplatmış durumdadır. Kendisi yeni Kur'an-ı Kerimler basıyor ve bunların tahrif edildiğini tahmin etmek zor değildir. Uygur Türkçesini ilk ve ortaokullarda kaldırmış ve yasaklamıştır.

Değerli milletvekilleri, Çin yönetimi, Uygurların tarihî ve kültürel mirasını da yok etmek için elinden geleni yapmaktadır. Bu amaçla, tarihî binalar, camiler ve tarihî eserler bilinçli olarak yok edilmektedir. Artık sadece Uygurların değil, insanlığın ortak mirası hâline gelmiş olan, başta Karahanlılar olmak üzere, çeşitli Türk hanlıklarından kalan camiler ve tarihi Ak Hunlara kadar uzanan mimari eserler Çin'in soykırım politikasından nasibini almış ve yok edilmiştir. Bağımsız kaynaklara göre Çin, 1997 yılından bugüne kadar Doğu Türkistan genelinde 1.200'ün üzerinde büyük camiyi ibadete kapatmıştır, bu camilerin büyük bir bölümünü de yıkmıştır. Kapatılan bazı camiler ise eğlence merkezi hâline getirilmiştir. Uygurların dinî vecibelerini yerine getirmeleri kısıtlanmış ve hatta çocuklarına Müslüman isimleri koymaları bile yasaklanmış durumdadır çünkü Çin yönetimi, İslam dinini tedavi edilmesi gereken zihinsel bir hastalık olarak takdim etmektedir. Bu sebeple, asimilasyon kamplarının da temel hedeflerinden biri, Uygur ulusal kimliğini ve İslam dinini Doğu Türkistan'da ortadan kaldırmaktır.

Bugün Uygurlar, hac farizalarını yerine getirmek için Suudi Arabistan'a gittikleri zaman veya başka bir sebeple Pakistan, İran, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Müslüman ülkelerde bulundukları takdirde Çin'e iade edilmektedirler. Yani Doğu Türkistan davasında Batılı ülkelerin sahip çıktığı Uygurlara ne yazık ki Müslüman ülkelerin önemli bir kısmı sahip çıkmamakta ve Çin'e iadeleri konusunda Çin'le iş birliği yapmaktadırlar. Türkiye ve Çin arasında benzer bir mekanizmanın kurulabilmesi için mevcut iktidar, 2017 yılında Çin yönetimiyle imzaladığı 22 maddelik Suçluların İadesi Anlaşması'nı Meclise getirmeye çalışmaktadır. Hâlbuki tüm soydaşlarımız gibi Uygur Türkleri de Türkiye'yi ikinci vatanları olarak kabul etmekte ve Türkiye'de kendilerini güvende hissetmektedirler. Bu anlaşmanın Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanması ihtimali ülkemizde bulunan veya ülkemize gelmeyi düşünen Uygur Türklerini haklı olarak tedirgin etmektedir. Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener'in de kamuoyuna duyurduğu gibi, biz İYİ Parti olarak, ne pahasına olursa olsun, bu anlaşmanın Meclisten geçmemesi için elimizden gelen gayreti göstereceğiz.

Muhterem milletvekilleri, dünyada birçok ülke 21'inci yüzyılın en büyük mezalimlerinden biri olan bu sorunla ilgili olarak Çin'e karşı seslerini yükseltmiş durumdadır. Çin'in bu soykırım niteliğindeki taciz, tecavüz ve asimilasyonuna karşı Türkiye'deki iktidar ise anlaşılması güç ve utanç verici bir sükût içerisindedir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Çin Büyükelçiliği, Sayın Genel Başkanımızı ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanını tehdit ettiğinde gösterdikleri sessizlik de ayrıca dikkat çekicidir. Bu noktada soruyoruz: Dünyada birçok ülke Doğu Türkistan davasını desteklerken neden Türkiye sessiz kalmaktadır ve bunu soydaşlarımıza nasıl izah edeceğiz? Biz İYİ Parti olarak, Filistin ve Gazze'deki taciz, tecavüz ve katliamlara nasıl sessiz kalmıyorsak aynı şekilde Doğu Türkistan'daki zulme de sessiz kalmayalım diyoruz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bu hususta, Birleşmiş Milletler üyesi 39 ülke bu konuda Çin'e tepki gösterip çeşitli yaptırımlar uygularken, Türkiye'nin de uluslararası bu girişimlere destek vermesi ve hatta öncülük etmesi, soydaşlarımızın bizden beklentisidir. Ayrıca, soydaşlarımız, Türkiye'den, Doğu Türkistan sorununun Birleşmiş Milletlerin gündemine taşınmasını beklemektedir.

Muhterem milletvekilleri, sözlerime son vermeden evvel bir kez daha hatırlatmak isterim ki, bugün mazlumlar diyarı hâline gelen Doğu Türkistan, bizim kimliğimiz ve tarihimiz açısından herhangi bir coğrafya değildir. Burası ilk Müslüman Türk devleti Karahanlılar'ın sınırları içerisinde bulunan ve dolayısıyla biz Müslüman Türklerin ilk kez "La ilahe illallah, Muhammeden Resulullah" dediği coğrafyadır. Doğu Türkistan, Müslüman Türk Hakanı Satuk Buğra Han'ın kabrine ev sahipliği yapmaktadır. Doğu Türkistan, ilk Türkçe sözlük olan Divanü Lûgat-it-Türk'ün yazıldığı ve yazarı Kâşgarlı Mahmut'un ebedî istirahatgâhının bulunduğu coğrafyadır. Doğu Türkistan, Türk devlet yönetim felsefesini, erdem ve ahlak anlayışını ihtiva eden Kutadgu Bilig'in yazıldığı ve yazarı Yusuf Has Hacip'in ebedî âleme göçtüğü coğrafyadır. Bugün, Doğu Türkistan'da soykırım boyutlarına varan politika, yalnızca soydaşlarımızı hedef alan insanlığa karşı bir suç değildir, aynı zamanda bu soykırım doğrudan tarihe damga vurmuş Türk-İslam medeniyetini açıktan hedef alan bir saldırı niteliği taşımaktadır.

Biz İYİ Parti olarak, iktidar gibi, Doğu Türkistan'da icra edilen bu zulmü yok saymayacağız, görmezden gelmeyeceğiz. Birkaç milyar dolar için soydaşlarımızın çığlıklarına bigâne kalmayacağız. Mazlum soydaşlarımızı hedefleyen bu soykırımı elimizle engelleyemezsek dilimizle engellemeye çalışacağız. Hiçbir şey yapamazsak bu vahşete tüm kalbimizle kin duyacağız ama asla Uygurların arşa yükselen feryadına kayıtsız kalmayacağız. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Mazlum soydaşlarımızın her fırsatta ve her platformda gür sesi olmaya devam edeceğiz çünkü bunu, hem soydaşlarımıza hem de insanlığın değerlerine karşı bir tarihî borç ve sorumluluk olarak görüyoruz. Doğu Türkistan'ın bir gün gerçekleşeceğine inandığımız bağımsızlığına olan hasretle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)