| Konu: | (10/3200, 3361, 3362, 3364, 3365) No.lu Depreme Karşı Alınabilecek Önlemlerin ve Depremlerin Zararlarının En Aza İndirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 05.10.2021 |
MHP GRUBU ADINA CEMAL ÇETİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Depreme Karşı Alınabilecek Önlemlerin ve Depremlerin Zararlarının En Aza İndirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, Komisyon çalışmaları süresince yaklaşık yüz yirmi sekiz saat süren 18 toplantı yapılmış, ilgili kamu kurum yetkilileri, STK temsilcileri, akademisyenlerden oluşan 98 kişi dinlenmiştir. Komisyon yakın zamanda deprem felaketinin yaşandığı İzmir ve Elâzığ illerinde ziyaretlerde bulunmuş, yetkililerden bilgi alınmış ve istişareler yapmıştır. Görüldüğü üzere Komisyonumuz çok verimli bir çalışma gerçekleştirmiş ve nihai raporu da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığımıza sunmuştur. Bu vesileyle başta Komisyon Başkanımız olmak üzere, Komisyonumuzda birlikte çalıştığımız tüm Komisyon üyelerimize, sivil toplum kuruluşlarına, resmî kurum ve kuruluşlara, bilim insanlarımıza, özel sektör temsilcilerimize ve uzman arkadaşlarımıza canıgönülden teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; deprem tektonik kuvvetlerin veya volkanik faaliyetlerin etkisiyle yer kabuğunun kırılması sonucunda ortaya çıkan enerjinin sismik dalgalar hâlinde yayılarak geçtiği ortamları ve yeryüzünü kuvvetle sarsması olayıdır. Depremler dünya tarihi boyunca insanlığa büyük acılar yaşatmış ve günümüzde de yaşatmaya devam etmektedir. Ülkemizde hem can hem de mal kaybı bakımından ilk sırada yer alan afet türü depremdir. Afetler nedeniyle oluşan can kayıplarının yaklaşık yüzde 60'ı depremler nedeniyle meydana gelmektedir. Türkiye'miz coğrafi konumu itibarıyla dünyanın 2'nci büyük deprem kuşağı olan Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Dünyadaki depremlerin yaklaşık yüzde 20'si Alp-Himalaya deprem kuşağı üzerinde olmaktadır. Türkiye'de ortalama beş yılda bir yıkıcı deprem meydana gelmektedir. Türkiye'mizde depremlerin hem Kuzey Anadolu Fay Zonu hem Doğu Anadolu Fay Zonu ve hem de Ege Çöküntü Sistemi'nde yoğunluk kazandığı belirgin bir hâlde görünmektedir. Bunun dışında, kuzey Ege ve batı Akdeniz'deki sismik yoğunluklar da dikkat çekmektedir. Türkiye'de 1900 ve 2020 yılları arasında kayıtlara geçen, can kaybına ve hasara yol açan 250 civarında büyük deprem meydana gelmiştir. 1900 ve 2020 yılları arasında yaşanan depremlerde 87.817 kişi hayatını kaybetmiştir. Can kaybı ve ağır hasar bakımından en büyük depremler, 1939 Erzincan depremi ve 1999 Gölcük merkezli Marmara depremidir. Türkiye ve yakın çevresinde her yıl irili ufaklı ortalama 2 bin civarında deprem meydana gelmektedir.
Depremin nerede, ne zaman ve ne büyüklükte olacağını önceden tahmin etmek mümkün değildir. Deprem, saniyelerle ölçülen çok kısa bir süreçtir, bu süreçte yapılacakların sayısı da bellidir. Bu sebeple, deprem öncesi alınacak tedbirler çok büyük önem arz etmektedir. Deprem öncesi çalışmalar zamanında, yerinde, yeterli, sürekli ve bilimsel verilere dayalı olarak yapılırsa depremin yıkıcı etkisi en aza indirgenecektir. Bir doğa olayı olan depremi önlemek imkânsızdır. Bu açıdan, deprem her ne kadar bir coğrafyanın gerçeği olsa da afete dönüşmemesi önceden alacağımız tedbirlere bağlıdır.
Değerli milletvekilleri, hepinizin malumu olduğu üzere yakın zamanda Türkiye'mizde çok sayıda yıkıcı deprem olmuştur, gelecekte de mal ve can kayıplarına yol açacak depremlerin olması muhtemeldir ancak depreme karşı alınabilecek önlemler neticesinde, karşı karşıya olduğumuz riskler azalacak ve depremler afete dönüşmeyecektir. Türkiye'nin yüzde 92'si coğrafi olarak deprem bölgesidir, nüfusun yaklaşık yüzde 93'ü deprem tehlikesi altında yaşamaktadır, sanayimizin yaklaşık yüzde 98'i deprem bölgelerinde bulunmaktadır; dolayısıyla depreme karşı alınabilecek önlemler ülkemiz için maddi ve manevi açıdan hayati önem taşımaktadır. Türkiye'de yakın gelecekte deprem üretme potansiyeli bulunan 500'e yakın fayın üzerinde veya fay yakınında çok sayıda yerleşim yeri bulunmaktadır. Bunların büyük bir çoğunluğu incelenmiş ve deprem üretme potansiyeli belirlenmiştir.
Değerli milletvekilleri, Komisyon çalışmalarımız süresince bilim insanları, STK temsilcileri, resmî ve özel kurum yetkilileri tarafından yapılan sunum ve istişarelerde üzerinde durulan konulardan olan depreme karşı alınmış tedbirler ve yer yer sözü edilen eksiklikler ve ileriye dönük öneri ve yapılması gerekenler Komisyon raporumuzda etraflıca anlatılmıştır. Bu bağlamda, depreme karşı alınacak önlemlerin ve depremin zararlarının en aza indirilmesi için alınması gereken tedbirlerin özellikle 1999 depremi sonrası ciddi bir ilerleme kaydettiği görülmektedir. Gerek çıkarılan yeni kanunlar gerekse mevzuat değişiklikleri ve oluşturulan yeni kurumlar, kurumsal yapılar depremle mücadeleyi daha etkin hâle getirmiştir ancak Komisyonda tartışılıp görüşülen konular ve yapılan sunumlar ışığında bazı eksikliklerin bir an önce tamamlanmasının gerekliliği, yaşanması muhtemel depremler açısından hayati önem taşımaktadır. Bu sebeple; jeolojik yapı, fay, toprak kayması, benzeri durumlar göz önüne alındığında risk planlaması yapılmalı ve risk haritası çıkarılmalıdır. Meskûn ve planlanan riskli alanlarda yapılanmanın engellenmesi, fay zonu, heyelan, sel bölgesi gibi özel risk bölgelerinde yer alan yerleşim alanlarının belirli süreç içerisinde taşınması gerekmektedir. Plansız ve ruhsatsız yapılanmanın mutlaka önüne geçilmelidir. Mikrobölgeleme çalışmaları için ülkemizde bazı uygulama kriterleri mevcut olmakla birlikte uluslararası düzeyde yaygın olarak kullanılan değerlendirme mikrobölgeleme sistemi oluşturulmalıdır. Deprem bilgi altyapısının güçlendirilmesi, çeşitli bilimsel araştırmalara kaynak oluşturulması ve alınan verilerin araştırmacılarla paylaşılması için ülke genelindeki tüm sismik ağlardan sağlanan deprem verileri standart bir formatta AFAD Türkiye Deprem Veri Merkezinde depolanmalı ve ilgili kurumlarla paylaşılmalıdır. Ülkemizde meydana gelen depremlerle ilgili bilgilendirme yetkisi yasal olarak AFAD Deprem Dairesi Başkanlığının görevleri arasında tanımlanmakla birlikte, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü tarafından zaman zaman deprem büyüklüğü farklı ölçek ve değerlerde açıklanabilmektedir. Bu durum özellikle büyük depremler sonrasında toplum nezdinde farklı yorumlara yol açmakta ve tartışmalara neden olmaktadır. Deprem bilgilendirmesi kanunla yetki verilen AFAD tarafından yapılmalıdır.
Ülkemizdeki deprem üreten aktif fayların büyük bir kısmının uzanımının deniz içerisinde devam ettiği bilinmektedir. Deniz tabanındaki aktif fayların deprem üretme potansiyellerinin belirlenmesi açısından detaylı incelenmesi ve aktivitesinin takip edilmesi önem arz etmektedir. Doğa kaynaklı riskler ve afet zararlarının azaltılması için imar planlarından önce jeolojik, jeotektonik çalışmaların yapılması önemlidir. İmar planlarının düzenlenmesinde bu araştırma sonuçlarının dikkate alınması, gereken tedbirlerle birlikte yer bilimsel verilerin planlanma süreçlerine dâhil edilmesi deprem riskini azaltma açısından çok önemlidir. Bu sebeple belediyeler, Çevre ve Şehircilik il müdürlükleri ile AFAD il müdürlüklerinde jeoloji mühendislerinin, jeofizik mühendislerinin, inşaat mühendislerinin ve ilgili mühendislerin çalıştırılması zorunlu hâle getirilmelidir. Ayrıca bu konularda çalışmalar yapan ilgili diğer kamu kurum ve kuruluşlarında da bu meslek gruplarındaki istihdamın artırılması sağlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, imar planı bulunan yerleşim alanlarında sonradan yapılan jeolojik araştırmalarla sınırları ve etki alanları belirlenen diri fayların, deprem nedeniyle oluşabilecek heyelan ve kaya düşmesi alanlarında kısıtlayıcı plan revizyonlarının yapılması, plansız alanlarda ise ilgili yönetmelikte bina ve bina türü yapıların yapılmasına sınırlama hükmünün getirilmesi deprem zararlarının en aza indirgenmesi açısından önemlidir.
MTA tarafından Türkiye Diri Fay Haritası'nın yeni tespit edilen tüm fayları kapsayacak şekilde sürekli güncellenmesi gerekmektedir. Buna bağlı olarak üretilen Türkiye Deprem Tehlikesi Haritası'nın da Türkiye Diri Fay Haritası'na göre güncellenmesi sağlanmalıdır. Türkiye Diri Fay Haritası'nın 1/25.000 ölçekli çalışılmış olmasından dolayı kentleşmede ve yer seçimlerinde yeterli detayda olmadığı için diri fayların 1/5.000 ve 1/1.000 ölçekli çalışılması ve yüzey faylanması tehlike zonları ile fay sakınım zonlarının belirlenerek imar planına işlenmesi, bu çalışmaların kapsamında da içinden diri fay geçen yerleşim alanlarındaki eksikliklerin giderilmesine öncelik verilmesi gerekmektedir. Büyük bir bölümü yer kabuğunun üst bölümlerinde meydana gelen depremlerin oluşum özellikleri temelde levha hareketlerine bağlı büyük ölçekli deformasyonlarla ilişkili olup yer kabuğunun yapısal özellikleri ve jeodinamik davranışları da bu süreçte önemli rol oynamaktadır. Ülkemizde bu konuda gerçekleştirilmiş çalışmaların sayısı oldukça azdır ve bu nedenle konuyla ilgili araştırmaların hızlandırılmasında yarar görülmektedir.
Deprem zararlarının azaltılması kapsamında yapılması öncelikli çalışmaların bir diğeri ise bölgesel ölçekli sıvılaşma yatkınlık haritalarının üretilmesidir.
Değerli milletvekilleri, sıvılaşma ülkemizde son yüzyılda meydana gelmiş büyük depremlerde can ve mal kaybına neden olan hasarların dağılımını doğrudan kontrol eden faktörlerden birisidir. Yerleşim alanları, verimli araziler, zayıf zeminler üzerine değil sağlam zeminler ve kaya ortamına yapılaşmalıdır. Aksi takdirde, orta ölçekli depremlerde bile binaların yıkılması ve ağır hasar görmesi kaçınılmaz olacaktır. Mesela, fay hattı uzak mesafede olmasına karşın 30 Ekim 2020 tarihindeki 6,6 büyüklüğünde İzmir Seferihisar depreminde odak noktasına yakın kesimlerde ciddi hasar görülmemesine rağmen Bayraklı'da alüvyon zemindeki binalar yıkılmış ve ağır hasar görmüştür. Alüvyon üzerindeki yerleşim yerlerinde depremler sırasında büyük hasarlar meydana gelebilmesi zemin büyütmesiyle açıklanabilmektedir.
Ülkemizde sanayinin deprem bölgelerinden uzak yerlere yapılması, buna bağlı olarak oralarda yeni yerleşim merkezleri oluşturulması ve deprem riski taşıyan yerlerdeki sanayi tesislerinin ve nüfusun oralara kaydırılması can ve mal kaybı açısından risk unsurunu azaltabilecektir. Ülkemiz bunun en vahim örneğini 17 Ağustos 1999 sabahı 7,5 büyüklüğünde gerçekleşen ve kırk beş saniye süren Marmara depreminde yaşamıştır. 17 Ağustos depremi gerek nüfus yoğunluğu gerek de ekonomik faaliyet açısından Türkiye'nin en önemli bölgesini etkilemiştir. Depremin Türkiye'nin sanayi bölgesi ve nüfus yoğunluğunun çok olduğu Marmara Bölgesi'nde gerçekleşmesi, can ve mal kaybının artmasına neden olmuş, Türk ekonomisini de bir hayli zorlamıştır.
17 Ağustos 1999 Marmara deprem felaketinin yaygın bir alanı kapsaması, ulaşım ve haberleşme ağının felce uğraması, çok sayıda binanın ağır hasar görüp enkaz hâline gelmesi kurtarma ve ilk yardım çalışmalarını zorlaştırmıştır. Buna rağmen devletimiz tüm kurum ve kuruluşlarıyla olağanüstü bir gayretin içerisine girmiş, MHP'nin de koalisyon ortağı olduğu 57'nci Cumhuriyet Hükûmeti milletimizin derin yarasını sarabilmek için her türlü imkânını seferber etmiş ve kısa sürede enkaz kaldırılmış, yeni yerleşim alanları oluşturularak yaralar sarılmıştır.
Elbette ki sanayileşme ve yerleşim alanları altyapı çalışmaları üzerine yapılacaktır. Dolayısıyla oralarda iletişim ve ulaşımın kolaylaştırılmasıyla ve enerji ihtiyacının karşılanmasıyla yatırımlar mümkün olabilecektir. Bu sebepten dolayı ülkemizde yapılan otoyol ve hızlı tren ağlarının genişletilmesi, havaalanı, köprü ve tünellerin inşası, yeni enerji kaynaklarının oluşturulması çok önem arz etmektedir.
Türkiye'miz gerekli altyapının hazırlanması ve geliştirilmesi noktasında çok önemli projeleri hayata geçirmiştir ve geçirmeye devam etmektedir. Siyasi kaygılarla ülkemizde gerçekleştirilmeye devam eden altyapıların iyileştirilmesi çalışmalarına karşı gelmek yerine desteklemek ülkemiz açısından son derece önemlidir. Ülkemizde en son yaşanan Elâzığ ve İzmir depremleri ve diğer doğal afetlerde de devletimiz ve Hükûmetimiz felaket yaşanan alana derhâl tüm imkânlarını seferber ederek intikal etmiş, vatandaşlarımızın karşı karşıya kaldıkları zorlukları gidermiştir.
Depremler tüm yıkıcı etkilerine rağmen belirli aralıklarla meydana gelen afetler olduğundan zamanla unutularak gündemden çıkmaktadır. Bu açıdan, deprem riskinin yüksek olduğu ülkemizde gündemin sürekliliğinin olması, risklerin azaltılması ve deprem farkındalığının artırılmasının sağlanması amacıyla eğitimde her seviyedeki derslere jeoloji ve afet biliminin eklenmesi insanlarımızın afete karşı daha bilgili ve daha duyarlı olmasını sağlayacaktır.
Değerli milletvekilleri, Komisyon çalışmalarımız süresince sunumlarını dinlediğimiz kamu kurum ve kuruluşları, özel sektör temsilcileri ve bilim insanlarının ifadelerinden anlaşıldığı üzere, depremle mücadelede kurumlar arasında koordinasyon eksikliği görülmektedir, bu da depremle ilgili alınacak tedbirlerin yeteri derecede ve gerektiği gibi uygulanmasına engel olmakta ya da yavaşlatmaktadır. Bu sebeple, ülkemizdeki kamu kurumlarında parçalı yapıda sürdürülen deprem araştırmaları ve depreme karşı alınacak önlemler tek çatı altında toplanmalı ve koordinasyonu sağlayacak bir üst kurul oluşturulmalıdır.
Ayrıca, deprem konusunda basında bilim insanları aynı konuda çok farklı görüşler ortaya koymaktadırlar. Olası deprem büyüklüklerini farklı rakamlarla ifade ediyorlar, kırılması muhtemel fayları gösterirken farklı farklı fayları işaret ediyorlar ve olması muhtemel depremlerle ilgili farklı tarihler veriyorlar. Bütün bu çelişkili ifadeler kafa karışıklığına ve depreme karşı alınacak tedbirlerde zafiyete sebebiyet vermektedir. Daha verimli, daha tutarlı çalışmaların ortaya konulması açısından ve depremle daha etkin mücadele edilmesi için ülkemizde deprem bilim kurulu oluşturulmalıdır. Afet yönetimi ve doğal afetlerle mücadele her şeyden önce doğadaki mevcut tehlikelerin iyi bilinmesi ve bu tehlikelerin doğurabileceği risklerin azaltılabilmesi için doğanın en akılcı yol ve yöntemlerle kullanılmasını gerektiren topyekûn bir mücadeledir. Bu mücadele içerisinde hem vatandaşlarımızın hem devletimizin hem de yetkili makamlarımızın görev ve sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, doğal afetlerde bireysel çıkar sağlamak veya siyasi rant elde etmek için etkin mücadeleye zarar vermek ülkemize yapılan en büyük kötülük olacaktır. Afetler sonucu uğrayacağımız zararlarla mücadele için hep birlikte çalışmamız gerekmektedir. Bunu yapabildiğimiz takdirde inanıyorum ki her türlü zorluğun üstesinden gelebiliriz.
Sayın milletvekilleri, Mecliste bulunan tüm parti gruplarının vermiş olduğu ortak önergeyle oluşturulan Depreme Karşı Alınabilecek Önlemlerin ve Depremlerin Zararlarının En Aza İndirilmesi için Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu'nun yapacağımız depremle mücadelede çok faydalı olacağına, bu mücadelede alınması gereken önlemlere ışık tutacağına inanıyorum.
Bu vesileyle Türkiye'mizde yaşanmış depremlerde ve doğal afetlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum. Cenab-ı Allah ülkemizi her türlü afetten ve kötülükten korusun diyor, Genel Kurulu bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)