KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın bakanlar, değerli milletvekili arkadaşlarım, çok kıymetli bürokratlar ve basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben bu kurumların bütçelerinde biraz -arkadaşlarım, eskiler biliyor- gündelik siyasetten uzaklaşıyorum, Sayın Aydemir'e sataşmak için söylemiyorum ama ak günleri, kara günleri konuşmayacağım çok daha önemli meseleler var; sana sataşmıyorum, bir daha söyleyeyim İbrahim Bey. Cümleye başlarken öyle diye başlamıştı da "Ak faaliyetler, ak günler, ak kurumlar." Şimdi, akı, karası değil, hâlimiz ortada gerçekten. Yine istersen sana referansla devam edeyim, "Gelin canlar bir olalım, işi kolay kılalım, sevelim, sevilelim." diye Yunus Emre'yi yine... Dünya kimseye kalmaz diyerek devam edelim madem oradan başladık. Dolayısıyla bu kurumların -Yunus Emre'nin de adına merkezleri kuran kurumları konuştuğumuz için böyle söylüyorum- siyaset üstü bir şekilde ele alınması gerekir. Bütün bütçelerde ben yıllardır söylüyorum ama uygulamada maalesef o noktaya gelemiyoruz, sıkıntımız burada. Sayın Türkeş de söylemiş "Elli yıldır hak ettiği yeri alamadı." diye. Yani tam tabii... Allah razı olsun, bazen, böyle... İbrahim arada gitti ama sürekli "ak günler" deyince on dört seneyi çıkarıyordular. Genel olarak bütün hükûmetler döneminde bir şeyleri yapamamış olmanın ve ihmal etmiş olmanın sonucu olarak bugün buradayız biz.

Yurtdışı Türkler Başkanlığının o anlamda katkılarını olumlu buluyoruz. Geçen hafta Sayın Başkan da oradaydı, bir toplantıda bulunduk. Orada da ifade ettim, yetmez ama evetçiyiz, çünkü biz MHP olarak bir dış Türkler bakanlığı istiyorduk. Başkanlık olması da en azından bir şeyin, ihtiyacın varlığının tespiti anlamında önemli ama fonksiyonel olarak da işlemesi için de görüşlerimizi söylememiz lazım. Yani, az önce Sayın Aksu, Türkmenleri söylerken, Tuğrul Bey arada hemen bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetti ama, maalesef, çok fazla farklı örnekler geliyor.

BAŞBAKAN YARDIMCISI YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - "Türkmenler" demedim, "Kerküklüler" dedim.

MEHMET GÜNAL (Antalya ) - Yo, yo ben söylüyorum. O da bizim için Türkmen tayfasından geliyor.

BAŞBAKAN YARDIMCISI YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - Her Kerküklü doğruyu söylemez...

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Olabilir, biz de bize gelen genel şikâyetleri iletmek zorundayız, onların doğru, yanlış olduğunu incelemek, bakmak da sizlerin görevi. Bize gelenleri de biz arkadaşlara -eğer uygun olurlarsa, şikâyetleri veya talepleri yerinde bulursak- arkadaşlarımıza zaten iletiyorum, sağ olsunlar onlar da bakıp yardımcı olmaya çalışıyor. Ama biz daha etkin çalışan bir sistem istiyoruz; bütçesiyle, kurumsal yapısıyla, personeliyle, kendilerine verilen siyasi destekle, her şeyiyle daha etkin çalışan bir yapı burada istiyoruz.

Önceki gün içerisinde bir paneldeydik. Yine, orada da Suriye meselesiyle ilgili bazı şeyler tartışıldı. Gelen Türkmenler de vardı. Ben oraya getirmek için söylüyorum Sayın Başbakan Yardımcım. Yoksa, sizinle polemiğe, araya girmeyeceğim ama benim derdim meseleyi oradaki sıkıntıya getirmek. Bizim Ülkü Ocaklarımızın da burada Türkmenler için kurduğu bir Türkmenevi var. Oraya da ben gittim. Arkadaşlarımız gönüllülük esasına göre çalışıyorlar; tedavileri yapılıyor, ilaç yardımı, gıda yardımı, normal devletin kurumlarının dışında, STK olarak ciddi... Yani onların oradaki mağduriyetini ben kendim gördüm. Yani, yalan söyleyeni, doğru söyleyeni bilmiyorum ama yaşadığımı, gördüğümü biliyorum. Biraz daha o konuda hassasiyet gerekiyor. Çünkü şimdi bir de çatışmaların olduğu ortamın tam ortasında kalıyorlar. Biraz daha o konuda şikâyetler artacak gibi. Dışişleri Bakanlığının dışında YTB'nin de biraz daha özel bir ilgi göstermesi gerektiğini düşünüyorum.

Öğrencilerle ilgili de burada sizin söylediğiniz birçok konu var ama, daha önce TİKA'nın da dahli olan birtakım çalışmalar yapıldı YTB'den önce. Yeniden bu Büyük Öğrenci Projesi'ne benzer bir çalışma yapmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Hele hele, 15 Temmuz sonrası FETÖ okulları ve Türk Cumhuriyetlerindeki eğitim yapısına bakarsak, herhâlde, bütün kurumların içinde olduğu -sadece Dışişleri ve Millî Eğitimin değil, YÖK'ün değil- bizlerin de içinde olduğu bir koordinasyon içerisinde yapmamız gereken bir çalışma olduğu kanaatindeyim. Değişik okullardan öğrenciler var. Zaman zaman akademisyen alışkanlığı içerisinde ben konuşuyorum kendileriyle. Bazı sorunları da görüyorum. Hem karşılıklı sorunların çözümü anlamında hem de daha kapsamlı bir öğrenci kabulü anlamında bir çalışmanın -herhâlde- yapılması gerekir diye düşünüyorum. Şu anda biliyorum, rakamlara da baktım. Devam eden projeler var ama, biraz daha koordineli bir şekilde olmasının daha faydalı olacağını, ilerideki ilişkilerimiz açısından daha katkı sağlayıcı olacağını düşünüyorum.

Bir de, bu hususu söylemişken, işte Dışişleri Komisyonuyla yaptığımız bazı ziyaretlerde ve bize gelen, dış ilişkilerden sorumlu olduğumuz için bizatihi bana gelen yabancı heyetlerle yapmış olduğum temaslarda bazı bilgi eksikliklerinin bizim oralardaki boşluğumuzdan kaynaklandığını, FETÖ lobisinin çok daha etkili olduğunu gördüm. Bu kapsamda da, Dışişleri Bakanlığının çalışmalarının dışında oralardaki Türk topluluğu açısından TİKA temsilcilerimizin, YTB Başkanlığının birtakım çalışmalarla oradaki sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkileriyle biraz daha lobicilik faaliyetlerine destek olabileceğini düşünüyorum. Benim "parlamenter diplomasi" dediğim ve o Yenikapı ruhuyla biraz daha canlandırdığımız son ziyaretlerde gördüğüm bir şey var ki, o eksikliklerimiz var. Gittiğimiz yerde sivil toplum kuruluşlarıyla da büyükelçiliğimizde toplantılar yapıyoruz, basın mensuplarıyla da toplantılar yapıyoruz. O eksiklikleri yerinde bu vesileyle görmüş olduk. "Hayırdan şer çıkarma" örneği olarak bunu da konuların arasına bir eklemek istedim.

BAŞBAKAN YARDIMCISI YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - Şerden hayır...

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Şerden hayır çıkarıyoruz bazen hayırdan şer de çıkıyor. Yani başlangıcı aslında hayırdan şer çıktı Sayın Bakanım. Biz bunları "iyi çocuklar" diye sürekli destekledik. Oraya girmeyelim. Ben bugün girmek istemiyorum, beni zorlamayın fazla. Çünkü bu kurumlarda biraz daha siyasetüstü kalmamız gerekiyor.

Hassaten de, Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile Türk Dil Kurumu ile Tarih Kurumu ile ilgili konularda da yıllardır söylediğim bir şey var; akademisyen titizliğiyle fikrî takip yapıyorum, yine baktım, bütçeler 40 küsur milyonda kalmış tamamı; tamamı Sayın Bakanım, milyon. Yani çok acınacak durumda bunlar. Geçen sene söylemişim, bütçe görüşmeme baktım, yeniden tutanaklara baktım, "42 milyoncuk" demişim, şimdi 48 olmuş, ondan da Atatürk Kültür Merkezinin 5 milyonunu çıkarsak aynı duruyor geçen senekiyle. O yokmuş geçen sene saydığımızda. Şimdi, 48 milyon para; artı bundan biraz daha çıkmamız lazım; yaklaşık 20 milyonu personel ve sigorta gideri. Ee... Yani şimdi 20 milyonla ne yapacağız Sayın Bakanım? Hangi araştırma, ne yapacağız? Arkadaşlar sağ olsunlar yapıyor, baktım; birinde 3, birinde 5, birinde 9, master, yüksek lisans, işte doktora bursu var. Bu konulara çok daha ciddi eğilmemiz gerekiyor. Yeniden bu çalışmaları artırmamız gerekiyor. Bu bütçeyle bu çalışmaları arkadaşlarımızın yapması mümkün değil. Demin söylediğimiz gibi, Türk Dil Kurumu belki diğer gelirlerden birtakım faaliyetler yapıyor ama, diğer bütün kurumlarda bunlar yok maalesef. Biraz daha bu konulara ağırlık vermemiz lazım diye düşünüyorum. Eğer bunları yaparsak, işte, o zaman, hem Türk diliyle ilgili, Türk tarihiyle ilgili diğer çalışmaları, kültürel çalışmalarla beraber daha rahat yapabiliriz hem de birlik, beraberlik ruhunu pekiştirmek için Türk soylu topluluklarla ve diğer Türk devletlerindeki soydaşlarımızla daha yakın çalışma içerisinde olabiliriz. Bu kapsamda, TİKA'nın da -her seferinde söylüyorum, Başkan burada ama, biraz daha çalışmalarına bakıyoruz, demin değerli arkadaşlarım da söylediler- Türk dünyasına doğru ağırlık vermesi, kuruluş amacını da ihmal etmeden -tabii ki imkânlar nispetinde bütün diğer devletlerle karşılıklı teknik iş birliği anlaşmaları yapmasında mahzur görmüyoruz ama- biraz daha önce işte kendi evimizden, sonra komşulardan sonra kendi hemşehrilerimizden diye devam ettiği için önce biraz daha candan sonra canana doğru geçelim diye düşünüyoruz. TİKA'nın da bu kapsamda biraz çalışmalarını daha da yayması gerekir diye düşünüyorum.

Açıkçası hızlıca geçeyim, Başkan birazdan uyaracak. Vakıflarla ilgili geçmişten bugüne devam eden bir sorumuz var. Bugün itibarıyla, öğlen, diğer arkadaşlarımız, CHP milletvekillerimiz de aynı okula gitmişler, öğlen yemek arasında haberleştik. Şişli'de teknik okullar vardı. Adnan Başkan, Sayın Genel Müdür biliyor. Enteresan şeyler oluyor. Benim hâlen daha -gelmişken Adnan Bey'e bir daha sorayım- anlamadığım bir şey var. Bunu Çevre Bakanı ile Millî Eğitim Bakanına tekrar soracağım, şu anda son durumunu biliyorum ama, vakıflarla ilgili kısmını buradayken Sayın Genel Müdür iletmiş olayım.

Şimdi, bir düzenleme çıktı. Onun mağduru olarak böyle garip bir şey oldu. Vakıflar Meclisi o çıkan düzenleme kapsamında hiç irdelemeden 35 beyannamesinde varsa tak "Al bu mal senin." diyor. Yani, araştırdım -baktık arkadaşlarla- sordum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Günal, ek süre veriyorum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - ...dediler ki: "Biz onu, varsa listede müracaat ediyorsa, veriyoruz." Ama sistem öyle bir işliyor ki şaşırırsınız. Yani, daha vakıflar o düzenlemeyi yapmadan Bulgar Eksarhlığının üzerinde olan, Bulgar din adamının daha önce mülkiyetinde olan, sonra sahipsizlik nedeniyle kamuya geçmiş olan -Bulgar vakfının değil, bir daha söylüyorum yalnız- bir yeri bir müteşebbis keşfetmiş. Bu yer Şişli'de teknik okulların olduğu yer. Ben üç dört bütçedir dile getiriyorum, 2013 yılından beri söylüyorum arkadaşlara. Sonunda kademe, kademe, kademe baltayı vurdular, şu anda iş makineleri çalışıyor öğretim yılının ortasında. Millî Eğitim Bakanı biliyor, 2 defa, 3 defa eskisine de yenisine de söyledim. Çevre Bakanı biliyor; çünkü oraya emsal kararını veren Sayın Bayraktar'dı, sordum, burada, kasım ayında tam biz konuşurken yayınlanmıştı, iki yıl oldu, üstünden geçti. Orası en merkezî yer. Şimdi "Ne oldu?" diyeceksiniz. Vakıfların sorumluluğu nerede başlıyor? Vakıfların sorumluluğu, bunun ne olduğuna bakmadan "Bulgar Vakfının malı" diye vermesiyle başlıyor. Bulgar Vakfı bir müteşebbisle sözleşme imzalıyor, yüzde 50 yüzde 50 iş ortaklığı yapıyor; şimdi orası iş merkezi hâline geldi. Yani şimdi, ben şunu soruyorum Sayın Genel Müdüre: Yani Vakıflar Meclisine gelen bir şeyin öncesi, eskisi incelenmeden -bende çok doküman var, vakit almayayım diye şimdi söylemiyorum- 1958 yılında verilirken "Burası okul yeridir, herhangi bir hak iddia eden olursa -aynen bu minval üzerine- vakıflardan, bir yerlerden devlet parasını verip kamulaştırsın." diye de karar alınmış yani vermeyin okul yerinin dışında diye. Sonra okul yerini alıp Çevre Bakanlığı, bu aldığı yetkiden imar tadilatından dolayı bir de 2,5 emsal vererek iş merkezine çevirmiş, şu anda kazma vurulmuş ve Türkiye'de en önemli teknik ara okul -ara eleman dediğimiz kişileri yetiştiren meslek liseleri var, motor teknik liseleri var bilenler bilir Cevahir'in karşısı, Şişli Belediyesinin yani en merkezi yer, şu anda da orada binlerce öğrenci var ve de şu anda kazma vurulmuş durumda ve başladılar karar marar, mahkeme derken. Ben üç dört yıldır takip ediyorum. Yani tamam, biz böyle bir düzenleme yaptık diye pat diye vermek gerekir mi? Hadi onu verdik, yerine hemen bir de iş merkezi kondurmuşuz. Onu da verdik bir de emsal karar alıyoruz değişik bakanlıkları ilgilendiriyor ama çıkış noktası vakıflar. Ya, böyle bir şey geldiği zaman... Bu, o zaman belki bir şirinlik olsun, yabancı vakıflara biraz güzelleme olsun, Avrupa Birlikçiydik hep beraber "Hadi girdik, giriyoruz." derken, arada gitti. Ya, bunlara biraz daha yani arkasına, müştemilatına dosyanın bir bakmamız lazım. Asıl olan yer orası mı değil mi? Mesela Adnan Bey'e ben onu soruyorum: Bulgar Vakfının yeri bugün Türkiye Hastanesinin olduğu yer değil mi? Şişli Belediyesine verilen yer niye oraya gitti? Onlar aradan, aynı yerden aldılar meşrulaştırdılar; orası duruyor.

BAŞKAN - Sayın Günal, lütfen toparlayınız.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Bitti Başkanım.

Bir de AFAD'la ilgili son bir şey söyleyeceğim. Çok güzel şeyler yapıyorlar ama buradan AFAD'ın üstünden Sayıştay Başkanlığına dönmek için söylüyorum. Şimdi, bakıyoruz, sadece taşınmazlarla ilgili arkadaşlar yazabilmişler. Her seferinde Sayıştay raporundan bir iki örnek bakıyoruz vaktimiz kalmadığı için. Aynı şeyleri tekraren yapıyorlar. Dönüp bakıyorum, 3,1 milyardan bahsediyoruz. Taşınmazlar dediğiniz, devede kulak bile değil. Ee, peki bunun neresini inceledik? Sayıştaycı arkadaşlara soruyorum, daha doğrusu onlar inceledi de Genel Kurul bize neresini gönderdi? Taşınmazlarla ilgili... Başka? Başka yok. Yani o kadar mal alımı var, milyonlarca liralık aktarmalar var, hizmet alımları var, müşavirlik hizmetleri var ama bunlarla ilgili hiçbir şey yok her şey yerli yerinde. "İnceleme yok." diyor daha doğrusu eğer biz bunun söylediğine inanacak olursak. Ee, birçok şey yansıyor basına. Peki, bunlarla ilgili bir şey var mı? Vallahi, bilmiyoruz. İşte "Taşınmazlar hariç denetim sonuçları kanuna, nizama uygundur." diyorlar. Bir de güzel bir laf var, her birinde tekraren söylüyorum size ait değil sadece "önemli" diye bir cümle var. Yani raporun bitişiğinde "Önemli ölçüde..." Neyse, yani bu önemli olmayanlar birkaçında yazıyor birkaçında yazmıyor acaba raportörün mü üslubundan yoksa "Başka önemli görülmeyen şeyler var." diye arkadaşlar kendilerini kibarca koruyabilmek için mi öyle yazmışlar onu da hâlâ öğrenemedim Sayıştaydan da kurum amirlerinden de. Hangisinde "önemli" diye yazılıyor hangisinde yazılmıyor, başka bir şeyler var da kalıyor mu diye sorup cümlelerimi tamamlıyorum.

İnşallah bir dahaki bütçede aynı şekilde tekrarlamak zorunda kalmayız, biraz daha ödenekleri artırılmış, fonksiyonlarını da daha iyi yerine getirir hâle gelmiş olur kurumlarımız diyorum.

Teşekkür ediyorum.