KOMİSYON KONUŞMASI

CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) - Sayın Başkanım, Allah tuttuğunuz oruçları kabul etsin.

BAŞKAN - Amin, Allah razı olsun.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) - Ülkeyi yönetirken bilerek ya da bilmeyerek işlediğimiz günahları da inşallah bu vesileyle affeder.

Şimdi, oruçları açtık, karnımız doydu, kan şekerlerimiz yükseldi, açlıktan kaynaklı bir asabiyet yaşanmayacağına güvenerek ben de biraz uzunca konuşma yapacağım.

Şimdi, biz Danıştayın, motamot aslında, aynı, ilgili maddede gerekli açıklamaları yapmış idik. Çok kısaca onları özetleyeceğim. Bir de öğleden önceki oturumumuzda, paralel yapıyı kastederek, "Danıştayda kaç tane bu arkadaşlardan var?" diye soru üzerine sevgili daire başkanımız bir sayı vermişti. Yargıtayla ilgili de benim bir bilgim var. Bilgilerim yanlışsa onu lütfen düzeltin. Yargıtayda da 145 tane devlete paralel yapıdan hâkim olduğuyla ilgili bir bilgim var. Doğru ya da yanlış bilmiyorum.

BAŞKAN - Öyle bir bilgi veren olmadı.

ADALET BAKAN YARDIMCISI BİLAL UÇAR - Öyle bir sayı verilmedi. Sadece Cumhurbaşkanınca istenen üye sayısını verdi.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) - Öyle mi? O zaman ben yanlış anlamışım. Fakat basit bir hesapla 516 Yargıtay üyesinden, görevde olmayanlar düşünce 477 tane şu anda mevcut üye var, bundan 145 sayısını çıkınca 332 bulunuyor ama mevcut tasarıyla 300'e düşürüyoruz. Burada anlatmak istediğim, hani, aslında, istinaf mahkemelerinin kuruluşundan bahsediliyor gerekçede ama gerçek gerekçenin ne olduğu herkesçe malum. E gerçek gerekçeye konu olan sayı da düştüğü zaman dahi 332 oluyor. Sayının 300 olarak belirlenmesini, ben bunu şöyle yorumluyorum: Amaç paralel yapıyla mücadele değil, kendinden olmayan herkesle mücadele. Yani bizim şu anda herhangi bir talebimiz yok bu konuda ama Genel Kurulda bu sayının düzeltileceğine biz inanıyoruz, bu konuda da duyumlarımız var.

Şimdi, bizim burada yaptığımız konuşmalar, muhalefetlerimiz, muhalefet şerhlerimiz tarihe düşülen, ileride yasama çalışması yapacak diğer milletvekili arkadaşlarımıza da yardımcı olacak notlar. Şimdi ben anlayış ve affınıza sığınarak 2014 senesinde Yargıtay ve Danıştaydaki üye artışlarıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun muhalefet şerhinden birkaç pasaj okuyacağım. O pasajları okuduğumda göreceksiniz ki Cumhuriyet Halk Partisinin söylediği her şey doğru çıkmış.

MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) - Ömer Ağabey yazmıştı.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) - Ömer Bey'in söylediği her şey doğru çıkıyor zaten ama şimdi, izninizle bunu okuyayım. Bu, 2014 senesindeki Yargıtay ve Danıştay üyelerini artırırken o tasarıdaki o konuyla ilgili muhalefet şerhi:

"Türkiye Büyük Millet Meclisine son yıllarda "yargı paketi" adı altında sunulan tasarı ve tekliflerin içeriğinde yargı mevzuatına yönelik gerekliliğin dışında konjonktürel olguyu esas alan değişiklikler göze çarpmaktadır. Çoğu zaman kişiye veya iktidara yakın olanlara özgü özel düzenlemelerin, araya serpiştirildiği teklif ve tasarılar reform paketleri olarak sunulmakta, o düzenlemedeki asıl amaç gizlenmeye çalışılmaktadır. Öte yandan kimi zaman da yasal düzenlemeler birkaç aylığına değiştirilip, kişisel yarar amacı gerçekleştiğinde ise eski hâline getirilmektedir.

Ülkemiz geçmişte, döneme, ideolojik bakış açısına veya toplumsal değişime yönelik yasa değişiklikleri görmüş ise de, bu teklif gibi örnekler göz önüne alındığında artık doğrudan kişiye özel ve aylık-haftalık değişikliklere tanık olunmaktadır. Bu olgu, "hukuk devleti" ilkesiyle bağdaşmayan ve yargı yanında Parlamentoya da güveni giderek ortadan kaldıran sonuçlar yaratmaktadır.

AKP iktidara geldiği günden beri Parlamentodaki sayısal çoğunluğuna dayanarak sürekli yargıya egemen olma, yürütmeyle uyumlu yargı oluşturma çabası içindedir. AKP'nin yargıya ilişkin yasama faaliyeti; yargıyı ele geçirme amacından ibarettir. AKP iktidarı, hukuk devleti anlayışını ve kuvvetler ayrılığı ilkesini hiçe sayarak kendisi için her sorunu yasa yaparak aşmaya çalışmıştır. Yasama faaliyetinin; Anayasa'ya, Meclis İçtüzüğü'ne, Parlamento hukukuna ve teamüllerine, hukuk devleti olmanın gereklerine aykırı oluşu, iktidar partisinin umurunda dahi olmamıştır. İktidar, toplumun ve hukukun gereksinimlerini gidermek için değil, kendi günlük gereksinimlerini karşılamak için yasa çıkarmayı kural hâline getirmiştir. Dün "büyük reform" diyerek kaldırdıkları yasa hükümlerinin bugün noktasına virgülüne kadar tıpa tıp, aynısını yeniden geri getirmişler, ne yazık ki buna da, büyük reform demişlerdir. AKP iktidarı, reform kurumunun cılkını çıkarmıştır. Son zamanlarda art arda çıkarılan ve birbirine zıt yasalar, sırf konuyla ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerini almamak için Bakanlar Kurulunda görüşülmeden, özünde hükûmet tasarısı olan metinler, AKP milletvekilleri tarafından imzalanarak teklif olarak getirilmektedir. Yasa tasarı ve teklifleri; Adalet Komisyonunda konunun uzmanları, üniversite hocaları dahi olmadan sadece hükûmet bürokratları ile görüşülmüş gibi yapılmaktadır. Komisyonda, Adalet Bakanlığı bürokratlarının hazırladığı önergeler, havada uçuşuyor. Önergeyi imzalayan iktidar partisi milletvekilleri dahi haklı olarak önergenin ne getirip ne götürdüğünü açıklamakta zorlanıyorlar.

Dünyada hangi hukuk devletinde 6-7 ay arayla iki yargı paketi çıkarılır ve üstelik bir yasa ile yapılan düzenlemeler, ardından yapılan bir başka kanunla kaldırılır? Bir kanun tasarısının gerekçesi, sonraki düzenlemenin gerekçesiyle tümüyle zıt.

Bu konuda Hükûmetin içine düştüğü çelişkili durumu, hukuk devleti ilkesini içselleştirmiş gazeteci yazar Sayın Taha Akyol, 17 Ekim 2014 tarihli "YAP-BOZ" başlıklı yazısında "...Dünyada bir hukuk devleti hatta hukukumsu bir devlet var mıdır ki, yedi ay arayla iki "Yargı Paketi" çıkarsın. Hem de birbirine tam zıt istikamette... 15 Şubatta çıkartılan yargı paketinde, çeşitli soruşturmaların önünü kesmek için, mesela telefon dinlemelerinde "ağır ceza mahkemesinin oybirliğiyle" karar almasını şart koşacaksınız. Fakat 14 Ekime gelindiğinde, "pardon" bile demeden, telefon dinleme, teknik takip gibi yetkileri çok kolaylaştıracaksınız, bu yetkiyi sulh hâkimliklerine vereceksiniz! Hem de üç ay evvel özel kanun çıkartıp HSYK'ya atama yaptırdığınız sulh hâkimliklerine!

Kendisi hukukçu olan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın da artık bu kadarını içine sindiremediğini sanıyorum. Bizzat kendisi "yap-boz gibi bir görüntü eleştirisi yapılabilir." demedi mi? 15 Şubat yasasının gerekçesiyle, 14 Ekim teklifinin gerekçesini hangi hukukçu, nefesi daralmadan yan yana koyarak okuyabilir?

Enver Paşa'nın "Yok kanun, yap kanun" sözü niye eleştirilir? Hukukun "istikrar, güvenilirlik, öngörülebilirlik" gibi evrensel ilkeleri niye vardır? Bu ilkelere özensiz olarak yapılan kanunlar yüzünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ülkelerin mahkûm edildiğini, Türkiye'de Anayasa Mahkemesinin iptal kararları verdiğini bilmeyen hukukçu olabilir mi? Yoksa Anayasa Mahkemesi iptal edinceye kadar gerekeni yaparız, Anayasa Mahkemesi iptal ederse geriye yürümez nasıl olsa diye mi düşünülüyor? Gerçi HSYK Yasası'nda böyle oldu; Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği maddelere göre Bakanlığın HSYK'ya yaptığı atamalar yerinde duruyor. Fakat bu usulü sürekli hâle getirmek de hukuk devleti ilkesine aykırıdır.

İktidar partisi, yani Hükûmet değil, parti, 31 Ekimde Meclise bir "Yargı Paketi" daha sundu. Bu, yedi ay içinde yargıyla ilgili üçüncü paket! Kriz dönemlerinde bile temel kanunlarla böylesine oynanmamıştır. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ 14 Ekimde sunulan "paket" için "Yapboz diyebilirsiniz" demişti. Şimdi, 31 Ekimde sunulan "paket" için söylenecek söz kaldı mı? Üç paketin üçü de HSYK'ya, yargıya, Yargıtaya, Danıştaya müdahale niteliğindedir; amacı "Yürütmeyle uyumlu yargı"dır.

Paralel yapının ya da herhangi başka bir odağın yargıyı etkilemesine göz yumulamaz. Ama iktidarın etkilemesine de göz yumulamaz.

Kuvvetler ayrılığı ne için var?

Şubat ayında "yargı paketi" çıkmıştı; Ekim ayında bir "yargı paketi" teklifi daha Meclise sunuldu. Yine Bakanlar Kurulunda görüşülmeden... Şu anda Mecliste Komisyondan geçiyor.

Şu işe bakın: Mahkemelerin Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun'da 26 Eylülde değişiklik yapılmış, 7 Ekimde Resmî Gazete'de yayınlanmıştı... Üzerinden üç hafta geçti, 30 Ekimde hem de bazı aynı maddeleri değiştirmek için bir "paket" daha Meclis'e sunuldu! "Yapboz" değil de ne?

Üç haftada ne oldu diyeceksiniz değil mi? Bu bir haftada HSYK seçimleri oldu. HSYK seçimleri 12 Ekimde yapıldı, 13 Ekimde anlaşıldı ki Hükûmetin desteklediği liste kazandı... Daha önce hazırlattırıldığı anlaşılan bir "paket" 14 Ekimde, bunu izleyen bir "paket" de 30 Ekimde Meclise sunuldu!

Evrensel yargı bağımsızlığı ilkesine göre, Yargıtay ve Danıştayda dairelerin görevleri, yani iş dağılımı, Yargıtay ve Danıştayın kendisi tarafından belirlenir. Niye? Yasama ya da yürütme, yani iktidar, kanun çıkartıp daire kurarak önemsediği davaları o daireye vermesin diye... "Paket"in 16'ncı maddesinde ise, "Yargıtay daireleri arasındaki iş dağılımı HSYK tarafından belirlenebilir" hükmü getiriliyor!

İş yoğunluğu ve ihtisasın dikkate alınması retorikten ibarettir! Yüksek yargıda iş dağılımını HSYK türü organların belirlemesi kesinlikle, katiyetle, kesinkes yargı bağımsızlığına aykırıdır.

AK PARTİ'deki bir hukukçu çıkıp anlatsın: Niye Yargıtay Genel Kurulu değil de, HSYK Yargıtay'daki dairelerin iş dağılımını belirleyecek? Bunun hukuki cevabı yoktur; siyasi cevabı ise bellidir: "Yürütmeyle uyumlu bir yargı!"

Yargıtay ve Danıştayda haziranda çıkan kanunla daireler boşaltılmış, yeniden seçimler yapılmıştı. Şimdiki "paket"e göre, aynı işlem bir kere daha yapılacak! Tabii HSYK'nın atayacağı yeni üyelerin katılımıyla.

Hükûmet bir yandan diyor ki, "istinaf", yani bölge mahkemeleri kurulacak, Yargıtayın yükü azalacak... Öbür yandan, yeni atanacak üyelerle Yargıtayı dolduruyor! Bu, siyasidir; hukuki mantığı yoktur. Siyaset adalete bu kadar müdahale ederse toplum zamanla çok ağır bir krize itilir ve fark edildiği zaman korkarım telafisi çok zor olur. Bu yanlış yoldan dönülmelidir.

Cemaatin yüksek yargıdaki etkisi 2011 yılında konuşulmaya başlandı. O zaman yüksek yargıya seçilmek için "birinci sınıf hâkim" olmak yetiyor, kıdem ve yaş gibi ölçüler aranmıyordu. 2011'de HSYK'nın yaptığı atamalarda 40 yaşındaki yargıçlar bile Yargıtaya, Danıştaya üye seçilmişti. Bunların bir kısmının cemaate yakın olduğu düşünülüyordu. Bunu engellemek için iktidar 27 Haziran 2013'te bir kanun çıkardı: Artık "yirmi yıl" hâkimlik ve savcılık yapmamış olanlar Yargıtaya seçilemeyecekti. Danıştaya seçilmek için de yine aynı şekilde "yirmi yıl hizmet" şartı aranacaktı. Cemaatle ilişkili hâkim ve savcıların genelde genç olduğu, 20 yılı doldurmadıkları düşünülüyor, artık Yargıtay ve Danıştaya daha tecrübeli, olgunlaşmış hukukçuların seçilmesi öngörülüyordu. Siz olsanız bu "yirmi yıl" şartının getirilmesine ne derdiniz? Ben "doğru" demiştim, yirmi yıl şartının getirilmesini desteklemiştim. Şöyle yazmıştım: "Yargıtay ve Danıştaya üye seçilmek için yirmi yıl hizmet şartı getirilmesi isabetlidir. Cemaatin veya iktidarın lehine ya da aleyhine diye değil, kıdem diye düşünüyorum." Evet, kıdem objektif bir ölçüdür. Yüksek yargıya seçilmek için ciddi bir bilgi ve tecrübe birikimi aramak doğru bir ölçüdür. Konuya kimin lehine veya aleyhine olur diye değil, böyle objektif kıstaslar açısından bakmak gerekirdi. Fakat ne oldu biliyor musunuz? Dün, Komisyondan geçen metinde "yirmi yıl" şartı, "on yedi yıl"a indirildi!

Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri Adnan Boynukara, dün gönderdiği bilgi notunda HSYK'nın "daireler arasındaki iş dağılımına" ilişkin yetkisinin Yargıtay değil, istinaf ve ilk derece ceza mahkemeleri için söz konusu olduğunu belirtti. İyi bir gelişme, fakat "yapboz" tablosunu değiştirmiyor. Şubat 2014'ten beri yargıyla ilgili olarak çıkarılan bütün kanunların, yapılan bütün yönetmelik değişikliklerinin hep "yürütmeyle uyumlu yargı" amacına yönelik olmasının yarattığı kaygıları da gidermiyor. Asıl bu kaygıların giderilmesi gerekir. Fakat yüksek yargıya üye seçiminde, "yirmi yıl hizmet" şartının Kasım 2014'te ve HSYK seçimlerinin ardından, "on yedi yıl"a indirilmesi bu kaygıyı azaltmaz, arttırır. Öyle ya, niye dün doğru bir tavırla "yirmi hizmet yılı", bugün sürpriz bir kararla niye "on yedi hizmet yılı?" Dün birilerini engellemek, bugün birilerini atamak için mi? Niye dün "somut delillere dayalı kuvvetli şüphe", niye bugün "makul şüphe?" Dün bazı soruşturmaları engellemek, bugün bazı soruşturmaların yolunu açmak için mi? Bu, "yapboz" tablosu değil de nedir? Halbuki yargı şunun bunun değil, evrensel hukukun yargısıdır.

Halbuki hukukun evrensel ilkelerinden biri, "kanunların genel, objektif ve istikrarlı" olması, işlevi itibarıyla da "kamu yararına uygun" bulunmasıdır! Hükûmet, bir taraftan, yakında istinaf mahkemelerinin kurulacağını, böylece iş yükü azalacak olan Yargıtayın az kadrolu ve tecrübeli hâkimlerden oluşan bir "içtihat mahkemesi" hâline geleceğini belirtiyor; çok doğru bir hedeftir bu... Fakat öbür taraftan Yargıtaya 128, Danıştaya 39 yeni üye atayarak ve tecrübeyi de "on yedi yıl"a indirerek kadroları şişiriyor!

Hazin olan, bu kanunlarda hukukçuların imzasının bulunmasıdır! Şunun altını bin defa daha çizerek vurgulamak isterim: Devlet idaresinde hukuku bütün siyasi görüşlerin, ideolojilerin üstünde tutmadıkça, ülkede "hukukun üstünlüğü" kurulamaz, yargıya güven sağlanamaz..." görüşlerini dile getiriyor.

Bu Kanun Teklifi tam anlamıyla başta Danıştay ve Yargıtay olmak üzere yargıya yapılmak istenen çok ağır bir harekettir. Çünkü teklifin temelinde başta her iki yargı organı olmak üzere yargıya siyasetin, yürütmenin bütünüyle müdahalesi görülmektedir.

BAŞKAN - Daha çok mu Cemal Bey?

CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) - Efendim, aslında bu 22 sayfa ama ben 4 sayfasını okuyacağım; son paragrafa geldim.

Yasa teklifiyle getirilen değişiklikler ve eklemelerle Danıştay ve Yargıtayın şimdiki yapısı değiştirildiği gibi gelecekte de değiştirilebileceği öngörülmektedir.

Teklifle yargının hızlandırılması ve iş yükünün azaltılması gerekçesiyle hem Yargıtay ve Danıştaydaki daire ve üye sayıları artırılmakta hem de bu iki mahkemenin örgütlenme biçimi değiştirilmektedir. Danıştay ve Yargıtayda daire ve üye sayısı artıyor. Bunun anlamı, HSYK, Danıştay ve Yargıtaya yeni üyeler atanacak. Böylece Yargıtay ve Danıştayda Hükûmet lehine elde edeceği çoğunlukla yargıyı yeniden yapılandıracaktır, Hükûmetin hesabı bu. Bakalım tutacak mı? Çünkü Yargıtay ve Danıştayın teşkilat yapısında sık sık değişiklik, daha iyi bir hukuk arayışına değil, hukuka egemen olma amacına işaret eder. Teşkilat yasalarının kural olarak uzun ömürlü yasalar olması gerekir. AKP'nin bu alana sık müdahale itiyadı sürdürülemez ve kabul edilemez. Adalete teslim olma erdemi, adaleti teslim alma hedefiyle âdeta devşirilmektedir.

ADNAN BOYNUKARA (Adıyaman) - Taha Akyol mu?

CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) - Hayır, bu okuduğum son iki sayfa bizim kendi şeyimizdir.

Şimdi, 2014 senesinde muhalefet şerhimiz ve muhalefet şerhimize... Ben aslında bilmiyordum muhalefet şerhimizde Taha Akyol'a atıf yapıldığını. Ben dün ve bugünkü konuşmalarımda da atıf yaptım. Taha Akyol da hukukçu bir gazeteci olması hasebiyle çok isabetli tespitlerde bulunmuş, 2014'te de bulunmuş.

Sevgili Başkanım, sevgili üyeler; biz bunu değiştiriyoruz. Tekrar ediyorum, yarın bir gün bu yol olacak, başkaları da başkalarını değiştirecek. Gelin, bu değişiklikten yol yakınken vazgeçelim. Yani, ben daha önceki konuşmalarımda Anayasa'nın 2'nci, 9'uncu, 13'üncü, 138, 139, 154, 155'inci maddelerine aykırılığı açıkça anlattığım için, şimdi uzunca da konuştuğum için uzun uzun anlatmayacağım ama en azından eşitler arasında eşitsizlik yaratmamak için Yargıtay Başkanı, başkan vekili, başsavcı ve daire başkanlarının da -çünkü Anayasa Mahkemesi iptal kararı verdiğinde en önemli gerekçelerinden biri olacak- onların da üyelikleri sıfırlansın efendim. Yani, ben, şimdi, çayın bir sürü yararını bilirim, uykuyu açar, mideyi rahatlatır, insana çalışma kuvveti verir ama çayın yeni bir yararını bulduk, koltuğu korumaya yardımcı oluyor. Dolayısıyla, Hükûmet bu tür ithamlardan kurtulmak istiyorsa -ben hesapladım, bu Yargıtayda toplam 20 kişi- bu 20 kişinin üyeliğini de bitiriverelim, o zaman anlayalım tarafsızlığınızı.

Çok teşekkür ediyorum.