| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri e) Dışişleri Bakanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 08 .11.2016 |
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan ve Dışişleri Bakanlığının değerli mensupları, Komisyonumuzun değerli üyeleri; her şeyden önce Sayın Bakanımıza ve mesai arkadaşlarına bu gayretlerinden dolayı ve bu çalışmalarından dolayı teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Sayın Bakan, bizi birçok konuda aydınlattı. Tabii, Türkiye hiçbir zaman bu kadar sıkıntılı bir dönem yaşamamıştır. İçeride PKK belası, güneydoğuda Suriye, Irak ve darbe, içeride ikinci bir daha darbe, o meşum, menhus bela, 15 Temmuz darbe belasıyla uğraşırken dış meseleleri halletmek kolay olmuyor, daha zor oluyor. Ben Sayın Bakanımızın çok soğukkanlı olduğunu bildiğim hâlde bazen televizyonda görürken Mevlüt Bey'i bile çıldırtıyorlar falan diye üzülüyorum.
Şimdi, Sayın Bakan, biz bu örneksiz, emsalsiz sıkıntılı dönemde iktidarı desteklemek durumundayız. Yani Türkiye'nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikasını desteklemek mecburiyetindeyiz çünkü bu beka meselesi, başka bir şey değil. Bunu yaparken de muhakkak ki iktidarın da muhalefetin sesini dinlemesi lazım yani Yenikapı ruhunun tek yönlü olmaması lazım, yani Yenikapı'nın sonra dış kapı olmaması lazım, Yenikapı'nın hep Yenikapı kalması lazım. O bakımdan yani benim burada âcizane arz edeceğim şeyler... Mesela sizin anlattıklarınız çok şeyi var ki müspet, bunları mutlulukla dinledik. Özellikle Türkiye'nin İslam İşbirliği Teşkilatının zirve başkanı olarak yapmakta olacağı, yaptığı, başlattığı hizmetler çünkü bunun altyapısını yapmış bir insan olarak bunu görmekten dolayı büyük mutluluk duyuyorum.
Fakat şimdi biraz önce Muhterem Zekeriya Beyefendi büyük fotoğraftan bahsetti, büyük resimden bahsetti. Onun yaptığı tahliller, söylediği şeylere katılmamak mümkün değil, onlar gerçek, onlar spekülasyon, bunlar komplo teorileri değil, bunlar birer "fact", birer gerçek söylenenler ve onu tekrar etmeye lüzum yok. Onun üzerine ben şu cümleyi ifade edebilirim. Birinci Dünya Savaşı'nda Batılı güçler Arap kardeşlerimize bağımsızlık vadederek sahte bağımsızlıklar ve çölde krallıklar vererek malum Sykes-Picot vesaire bu hâle, ondan sonra yüz yıllık bir aradan sonra şimdi başka etnik tercih ve başka mezhebi tercihle yeni bir harita çiziyorlar, çizmek istiyorlar. Tabii, bu haritanın bizim dışımızda çizileceği manasında değil, o bizi muhakkak, behemehâl etkileyecektir. O bakımdan Türk dış politikasının gerçekten çok uzun vadeli hedeflerinin olması lazım ve bütün hesaplar Türkiye'nin birliğini, bütünlüğünü, toprak bütünlüğünü, Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliğinin korunmasına dayalı olması lazım. Bana göre Türkiye'nin toprak bütünlüğünün korunması, Türk devletinin egemenliğinin sağlam bir hâlde korunması komşularının toprak bütünlüğünden geçer yani eğer bizim komşularımızın toprak bütünlüğü korunmazsa biz toprak bütünlüğümüzü koruyamayız. Onun altını çizmek lazım ve bence, bu bizim, mesela, Suriye meselesindeki -bence yani mazur görün bunu- hatamız rejimi değiştirmek. Beşşar Esad'ı, Esed'i -neyse mühim değil, onlar imla meselesi- düşürmek meselesi yani. "O adam kötü bir adam, onun kulağını çekmek lazım." Beşşar'ı düşürdüğümüz zaman, "Beşşar katildir, canidir." hep tamam da işte Saddam'ın düşürülmesi nereye götürdü Irak'ı? Kaddafi'nin öldürülmesi nereye götürdü Libya'yı? Beşşar Esad'ınki çok daha da kötü olacak. Daha ufak mozaikler hâlinde çünkü orada her türlü din var, her türlü mezhep var, her türlü ırk var, çok farklı şeyler var, başka hiçbir coğrafyada olmayan; bir Kuzey Irak'ta var, bir de Suriye'de. Suriye daha büyük mozaik, daha renkli mozaik. O bakımdan bizim hassasiyetimizin bu konuda olması lazım.
Şimdi, Türkiye bugünlerde yani eğer 16'ncı yüzyıl Bağdatlı şair, büyük Türk şairi Fuzuli'nin beyitlerini hatırlayacak olursak. Sayın Bakanım, size biraz da değişiklik olsun. Fuzuli diyor ki: "Dost bivefa, felek birahm, devran bisükûn / Dert çok, hem dert yok, düşman kavi, tali zebun" Türkiye bu hâle gelmiştir. Dert çok, hem dert yok, düşman kavi, kuvvetli, tali zayıf; dost bivefa, dostlarımız vefasız. Felek birahm yani kader merhametsiz falan. Şimdi, tabii biz dost olacağız, biz destek vereceğiz çünkü bu bizim memleketimiz. O bakımdan her şeyin kamuoyu önünde olması lazım.
Şimdi, mesela Musul meselesinde kamuoyuna şunlar söylendi. Şu an mesela bizim Musul'a askerî harekât yapmamız istendi fakat bu talebimiz reddedildi. Bunun üzerine biz dedik ki: "B planımız da var, C planımız da var." Şimdi, acaba bu B planı nedir, C planı nedir, Türk kamuoyunun bunu bilmesi lazım. Mesela 18 Ekimde Sayın Genelkurmay Başkanımız Amerika'daki muhatabıyla Washington'da yaptığı görüşmede "Türkiye'nin Musul operasyonuna hava unsurlarıyla katılması konusunda anlaşma sağlanmıştır." demiştir. Şimdi, biz biliyoruz ki bu Musul'da bizim uçaklarımız uçmuyor, zaten karadan bize şey ettirilmedi. Şimdi, orada Telafer'deki Türkmenlerin hâli ne olacak? Musul'daki... Musul temizlenecek IŞİD'den, DAEŞ'ten. Musul'un, onlardan temizlendikten sonra ne olacak statüsü? Yine, Kuzey Kürdistan bölgesine mi bağlanacak? Yani o zaman oradaki bütün Türkmenlere ait topraklar Kuzey Kürdistan eyaletine bağlı olacak. Acaba biz bunları kabul edecek miyiz? Bu B planımızda, C planımızda bunlar var mıdır? Bu hususu dikkatinize sunmak istiyorum Sayın Bakanım.
Şimdi, Suriye'yle ilgili 27 Ağustos tarihinde başlatılan Fırat Kalkanı operasyonu bugün yetmiş yedinci günündedir. Harekâtın sekizinci günü sonunda yani 31 Ağustos itibarıyla 47 köy geri alınmıştır. Bunlardan 20'si DAEŞ'e, 27'si PYD'ye bağlıydı. 31 Ağustostan bugüne bütün ilerlemeler, operasyonlar sırf IŞİD'e karşı yapılmıştır, DAEŞ'e karşı yapılmıştır. YPG'ye yapılmamıştır ve YPG'nin Fırat'ın doğusuna taşınması istenirken bu yapılmadı, Menbiç ve Afrin arasındaki iki bölgeden doğu Fırat'a gitmesini istedik biz, olmadı ve 24 Ağustosta sahip oldukları yerleri aynıyla ellerinde tutuyorlar. Bir de haritaya baktığınız zaman Afrin'den, El Bab'ın altından Kobani'ye gidecek bir hat, alttan bir kemer bağlanıyor. Yani Bab'ı biz alsak bile onlar bunun altından... Ve bunlar rejimin topraklarında ilerliyorlar, IŞİD'in topraklarında ilerliyorlar. Biz orada acaba ne yapacağız? Bu ikinci mülahazamı arz ediyorum.
Üçüncü mülahazam da, müsaadenizle biraz önce verdiğiniz rakamla ilgili. Dediniz ki: "Bugün Bakanlığımızda 440 memurun görevine son verilmiştir." Bunlar işte FETÖ'cü diye. Peki, Sayın Bakanım, bunlar, siz dediniz ki sızdılar, başka bakanlıklardan geldiler. Peki, Bakanlık bu 440 memurunu alırken hiç mi tahkikat yapmadı, hiç mi güvenlik soruşturması yapmadı? Peki, acaba bu 440'ın hepsi o teşkilata mensup, hepsi darbeci mi? Yoksa bu kurunun yanında yaş mı gitti?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Bir de şunu sormak lazım...
BAŞKAN - Sayın İhsanoğlu, ilave süre veriyorum. Daha doğrusu Sayın Aksu süresini kullanmak istemediğini ve size verdiğini ifade ettiler.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Peki, teşekkür ederim, sağ olun.
Şimdi, kamuoyunun şahit olduğu, tabii 440 kişiyi kimse tanımaz ama bunlar aslında kamuoyunun çok yakından tanıdığı isimler var. Bu isimler hak etmedikleri terfileri aldılar, görevlere getirildiler ve meslektaşlarının önüne geçtiler. Peki, bunun hesabı yok mu? Peki, bunlar eğer belli bir cihetle, mahzur bir cihetle, kötü bir yerle temas hâlindeler de bunları temasa sevk eden, teşvik eden ve o temaslardan nemalananlar yok mu? Böyle adalet olur mu? Bir de şu var bu konuyla ilgili olarak, ikinci bir husus var. Şimdi, sizin gibi böyle çok çalışan, çok yönlü olan, dünyanın bütün coğrafyasına yayılan, sefaretleri, konsoloslukları vesaire bir teşkilattan 440 kişiyi aldığınız zaman bu hizmet aksar. Şimdi, bunların yerine nasıl ve ne zaman ve nasıl, hangi imtihanlarla... Acaba bir daha imtihanlar böyle gece yarısı "Bizim çocuklara dağıtın şu imtihanları da güzel puan alsınlar." falan mı olacak, nasıl olacak? Bunun garantisi nedir? Bunu lütfen izah ederseniz müteşekkir olurum.
Son husus Sayın Bakanım...
Sayın Başkan, müsaadenizle...
BAŞKAN - Estağfurullah.
Buyurunuz.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Baklava da ikram etmiyorsunuz bu sene.
BAŞKAN - Geçen sefer siz az buldunuz, evet, baklava da yok efendim.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Şimdi, efendim, bu İsrail'le olan, yapılan anlaşma... Biraz önce zatıaliniz de bahsettiniz ve iki ülke arasındaki münasebetlerin düzelmiş olduğunu ifade ettiniz. Tabii, bu, memnuniyet verici bir şey. Çünkü, yani, bizim başkalarıyla, başka ülkelerle münasebetlerimizin bozulması arzu edilen bir şey değil. Ancak, şurada bir problem var. Yani, biz bunu Dışişleri Komisyonunda konuştuk ve orada birçok arkadaş bu hususlara dikkat çekti. Şimdi, gelen tezkerede diyor ki: "Bu anlaşma, tazminat anlaşması." Tazminat ne demek? Bir zarar vaki olduğu zaman onun tazmin edilmesi demektir. Yani, zararın kabul edilmesi, tanınması ve itiraf edilmesi demek hukuken. Şimdi, 3 metin var -Türkçe, İbranice ve İngilizce- ve diyor ki: "Eşittir bunlar, ihtilaf hasıl olursa İngilizce metin esastır." Şimdi, İngilizce metne baktığınız zaman "indemnity" kelimesi, tazminat kelimesi hiçbir yerde geçmiyor, ancak 5'inci maddede geçiyor. 1'inci maddede "indemnity" yok. Yani, 20 milyon doların Türkiye'ye verilmesi ve bu zarardîde olan Mavi Marmara mağdurlarına dağıtılması. Türkçesinde, 1'inci maddede tazminat kelimesi var, okursanız metni tazminat kelimesi var ve yanında "ex gratia" yazıyor yani Türkçesi yok. İngilizce'de tazminat kelimesi yok, "compensation" var. İngilizcesinde, 5'inci maddede "indemnity" kelimesi geçiyor, Türkçesinde geçmiyor ve İngilizcesinde, 5'inci maddedeki "indemnity" "Eğer Türk mahkemeleri İsrailli vatandaşlara karşı bir ceza, tazminat hükmü verirse o zaman bunu Türk Hükûmeti öder." şeklinde. Yani, şimdi, öldürülen bizim vatandaşlarımız, katil olanlar İsrail tarafı ve onlar bize "indemnity"i vermiyorlar, tazminat vermiyorlar, bizim mahkemelerimiz eğer onlar aleyhine bu mağdurların ailelerinin açtığı davalar vasıtasıyla bir hüküm verirse onu da Türk Hükûmeti ödüyor. Yani, bu hakikaten anlaşılması çok zor bir şey.
Şimdi, "ex gratia"... Yani, İsrail Hükûmeti, Türk Hükûmetine 20 milyon dolar verecek. "ex gratia" kelimesi Latince bir kelime, "by favour" yani lütuf olarak, lütuf kabîlinde nezaketen verilen bir şey. Hukuken ise, gönüllü olarak yapılan ve ödemeyi yapan kişinin bu ödemeyi hiçbir sorumluluğu ya da hukuki yükümlülüğü kabul etmeden yaptığı bir şey. Yani, siz bana bir para veriyorsanız, "ex gratia" veriyorsanız, siz bana lütfediyorsunuz, ben de "Eyvallah, Allah razı olsun." diyorum. Ama, eğer, bir zarar vaki olmuşsa, bir adam öldürülmüşse onunla ilgili hiçbir sorumluluk yok. Şimdi, birinci mesele budur. Yani, bunun tazminat davası olduğuna dair bir şey metinde yok. Türkçedeki tercümenin de nasıl yapıldığını doğrusu ben anlamış değilim. Tabii, İbraniceyi okuyacak hâlimiz yok.
Şimdi, 5'inci maddede "
indemnify" diyor. Nedir "
indemnify" edilecek? Mahkeme eğer... Fakat, mahkeme meselesi de 4'üncü maddede zaten kaldırılıyor, diyor ki: "Bütün mahkemelerdeki davalar çekilecek ve bunlar keenlemyekûn addediliyor, "Yok hükmündedir." deniliyor.
Bir de son maddesi, yani, orada imzalanması meselesi... Bu anlaşmanın imzalandığı 2 yer var: Kudüs ve Ankara. Şimdi, Ankara bizim başkentimiz, Kudüs'ü biz kabul ediyor muyuz İsrail'in başkenti olarak? Etmiyoruz. Eğer değişiklik varsa, benim haberim yoksa o başka mesele ama biz Tel Aviv'i başkent olarak kabul ediyoruz. Kudüs'te başkonsolosluğumuz var. Biz, İslam İşbirliği Teşkilatı Başkanı olarak, şimdi de Zirve Başkanı olarak Kudüs meselesini tanımış veyahut zımnen tanımış olsak bile hakikaten bu büyük bir sıkıntı. Peki, bu niye Tel Aviv'de imzalanmadı da, Kudüs'te imzalandı, niye üçüncü bir ülkede yapılmadı? Sayın Bakanım, bunların hepsi gerçekten izaha muhtaç hususlardır.
Bir de, tabii, mağdur ailelerin durumu... Ceza mahkemeleri devam ediyor ve mahkeme şimdi bu davanın devam edip etmeyeceğini soruyor. Mahkemede dava açanlar, mağdur aileleri diyorlar ki: "Biz feragat etmeyeceğiz." Şimdi "Feragat etmeyeceğiz." dedikleri hâlde bu durum ne olacak? Şimdi, bu bir anlaşma, bir "aggrement", bir antlaşma, bir "treaty" değil, bir müeyyide değil. Bu, buradan da geçti ama... Yani, şimdi, çok şey var burada. Bu belge hakikaten...
Bir de, tabii, Türkiye'nin 3 şartı vardı bu Mavi Marmara şeyinden sonra. Birincisi, mazeret beyan edilmesiydi, edildi. İkincisi, tazminat ödenmesiydi. Ben, şahsen bunun bir tazminat anlaşması olduğuna inanmıyorum. Üçüncüsü, ambargonun kalkması. Ambargo kalkmadı. Diyor ki: "Gel, Aşdot Limanı'ndan yap." Zaten Mavi Marmara'yı göndermeden önce aynı şeyleri söylüyorlardı bize, "Gelin, yardımlarınızı buradan gönderiniz." diyorlardı. Şimdi, biz o zaman demedik mi: "Hayır, biz Gazze'ye doğru götüreceğiz." Hatta, komşu ülkelerden "Yapmayın, bu adamlarla inatlaşmayınız, bunun sonu iyi değil, gelin, Ariş üzerinden yapalım." falan diyenler de oldu, biz bunu biliyoruz. Şimdi, biz aynı noktaya geldik. O zaman bu kadar kavga gürültü ve 10 kişinin şehit edilmesi, kurban edilmesinin akıbeti ne olacak?
Sayın Bakanım, bu mülahazalarımı lütfen size köstek değil, size destek babında lütfen kabul ediniz. Biz sizin ne kadar çalıştığınızı, arkadaşlarınızın, mahiyetinizdeki arkadaşlarınızın ne kadar vatanperver olduklarını ve Türkiye'ye büyük hizmetler yaptıklarını biliyoruz. Bizim muradımız bunun daha iyi olmasını sağlamaktı.
Avrupa Birliğiyle ilgili söylediklerinize de katılıyoruz, bu bizim millî duruşumuzdur.
Ancak, şunu da, ufak bir şey söylemek acaba mümkün mü: Biraz üslup değişikliği yapsak, denesek iyi olmaz mı, faydası olmaz mı?
Çok teşekkür ederim.
Sağ olun Sayın Başkanım.