| Konu: | Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 06.10.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ZEKİ HAKAN SIDALI (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz bu tarihî anlaşmayı onaylamak için bir aradayız.
İnsanlık, tarih boyunca karşılaştığı sorunları geliştirdiği mekanizmalarla çözüme kavuşturmuş, çetin doğa koşullarında hayatta kalmayı, çatışmalara karşı barışı desteklemeyi, zorbalığa karşı liberal demokrasiyi geliştirmeyi, salgınlara karşı aşılar bulmayı başarmıştır. Ancak insanlık şimdilerde kendi eliyle yarattığı en büyük meydan okuma yani iklim kriziyle karşı karşıya. İklim krizi 70'lerden beri süregelen fenomen bir küresel tartışma. Dünyada son yıllarda konuşmaktan yapma aşamasına geçildiğini görüyoruz.
Zor koşullar ve krizler insanlığı farklı düşünmeye, yeni çözümler aramaya zorlar ve zihniyet devrimini gerektirir. Covid sonrası toparlanma çabalarının karbonsuz büyüme ve teknolojik yenilenmeyle olacak olması da işte bu zihniyet değişikliğinin bir ürünü. Demokrasi başta olmak üzere, ekonomi, ticaret ve teknoloji odaklı yeni kutuplaşma çağına giriyoruz. Avrupa Birliği ve Amerika kontrolündeki "Yeşil Birlik"in Birleşmiş Milletlerin kuruluşundan beri görülen en ciddi küresel ortaklık olduğunu göz ardı edemeyiz. Yanı başımızda yeni bir dünya kurulurken biz olup bitenlere duyarsız kalamaz, ekonomik ve siyasi geleceğimizi kendi dışımızdaki güçlerin alacağı kararlara bırakamayız. O nedenle, bu anlaşma tarihimizde çok önemli bir kırılma noktasını da ifade ediyor.
Paris Anlaşması'nın Meclis gündemine gelmiş olması çok değerli bir adım çünkü dışında kalmamızın hakikaten uluslararası topluma anlatılabilir bir tarafı kalmamıştı. Nihayet bugün bir inat yüzünden medeniyetten kopma riskinin daha büyük olduğu kavrandı. Paris Anlaşması'na taraf olmadan yazılacak özgün hikâyelerle küresel ekonominin bir parçası olmanın imkânsız olduğu anlaşıldı. Yalnızlaştıran iklim diplomasisinden vazgeçildi. Böylece iktidar Türkiye'ye çok değerli altı yıl kaybettirdikten sonra nihayet Paris yoluna girdi. Sadece iklim ve çevre politikalarını değil, ekonomi, sanayi, eğitim, istihdam piyasaları, vergi, dış ticaret, sosyal koruma politikalarını da kökünden değiştirmemiz gereken iklim çağına, yeni iklim rejimine giriyoruz. Anlaşmanın tarafı sıfatıyla iklim müzakerelerinde yer alacak, küresel iş birliğinde daha güçlü söz sahibi olacağız. Yeni dünyanın anayasası yazılırken biz de orada olacağız. Bundan dolayı bugün Meclisimiz tarafından verilecek onay, bir netice değil, uzun bir yolun daha ilk adımı ama unutmayalım ki daha atacak çok adım var. Çevre Komisyonu olarak, Genel Kurul olarak revize etmemiz gereken bu zihniyete uygun onlarca yasa, çıkarmamız gereken iklim kanunu, su kanunu gibi çok sayıda kanun var.
Değerli milletvekilleri, iklim krizi küresel bir sorun. Herkesin evinin önünü süpürmesi lazım. Ülkemizden de beklenen bu ancak yeşil maskesiyle fosil düzenini savunanlar var. Onlar diyor ki: "Türkiye zorda kalacak, Türkiye bir tuzağa itiliyor." Böyle bir şey yok. Ne zaman ve ne kadar sera gazı azaltım taahhüdünde bulunacağımıza Ulusal Katkı Beyanı çerçevesinde kendimiz karar verebiliyoruz. Türkiye kendi iradesiyle kendi ekonomik koşullarına uygun bir hedef belirleyecek. Tabii ki İYİ Parti olarak bu hedefin gerçekçi olmasını istiyoruz. Türkiye yönetme kabiliyetini, inandırıcılığını kaybetmiş, sorunların çözümünde muktedir olmayan bir iktidar tarafından yönetiliyor. Kamuoyu mevzubahis iktidar olduğunda "Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz." diyor. Yani kuru lafa değil, işin ciddiyetine bakıyor. On sekiz yılda 550 milyon ton asfalt, 916 milyon ton çimento dökenler "Yeşil bizim işimiz." diyebiliyor. Türkiye'yi yık-yap ekonomisine, inşaat cumhuriyetine, beton kentler ülkesine dönüştürenler "yeşil vatan" sloganları atabiliyor. Bütçeyi, 25 milyon taşıttan alınan yakıt vergileriyle, MTV, ÖTV, KDV'yle çevirenler "Çevreci Türkiye inşa ettik." diyebiliyor. Kısacası, iktidarın yeşile dair attığı adımlar her daim yeşil göz boyama olarak bugüne kadar karşımızda duruyor. O yüzden, iktidarın taahhütlerine son derece ihtiyatla yaklaşıyoruz.
Paris Anlaşması, yeşil bir geleceğe doğru atılan önemli bir adım fakat asla yeterli değil. Bir tavır ancak davranış değil, bir duruş fakat bir alışkanlık değil; özetle bu anlaşma, bir niyet beyanı ancak aksiyon da şart. O nedenle önümüzde uzun bir yapılacaklar listesi var. Türkiye'nin resmî pozisyonu olan "azaltım hedefi" Paris Anlaşması'nın hedefleriyle uyumlu değil; hedefi iddiasız, destekleyici politikaları zayıf, ortada Türkiye'yi yeni dünya düzenine taşıyacak bir vizyon da yok. Eğer ortada gerçek bir samimiyet varsa Ulusal Katkı Beyanı gözden geçirilmeli. 2030 yılına yönelik iddialı bir sera gazı emisyonu azaltım hedefi ortaya konmalı.
Avrupa Birliği üyesi 18 ülke kömürden tamamen çıkmışken ülkemiz de yeni kömür yatırımlarını durduracağını duyurmalı, mevcut kömür santrallerini hangi sürede kapatacağını ilan etmeli, kömür madenciliğinden çıkmak için bir takvimin açıklanmasını sağlamalı.
Türkiye enerjide yüzünü güneşe dönen, sırtını rüzgâra çeviren; ithal eden değil, üreten; kahverengi değil, yeşil; merkezî değil, yerel; dikey değil, yatay enerji çözümleri geliştirmeli. Ulaşımda demir yolu, kombine taşımacılık gibi daha az karbon emisyonu yaratan taşımacılığa yönelmeli. Yüksek emisyonlu sanayi dallarının mevcut teknolojilerinde dönüşüme gidilmesini teşvik etmeliyiz. Bunun için öngörülebilir, şeffaf, kapsayıcı ve adil bir geçiş programı hazırlanmalı, makro ekonomiye yönelik politika sinyali göndermeliyiz. Çevreyi ekonominin üzerinde yük olarak değil, ekonomide yapısal reformu sağlayan, verimliliği artıran bir faktör olarak değerlendirmeliyiz.
İlgili bakanlıklar arasında görüş ayrılığı ve koordinasyon eksikliği olduğu çok açık. Lider bir kuruma olan ihtiyacımız ayan beyan ortada. Kurumsal devlet aygıtı içerisinde iklim krizi karşısında etkin müdahale edebilmek için ivedilikle ekolojik geçiş bakanlığı kurulmalı. Özetle söz bırakılmalı, eyleme geçilmeli çünkü içine girdiğimiz dönemde dünya genelinde biriken sermayenin hem Asya hem Avrupa kanalından yeşil sektörlere yönlendirileceği aşikâr yani dünyadaki ekonominin ve finansmanın rengi değişiyor. Bugün ekonominin kaynakları yeşili önemseyen, yarının dünyasında benim çocuğuma, sizin torununuza yaşanabilir bir dünya bırakabilecek olan işlere yöneliyor. Çok yakın bir gelecekte bankadan krediyi alırken kullandığınız gelir tablosu ve bilançodan çok karbon ayak iziniz, yeşile vermiş olduğunuz değer, yaptığınız yatırımlar, ürettiğiniz ürünler daha kıymetli olacak. Finansman ihtiyaçlarında en önemli reyting kriteri sürdürülebilirlik olacak.
Avrupa Birliği yeni döneme Yeşil Mutabakat'la hazırlanıyor. Artık onlar için dönemin mottosu 20-20-20 formülü; yüzde 20 verimliliği arttır, yüzde 20 tüketimi düşür, yüzde 20 yeşil enerji üretimini yükselt. Bu sadece çevreci değil, aynı zamanda ekonomik bir transformasyon. Artık açıkça görülüyor ki fosil ekonominin yaratıcı yıkımı yeşil ekonomi olacak. Gelişmiş ülkeler temel önceliklerini küresel rekabetçiliğini korumak, 2050'de "karbon nötr" olmak, Avrupa'nın dijital geleceğini şekillendirmek olarak belirledi. Bu hedefe ulaşmak için ticaret ve sanayi stratejilerini yeniden oluşturdu, yeşil büyümeyi ana hedef seçti; kaynakları yeniden kullanmayı, geri dönüşüme sokmayı ve bu şekilde daha verimli üretim yapmayı hedefledi. Bütün bunlar içinde döngüsel ekonomiye odaklandı, Yeşil Mutabakat kapsamında Avrupa Birliği dışındaki ürünlerin AB'ye girişi esnasında sınırda karbon düzenlemesi hayata geçirildi. Ülkemiz için demir çelik, alüminyum, çimento, gübre ve elektrik üretimi sektörlerinde düzenlemelere gittiler. Rusya ve Çin'in ardından yapılan düzenlemelerden en olumsuz etkilenecek 3'üncü ülke konumundayız. Rusya ve Çin'in ekonomik büyüklükleri düşünüldüğünde göreli olarak en büyük darbeyi maalesef biz alacağız. Türkiye, Yeşil Mutabakat'a uygun yapısal reformları hayata geçirmediği takdirde yılda en az 1,8 milyar euro vergi ödeyecek, rekabet gücümüz ciddi anlamda zarar görecek. Avrupa Birliğiyle temelleri 2016'da atılan gümrük birliğinin güncellenmesi hedefini Yeşil Mutabakat kapsamında yeniden ele almamız gerekecek. Pandemiyle birlikte tedarik zincirinin Çin'den Türkiye'ye kayma fırsatı önümüzde. Avrupa Birliği pek çok üründe Türkiye'yle ticari ilişkilerini güçlendirecek. Ancak Yeşil Mutabakat'la sürdürülebilirlik anlayışına sahip olmayan firmalar için bu durum maalesef fırsattan ziyade büyük bir tehdit olarak görülmeli.
Avrupa Birliği, ticarette işletmelerden düşük karbonlu üretim isteyecek. Bu şartlara uyum sağlamadan Türkiye'nin Avrupa Birliğinin en önemli ürün tedarikçisi olacağını iddia etmek sadece bir temenni olarak kalacak. Neden mi temenni: Türkiye, Yeşil Mutabakat Eylem Planı'nı açıkladı. 9 ana alan altında sıralanmış olan, 32 hedef ve 81 eylemden oluşan plan aynı zamanda bir uygulama takvimi. Çalışmada yenilenebilir enerji, döngüsel ekonomi, enerji verimliliği, sürdürülebilir tarım gibi Avrupa Yeşil Mutabakatı'nın da alt başlıklarını oluşturan alanlarda mevcut stratejiler tanımlanırken mutabakatın çıkış noktası olan net sıfır hedefi doğrultusunda alınmış olan kömürden çıkış planları ya da karbon yoğun ağır sanayinin dönüşü gibi konularda oldukça eksik kalınmış. Özellikle sektör sektör baktığımızda tekstil ve deri sektörlerinde döngüsel ekonominin geliştirilmesi gibi detaylı bir hedef tanımlanırken Türkiye'nin Avrupa'yla yoğun ticari ilişki içinde bulunduğu çimento, demir çelik, alüminyum, gübre gibi sektörlere değinilmemiş olduğu göze çarpıyor. Bu durum eylem planının sektörel derinliğinin Avrupa Yeşil Mutabakatı'na cevap verebilecek nitelikte planlanmadığını gösteriyor.
Avrupa Yeşil Mutabakatı karşısında bir an önce utangaç hedeflerden uzaklaşmak ve somut eylemlere geçmek şart. İddialı bir düşük karbonlu ekonomiye geçiş vizyonunu ortaya koymakta geciktiğimiz her an bizi ticari finansal iş ortaklarımızın alacağı kararlara karşı daha kırılgan hâle getiriyor.
Kıymetli milletvekilleri, doğayla bırakın mücadeleyi, pazarlık bile olmaz. İklim krizi asla sadece iklim krizi değil, çoklu krizler çağına girmiş bulunuyoruz; gıda güvenliği, su krizi, pandemi, demokrasi krizlerinin tam ortasındayız. İklim krizi aynı zamanda toplumsal adalet duygumuza da bir meydan okumadır. Öncelikle en kötü darbeyi alacak olanların krizden en az sorumlu olanlar olmasında ürküten bir adaletsizlik söz konusu. İklim değişikliğinden en çok etkilenecek olanlar evsizler, engelliler, kentsel ve kırsal yoksullar, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olacaklar. Bu kriz toplumsal adaletsizliği kalıcılaştırma, eşitsizliği derinleştirme potansiyeli taşıyor. Bunun için azaltım ve uyum çalışmaları, geliştirilecek olan sosyal politika uygulamalarıyla bütünleştirilmek zorunda. Çünkü iklim değişikliğine karşı korunmak bir kentli hakkıdır, hatta ön koşuludur. Yeni kuşak insan hakkı olan güvenli, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam hakkı yerelden ulusala, oradan küresele uzanan ve devletlere büyük bir sorumluluk yükleyen temel hak çerçevesinde değerlendiriliyor.
İklim değişikliği, sıcaklık artışı, su kıtlığı, gıda ürünlerinde verim düşüşüyle tarım ve gıda güvenliği risklerimiz de artıyor. Gıda fiyatları yükseliyor, daha da yükselecek. Bu durum dar gelirli insanların gelirlerini daha fazla gıdaya ayırmalarına neden oluyor; eğitim ve sağlık masraflarında kesintiye gitmek zorunda kalıyorlar, haksızlık üzerine haksızlığa uğruyorlar. Gıdaya erişim azaldığında, özellikle kız çocukları beslenme sırasında ve gıda paylaşımında maalesef en son sırada yer alıyor, dolayısıyla cinsiyet eşitsizliği artıyor.
Değerli milletvekilleri, ülkemiz ve tüm Akdeniz havzası açısından bir diğer çarpıcı sonuç, daha kuzeye doğru iklim göçü olacak. Yani ulusal güvenlik, askerî tehditler kadar iklim felaketleriyle de ilgili olacak. Ekolojik değişimle birlikte küresel ekonomik, ticari ve güvenlik çıkarları dâhil olmak üzere jeopolitik yeniden şekillenecek. Bugün Orta Doğu'da ve Kuzey Afrika'da egemen olan daha sıcak ve daha kurak bir iklim kuşağının etkisinde kalacağız. Bu, orta, güney ve güneydoğu bölgelerimizde yarı kurak iklim kuşağı ve çölleşme riskini de artıracaktır. Bu öngörülere göre bu yüzyılın sonuna dek coğrafyamızın yarı kurak bölgelerinin kurak, yarı nemli bölgelerinin yarı kurak, nemli bölgelerinin ise yarı nemli şartlara doğru değişmesi tehlikesiyle hep beraber karşı karşıyayız. Yani Antalya'nın Kahire, Ankara'nın Antalya, Giresun'un da Ankara gibi bir yaz sıcaklığına ve yağış düzenine sahip olması öngörülüyor. Kuraklık ve çölleşme riskimiz artacak, su konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşayacağız. Kentler arasında ve sektörler arasında suya olan rekabet üst düzeye taşınacak. Ayrıca, sınırı aşan sular konusunda komşu ülkelerle yeni diplomatik sorun alanları da ortaya çıkacaktır. Geride bıraktığımız 20'nci yüzyıl petrol yüzyılıydı, 21'nci yüzyıl ise su yüzyılı olacak. Önümüzdeki dönemde gıda güvenliği, su güvenliği, enerji güvenliğiyle birleşerek güvenliğin yeni refleksini oluşturuyor. Güvenlik yaklaşımı artık çok boyutlu. Devletimizi ortaya çıkabilen çoklu güvenlik risklerine karşı etkin hâle getirmeliyiz. Siber ve çevresel güvenlik, su, gıda, enerji güvenliği Türk devletinin yeni nesil güvenlik angajmanları olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, yeni düzen, imalat sanayi, tarım, ulaşım ve enerji üretimi gibi alanlarda düşük emisyonla verimlilik sağlamayı öngörüyor. Yeşil ekonomi, aynı zamanda içinde "düzgün iş" kavramını da barındırıyor yani insan onuruna yakışır çalışma koşullarında, çalışanların yaptığı iş karşılığında hak ettiği ücreti alabildiği bir iş. Yerel gelişme, enformel ekonomi, mikro işletmeler, genç işsizler, düşük vasıflılar ve yoksullar gibi dezavantajlı gruplara odaklanmış politikalar içeriyor, tam da ihtiyacımızın olduğu gibi. Covid-19 sonrası hazırlanacak teknolojik ve yeşil dönüşüm, daha farklı donanımda çalışanlara ihtiyaç duyacak. Yeni iş alanlarının ihtiyaçlarının belirlenmesi, mevcut iş gücüne yeni gelişen becerilerin kazandırılması, gençlerin ve hâlen çalışanların bu ihtiyaçlara göre yeniden eğitilmesi gerekiyor. Peki, biz neredeyiz? Zaafları günün ve geleceğin ihtiyaçlarından tamamen kopmuş eğitim sistemimiz, bize unvanları büyük ama kabiliyetleri sınırlı mezunlar üretiyor. Umutsuz ve gelecek hayallerinden yoksun kuşaklara ve de şu andaki iş arayışındaki gençlerimize yönelik yeni akademik süreçler geliştirmeliyiz. "Ya katıl ya atıl" döneminden geçiyoruz. Yarının dünyasında yalnızca yeni becerileri teşvik edebilenler, yeni nesil iş imkânları yaratabilenler ayakta kalacak. Yarının dünyası yenilenebilir enerji değil, ekonominin tamamını yeşillendirme hedefi ortaya koyuyor; kirli, karbon temelli büyüme yerine enerji ve materyali verimli kullanan, döngüsel ekonomiyi esas alan, karbonsuz bir ekonomik büyüme modeli öneriyor. Bu yaklaşım, sürdürülebilir ürünler vasıtasıyla yeni iş modelleri ve sorumluluklar taşımak anlamına geliyor.
İl il baktığımızda, 81 ilde farklı etkileri olacak makroperspektife ek olarak 81 ilimizin bu dönüşümde nasıl konumlanacağına da bakmamız gerekiyor. Yeşil dönüşüm kapsamında ihtiyaç duyulacak yeni işlerin, yeşil olmayan işlerde oluşacak kayıplarından daha fazla olması bekleniyor. Bununla birlikte istihdam kayıpları ya da kazançları ülkeler arasında eşit dağılmayacağı gibi, Türkiye'nin illeri arasında da eşit şekilde gerçekleşmeyecek. O hâlde, kayıpları ve kazançları iyi hesap eden, bütünleşik ve bölge temelli bir planlı dönüşüm tasarlamak zorundayız.
Özetle, Türkiye, artık, "kalkınma eşittir inşaat" denklemi zihniyetini değiştirmeli, medeniyeti "baştan başa inşa olma hâli" olarak tanımlamayı bırakmalı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi lütfen.
ZEKİ HAKAN SIDALI (Devamla) - Türkiye'nin sadece inşaat ve imar faaliyetlerine odaklanmayan yeni bir kalkınma, zenginleşme, modernleşme ve medenileşme rüyasına ihtiyacı var zira 21'inci yüzyılın dünyası başka bir pencereye açılıyor. 5 müteahhit üzülecek ama dünyanın başka alternatifi yok.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)