KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bana sataşmadan dolayı da bir üç beş dakika fazladan zaman verin.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanlar; sunumlardan önce bir şey anlatmaya çalıştım ama maalesef burada biraz önce gördüğümüz manzarayla cevap hakkımız, konuşma hakkımız kullandırılmadı, bu işin Plan ve Bütçede yaptığımız işle, görüşmeyle ilgisi olmadığını söylediler. Ben ısrar ediyorum, bu iş tam tersi, Plan ve Bütçeyle ilgili, şu anda yapmış olduğumuz milletin bütçe hakkı, temsili görevimizle ilgili ve yakından ilgilidir. Şimdi, eğer biz burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kendimizi tam olarak ifade edemeyeceksek dışarıda vatandaş nasıl ifade edecek?

Sayın Bakanın psikolojisi şöyle geldi bana: Yani, muhalefetin tamamı bir şekilde bizim gibi düşünmüyorsa tehlikelidir. Hadi "haindir" demesin, "teröristtir" demesin, şüpheyle bakılacak. Ya, bu çok yanlış bir yaklaşım tarzıdır. Muhalefet kendisini...

BAŞKAN - Biz mi Başbakan Yardımcısı mı?

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Evet, Sayın Başbakan Yardımcısını kastediyorum, Sayın Türkeş'i kastediyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - Hangisi?

BAŞKAN - Üzerinize alınmadınız ama sizden bahsediyor.

BAŞBAKAN YARDIMCISI YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - Ben öyle bir şey söylemedim de onun için diyorum.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Ben ifade edeyim düşüncemi siz de daha sonra "Öyle değil." diyebilirsiniz.

Şimdi, bakın, evet, OHAL ilan edilirken bu iş konusuyla bağlantılı olacağını, vatandaşın rahatsız edilmeyeceğini falan söylediniz. Ya, durum ortada. FETÖ'yle mücadele çerçevesinde yapılan mağduriyetler, uygulamalar, Cumhuriyet gazetesine kadar gelmesi, Cumhuriyet gazetesi yönetim değişikliği yapıldı, dolayısıyla politika değişikliği yapıldı, yayın politikası değişti, o politikadan sonra da FETÖ 15 Temmuz darbesine zemin hazırlığı... Ne kadar, ne kadar rahat.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) - Sayın Bekaroğlu, Cumhuriyet Başsavcılığı öyle değerlendirmiş.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Tamam, ben bir şey demiyorum yani, neyse.

Bu anlayış gerçekten son derece tehlikeli anlayıştır. Böyle bir demokrasi olamaz. Demokraside, muhalefet, farklı düşünceler kendisini ifade edebilmeli ve o farklı düşüncelerin kendisini ifade etmeleri anayasal garanti altında olmalı; bu görev de Hükûmetin görevidir, böyle olması gerekiyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakın, benim hayatım insan hakları mücadelesiyle geçti, herkesi savundum. Mesela ben bir Özbek muhalif -Özbekistan'da idam cezası geldi- iade edilecekti -hiç fikri neydi, şeyi neydi bilmiyorum- "Edilmesin." dedim, terörist mi oldum? Özbekistan onu terörle suçluyordu. Belki de bu AKP zamanında çok sayıda Özbek muhalif iade edildi, belki de idam edildiler, bilmiyorum. Hiç tanımıyordum adamı, neydi muhalefeti, onu da bilmiyordum ama siyasi bir dava olduğunu biliyordum, siyasi bir dava dolayısıyla iade edilecekti ama o devlet onu terörist olarak görüyordu, belki de adamı idam edecekti ama ben karşı çıktım.

Değerli arkadaşlarım, AK PARTİ'li milletvekili arkadaşlarıma söylüyorum: Bakın, herkese yarıyor, bir dönem birine, bir dönem öbürüne yarıyor bu ülkede. Bakın, 1999'da Ankara'da bir savcı Merve Kavakcı'nın evini bastı -bütün milletvekilleri, Parlamento baskı altındaydı, özgürce siyaset yapılamıyordu o dönemde- 3 milletvekili merdivenlerde savcıyı karşıladık. Merve Kavakcı terörist miydi? Biz onu yaptığımızdan dolayı terörü mü destekledik değerli arkadaşlarım? Öyle değil.

Bakın, bu HDP'lilerle ilgili açık, net bir şey söylüyoruz biz: Biz -Sayın Bakanım da ifade etti, Sayın Temizel de ifade etti- Cumhuriyet Halk Partisi olarak şiddetin siyasetin aracı olarak kullanılmasını kategorik olarak, ilkesel olarak reddediyoruz. Elbette teröre karşı çıkıyoruz ve terörle mücadelenin yapılmasını ama hukuk içinde yapılmasını savunuyoruz. "Ama hukuk içinde..." dediğimiz andan itibaren bizi teröriste yazıyorlar. Böyle bir şey olur mu arkadaşlar? "Hukuk içinde yapılsın." diyoruz. Burada da bir fikrimizi açıklıyoruz, diyoruz ki: Gelmediler mi bunlar? Evet. Dokunulmazlıkları kalktı, bütün dokunulmazlığı kalkan milletvekilleri gibi bunlar da gidip savcıya ifade ver... Vermediler. Ne yapıldı? Diğer vatandaşlar gibi zorla götürüldü. Ee, sonrasında ne yapıldı? Tutuklandı.

Şimdi, burada diyoruz ki biz: Bakın, arkadaşlar, bu yanlıştır. Anayasa Mahkemesinin de bu konuyla ilgili kararları var, bir milletvekilinin suçu sabit olana kadar yani Yargıtay onaylayana kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil görevini, yasama, denetleme görevini yapabilmesi gerekiyor, tutuklanmaması gerekiyor diyoruz, dediğimiz şey budur. Teknik olarak, hukuken doğru olan bu olduğu gibi siyaseten de doğru olan budur.

Değerli arkadaşlarım, sevgili bakanlarım; bakın, bundan bir süre önce Adalet ve Kalkınma Partisi bu sorunu -Kürt meselesini diyorum- demokratik yollarla çözmek için gayretler gösterdi. Peki, biz bu siyasi hareketin sivil temsilcilerini, seçilmişlerini Meclisten gönderdikten sonra yarın bir gün mutlaka ve mutlaka birileriyle oturup konuşacağız. Kiminle oturup konuşacağız, daha evvel yaptığınız gibi terör örgütüyle mi, PKK'yla mı oturup konuşacaksınız? Bunu anlatmaya çalışıyoruz. Toplumda Kürt vatandaşlarımızın temsilcilerine uygulanan... "Ha, şu anda sokağa çıkmıyorlar, hiçbir şey de yok, ölçüyoruz, yavaş yavaş yapıyoruz." Öyle değil, uzun vadede o insanların muhayyilesinde ne oluyor, o insanlar Türkiye'den, Türkiye Cumhuriyeti devletinden ne kadar uzaklaşıyorlar, uzaklaşmıyorlar, onlara da ciddi bir şekilde bakmamız gerekiyor. Bakın, böyle bakmadığımız müddetçe problemler ortaya çıkar.

Bir daha tekrar ediyorum: Biz, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasama ve denetleme görevimizi hiçbir baskıya mahal vermeden yapabilmeliyiz; yapamıyorsak burada demokrasi eksiktir.

Sayın Başkanım, bu süre konusunda da öyledir. 10 tane, 12 tane kurumun, çok önemli kurumun bütçesini konuşacağız, ben daha konuya giremedim bile. Bu konularla ilgili, her bütçeyle ilgili bir şeyler söylememiz gerekiyor ama on dakika süremiz var.

BAŞKAN - Süre stresine girmeyin, ek süre vereceğim.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bu da bir baskıdır ve baştan beri sizin tutumunuzdan dolayı süre stresi altındayız, onu ifade edeyim.

Şimdi, insan haklarından, özgürlüklerden konuşmuşken ben İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna geleceğim, onun bütçesiyle ilgili birkaç bir şey söyleyeceğim. Bakın, dünyanın hiçbir yerinde böyle, devletin insan hakları kurumlarına çok olumlu bakılmaz. Türkiye'de bu İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun böyle geçmişine baktığınız zaman bir İnsan Hakları Başkanlığı var devlet kurumu olarak. Daha sonra, Adalet ve Kalkınma Partisinin demokrasi ve özgürlükleri geliştirdiği dönemlerde Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurulmuş ve bu kuruma Meclis, Cumhurbaşkanı ve barolardan üyeler seçilmiş, daha bağımsız görünen bir yapı. Şimdiyse, 2016 yılında çıkan 6701 sayılı Kanun'la, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu'yla beraber ne hâle gelmiş bir kurum, bir görün: 8 üye Bakanlar Kurulu tarafından seçiliyor, 3 üye de Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Değerli arkadaşlar, bu, majestelerin insan hakları kurumudur. Böyle bir kuruma... Ha, bundan sonra nasıl çalışacak, bu kurum neler yapacak bilemem ama şunu biliyorum -kimler atandı, neler atandı, bilmiyorum- bundan önceki sizin "daha fazla özgürlük, demokrasi" falan dediğiniz çözüm süreçleri yaptığınız dönemde İnsan Hakları Kurumunda Türkiye'nin en önemli insan hakları savunucuları Serap Yazıcı'dan Levent Korkut'a, Şevki Hakyemez'den Abdurrahman Eren'e kadar, MAZLUMDER eski Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu'na kadar insanlar görev yapmıştı.

Bakın, böyle olmaz. Burada, eğer, biz, gerçekten bir denetim organı kuracaksak insan hakları kurumları da, Kamu Denetçiliği de, bunlar devletin uygulamalarına karşı genellikle halkı, milleti korurlar. O nedenle, bu kurumların oluşturulması ve işleyişleri bağımsız olur. Burada öyle değil. Yani, bunların tamamı Bakanlar Kurulu tarafından atanıyor ve Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Ha, bunlar yarın pratikte tarafsız davranırlar, davranmazlar, o konuya girmiyorum, buradaki insanlarla ilgili bir şey söylemiyorum ama şurada görünen o ki bir devlet kurumu olarak oluşuyor. Dolayısıyla, bunların yapacağı denetime de hep şüpheyle bakılacak. Bakın, bunlarla ilgili, üst kurullarla ilgili değişik arka arkaya kanunlar çıkıyor ve bu kanunların tamamını da böyle yapıyorsunuz.

Ben bir öneride bulunuyorum, sürekli bulundum, yine bulunacağım, o da şudur: Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim görevini yapacak olan kurullarda ve komisyonlarda Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan siyasi partilerin eşit bir şekilde temsil edilmeleri gerekir. Netice itibarıyla, onların yazacakları raporların bir yaptırımı olacaksa Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna gelecektir, orada görüşülecektir ve çoğunluk yine ne istiyorsa o olacaktır ama o insanların, o kurumların yapacağı denetimler bağımsız denetim diye hem Türkiye'de hem de dünyanın her tarafında saygıyla karşılanacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Ek süre veriyorum.

Buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Evet, ek süre veriyor, süremiz bitti.

Peki, İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunu geçtim, AFAD'la ilgili birkaç bir şey söylemek istiyorum. Birkaç cümleyle geçeceğiz, başka bir şekilde... Böyle bütçe görüşmesi olmaz Sayın Başbakan Yardımcılarım.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) - Ben de birkaç cümleyle sunabildim zaten.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - E, sizin kabahatiniz yoktur, evet, Meclisin, Komisyon Başkanının filan, neyse.

Bu AFAD'la ilgili, bu AFAD'a bağlı kamplarla ilgili, genellikle Suriyeli mültecilerin kaldığı kamplarla ilgili çok ciddi iddialar var ve bu iddiaların araştırılması için hiçbir şey yapamıyoruz, Türkiye'de hiçbir şey yapılamıyor, yine "bağımsız kuruluşlar" -tırnak içinde- araştıramıyor bunları. Birkaç tane örnek vereyim. Biz, bundan evvel, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan çocuk istismarlarıyla ilgili komisyonunda o dönem çok yaygın bir şekilde bu kamplardan, çocuklu istismar vakaları, tecavüz vakaları, çocuk yaştaki kadınların pazarlandığı gibi bir sürü iddialar geliyordu ama bunca ısrarlarımıza rağmen bu yerleri gidip denetleme imkânımız olmadı. Kim denetliyor buralarda ve buralarda ne oluyor? Bu konularla ilgili soru soruyorum.

Başka bir şey, çok özel bir konu: Bu 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, o zaman, biliyorsunuz, İstanbul Büyükşehirde AKOM'un Başkanı ya da başında bulunan insan Saraçhane'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı darbeciler tarafından basılırken oradaydı, darbeciydi, hemen onun arkasından AKOM'un bütün çalışanları -ki bunların arasında memuru vardı, işçisi vardı, geçicisi vardı ve Türkiye'nin en önemli, en uzman kurtarma ekibi vardı- bunlar dağıtıldı, açığa alındı. Ne oldu bunlar Sayın Bakanım? Bu konuyla ilgili, bunlarla ilgili bir şey yaptınız mı?

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) - Çok özür dilerim, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin mi, AFAD'ın mı?

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - AKOM'un.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) - AKOM, Büyükşehir Belediyesinin.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Büyükşehir Belediyesinin, soruyorum size. Yani, Büyükşehir Belediyesinin ama afetle ilgili olduğu için soruyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) - Tamam.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Başka bir konu -bütün afetlerde bu böyledir ama- Doğu Karadeniz bölgesinde, özellikle sonbaharlarda -diğer aylarda da oluyor- sürekli sel ve heyelan felaketleri yaşanıyor, bu sene de eylül ayında 3 kere, 4 kere tekrarlandı. En son önceki gün Arhavi'de -çok şükür insan ölmedi, can kaybı olmadı- ciddi bir heyelan yaşandı, seller oluyor. Bunların sebepleri, niçin oluyor, nasıl oluyor? Bunlar diğer bakanlık bütçeleri zamanında konuşulacak ama size soruyorum: Mesela, Rize'nin Fındıklı, Arhavi, Hopa ilçelerindeki ve Beşikdüzü'ndeki sel felaketlerinde ordaydım yani bu kadar beceriksiz bir kurtarma, hemen arkasından yapılan çalışmaların bu kadar ele ayağa dolaşması şaşılacak bir şeydir. Bunlar denetleniyor mu Sayın Bakanım? Mesela, Rize'nin Fındıklı ilçesinde çevre belediyelerinden ve kamu kuruluşlarından onlarca iş makinesi geldi, orada burada dolaştılar ama mesela, şahsen benim evimin yolu beş gün kapalı kaldı. Ben bir milletvekili olarak bir iş makinesi bulamadım. Vatandaşların durumu... Şimdi, burada yine bir soru soruyorum: Birçok köyde hasar var, evleri yıkılmak durumunda olan insanlar var, bazen gidiyorlar komşularında ya da akrabalarında misafir kalıyorlar, bazen evlerine geliyorlar. Kimse bir şey söylememiş, gelmiş, birkaç kişi incelemiş "Çıksanız da olur, çıkmasanız da olur." denilmiş. Bu gece yağmur yağmayacağını kimse bilmiyor, yeni bir yağmurda bu evlerin ne olacağını bilmiyoruz ve bu konuyla ilgili hiçbir şey yok. Sadece "Fındıklı'ya 1 milyon para geldi." deniliyor ama öğrendiğimiz kadarıyla 250 bin lira falan kullanılmış, o da iş makinelerinin mazotu falan. Esnaf bekliyor, 6 milyon zarar çıkmış. Bu konularla ilgili de hiçbir şey yapılmamış. Bunlarla ilgili ne diyorsunuz? Bunu ileteyim.

Vakıflarla ilgili şunu teslim edelim Hükûmete: Evet, bu dönemde, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde bu tarihî eserlerin, gerçekten, çok sayıda onarımının yapıldığını biliyoruz, görüyoruz gittiğimiz yerlerde. Sadece Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı olan yerlerde değil, Kültür ve Turizm Bakanlığının da bu konuyla ilgili yaptığı ciddi çalışmalara şahit oluyoruz. Ama, bu çalışmalar yani niceliksel olarak bu çalışmalar gerçekten takdir edilecek durumda ama niteliksel olarak yapılan onarımlarda ciddi sıkıntılar olduğu, tarihî eserlerin özelliklerini kaybettiği, bu konuda çok ciddi denetimler yapılmadığı şeklinde önemli duyumlarımız var. Bu konuyla ilgili ne yapacaksınız? Bunu bir araştırmanız, bir denetlemeniz var mı? Bunu sormak isterim?

Başka bir konu: Sayın Bakanım tekrar etti ama yeni bir CHP'li olarak sürekli bu soruyla karşı karşıya kaldığım için tekrar soracağım. Atatürk'ün vasiyeti gereği İş Bankasının hisselerinden Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumuna aktarılan paralarla ilgili ciddi sorular geliyor özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi tabanından. "Bu İş Bankasında olan paralar nereye gidiyor, nereye götürüyorsunuz?" falan. Dolayısıyla, çıkıp insanlara "Hayır, bu paralar CHP'ye falan gitmiyor. Bu, Atatürk Dil Kurumuna, Tarih Kurumuna gidiyor. Şu kadar paradır, her sene şu kadar geliyor yıllara göre ve şu yerlere harcandı." diye bir açıklama yapılmasında, Plan ve Bütçe Komisyonunda böyle bir açıklama yapılmasında yarar var.

Tabii, süreyi çok da aştım, birkaç cümleyle toplu, ortak olarak 2015 Sayıştay raporlarıyla, kesin hesapla ilgili de bir şey söylemek istiyorum. Tabii, atlaya atlaya seçerek şey yapacağım. Mesela, bu kurumların denetimiyle ilgili, Sayıştay raporlarında iç denetimle ilgili cümleler var. Örneğin, "Türk Dil Kurumunda tahsis edilmiş 3 denetçi kadrosu bulunuyor ama bunlar atanmıyor, niye atanmıyor?" diye bir eksiklik görülmüş.

Biraz evvel arkadaşlarımız ifade etti, daha sonra yine ifade edeceklerdir. Biz bu Sayıştay raporlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine geliş şekli ve biçimini yeterli bulmuyoruz. Gerçek anlamda Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapmadığı, yapamadığı kanaatindeyiz ama buna rağmen o kadar çok bilgiler yansıyor ki bu bilgilerle ilgili neler yapıldığı konusunda bile bir açıklama yok. Çok uzun notlar aldık ama bu notları burada sizinle paylaşmamız mümkün değil. Mesela, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili, işte, tüm önemli yönleriyle doğru ve güvenilir bilgi içerdiği kanaatine vardık. Yani, Sayıştay buradayken kendilerine de söyledik ama ondan sonra alt alta yazılan maddelerde son derece önemli problemler, eksiklikler var. Yolsuzluğu akla getirebilecek cümleler var ama bu cümlelerle ilgili ne yapılıyor? Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi ciddi bir şekilde, maalesef, bilgilendirilmiyor. Gerçekten, eğer biz bütçe yapacaksak ve geçmiş bütçenin, gerçekten, hesaplarını denetleyeceksek, burada ibra edeceksek muhalefet milletvekilleri ve iktidar partisi milletvekilleri olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi ciddiye alınarak Sayıştayın raporları buraya gelmeli, bütün ayrıntılarıyla bunu tartışabilmeliyiz. Defalarca söyledik, bir daha tekrar ediyoruz: Bu şekilde yaptığımız bütçe görüşmelerinde bu denetim görevimizi yapamıyoruz maalesef. O nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bağımsız bir kesin hesap komisyonunun kurulması, Plan ve Bütçe Komisyonuna -alt komisyon olarak değil- yeteri kadar süre verilmesi, uzmanlarla takviye edilmesi ve gerçekten onaylayıp verdiğimiz bu milletin vergilerinin nereye, nasıl gittiğinin ciddi bir şekilde soruşturulması gerekiyor, ciddi bir şekilde denetlenmesi gerekiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi ancak bu şekilde saygınlık kazanabilir ve gerçekten demokrasi ancak bu şekilde olabilir.

Teşekkür ederim.