GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Makine ve Kimya Endüstrisi Anonim Şirketi Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:97
Tarih:29.06.2021

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 275 sıra sayılı Makine ve Kimya Endüstrisi Anonim Şirketi Hakkında Kanun Teklifi'ne ilişkin Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Devletler için beka meselesi olan bir sektör hakkında görüşmede bulunmaktayız. "Türkiye'nin savunma sanayisi" denildiğinde akla ilk gelen kurum, kuruluş Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumudur. Bu Kurum, temeli Fatih Sultan Mehmet ecdadımız tarafından atılan top dökümhanesinden başlayıp Tophane-i Amire Müşirliğinden günümüze uzayan bir geçmişe sahiptir.

Millî Mücadele'nin verildiği yıllarda Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğü adıyla 1921 yılında ilk adım atılmıştır. Bu adımı, 1924 yılında Ankara'da hafif silah ve top tamir atölyeleri, fişek ve marangoz fabrikaları, 1928 yılında Kırıkkale'de pirinç ve elektrik makineleri, 1929'da mühimmat fabrikası, 1931 yılında Ankara'da Kayaş Kapsül Fabrikası, yine aynı yıl 1931'de Kırıkkale Çelik Fabrikası, 1935'de Ankara'da Mamak Gaz Maske Fabrikası, 1936'da Kırıkkale'de barut, tüfek ve top fabrikaları izlemiştir.

Burada tarihleri bilerek verdim, bu kadar kısa süre içerisinde, Kırıkkale gibi, o tarihte köy olan, bugünkü ilimize yapılan, cumhuriyetin yaptığı yatırımların hatırlanması açısından.

Bu fabrikalar, 1950'li yıllara kadar tek motorlu Uğur 44 uçağını ürettiği gibi, demir yolu rayının haddelenmesinden ilk sac ürünleri ve pirinç malzemeye, takım tezgâhları, pik ve sfero dökümü, elektrik sayaçları, zirai alet üretimi, tekstil makineleri, dişli ve dişli kutusu imali, çelik çekme borudan askerî pil yapımına kadar ülkenin ihtiyacı ne ise ya da kendisinden ne üretmesi istenmiş ise onu üretmiştir. Bunun yanında, Türk Traktör Fabrikası, Trakmak, TOFAŞ Otomobil Fabrikası, TOFAŞ Oto Ticaret, TÜGSAŞ, Nitromak gibi dev sanayi kuruluşlarına büyük ortak olarak öncülük etmiştir. MKE, sadece Türk sanayisine teknoloji, sermaye ve benzeriyle katkıda bulunmakla kalmamış; Sümerbankın, Etibankın Paşabahçe Cam Sanayisinin, Beykoz Ayakkabı Fabrikasının, hatta Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığı gibi bünyesinde verdiği çıraklık ve kalfalık eğitimleriyle topluma nitelikli eleman yetiştiren okul görevi, meslek kazandıran meslek okulu görevini de üstlenmiştir.

1921 yılında kurulan Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğü 1950 yılında lağvedilmiş "Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu" adını almış ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığıyla ilişkilendirilmiştir. Bu yapı, daha sonra, 2000 yılında, 57'nci Hükûmet döneminde Başbakan Yardımcısı Sayın Devlet Bahçeli'nin öncülüğünde, asıl hizmet alanıyla doğrudan ilişkili olan Millî Savunma Bakanlığıyla ilişkilendirilmiştir. MKE, merkez teşkilatı, 2 işletme müdürlüğü ve 11 fabrika müdürlüğüyle faaliyetlerini sürdürmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünya devletleri rekabet üzerine kuruludur. Devletlerin mücadeleleri hep üstün olmak, daha etkili olmak, dolayısıyla pastadan daha büyük pay almak, diğer millet ve devletlerden daha fazla refah içinde ve daha güvenli bir ortamda yaşamak üzerine kuruludur. Yaşamak için yarışmak, var olmanızı devam ettirebilmek için de elinizdekini sürekli geliştirmek zorundasınız. Devletler arası rekabette ülkelerin bulundukları coğrafya ve dolayısıyla bu coğrafyanın şekillendirdiği jeopolitik konum fevkalade önemlidir. Coğrafya, İsviçre, Avustralya ya da Yeni Zelanda örneklerinde olduğu gibi ülkelere bazen çok ciddi avantajlar sağlarken, Türkiye örneğinde olduğu gibi çoğunlukla da dezavantajlara, dolayısıyla tehditlere kaynaklık etmektedir. Dünya üzerinde konumumuz, dış politika, ekonomi, kültür, sanat, ticaret, güvenlik, savunma gibi gündemler üzerinde onları şekillendirecek ölçüde etkilidir, dolayısıyla bu alanlardaki önceliklerimizi belirler. Bu durumu en fazla etkileyen ise bilimsel ve teknolojik gelişmemiz ile bunlara bağlı üretimimizdir. Üretimlerimiz arasında ilk sırayı savunma sektörüyle ilgili ürettiklerimiz alır. Bunu örneklememiz gerekirse, ellerinden gelse yeryüzünden silmek isteyecekleri Çin ve Rusya'ya karşı ABD ve AB ülkelerinin acizliği, Çin ve Rusya'nın sahip olduğu gelişmiş savunma sanayisinden kaynaklanan avantajlı durumundan başka bir şey değildir. Bir başka örnek ise, Kuzey Kore'nin tüm ekonomik imkânsızlıklarına rağmen sahip olduğu nükleer silah teknolojisine güvenerek ABD ve AB ülkelerine rest çekme cesaretini kendinde bulabiliyor olmasıdır.

İştigal alanı savunma araç ve gereçlerinin üretimi, bakım ve onarımı olarak belirlenen savunma sanayinin görevi, ülkelerin silahlı kuvvetlerinin dışa bağımlılığını minimize edecek şekilde ihtiyaç duyulan stratejik ve taktik mahiyetteki savunma ve taarruz, saldırı sistemlerinin geliştirilmesi, üretilmesi, bakımı, tadilatı, yenileme ve onarımlarının yapılmasıdır. Kısaca özetlediğim alan fevkalade önemli, katma değeri olan bir alan özelliği taşır.

Devletlerin savunma sanayisini ayakta tutabilmek için gerektiğinde savaşlara girdikleri de bilinmektedir. Örneğin, ABD'nin Irak'a yönelik askerî harekâtının asıl nedeninin Saddam'ı ya da Libya'ya askerî harekâtının asıl nedeninin Kaddafi'yi devirmek olmadığı, savunma sanayilerini canlandırmak ve yapılacak askerî harekâtla Irak ve Libya petrollerini ABD'li petrol şirketlerine bağlamak olduğu bugün artık kabul edilmektedir. Dolayısıyla, savunma sektörünün, ülkelerin sadece dışarıdan gelecek saldırıları bertaraf etmek, terörle mücadelesine katkı sağlamak, caydırıcı olmak, dış politikasını desteklemek amacıyla kullanılmadığı, ülkeleri sömürgeleştirmek maksadıyla da kullandırıldığı günümüzde artık görülmektedir. Nitekim, Suriye'nin kuzeyinde PKK/PYD'li teröristlerin elini sıkan Amerika Merkez Kuvvetler Komutanı General McKenzie, o teröristi ya da teröristin bağlı olduğu örgütü çok sevdiği için değil, ABD-İsrail ittifakının Irak-Suriye-Lübnan stratejisi ile ABD-Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi-İsrail ittifakının Doğu Akdeniz stratejisinde bu örgüte havale ettikleri görevlerle ilgilidir.

Son dönemde, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa hatta İspanya merkezli düşünce kulübü görüntülü, aslında kurucu devletlerin dış ve iç politikalarını desteklemek maksadıyla oluşturulan sözde "think-tank" merkezlerinin yayınlarını incelerseniz Türkiye'ye yönelik benzer değerlendirmeleri ve benzer terminolojiyi kullanarak yöneltilen benzer suçlamaları görürsünüz. Bu yayınlar, Biden'ın küresel politikalarına hedef olan öncelikli ülkelere yöneliktir ve ABD Dışişleri Bakanı Blinken'ın "Dünya kendi kendine organize olamaz." sözüyle şekillenen çalışmalardır. Bu sözün özünde "Gücümüzün yettiği hedef ülkeleri değiştireceğiz." denilmektedir. Biden "Otoriter rejimleri devirmek için güç kullanmayacağız." demektedir. Sayın milletvekilleri, bunun anlamı, kendileri doğrudan müdahalede bulunmayacak, yerli iş birlikçileri kullanacaklardır, tıpkı ABD'nin PKK'nın Suriye uzantısını bölgedeki kara kuvvetleri olarak kullandığı gibi.

Şimdi gelelim şu sözde "think-tank" düşünce üreten kuruluşların değerlendirmelerine. Onların iddiasına göre Türkiye kusurlu müttefiktir, onların deyimiyle bir numaralı yöneticisi diktatörleşmiştir, dolayısıyla bu yönetimin acilen değiştirilmesi gerekmektedir. O nedenle, bölgede devlet dışı aktörlerle iş birliği yapılmalıdır. Türkiye'de insan hakları ihlalleri vardır, masum gazeteciler hapsedilmektedir, siyasiler tutsaktır, kadın hakları ihlalleri vardır, LGBT hakları ihlal edilmektedir, azınlık hakları ihlal edilmektedir, nefret dili kullanılmaktadır.

Sayın milletvekilleri, bu terminolojinin aynısı ülkemizde kullanılmaktadır. Altı ay sonra iktidar olacağını söyleyenler vardır ve bunların kimlerle iş birliği yaptığı ortadadır. Takdiri sizlere bırakıyorum.

Tüm bu suçlamaların yoğunlaştığı döneme baktığımızda ise bunun, Cumhur İttifakı'nın oluşturulduğu, Türkiye'nin terörle mücadelesini kararlılıkla sürdürme kararının alındığı, Suriye'de bir terör devletinin kurulmasına asla izin verilmeyeceğinin net olarak ilan edildiği, Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerimizin tavizsiz takipçisi olunduğu, Ege'deki haklarımızdan vazgeçmeyeceğimizin muhataplarımıza kesin bir kararlılıkla iletildiği, hukuk reformunun gerçekleştirildiği, İnsan Hakları Eylem Planı'nın uygulamaya sokulduğu, savunmamız için gereken ve kendi üretemediğimiz silah, araç gereç ve mühimmatı bizim için uygun olan ülkeden tedarik edeceğimizin anlaşıldığı döneme gelmesi manidardır. Yani Türkiye, artık üzerinde istenildiği gibi oyun oynanan ülke olmaktan çıkmak üzeredir, dolayısıyla her türlü tehdit ve saldırıya yerli iş birlikçilerinin desteğiyle maruz kalması söz konusudur.

Muhterem milletvekilleri, Türkiye'nin hak ve menfaatlerini merkeze alarak bağımsız, bağlantısız hür iradeyle politika üretebilmesi için, her konuda caydırıcı nitelikte imkân ve kabiliyete sahip olunması gerekmektedir. Bu imkânı sağlayacak sacayaklarından birisi savunma sanayisidir. Savunma sektörünün ihtiyaç duyduğu silah, mühimmat, araç ve gerecin millî imkânlar dâhilinde üretilmesi hayati önemi haizdir. Savunma sanayisi Türkiye için bir beka meselesidir.

Ülkemizde hayalleri suya düşen terörist ve yandaşları kâbus gördükçe, güvenlikçi politikaların yanlışından dem vurup barış güvercini rolüne soyunabilmektedirler. Onlar şunu çok iyi bilmeliler ki sözde insan hakları savunucusu zengin ülkelerin roketleri, misket bombaları ya da kimyasal silahları fakir ülkelerin gariban insanlarının tepelerine düşmektedir.

Günümüzde savunma sanayisinin ulaştığı bilgi birikimi ve sahip olduğu teknoloji nedeniyle, dünün teknolojisinin ürünü olan silahların çok ötesine geçilmiş bulunulmaktadır. Dolayısıyla, gelecekte olması muhtemel savaşların nitelik ve niceliği de süratle değişecektir. Günümüzde lazer silahları, havada uçarak hedefine ulaşan askerler, askerî silah, araç gereç ve mühimmatı görünmez kılan ürünler, ses duvarları, deprem, tsunami, fırtına, toprak kayması, yağış gibi doğal bilinen ancak suni felaketleri oluşturan silahlar, uzay kuvvetleri, su altı "drone"lar, yıkıcı silahların yerine sadece insanı hedef alan, onu etkisiz kılacak silahlar üzerinde çalışılmaktadır. Devletler günümüzde ilk kez duyan için hayalci gibi gelebilecek teknolojiler üzerinde çalışmakta, o alanlara yatırım yapmaktadırlar. Örneğin, elektronik ve mekanik darbe silahları ile Çin ve Küba'nın sahip olduğundan bahsedilen sonik atağa sebebiyet veren teknolojiler. Bu silahlar beyin travmasını andıran, kısa ve uzun süreli hafıza kaybına sebep olan, baş ağrısı, ani ve beklenmedik, nereden geldiği bilinmeyen yüksek ses işitme, işitme kaybı, kulak ağrısı, başta basınç ve titreme, baş dönmesine bağlı denge kaybı, bilişsel sorunlar, depresyon ve anksiyete gibi sorunlara sebebiyet vermektedir. Bu çağdaş ülkelerin ürettiği silahlar bunlar. Bunlarla yarışacak şekilde, inşallah, anonim şirket olduğunda Makine ve Kimya Endüstrisi Anonim Şirketi bu işin altından kalkar diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; savunma sanayisi stratejik bir sektördür. Dolayısıyla bu sektörün mutlak surette devlet denetiminde olması zorunluluğu bulunmaktadır. Savunma sanayisinin en güçlü olduğu ülkeleri incelediğimizde tamamıyla devlet dışı kurulmuş olanlar da dahi yönetici, danışman ve benzeri sıfatlarla devlet görevlilerinin yer aldığını görürsünüz. Bunların ürettiği ürünlerin ihracı özel izne bağlıdır. Hatta savunma sanayisiyle doğrudan ilişkili gibi gözükmese ve çok ender olarak savunma sanayisinde kullanılan ham madde ya da yarı mamul madde olsa bile devletin izniyle ihracatı mümkündür. Dolayısıyla savunma sanayisinden söz edildiğinde mutlaka bir şekilde devlet akla gelmek zorundadır ve devletin savunma sanayisinden, bir başka ifadeyle savunma sanayinin ülkemizdeki lokomotifi olan Makine Kimya Endüstrisinden çekilmesi söz konusu değildir.

Savunma sanayisi ürünlerinin katma değeri fevkalade yüksektir. Dolayısıyla uygun pazar bulunduğu takdirde, ülke ekonomisi için yüksek getirisi olan bir sektör olma özelliğindedir. Ülkemiz bu imkâna sahiptir. MKE'nin önderlik yaptığı ve sahip olduğu bilgi birikimini paylaştığı çok sayıda savunma ürünü üreten işletmemiz, atölye, fabrika ile tesislerimiz bulunmaktadır. Bir dönem gizli, merdiven altı tezgâhlarda üretim yaparak ata mesleği hâline dönüştürülen tüfek ve tabanca imalatı, bugün artık uluslararası arenada rekabet edecek güce ulaşmış hâldedir. Günümüz dünyası rekabet dünyasıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı bünyesinde kurulu bulunan savunma sanayisi şirketlerimiz dünya çapında itibara ve rekabet gücüne ulaşmış bulunmaktadır. MKE Kurumunun da sahip olduğu bilgi birikimi, nitelikli iş gücü ve tecrübesiyle dünya çapında hak ettiği yere ulaşabilmesi için aynı sektör içinde yer aldığı muadili firmaların hareket serbestliğine kavuşturulması gerekmektedir.

Görüşmekte olduğumuz yasa teklifiyle Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu tıpkı 1950'lerde nasıl Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğü ismini terk ederek Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu adını almışsa, bu defa Makine ve Kimya Endüstrisi Anonim Şirketi adını alacaktır. Kurumun tüm hissesi hazineye ait yani sermayesi devlet tarafından sağlanan, sermayesinin -bir başka ifadeyle hissesinin- tamamı devlet tarafından sağlandığı için Sayıştay ve ayrıca ilave olarak bağımsız denetim şirketi tarafından denetlenen, hâlen olduğu gibi Millî Savunma Bakanlığına bağlı bir anonim şirket olacaktır.

MKE'nin özelleştirilmemesi, dünyadaki muadillerini aşacak seviyeye gelmesi, üretiminin artırılarak sürdürülmesi ve bulunduğu fabrikalarında -yoğunluklu olarak bulunduğu Kırıkkale'yle- çalışan personelin hiçbir şartta mağdur edilmemesi konuları Milliyetçi Hareket Partisi olarak üzerinde titizlikle durduğumuz bir konudur.

MKE'nin özelleştirilmemesi ve bu konudaki tereddütlerin giderilmesi Millî Savunma Komisyonunda verilen bir önergeyle netlik kazandırılmıştır. Dolayısıyla kamuoyunda "özelleştirilecek" "satılacak" diye yapılan kasıtlı dedikodulara itibar edilmemesi gerekmektedir. Söz konusu önergeyle "Şirket, şirketin hisseleri ve bağlı ortaklıkları; satış, kiralama, işletme hakkının devri ve/veya sair başka tasarruflar yoluyla yerli veya yabancı özel hukuk gerçek ve tüzel kişilerine devre konu edilemez." hükmü teklife eklenmiş olup kesinlik kazanmıştır.

Sayın Bakan Yardımcısı ve Genel Müdür Komisyonda, AŞ'ye dönüştükten sonra kimsenin Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumundan ayrılması taraftarı olmadıklarını ve hatta emekli olanlarla da çalışma arzusunda olduklarını belirtmişlerdir.

Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu bünyesinde işçi, sözleşmeli personel ve memur olarak üç değişik kategoride görev yapan personelin özlük haklarında kayıp olmayacak düzenlemeler getirilmiştir. Ancak, Komisyonda da dile getirdiğimiz üzere, ailesi ve diğer konular dikkate alınarak başka kurumlara tercih için verilen sürenin bir yıla çıkarılmasının; bir idari hata olan, güvenlik görevlilerinin yardımcı hizmetler sınıfından çıkarılıp genel idare hizmetleri sınıfına aktarıldıktan sonra gideceklerse başka kurumlara gönderilmelerinin; diğer kurumlara gidecek personelin aldıkları ücret, gittikleri kurumdaki emsallerinden yüksek ise dondurulmamasının ve MKE AŞ'deki emsalleriyle eşit maaş almaya devam etmelerinin Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumunu yıllarca omuzlamış, dededen toruna taşımış personele bir vefa borcu olduğu düşüncesindeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 275 sıra sayılı Makine ve Kimya Endüstrisi Anonim Şirketi Hakkında Kanun Teklifi'ni Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak desteklediğimizi belirtir, Gazi Meclisimizi saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)