| Konu: | CEZA MUHAKEMESİ KANUNU İLE CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 57 |
| Tarih: | 24.01.2013 |
BDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 365 sayılı Yasa Tasarısı'nın ikinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, tasarının geneline bakıldığında yine bir AKP Hükûmeti klasiğiyle karşılaşıyoruz. Başta belirtmem gerekiyor, demokratikleşme ve insan hakları konusunda atılacak olan her türlü adımı yetersiz de olsa destekleyeceğiz ve destekliyoruz. Ancak AKP huy edindiği bir gerçeklik var "reform" diye, "demokratik adım" diye milletin karşısına çıkardıkları yasalar ne yazık ki mevcut sorunlara çözüm getirmekten oldukça uzak kalıyor. Türkiye'de mevcut sorunlar -ki başta Kürt sorunu ve demokratikleşme sorunu gelir- böyle geçiştirilerek palyatif çözümlerle çözülemez. "Ben yaptım." , "Ben çözdüm." , "Ben konuya el attım." diyerek, siyasetten kendine menfaat sağlayarak bu işin içinden de çıkılamaz. Bunlar olsa olsa Kürt sorununu yine zamana yayma, geçiştirme hamleleri olarak değerlendirilebilir ki biz böyle görüyoruz.
Bakınız, görüşmekte olduğumuz bu tasarı da çok eksik düzenlemeler barındırmaktadır. Tasarı, bu hâliyle ana dilde savunma hakkı getirmiyor. Oysa kamuoyunda bu konuda ciddi bir beklenti de oluşturulmuştur. Binlerce tutsak bedenlerini ölüme yatırarak bu doğal haklarını talep ettiler ancak tasarı şu hâliyle olsa olsa "iddianameye ve mütalaaya karşı ana dilde savunma hakkı" şeklinde belki ifade edilebilir. Zira, hepiniz bilirsiniz ki "savunma hakkı" bir kişinin en doğal hakkı olup bir bütün içerisinde soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında devam etmektedir. Gözaltına alınan bir kişi; kollukta, savcılıkta, sorgu hakimliğinde ifade vermiyor mu? Veriyor. Peki, bu aşamalarda şüpheli savunmasını nasıl ve hangi dilde yapacaktır? Ne yazık ki çürümüş Türkiye yargı sisteminde hükme esas alınan ifadeler büyük çoğunlukla soruşturma aşamasındaki verilerle ifadesini buluyor.
Yine, ana dilde yazılı savunma hakkının tanınmış olmaması büyük bir eksikliktir. Her ne kadar ceza yargılama usulü sözlü olsa da en azından iddianameye ve mütalaaya karşı yapılan savunmaların ayrıca yazılı yapılması uygulamada bir teamül hâline gelmiştir. Bu gerçeklik karşısında, bunlar yetmiyormuş gibi bir de tercüman ücretini sanığa yüklemek ve ona ödetmek en basit tabiriyle insafsızlıktır. Yani "Sen Kürtçe ifade verme, Türkçe ifade vermeye devam et. Bak, seni hem tutukluyorum hem cezanı veriyorum hem de para ödettiriyorum." anlamındadır. Sanığın maddi olanaksızlıklarını dikkate almayan bir düzenleme, bu hâliyle, hak arama özgürlüğüne, adil yargılama hakkına aykırı olup başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılama hakkını düzenleyen 6'ncı maddesi olmak üzere, birçok uluslararası belgeye de aykırı ve karşıdır.
Değerli milletvekilleri, size bu konuda dünya örneklerinden birkaç tane örnek vereyim. Almanya'da kendi egemenlik sınırları dâhilinde mahkemede tercüman bulundurma hakkı olmakla beraber, bu hakkın kullanılmasından kaynaklı maliyeti yine devlet tarafından ödenmektedir. Avusturya, Belçika, İngiltere'de de kovuşturmayla ilgili her aşamada tercüman hakkı sağlanır ve bu haktan kaynaklı olan tüm masraflar da devlet tarafından karşılanır. Avusturya tutuklular için alternatif olarak mahkemeye mahkeme personeli veya "el emin" denilen kişiler aracılığıyla, rızaya dayalı tercüme hakkı sunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Bulgaristan, sınırları dâhilinde çok sayıda Türk'ün yaşadığı bir ülkedir, biliyoruz. Bu ülkedeki azınlık hakları için bile Türkiye'de birçok tartışma yapılmıştır, yapılmaya da devam ediyor. Başbakan asimilasyondan bahsetmekte iken ana dilde savunmayla ilgili olarak Bulgaristan'daki düzenlemelere de bir bakarsa oldukça iyi olurdu. Bulgaristan'da mahkemelerde resmî dil dışında savunma hakkı tanınmakta ve bu haktan kaynaklı masrafları da devlet karşılamaktadır.
Ayrıca, düzenleme ile getirilen bu kısmi olanak, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamayacağı şeklinde bir düzenleme de getirmiştir. Hâkimlere tanınan takdir hakkıyla birlikte, uygulamada bu hakkın tamamen kaldırılmasına neden olunmaktadır. Zira "yargılamanın sürüncemede bırakılması" kavramı son derece öznel ve ucu açık bir kavramdır. Yargı mercilerinin takdir hakkına sahip olduğu birçok konuda temel hak ve özgürlükleri daraltan, hatta zaman zaman ortadan kaldıran uygulamalarına hepimiz zaman zaman tanık olduk. Bu nedenle, bu ibare madde metninden çıkarılmalı ve kaçınılmaz olarak da bu sözcük kullanılmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, kuşkusuz çok önemli bir konu da çocuk mahkûmların cezaevlerinde yaşadıkları sorunlardır. Ne yazık ki, Türkiye'deki ceza infaz rejimi yetişkin tutsaklara bile uygun değilken, çocuklar için âdeta işkenceye dönüştürülmüştür. Cezaevlerinde insanlık dışı muamelelere maruz bırakılan çocuklar Türkiye'nin sadece bir ceza infaz sorunu değil; o, aynı zamanda siyasal bir vicdan sorunudur. Tasarının 9'uncu maddesindeki düzenlemede çocukların bir saatten az üç saatten fazla olmamak üzere görüşme yapması hükmü kısmi bir iyileştirme sağlarken bu sürenin daha fazla olması gerekirdi diye düşünüyorum.
Bu anlamda, duyarlı kamuoyunun ve uzman kişi ve kurumların görüşleri mutlaka dikkate alınmalıdır. Ayrıca, belirtmek gerekir ki bu yönlü bir düzenleme AKP'nin vicdani meselesi değil, bir hukuk ve siyaset vicdanı meselesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye devletinin idari işleyişinde en basit işleri bile bürokrasiye boğma geleneği hâkimdir. Sayın Başbakan da birçok konuşmasında bürokrasiden çok çektiğini ifade etmiştir. Ancak, AKP'den çıkan bu yasa taslağı merkezî bürokrasiyi besleyen bir anlayışın ürünü olmaktan ileri gitmemiştir. Tam bu noktada, bir örnek de bu yasa tasarısının iki maddesiyle ortaya çıkan 10 ve 11'inci maddelerde görülmektedir. 10 ve 11'inci maddeler devletçi bakışın ete, tırnağa bürünmüş hâlidir. Her türlü yetkinin vali yani merkezin yerel yansımasına devredilmesi doğru değildir.
İkinci bölümün tümüne yönelik bu değerlendirmeden sonra burada eşitlik ilkesine de aykırı bir durumu ifade etmek gerekecektir. Açık cezaevi hakkı Türkiye'de adli mahkûmlara tanınmış bir hak olarak kabul edilmektedir. "Yasa ile eşitlik nasıl yaratılır, eşitsizlik nasıl yaratılır, toplum hukuka neden güvenmez?" gerçeğini gözler önüne seren bir uygulamadan bahsetmek istiyoruz. Siyasi tutsaklar hem yüksek cezalara maruz bırakılmakta hem yargı tarafından bir şüpheli olmaktan çok, bir düşman olarak görülmektedir. Hem de cezaevinde açık cezaevi hakkından mahrum bırakılmaktadırlar. Bu ayrımcı bir tutumdur, kabul edilemez.
Burada amaç kısa süreliğine de olsa, bu yasada kısa süreliğine de olsa kapasitenin çok ama çok üstünde hükümlü ve tutuklu barındıran cezaevlerini biraz rahatlığa ve esenliğe kavuşturmaktır. Böyle geçici çözümler yerine kalıcı ve daha demokratik, adaletli çözümler üretmek gerekmektedir. Bu Parlamentonun da görevi budur. Bu yönüyle ifade etmek gerekir ki söz konusu yasa tasarısı nispi bir iyilik içermekte ama sorunlara yapısal çözümler getirmemekte, yapısal sorunları çözmekten uzak kalmaktadır.
Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.