KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET GÜNAL (Antalya)- Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli bürokrat arkadaşlarım, kıymetli milletvekilleri ve basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan konuşmasına başlarken baktım, kısaca, hızlıca Başbakanlık, artı Millî Güvenlik Kurulu, artı MİT geçti; bütün 15 Temmuz olayını ve sonrasını Diyanet İşlerinin bütçesi üzerinden söyledi, işi selayla, ezanla bitirdi. Yani herkesin MİT'i konuştuğu, "Bu darbe teşebbüsünde neden bunlar önlem almadı?" dediği yerde açıkçası çok kısa şekilde geçiştirmek belki işi savuşturmak adına doğru olabilir.

Hadi biz de size uyalım, Diyanet İşlerinden başlayalım, madem öyle. Bir tek selalarla milleti dışarı çıkarmakla iş bitiyor mu Sayın Bakan, öncesi ne olacak? Ben tam tersine, yok yani ben öyle diyorum. İş bitmiyor yani, bitiyor mu derken, meseleyi sadece insanların sokağa çıkması üzerinden... İnsanların sokağa çıkmasına neden olan darbe teşebbüsünü yapan insanların dini nasıl kullandığını da bir sorgulamamız lazım, neden kullandığını. Diyanetin buradaki rolünü de, hadi madem MİT'i sorgulamayalım kaldı diyorsunuz, bu dursun; ben tam tersine, keşke diyorum yapsa, Sayın Paylan'ın söylediğine katılmıyorum, keşke Sünni İslam'ı anlatıyor olsa, keşke anlatabiliyor olsa, keşke sizin söylediğiniz gibi... Burada güzelce söylemişsiniz "Diyanetin görevleri" diye yazıyor; toplum, inanç, ibadet ve ahlak konularında aydınlatmak, doğru dinî bilgiyi insanımıza ulaştırmak, batıl inançlara karşı onları bilgilendirmek, millî dayanışma ve bütünleşmeyi sağlamak. Şimdi nasıl oldu da biz buraya geldik? Arkadaşlarımız geldi TRT'den röportaj yapmaya. 15 Temmuz gecesi burada olan bir arkadaşınız olarak onlar da birer temsilci gelmişler. Sordular dediler ki: "Hocam sizin için 15 Temmuzdan almamız gereken en önemli ders nedir?" diye. Ben dedim ki: "Buradaki en önemli ders Diyanet İşleri Başkanlığının kendini sorgulamasıdır." Nasıl oluyor da yıllarca kurmaylık yapmış, askerlik yapmış, yıllarca akademisyenlik yapmış, profesör düzeyine gelmiş insanlar hipnotize olmuş gibi bir talimatla nasıl oluyor? Ruhban sınıfının olmadığı, dindarlık tartışmalarının yıllardır yaşandığı... "Dindar nesil yetiştireceğiz." derken nasıl oldu da akıldan, mantıktan uzak, bir kişinin yönlendirmesiyle robot gibi bu insanlar harekete geçti? Benim için şu anda en büyük rol aslında Diyanet İşleri Başkanlığına düşüyor. Yeniden bunu bir sorgulamamız lazım. Nerede Sünni insan, nerede Hanefilik nerede Maturidi geleneği? Adını duymaz olduk yani varsa yoksa bir siyasal İslam. Siz de aynı şekilde tırnak içinde söylediniz ama, akademisyen titizliği içerisinde "İslami terör veya siyasal İslam" diyorlar. Ya, böyle bir şey olur mu? İslam'ı kullananlara... Sizin de bahsettiğiniz gibi nereden çıktı; Taliban nereden çıktı, El Kaide nereden çıktı, IŞİD nereden çıktı? Yani onun için bizim yeniden dönüp... Onun için diyorum Buhara'dan, Semerkant'tan gelen, Horasan erenleri dediğimiz, konuştuğumuz şeylere yeniden dönmemiz lazım. Güncellik, küreselleşmenin getirdiği şeyleri uyup sonra siyasi olarak bundan biz nasıl faydalanırız diye baktığınız zaman işte bir süre sonra başımıza bunlar geliyor Sayın Bakanım. O anda evet, tamam, işimize geldi, ılımlı İslam var, medeniyetler ittifakı; onları konuşursak sabaha kadar bitiremeyiz. Kendi kendimize zaten Türk'ün İslam'ı varken gâvurun bize getirdiği İslam'la neyine uğraşıyoruz ya? Asıl İslamiyet'i medeniyet hâline getiren Abbasilerden sonra Türklerin İslamiyet'i kabulüyle beraber dünyaya yayması "İlayıkelimetullah" dediği şey değil midir? Niye kendimizden uzaklaşıyoruz? Niye "Türk" dendiği zaman herkes titreyip de böyle bir şekilde farklı bir yer alıyor? Nerede kaldı Türk Müslümanlığı? İslamiyet bir din orada ama bunun herkese göre yorumu yok mu? Yani gerçekten ben şaşırıyorum, böyle bir şeye senelerdir müsaade etmişiz. Yani hakikaten biraz böyle bunları gördükçe serzenişlerim artıyor. Çok fazla söylenecek şey var ama yani nerede kaldı, bize sorarlardı "amelde mezhep itikatta mezhep" diye. Ben hiç kimseden duymuyorum. Ara sıra burada gelen Diyanet İşleri mensuplarına soruyorum, ilahiyatçı hocalarımıza soruyorum; okuyorum, bakıyorum, birkaç ilahiyatçı hocamız var onlar yazıyor, onun dışında konuşan da yok; herkes bir dünya şeyine kapılmış hocalar. Onun için ben burada en büyük görevin Diyanet İşleri Başkanlığına düştüğünü düşünüyorum ve yeniden bir ahlaki restorasyona -tırnak içerisinde- ihtiyacımız var yani dinin temeli ahlak. Peygamber Efendimiz "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim." diyor. Biz işin şekil taraflarına kaptırdık, o arada herkes kendine göre bir din yorumu getirdi. Herkes ayrı bir cemaat oldu, ayrı bir tarikat oldu. Dolayısıyla bizim yeniden orijinal şeylerimize dönmemiz lazım. Bir tarafta Elmalılı Hamdi'ye yazdırdığımız tefsir dururken Seyyid Kutub'un tefsirlerine doğru Fizilalil'e gittiniz, onlar yaygınlaştı. Bunun yorumunu, millete anlatılmasını yapmak yerine herkes kendine göre gruplar kurdu. Nerede kaldı? Arada yıl dönümleri geldiği zaman Mevlânâ'yı aralıkta anıyoruz, Şebiarus'a gidiyoruz güzel; Yunus Emre'nin yıllık şenliklerine gidiyoruz. Bitti mi iş? Nerede kaldı Hacı Bektaş'ın getirdiği şey, Yesevi'den gelen, Buhara'dan gelen geleneklerimiz? Yok.

Yani biraz ben bu konularda işin şekil tarafından gelip sadece bir camia menfaat birlikteliğinin, ister dinî ister siyasi ister ticari olsun oraya dönüşen bu yapıların da ele alınması ve Diyanet İşlerimizin köklü bir... Sadece bir din şûrasında 15 Temmuza karşı bir şey söylemek yetmiyor, bütün sosyologlarla, antropologlarla toplu bir uluslararası kongreyle bu işi -sadece ulusal değil- ciddi anlamda bir ele almak gerekiyor. Bu küreselleşmenin getirdiği yolsuzlukla beraber yozlaşmayı da, kâr hırsıyla beraber gelen aşırı kapitalleşmeyi de bir sorgulamamız ve insanımıza, kendi sosyal dokumuza uygun şekilde bunları anlatmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Bu kapsamda biraz da kendi nefsimizle de asıl cihatla da yüzleşmemiz lazım. Cihat deyip, "Allahuekber" deyip kendi din kardeşini kesmeyi artık biz insanlara anlatamıyorsak, bunlar da Müslüman gibi görünüyorsa dünyada en büyük sorumluluk bize düşüyor diye düşüyorum. Bu kapsamda biraz daha asıl kılıçla cihadın yerine, önce nefisle cihadı yapmaya bizi davet etmeleri gerekiyor. Onun için ben de madem öyle dediniz 15 Temmuzun okumasını din ve Diyanet üzerinden yapayım dedim. Tabii ki ciddi bir şeyle karşı karşıya kaldık. Sayın Kurtulmuş o arada "bütün unsurlara" diyerek teşekkür etti ama biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak olayın patladığı andan itibaren Sayın Genel Başkanımızla birlikte genel merkezde ilk açıklamayı yapan; Hükûmetin, devletin, güvenlik güçlerimizin arkasında duran kurum olarak her türlü antidemokratik tavra karşı olduğumuzu bir defa daha beyan ediyoruz: Bunlarla da bir an önce mücadele edilmesi, bütün unsurlarıyla, bütün boyutuyla bir an önce sorgulanması gerekiyor.

Sayın Kurtulmuş'un da ifade ettiği gibi, siyasi boyutunun da tamamen bir elden geçirilmesi gerekiyor ki bir daha bunları yaşamayalım. Ondan sonra da az önce belirttiğim sosyal kısımlarıyla ilgili de çalışmalar yapmamız lazım. Buraya nasıl geldik bu kadar senede? Şimdi, dosyalarımı karıştırırken baktım arada 2010 yılındaki şeylerde bile yani yazılanlar, çizilenler -daha fazla değil, daha geriye gitmeyeyim ama- yani bir sürü cemaat unsurlarının yaptığı şeyler, yine askerlerle ilgili, darbeyle ilgili bir sürü yazılar, çiziler olmuş. Maalesef biz o ara bir şeyden hiçbirine bakmamışız yani yeni de değil. Biz derken topyekûn olarak toplumsal olarak söylüyorum, sadece Hükûmeti bahsetmiyorum. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak uyarılarımızı yapmıştık ama sizlerden çok fırça yemiştik diyelim, en kibar tabiriyle aslında hakarete maruz kaldık ama. Buradan dersler çıkarmamız lazım özeti. Söylenenleri dinlersek hep birlikte yapabiliriz.

Şimdi, birkaç tane de sizi bulmuşken... Başbakanlığı temsilen, Başbakanı temsilen geldiniz. Sabah Sayıştay Başkanımıza söyledik, dün Maliyet Bakanımızı söyledik, sizin kurumlarla ilgili de var. Sayıştay raporlarına yeniden baktım Sayın Başkanım, bilahare Sayıştay Başkanına söyledik ama tekrar şimdi kurumlarınki geldi bakınca, orada genellerine baktık. Arkadaşlarımız burada ama, şimdi bazılarında şöyle bir şey var: Bize rapor diye sunulanlar kurumların tanıtımı ve Sayıştayın ne yapması gerektiği. Okusanız siz bizden de beter aslında eleştirirsiniz, okuma vaktiniz olsa eminim. Akademisyen titizliğiyle derseniz ki: "Bu ne kardeşim, bunları adamları göndermeyin." Vallahi dersiniz yani şey olsun diye söylemiyorum. Şuraya bakıp biraz akademik namusu olan birisi o rapora baktığı zaman "Ya böyle rapor mu olur?" der. Siz görmediğiniz için. Sayın Başkan da bize sadece "Ya gönderdik ya işte." deyip kapatıyor. Bakın diyor ki şu kadarcık bir denetim görüşü var, bir tanesi hepsi aynı şekilde, küçük küçük raporlarımız var, sadece bu; diğerleri tanıtım broşürü gibi, kurumun ne yaptığını anlatıyor. Burada da diyor ki, örnek yani şey için söylemiyorum Sayın Başkanınki en üste geldi altta da göstereceğim şimdi. "Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 2015 yılına ilişkin yukarıda belirtilen ve ekte yer alan mali rapor ve tablolarının -buraya dikkatinizi çekiyorum, ben de çizdim- tüm önemli yönleriyle doğru ve güvenilir bilgi içerdiği kanaatine varılmıştır." Güvenliği bir daha kaldırayım, şurada da var. Yani üç tanesinde tüm önemli yönleriyle yazıyor, raporu hazırlayanların niteliğine göre değişiyor herhâlde. Ötekilerde de yine aynen "gelen şeyler doğrultusunda" diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Günal süreniz bitti de, Sayın Kalaycı süresinin beş dakikasını size kullandırmanızı...

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Yok, bitiriyorum yani öyle olmuyor, usulümüze aykırı Sayın Başkan.

BAŞKAN - Yok, yani Sayın Kalaycı burada olduğu için mümkün.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Yok, yani o da konuşur şimdi. Hemen bitiriyorum. Bitirdim zaten.

Şimdi Sayın Bakanım, buradaki sıkıntımız şu: Tablolar gelmiyor, Başbakanlık 2015 yılı Sayıştay... Sizinkini söyleyeyim yani genel olarak böyle bir sorunumuz var. KBS üzerinden alınanlar sistemde bir arıza olduğu için 2015 yılında başladık diye bakıyorlar; arkadaşlarımız anlarlar, belki teknik olarak hemen vakit yok diye söylüyorum. Raporlama şeklinde farklılık olduğu için istenilen düzeyde verilere ulaşılamıyor, özeti bu. Hâlen, daha -kaç sene oldu biz bu şeyleri konuşalı- maalesef, bu belgelerin tamlık... Belgelerin de tamamı... Bir de şöyle bir şeyler var hepsinde: "Bize verilen belgelere göre" diyor. Şimdi verilmesi gereken belgeler ayrı, buraya arkadaşlar belgelerin ismini yazıyor -aldıklarını- "Buna göre yaptık." diyorlar. Ne yapsınlar? Yani "Şunlar şunlar gelmedi." diyemiyorlar. Olan belgeleri yazıyorlar. "Biz denetimimizi bu belgelere göre yatık." Sonucunda "Bize verilen belgeler usule uygundur." Peki, verilmeyenlerde ne var veya verilenlerin içinde ne var? O yok. Onun için, bunlarla ilgili biraz daha, Başbakanlık adına... Sayıştay zaten bizim adımıza denetim yapıyor, Meclis Başkanımıza da daha doğrusu, sabah, Başkan Vekilimize, Sayıştay Başkanına söyledik. Ama mesela Başbakanlığınki de doğrudan sizinle ilgili. İki sistem arasında raporlama farklılığı olduğu için -özetini söylüyorum, arkadaşlar bakabilirler- sağlıklı bilgi tam olarak üretilemiyor farklılıklar oluşuyor ve veriler alt alta eklenmiş oluyor. Kurumların verileri aynı standartta olmadığı için, Başbakanlığın yıllardır bütçesiyle ilgili böyle bir sorunumuz var. Bunu da iletmiş olayım. İnşallah bir dahakine çözülür. Arkadaşların bir çalışması varsa da bizi bilgilendirirseniz seviniriz.