KOMİSYON KONUŞMASI

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Teşekkür ederim.

Sayın başkan, Sayın Divan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar ve kıymetli basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakana geçen haftaki sunumları için, bütçenin önümüze gelmesini sağlayan sayın bürokratlara da emekleri için teşekkür ediyorum.

Bugün ve önümüzdeki günlerde paylaşacağımız görüş, eleştiri ve tavsiyelerin 2017 bütçemizin daha iyi noktaya getirilmesine ve ülkemize hayırlı olmasını dileyerek sözlerime başlıyorum.

Sayın Bakanın geçen hafta çizdiği pembe tabloya karşın bizler içte ve dışta gördüğümüz gerçekler karşısında o kadar iyimser olamıyoruz.

Değerli milletvekilleri, uzun yıllar sonra ilk kez bütçeyi olağanüstü hâl yönetimi altında görüşmek durumundayız. Türkiye süratle bir hukuk devleti olmaktan uzaklaşmakta, demokrasimizdeki eksiklerimizin sayısını azaltacağımız yerde maalesef daha da artırmaktayız. Bizim komisyonlarda, Genel Kurulda tüm yapıcı çağrılarımıza rağmen bunun bu şekilde, hukuk devletinden uzaklaşma şeklinde gidiyor olmasından, bu hususta ısrar ediliyor olmasından da son derece kaygı, endişe duyuyoruz.

Bakın, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi yaşanalı şurada yaklaşık üç aydan biraz daha fazla bir süreç geçti. Bu Mecliste hep birlikte bombalar altında direndik. Bu vesileyle parlamenter demokrasimizi korumak için hayatını kaybeden şehitlerimize rahmet diliyorum, yaralıların bir an önce iyileşmesini diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu darbe ile hesaplaşılsın, devlet içindeki bu FETÖ'cü yapı ile hesaplaşılsın dedik, demeye de devam ediyoruz. Her tür desteği vereceğiz de dedik ancak Hükûmet, bizlerle, muhalefetle işbirliği yerine OHAL yönetimini, KHK'larla ülkeyi yönetmeyi tercih etti, Meclisimizi KHK'larla baypas etmeyi tercih etti. Biz bir an önce darbecilerden ve onları o noktalara getirenlerden hesap sorulsun diyoruz, ısrar ediyoruz ama art arda çıkan her KHK ile on binlerce kamu görevlisi ya ihraç ediliyor ya görevinden uzaklaştırılıyor, aileleriyle birlikte yüz binlerce insanı etkileyen bir süreç söz konusu ama bir türlü darbecilerle gerçek hesaplaşma gerçekleştirilmiyor. Bu hesaplaşmanın bir an önce bitirilerek hayatın normal akışına dönmesi lazım; suçluların adil yargılama ile hak ettikleri cezalara çarptırılması, masum insanların ise aylarca hapiste tutulmaması, açığa alma ya da ihraç kararlarının gözden geçirilerek bir an önce mağduriyetlerinin giderilmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, demokrasimizin geliştirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin önünün açılması lazım. Bunun için gazete ve televizyon kapatmaktan, gazeteci tutuklamaktan vazgeçmeliyiz. Akademisyenleri, yazan, çizen, düşünen insanları, düşündükleri, yazdıkları için yargılamaktan, cezaevlerinde tutmaktan vazgeçmeliyiz. Türkiye'nin en eski gazetesine operasyon yaparak, 70-80 yaşındaki yazarlarını, dünyaca ünlü çizerlerini sabaha karşı gözaltına alarak darbecilerle mücadele edilemez. Bu tür hak kısıtlamaları terörle mücadelemize katkı değil zarar vermekte. Gazetecilik kariyerini FETÖ ile mücadeleye adayan, Fetullah Gülen'in iç yüzünü Türkiye'ye ilk anlatan gazeteci yazar Hikmet Çetinkaya'yı, Uluslararası Basın Enstitüsünün Türkiye temsilcisi Kadri Gürsel'i, karikatürist Musa Kart'ı özgürlüklerinden mahrum etmeyi dünyada hiç kimse terörle mücadele olarak görmez ve görmeyecektir. Benzer şekilde, parmakla gösterilen yazarlarımızdan Aslı Erdoğan'ı, sosyolog Necmiye Alpay'ı demir parmaklık arkasında aylarca tutmak, Şahin Alpay'ı, Murat Aksoy'u, Ali Bulaç'ı, Nazlı Ilıcak'ı yazdıkları ya da eleştirileri nedeniyle özgülüklerinden mahrum bırakmayı dünyaya anlatmak mümkün değil. Bu hukuksuzluklarda ısrar etmek sadece darbecilerle ve terörle mücadeleyi gölgelemiyor, dışarıdaki itibarımızı da yok ediyor. Hukuk devletinden uzaklaşan uygulamalar sadece demokrasi sicilimizi de olumsuz etkilemiyor. Ekonominin düzelmesi için de hayatın normalleşmesi, olağan hâle dönmemiz şart. Hukuk devletinin işlediğini hem kendi insanımıza hem de dışarıdan bizleri yakından gözlemleyen yatırımcılara gösterebilmemiz gerekli. Küresel sermayeyi, yatırımı çekmenin yolu güven, öngörülebilirlik, hukuk devleti olmaktan geçiyor. Korku iklimi, kayyum korkusu, mallarına el konma korkusu yerli yabancı tüm yatırımcıları ürkütür, ürkütmekte. Adalet yıllardır hepimiz için kanayan yara, artık kimse yargıya güvenmiyor, adil işleyen bir yargı herkesin en temel ihtiyacı.

Değerli arkadaşlarım, işin bir de güvenlik boyutu var. Çok çeşitli terör örgütleri ile aynı anda mücadele ediyoruz. Dünyanın çok az sayıda yerinde böylesine zorlu bir mücadele yürütülebilir. Bakın her gün şehitler geliyor, ülkenin batısında da doğusunda da ocaklara ateş düşüyor, Türk olsun, Kürt olsun sürekli analar ağlıyor, yüzlerce, binlerce can verdik, bu sorunu bir an önce çözmemiz lazım. Adına terör deyin, toplumsal barış deyin, Kürt meselesi deyin, ne derseniz deyin bizim bu sorunu çözmemiz lazım ve en başta da biz Parlamentodaki milletvekillerine, siyasetçilere önemli görevler düşmekte, toplumsal kucaklaşmayı, barışı, huzuru bizlerin sağlaması gerekli. Gençlerimizin geleceği için bunu yapabilmemiz lazım.

Terörün önlenememesinin ve güvenlik ortamının sağlanamamasının, öngörülebilirliğin kalmamasının ekonomik açıdan en önemli sonucu ise yatırım gelmemesi. Yatırım gelmiyor, bırakın yatırımı yabancıları kongrelere getiremiyoruz. Sanırım dün TÜSİAD Başkanının bir demecinde gördüm, Türkiye kongre turizminde 6'ncı sıradan 60'ıncı sıraya gerilemiş durumda son iki yıldaki gelişmeler üzerine. Bundan daha iyi ekonomimizin hâlini gösterecek rakam var mıdır bilemiyorum. Turizmcilerle konuştuğumuzda gelecek yılın bu yıldan daha da kötü olabileceği kaygısı taşıdıklarını görüyoruz. Turizm sektöründeki kayıplar o bölgelerde ekonomiyi fena vurmuş durumda -aranızda o bölgelerin milletvekilleri var, benden çok daha iyi biliyorsunuz- otelinden lokantacısına, perakendeden gıdaya herkesi vurmuş durumda.

Değerli arkadaşlarım, ekonominin genel dengeleri açısından güvenlik kadar önemli olan bir de güven meselesi var. Türk ekonomisinde öngörülebilirlik kalmadı. Hem güven konusunda hem de güvenlikte yaşanan sıkıntılar 15 Temmuz sonrası reel sektöre yansımalarıyla çok ama çok kötü bir manzara arz ediyor. Firmalar birbirine güvenemiyor, mal satarken, anlaşma yaparken, borç-alacak ilişkisi kurarken güven sorunu çok önemli. Firmalar -belki hepiniz şahit oluyorsunuzdur- bankaları kullanmaktan kaçınıyor, artık elden ele para teslim etme, alacak teslim etme dönemi başlamış durumda. Bu normalleşme sağlanmadan ne yatırım ne harcama ne de büyüme olur. Görebildiğimiz kadarıyla ekonomiyle ilgili tüm kurum ve kuruluşlar bu konuda endişeler taşıyor.

Kayyum atanan kurum ve kuruluşlara ilişkin sorunların da bir an önce çözülmesi lazım çünkü bunlar sadece kendilerini etkilemiyor, onlarla iş yapan irili ufaklı, yüzlerce binlerce küçük sanayiciyi ya da yabancı ortaklıkları da olumsuz etkilemekte bu süreçler. Bu işe bulaşmamış iş insanlarının mağdur edilmemesi gerçekten istihdam açısından, yurttaşlarımızın işi, aşı açısından da önem taşımakta.

Sayın milletvekilleri, neoliberal ekonomilerin tükenişinden Türkiye de birçok gelişmekte olan ülke gibi payını almakta, hatta en fazla zararı görenlerden biriyiz. Üreterek değil tüketerek büyüyen bir Türkiye var karşımızda; borçlanmaya dayalı, sürekli açık ortaya koyan bir model. Ayrıca bu model istihdam yaratamıyor, bunun için rakamlara bakmaya da gerek yok. Hepimiz seçim bölgelerimizde durumu görüyoruz. İşsizlik öyle Sayın Bakanın geçen hafta sunduğu gibi yüzde 10 falan da değil. Her 4 gençten belki de her 3 gençten biri işsiz. En azından ben kendime gelen taleplerde görüyorum, siz kendi seçim bölgelerinizde görüyorsunuzdur gelen taleplerin hangi konuda yoğunlaştığını. Bir taraftan büyüme oluyor ama istihdam yaratmıyor bir taraftan da bizi giderek ağırlaşan bir borç batağına sokuyor. "Devletin borcu azaldı." demek yetmez çünkü özel sektörün borcu artıyor. İkisi de aslında bu ülkenin borcu, risk tüm yurttaşların üstlendiği çok büyük bir risk.

Konuşmanızda yatırım ve iş ortamını teşvik için çıkarılan reformlardan ve kanunlardan bahsettiniz Sayın Bakanım. Evet, kimini bu Komisyonda beraber çıkardığımız pek çok kanuna refere ettiniz. Doğru, biz ülkemizin, yurttaşımızın hayrına kanunlar için engelleyici olmuyoruz, burada hep birlikte gördük, yapıcı katkı sunmaya çalışıyoruz, çaba gösteriyoruz ancak iş, kanun çıkarmakla bitmiyor; ülkede huzuru, güvenliği ve ekonomide güveni sağlamayınca arzu ettiğimiz gelirlere ulaşamıyoruz. Verdiğiniz hiçbir rakamın, yaptığınız hiç bir tahminin tutması mümkün değil. Hukuk devletini mutlaka ama mutlaka güçlendirmemiz lazım.

Geçen haftaki sunumunuzda övünerek bahsettiğiniz rakamlardan biri eğitime aktarılan bütçeydi, bütçe artışından bahsetmiştiniz. Biz de eğitime kaynak aktarılmasından yanayız ama sadece kaynak aktarılması yeterli değil, "Nasıl bir eğitim?" sorusuna da yanıt aramalıyız. Bugün nereye giderseniz gidin her akşam Türkiye'nin her yerinde her ailede konuşulan meselelerin birincisi eğitim konusudur. Ben zannetmiyorum ki -şu parti ya da bu parti ayrımı gözetmeksizin söylüyorum- herhangi bir aile biz eğitimden çok memnunuz diyebilsin. Her aile ya sınav yolsuzluklarından, usulsüzlüklerinden ya eğitim sisteminin sürekli değişmesinden ya da mesela, şimdi de "proje okulları" adı altında Türkiye'nin iyi öğrenciler yetiştirebilen, geleneksel olarak iyi öğrenciler yetiştirebilen okullarına müdahale edilmesinden, bunların iyileştirmek yerine daha vasatlaştırma yönünde yönlendirilmesinden endişe duymakta. O yüzden, sadece kaynak aktarmak, çok kaynak aktarmak yetmiyor, aynı zamanda eğitimin niteliğine bakmak gerekmekte.

Benzer şekilde, eğitime bütçe artırırken -az önce ifade ettim, bir kere daha hatırlatayım- on binlerce öğretmen işinden atılmakta, akademisyenler düşündükleri için atılmakta. Teknolojiden AR-GE'ye verilen desteklerin artışından da yine geçen haftaki sunumunuzda bahsetmiştiniz. Bilim olması için, üretim olması için yani hep o arzu ettiğimiz değerli üretimin yapılabilmesi için, katma değeri yüksek üretimin yapılabilmesi için, aynı zamanda özgürlük ortamı da gerekmekte. Bu özgürlük ortamını sağlamak da yine hepimize düşmekte. Özgür düşünce ortamını kısıtlamamamız lazım, hapsetmememiz lazım.

Öyle bir dönemdeyiz ki siyasette istikrar yok, idarede istikrar yok. Ne tarıma ne hayvancılığa ne de sanayiye dayalı bir büyüme modeli var, sadece ve sadece inşaata dayalı bir ekonomi. Hububat ithal eden, kırmızı et ithal eden bir ülke konumundayız. Bunların detaylarını önümüzdeki günlerde değişik bakanlıkların bütçeleri sırasında tekrar detaylı olarak ele alma fırsatı bulacağız.

Benim burada vurgulamak istediğim bir husus da bu olağanüstü hâl ortamından bir an önce normal olağan hâle dönmemiz gerektiğidir. Ama arayışlara baktığımızda, iktidardan partisinden gelen ve diğer muhalefet partimizden gelen söylemlere baktığınızda, Türkiye'yi parlamenter demokrasimizi güçlendirerek, eksiklerimizi kapatarak, hukuk devletimizi güçlendirerek ileriye götürmemiz için hep birlikte mücadele etmemiz gerekirken bir başkanlık sistemi arayışıyla, hatta ve hatta Türkiye'yi Avrupa'da, Avrupa Konseyi'nde, Avrupa Birliği üyelik sürecimizde verdiğimiz sözlerden geri dönmemizi sağlayacak, mesela idam cezasının geri getirilmesi gibi arayışlarla bizler vatandaşımızın gelişmesini, refahını sağlayacak tartışmaları birlikte yürütmek yerine Başkanlık sistemi gibi bir tek adam rejimini hem içeride hem dışarıda algısını güçlendirecek arayışlara yönelmekteyiz. Umut ediyorum, enerjimizi, tartışmalarımızı, en kısa sürede, tekrar parlamenter sistemimizi güçlendirecek noktaya getirebiliriz.

Ekonomimizi sizin geçen hafta bizlerle paylaştığınız tahminlerinizin olmasını ya da olmamasını sağlayacak önemli bir başka konu da izlenmekte olan dış politika Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri. Dış politika kararları dışarıda yapmakta olduğumuz, atmakta olduğumuz hamleler içeriyi de, ekonomiyi de, dışarıdan bakanı da, içeride kaygılananı da doğrudan etkilemekte. Bunun etkisini eminim tabii siz ve bürokratlarınız çok iyi bilmekte. Sınırdan geçen kamyon sayılarının kıyaslanmasına, benzer şekilde, sadece sınır illerimizde değil ama örneğin Eskişehir'de, Taşbaşı'nda, Hamamyolu'nda, Arasta Çarşısı'nda ya da İstanbul'da Kapalıçarşı'da ufak bir gezintiyle hem içeride hem dışarıdaki bu kriz hâlinin ekonomiye etkileri çok rahat görülebilir Dış politikada hem Suriye hem de Irak'ta izlenen politikalara biz vatandaşlarımızın can güvenliğinin sağlanması noktasında koşullu destek vermekteyiz. Ama bu politikaların giderek maceracı bir hâl alması, "Suriye'de şuraya kadar ineriz, Irak'ta doksan yıllık anlaşmaları saymayız, bu anlaşmaları tekrar çizmeliyiz, haritalar yeniden çizilmeli." gibi arayışların sadece Türkiye'nin komşularıyla, müttefikleriyle ilişkilerini bozmakla kalmadığını ama aynı zamanda ekonomimiz açısından büyük bir risk oluşturduğunu söylemek isterim. Biz eğer Musul'la, Halep'le bir entegrasyon istiyorsak bunun yolu asker göndermek, oralarda sürekli asker bulundurmak, oralarda hak iddia etmek değil, bu komşularımızla ekonomik entegrasyonu sağlayacak huzur ve barış ortamını getirmemizdedir asıl çözüm. Aslında bunu Atatürk'ün bizlere gösterdiği "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesi doğrultusunda önemli bir ölçüde başarmıştık ama özellikle Arap baharı sonrasında Suriye konusuna, Suriye tartışmasına müdahil olmamız, son dönemde de tabii ki ülkemize yönelik IŞİD saldırıları sonrasında sınır güvenliğimizi sağlamak için girdiğimiz Suriye'de kalıcı olacağımızı gösteren arayışlardan fevkalade kaygılanmaktayız. Türkiye'nin bu tür maceracı girişimlerden kaçınması lazım. Hem askerlerimizin can güvenliği açısından hem de ülkemizin ekonomisinin etkilenmemesi açısından bu son derece önem arz etmektedir. Bir kere daha söylüyorum: Halep'le, Musul'la biz gerçekten bir entegrasyon istiyorsak bunun yolu askerle değil, bunun yolu iyi ilişkilerle, iyi komşuluk ilişkileriyle, bölgede huzurun, barışın sağlanmasına katkı yapıp daha sonra da ekonomik ilişkileri bu ülkelerle eski düzeyine, hatta onun daha da ilerisine götürmekten geçmektedir diye düşünüyorum.

Sayın Bakana orta vadeli programla ilgili birkaç soru yöneltmek de istiyorum bu vesileyle. Daha stabil bir ortamdan bahsediyorsunuz yaptığınız açıklamalarda. Orta vadeli programda, önümüzdeki üç yılda küresel belirsizliğin azalacağı, finansal piyasalarda dalgalanmaların ve jeopolitik risklerin azalacağı, FED'in faiz artırımlarının sınırlı olacağı varsayımları yer alıyor. Savaşımız burada bunların... Yani hem savaşın dibimize kadar geldiği, FED'in faiz artırımı beklentisinin dahi dolara rekor üstüne rekor kırdığı bir ortamda siz neye güvenerek, neye dayanarak önümüzdeki dönemin daha stabil olacağını, 2017'nin 2016'dan daha iyi olacağını varsayabiliyorsunuz?

Bir de yine orta vadeli programda dikkatimizi çeken birkaç hususu belki gözümüzden kaçmış bir şey varsa birlikte düzeltebiliriz diye dikkatinize getirmek isterim. Orta vadeli plan ve programda nelerin yer aldığı kadar nelerin çıktığı hususu da önem arz ediyor. Bizim görebildiğimiz kadarıyla, daha önceki orta vadeli programda yer alan "Mülkiyet hakkı, girişimci özgürlüğü ve kazanılmış haklar korunacaktır." ifadesi bu programdan çıkarılmış. Bir başka deyişle, Türkiye'nin öncelikleri arasında bu saydığım üçlü sanki bulunmamakta. Kamu-özel ortaklığıyla bizler aslında gelecek nesillere borç transferinde bulunuyoruz. Ekonomi yönetimimiz geçtiğimiz yıllarda bu gerçeğin farkındaydı ki programda "Kamu-özel işbirliği kapsamında yapılacak yatırımlar, sözleşmelerden doğacak yükümlülüklerin kamu mali dengeleri üzerindeki etkileri göz önünde bulundurularak planlanacaktır." şeklinde bir ifade yer almıştı. Bu sefer böyle bir cümle programdan çıkarılmış gözüküyor.

Görebildiğimiz kadarıyla bir can yakıcı değişiklik daha var, o da yıllardır hep imar rantından bahsediyoruz ama Hükûmet artık sanırım imar rantıyla da uğraşmak istemiyor. Bu yüzden de daha önce yer alan "İmar planı değişiklikleri sonucu oluşacak gayrimenkul değer artışlarından kamunun pay alması sağlanacaktır." cümlesine de orta vadeli programda yer verilmediğini gözlemliyoruz.

Bir de, az önce hep bahsettim, şikâyet ediyoruz, bu OHAL uygulamalarıyla gelen KHK'lardan. Mesela Mecliste hep birlikte mutabakatla "Bunu çıkarmayalım." dediğimiz, üniversitelerdeki rektör atamalarının Cumhurbaşkanı tarafından yapılmasına ilişkin düzenleme biliyorsunuz KHK'yla geldi. KHK'lara, dediğim gibi, karşıyız. Ama insan içinden sormadan da edemiyor. Şu hep söylediğimiz, her konuşmamızda bahsettiğimiz taşeron meselesini neden bu KHK'lardan biriyle halletmiyoruz. Bir KHK'ya da taşeronların kadro meselesini, gelin, birlikte koyalım ya da siz koyun, biz de bir KHK'yı alkışlayalım. Çünkü gerçekten binlerce, on binlerce insan bu konuyu size de, bize de her gittiğimiz yerde, her fırsatta soruyor. Kamuda personel alımının 60 binle sınırlandırılmasını kaygı verici olarak görüyoruz. Bunlar olumsuz gözlemlerimiz. Bir de personel alımlarının da sınırlı olmakla birlikte yine torpile dayalı hâle gelmesi...

BAŞKAN - Sayın Çakırözer, lütfen toparlar mısınız?

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Tabii.

Kamuda şef olabilmek için artık sözlü sınav şartı var. Kamu personeli seçilirken de artık sözlü sınav dönemi başlıyor. Artık memur olabilmek için mutlaka bahsedilen ve geçtiğimiz günlerde, çalışacağı işle ilgisi olmayan sorularla kamu çalışanı adayları mücadele etmek zorunda kalacak.

Kamu Personel Reformu, bir başka deyişle "memurları güvencesizleştirme projesi" 2017 yılı programına alındı ama, bir kere daha söylüyorum, taşeronlarla ilgili çalışmalardan hâlâ ses yok; tam tersine, artık unutulmuş gözüküyor. Lütfen bunu, az öncekini espri olarak kabul edin, KHK'yla değil ama mutlaka taşeron işçilerin kadro meselesini birlikte önce bu Komisyonda sonra da yüce Meclisimizde birlikte halledelim diyorum.

Daha sonrasını önümüzdeki günlerde detaylı olarak konuşacağız.

Bütçemizin yurttaşlarımıza hayırlı olmasını, iyi hizmetlere vesile olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.