| Konu: | Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 101 |
| Tarih: | 08.07.2021 |
HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli vekiller; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Aynı zamanda bütün hayvan hakları savunucularına ve hayvanlara da selamlarımı iletiyorum.
Oldukça yoğun bir çalışma sonucunda bir taslak bugün Genel Kurula inmiş durumda. Fakat bütünlüklü olarak değerlendirdiğimizde, iki yıl evvel kurmuş olduğumuz Meclis araştırması komisyonunun ortaya koymuş olduğu 50 madde nazarıitibara alındığında, ne yazık ki ondan daha geri noktada şekillenmiş bir yasa teklifiyle karşı karşıyayız. Aslına bakarsanız 2014 yılında çıkarılmış olan yasadan da bazı geri yanları olan bir taslakla karşı karşıyayız ve aslında bunu, tabii farklı taraflardan eleştiriyoruz.
Toplumda, hayvan hakları savunucuları başta olmak üzere -muhtemelen hayvanlar için de böyle- bu yasa teklifinin Meclis araştırması komisyonundaki doğrultuda çıkacağına ilişkin muazzam bir motivasyon oldu, herkes son derece heyecanlandı. Bunun bu şekilde çıkmasının ülkede var olan hayvan haklarıyla ilişkili temel sorunları çözeceğine ilişkin bir kamuoyu algısı oluştu ama geldiğimiz noktada, ne yazık ki burada 50 maddeyi hep beraber çıkarmışken, bunun, deyim yerindeyse kuşa çevrilmiş olması ve 18 maddeye indirgenmiş olması ve bunun içinde de ortaklaşa altına imza attığımız maddelerin bulunmuyor olması, hem bizlerde, muhalefet kanadında, aynı zamanda da hayvan hakları savunucularında bir sukutuhayale sebep oldu.
Kavramlar önemli yani kavramları sadece sözcük olarak görmemek lazım, aynı zamanda o kavramlar kendi arkalarına muazzam bir tarihselliği alırlar. O anlamda, "hayvanları koruma" ile "hayvan hakları" arasında yalnızca kavramsal ya da epistemolojik bir fark yok, aynı zamanda geriye doğru gittiğimizde hak kavramının tekabül edeceği şeyler, hukukilik, bu hakkın aranma biçimleri ile koruma altında olanın arasında takdir edersiniz ki büyük bir fark var. O sebeple, hem Halkların Demokratik Partisi olarak hem muhalefetin bir bütününün hem de o gün altına imza attığımız metnin anlattığı şey, bunun bir hayvan hakları yasası olması biçimindeydi, ne yazık ki şu anda bundan uzak bir noktadayız.
Bu yasa teklifinde birtakım çelişkiler var değerli arkadaşlarım. Bu çelişkilerden bir tanesi; bir taraftan hayvanları artık mal olarak görmüyoruz, hayvanları duyguları olan, eylemleri olan varlıklar olarak görüyoruz derken, diğer taraftan, örneğin, "pet shop"ları tam anlamıyla ortadan kaldırmıyor olmak onlara mal statüsünü devam ettirmek gibi bir sonuca tekabül ediyor. Yani evet, hayvanlar mal olarak görülmesin, onların canlı olmaktan kaynaklı özellikleri tespit edilsin ama şimdi "pet shop" dediğiniz şey, sonuç olarak o hayvanların alınıp satıldığı yerler olarak varlıklarına devam ediyor. Teklif diyor ki: "Biz "pet shop"larda hayvanların bulunmasını engelliyoruz." Doğru. Yani örneğin, bir AVM'ye gittiğinizde o AVM'deki "pet shop"un vitrininde hayvanları göremeyeceksiniz, kedileri, köpekleri göremeyeceksiniz ama o AVM'ye girdiğinizde size uzatılan katalogdan "Ben, şu golden retrieverı çok beğendim, ben bunu istiyorum." ya da "Şu Kangal bebeğini beğendim, bunu istiyorum." diyebileceksiniz. Bu şunu doğuruyor arkadaşlar: Şimdi "pet shop"lar yalnızca hayvanlara işkence eden bir kurum değil, aynı zamanda sokaktaki hayvan popülasyonunu sürekli artıran bir faktör. Niye? 101 Dalmaçyalı diye bir film vardı hatırlarsanız. Ya, 101 Dalmaçyalı filmi çıktı, sinemalarda oynatıldı, bir anda memlekette o köpeğin aynısından sahiplenen yüzlerce insan peydah oldu; altı ay sonra bütün metalar gibi, bütün mallar gibi modası geçtiğinde o hayvanların tümü sokağa terk edildi. Özellikle, turistik beldelere gidin, inanılmaz biçimde... Geçen İstanbul'da bir çöplükte bir boxer gördüm, boxer -bildiğin yani- son derece kıymetli de bir hayvan, hani ticari değeri açısından da böyle. Ama bunlar hep sokağa atılmış hayvanlar. Dolayısıyla "Pet shop"ları yasaklıyorum derken, onun geri planında o hayvanların istiflendiği, depolandığı yerleri eğer kapatmıyorsak, yaptığımız şey hayvan ticaretinin sürmesine hukuki olarak zemin hazırlamaktır ve bu kabul edilemez. Böylece, yalnızca hayvan ticareti yapılmış olmuyor, aynı zamanda bu hayvanların sokağa terk edilmesi sebebiyle bir türlü başa çıkamadığımız, direkt artan hayvan popülasyonunu daha da fazla artıran bir şeye istemli ya da istemsiz sebep oluyoruz. Bu, bir problem yani çelişkilerden bir tanesi.
Bir başka çelişki de şu: Ya, türü tükenmekte olan hayvanları avlayanlara ağır ceza öngörülmüş bu teklifte, iyi bir şey, bunda sorun yok; zaten yatarı olan tek şey bu, onun haricinde Ceza Kanunu içerisinde tarif edilenlerin hiçbirinin alt sınır dikkate alındığında yatarı falan yok ama bunda var. Fakat şimdi türü tükenen canlıları, hayvanları avlamanın cezası böyle otuz beş yıl gibi tarif edilirken, aynı zamanda Merkez Av Komisyonu gibi hikmetinden sual olunmayan, kimsenin sesini çıkaramadığı, kendisini paramiliter bir yapı olarak tarif eden bir yapılanma, ne yazık ki türü tükenen hangi hayvanın katledileceğine ilişkin bu memlekette ferman yayınlayabiliyor; hatta dağ keçilerinin avlanması için av turizmi, ihale vesaire şeylere imza atabiliyor. Yani eğer gerçekten türü tükenen hayvanlar bizim için kıymetliyse -ki evet, böyle- bunları Merkez Av Komisyonu gibi bir kurumun uhdesine asla ve asla bırakmamak gerekir. Bunları son derece kıskanç bir biçimde herkesten, her şeyden ve her av zihniyetinden mutlaka korumak gerekir, bu da bir başka çelişki.
Şimdi, burada hayvanlara ilişkin cezaların Türk Ceza Kanunu içerisinde mütalaa edilmesine ilişkin olumlu bir şey var. Zaten medya da bunu öyle bir -ne diyelim, tırnak içinde- köpürttü ki hayvanlara ilişkin suçların hapisle cezalandırılacağına ilişkin kamuoyunda bir algı oldu.
Kıymetli arkadaşlar, evet, Ceza Kanunu içerisinde mütalaa ediliyor ama bunların yatarı yok çünkü üç yıl ve altında tarif edildiğinden dolayı bunlar, bu suç para cezasına çevrilerek veya hükmün açıklanması geri bıraktırılarak bunun gibi şeylerle, bu suçları işleyen insanlar ellerini kollarını sallayarak toplumda gezmeye devam edecekler.
Hayvanlara ilişkin cezayı, peki, nasıl mahkeme önüne getireceğiz? Şimdi, kanun teklifi bunu iyice zorlaştırmış. Yani, diyor ki: "Savcı resen soruşturma açamıyor." Yani, suçüstü hâllerini bir kenara bırakarak söylüyorum: Savcı açamıyor, gerçek kişiler ya da tüzel kişiler bunu savcılığa taşıyamıyor. Ancak siz böyle bir şeyle muhatap olmuşsanız, böyle bir şey görmüşseniz Tarım ve Orman Müdürlüğünün taşra teşkilatına bu meseleyi götürüyorsunuz "Ya, şurada, balkonda hapsedilmiş bir köpek var." ya da "Tacizde, tecavüzde bulunulmuş bir hayvan var." diye, taşra teşkilatı bunu uygun görüyor ve ikna oluyorsa bunu mahkemeye taşıyor. Şimdi, bu kadar dolambaçlı yollara gerçekten gerek yok. Yani, bu mesele çok bütünlüklü bir mesele, o yüzden mahkemeye gitmeyi zorlaştırmak yerine mahkemeye gitmeyi kolaylaştıracak bir perspektife burada ihtiyaç var.
"Hayvanlarla cinsel ilişki" diye tuhaf bir kavram vardı; bunu Komisyonda da konuştuk, az önce de tartıştık. Bu konuda bir uzlaşmanın olduğunu düşünüyorum. Cinsel ilişki iki taraflı bir eylemi tarif ettiğinden dolayı, bir istemli ilişkiyi tarif ettiğinden dolayı, uygun olmayan bir terminoloji olması sebebiyle, bunu "cinsel saldırı" ve "tecavüz" olarak metinde değiştirme konusunda mutabakata varmış durumdayız.
"Tehlikeli ırklar" diye tarif edilen ve kanun teklifinin olağan akışına bakıldığında, aslında bakılması, alışverişi, beslenmesi yasaklanan, işte, pitbull gibi, dogo Argentino gibi köpek ırkları var. Şimdi, değerli arkadaşlar, bu hayvanların, bakılması, beslenmesi ve değiştirilmesi, alışverişi yasaklandığında ister istemez bu hayvanların başına yalnızca bir şey gelebilir; o da bunların itlaf edilmesidir, öldürülmesidir. Kanun teklifi bunu emretmiyor ama kanun teklifindeki boşluklardan faydalanarak, özellikle bu hayvan popülasyonunu -tırnak içinde- bir baş belası gibi gören birtakım yerel yönetimlerin böyle bir şeye tevessül etmesinin önünde ne yazık ki herhangi bir engel yok.
Bir başka mesele, "doğal yaşam parkları" diye bir şey tarif edilmiş. Bu doğal yaşam parkları hayvanların barındırılacağı yerler, aynı zamanda bununla birlikte hayvanat bahçeleri de tarif edilmiş. Biz şöyle söylüyoruz: Ya, bu hayvanat bahçelerinin toplama kamplarından farkı yok, orada mutlu bir tane hayvan göremezsiniz. Bakın, gidin, gezin, bütün hayvanların davranışları patolojiktir, kendi türüne ilişkin doğal davranışların ötesindedir bütün davranışları; buna özellikle dikkat edin, bir daha giderseniz bakın. Dolayısıyla, doğru olan şey şudur değerli arkadaşlarım: Bu hayvanat bahçelerinin, toplama kamplarının kapatılmasıdır ve bu doğal yaşam parkı denen yerler, bu hayvanların yaşamlarının sonuna kadar hayatlarını sürdüreceği en az 100 dönümlük geniş alanlar olmalıdır ve insan tasallutuna, insanların tacizine, insanların bu hayvanları rahatsız etmesine kapalı alanlar olmalıdır. Aksi takdirde, eğer bunları, doğal yaşam parklarını vahşi hayvanların konaklatılacağı yerler olarak kanun teklifinde yazmazsak... Şimdi, hayvan haklarını savunanlar haklı olarak şöyle söylüyor: Önceki yasada kırmızı çizgimiz olan -bizim de kırmızı çizgimiz olan- bir 6'ncı madde vardı. 6'ncı maddede "Kardeşim, mahalleden aldığın kediyi, köpeği kısırlaştırdın, aşısını yaptın ya da hastalığını tedavi ettin; onu tekrar aldığın yere koyacaksın." hükmü vardı, bu çok önemli bir hükümdür. Şimdi, bunu, bu doğal yaşam parklarını, eğer "Bu doğal yaşam parkları bu vahşi hayvanlar içindir." diye bir hükme bağlamazsan, yarın mahalleden toplayacağın kediyi, köpeği götürüp oraya koymayacağının bir garantisi yok. Bak, yine hüküm yani kanun bunu emrediyor diye söylemiyorum ama buradaki açıklığın bu sonucu doğurması oldukça olasılık dâhilinde bir mesele.
Hayvan bakımevlerine çok atıfta bulunulmuş; eyvallah, baş göz üstüne fakat ortamından alınan bu hayvanların, işte, belediyelerin hayvan bakımevlerinde barındırılmasına dair... Değerli arkadaşlar, yani 1.200 kadar belediyenin hayvan bakım yerleri yok. Ne yapar peki bu belediyeler bu hayvanları bakımevleri yoksa? Ya götürür öteki belediyenin sınırlarına, mücavir alanına bunları doldurur, çuvaldan boşaltır ya da başka ifade etmek istemediğim yollara tevessül eder. Dolayısıyla, bu hayvan bakımevleri meselesi de başlı başına bir problem.
Yine, hayvan hakları savunucularının çok hassasiyetle üzerinde durdukları bir başka mesele "geçici kısırlaştırma üniteleri" kavramı çünkü kavramsal olarak bunun mobil kısırlaştırma ünitelerine tekabül ettiğini ve burada, hayvanların, herhangi bir etik kaygı olmaksızın âdeta bir işkenceye dönüştürülmüş olan bu kısırlaştırma ünitelerinde yok edileceğine ilişkin kuvvetli bir kanıları var, şüpheleri var. Dolayısıyla, bunun da çerçevesinin daha netleştirilmesi ve şekillendirilmesi lazım.
Ve gelelim canlı hayvan deneylerine. Şimdi, bu canlı hayvan deneyleri çok büyük bir mesele; yalnızca Türkiye için değil, dünyanın her tarafında son derece önemli bir mesele. Canlı hayvan deneylerine ilişkin burada direkt bir hüküm olmamakla birlikte mesele şu ki: Daha öncesinden başlayan bu canlı hayvan deneylerini ortadan kaldıracak, yasaklayacak, illegal ilan edecek herhangi bir şey ne yazık ki bu teklifin içerisinde yer almıyor. Dolayısıyla, biz meseleye biraz radikal bakıyoruz yani evet, böyle bir taraf var çünkü eğer canlı organizmalarsa söz konusu olan, onun yüzde 50 sağaltımı, yüzde 25 sağaltımı diye bir şey olmaz; ya tamamen sağaltırsınız, var edersiniz ya da bunu başaramazsınız; nispi bir şey olmaz. O nedenle, Hayvanları Koruma Kanunu olarak tarif edilen, bizim hayvan hakları yasası olarak gördüğümüz bu yasanın, reformcu yanlarının olduğunu tespit ederek, bu reformların Türkiye'deki, sokaktaki hayvanların, doğal alandaki hayvanların derdine derman olmayacağı kanısındayız. Bir de aslında mesele şudur değerli arkadaşlar: Hayvanlara, ekolojiye, doğaya bakışımız, son noktada kendimize bakışımızdır. Bak, şimdi, Marmara patladı, müsilaj aldı başını gidiyor. Orada gördüğümüz elli yıllık kendi suretimizdir aslında yani doğaya ne yapıyorsak onunla karşı karşıyayız.
Burada temel mesele şudur: Antroposentrik, insan merkezli bir dünyadan yana mıyız? İnsanın her şeyi yapmaya gücü yeter, en büyük güç insandır, insanın hikmetinden sual olunmaz; böyle mi bakacağız 1800'lerden bu zamana kadar bakıldığı gibi, yoksa insanı da kurt, kuş, kurbağa, tosbağa, börtü böcek gibi dünyada eşit hakka sahip bir varlık olarak mı göreceğiz? Aslında temel mesele budur. Bu ikisi arasındaki tartışma bilimsel bir tartışma falan değildir aslında, bu ikisi arasındaki tartışma bugünümüzü ve yarınımızı belirleyecek bir tartışmadır.
Biz diyoruz ki: 1800'lerden bu zamana kadar insan merkezli bu doğa tahayyülü dünyayı perişan etti, hep aldı; doğal kaynakları aldı, taş ocakları açtı, lastik tekerler dünyayı geri dönüştürülemez biçimde değiştirdi, petrol kuyuları açıldı ve buna bağlı savaşlar çıktı. Sonra bir tarihsel dönemde döndük, baktık ki "Ya, bu dünya ne olmuş böyle?" diye. 5 milyar yaşındaki bu yaşlı gezegene en geri dönüştürülemez cezayı insan kesmiş, insanın da erkek tipi kesmiş, onun da kapitalist olanı kesmiş. (HDP sıralarından alkışlar) Bak, bu sebeple şimdi şunu yapmak gerekiyor: Bu yanlışlarda devam mı edeceğiz, yoksa artık "Yeter!" deyip ülkemizin ve dünyanın ve hayvanların ve börtü böceğin, kurdun, kuşun hukukunu savunacak, onlarla ve dünyanın bütünüyle, ekolojiyle demokratik ilişki kuracak yeni bir dünya tahayyülüne mi sahip olacağız? Ben size bir şey söyleyeyim arkadaşlar: Artık, ekolojik, demokratik bir toplum, sınıfların, sınırların olmadığı eşitlikçi bir toplum dünya için bir tercih değildir; bu, artık dünyanın var olabilmesi için bir zorunluluktur. İşte, biz de naçizane, dilimiz döndüğünce, bu yasada, tarım yasalarında ya da başka şeylerde, her yerde bunu görmek için bunun propagandasını yapıyoruz çünkü biliyoruz ki eğer börtü böceğin hukuku savunulmuyorsa insanın hukuku da savunulmayacak.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)