KOMİSYON KONUŞMASI

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarımız, Dışişleri Bakanlığımızın kıymetli bürokratları, diğer kurumlarımızın kıymetli bürokratları, değerli basın mensubu emekçi meslektaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Dışişleri Bakanlığımız eski gelenekleri olan, dünyanın az sayıda iyi diplomasi geleneğine sahip kurumlarından biridir. Biz de iktidarıyla olsun muhalefetiyle olsun, Bakanlığımızın çalışmalarının ülkemizin ve yurttaşlarımızın en iyi şekilde hizmetinde, refahını artıracak şekilde, ülkemizin, bölgemizin huzurunu, barışını artıracak şekilde çalışmalara vesile olmasını dileriz.

Sayın Bakanım, bizim görebildiğimiz kadarıyla dış politikamızda iki temel noktada ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Bunlardan birincisi, bizim Adalet ve Kalkınma Partisinin özellikle son dönem dış politikasında Türk dış politikasının geleneklerinin tamamen dışına çıkılarak, bu bölgede komşularımızın, bölge ülkelerinin iç işlerine müdahale eden, sadece müdahale etmekle de kalmayan, onların içerisindeki silahlı mücadeleye taraf olan taraflara destek olan bir yaklaşım; eskiden çözümün bir parçası olurken şimdi sorunun parçası, hatta odağı hâline gelen bir yaklaşım yatmaktadır. Maalesef, artık 5'inci yılında olan Suriye krizinin başından beri bu hata yapılmıştır ve bu hatanın bedelini ülkemiz çok ağır bir biçimde ödemiştir, ödemektedir.

Bölge meselelerinde iç işlerine karışma konusunda yaşanan bir diğer sıkıntı -hep bahsediliyor, Sayın Genel Başkan Yardımcımız da az önce bahsetti- Mısır konusudur. Ben Mısır konusunda sıkıntının şuradan kaynaklandığını düşünüyorum: Aslında hariciyede tahmin ediyorum şahsınız da ilişkilerin bir an önce, hızla düzelmesinden yanasınız. Ancak, devlet mekanizmamızdaki anayasal kurumlardan birinin başındaki kişi, Cumhurbaşkanı bunu şu anda istememekte. Bu, normal değil aslında. Haydi, kabul edelim dedik ama bu, istememesini alenileştirmekte ve örneğin şöyle cümleler kurabilmekte: "Ben, asla oturmam o masaya." ya da "Gitmem, ilişki kurmam, bakanlarım gidebilir, yapabilir." Bu, hariciye geleneğinde olmaz efendim yani o ülkeyle ya ilişkiniz vardır ya yoktur yani bir taraftan Cumhurbaşkanı ben böyle böyle yaparım derken bir taraftan siz ilişkiyi düzeltemezsiniz. Asıl sıkıntı buradan kaynaklanmakta.

Irak konusunda da -biz daha önceki bütçe görüşmemizde de yine burada bu konuyu konuşmuştuk- bu konunun Irak yönetimiyle çözülmesi gerekmektedir. Nitekim, zaten, siz de az önce konuşmanızda bahsettiniz, Sayın Müsteşarımız -ona da bir kere daha hayırlı olsun diyorum, yeni görevinde başarılar diliyorum- eski Sayın Müsteşarımızın temaslarının devamı niteliğinde Bağdat'a gitti. Doğru olan yaklaşım buydu ama Sayın Müsteşar belki de tam Bağdat'tayken ya da ya gitti ya dönmeden, yine devletin üst kademelerinden "Ne konuşacağız sizinle? Ne yapabiliriz sizinle?" gibi açıklamalar geldi. Bu tür açıklamalar, Sayın Müsteşarın ya da Dışişleri Bakanlığı mensuplarının ya da sizin görevinizi kolaylaştırmamakta; tam tersine, zorlaştırmaktadır. O yüzden, tek sesliliğe uzun süredir ihtiyaç var ama giderek daha fazla ihtiyaç bulunmaktadır.

Sayın Bakanım, ikinci vurgulamam gereken, önemli, aksta sıkıntı yaşanan konu Batı'yla ilişkilerdir. Bizim geçmişte de Batı'yla ilişkilerimizin kötü olduğu dönemler oldu -"Batı" derken, özellikle bizim "çıpa" olarak kastettiğimiz kurumları ve yönelimi kastediyorum- ama bu dönemler hep demokrasimizin geri gittiği dönemlerdi yani 1990'larda da oldu, 1980'lerde de oldu. Ne zaman ki biz reformlara öncelik verdik, temel hak ve özgürlükleri artırmaya öncelik verdik, o zaman süratle değişti. Tabii ki Batı'da ön yargılar yok mu? Var, Almanya'sında, Fransa'sında; haklı olarak bir sürü konuda eleştirebilirsiniz ama genel eğilim, hep bizde demokrasi, demokratik haklar, özgürlükler ileri gittiğinde ya da biz bu yönelimi kazandığımızda ilişkilerin süratle iyileşmesiydi. Bu, sadece o dönemlerde olmadı, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarının ilk yıllarında da oldu, bizlerin desteğiyle, biliyorsunuz, hep birlikte reformlar çıkardık ve süratle AB sürecimiz ilerledi.

Benim üzülerek vurgulayacağım bazı hususlar var.

Biz, sizin görevinizden çok da memnun olmuştuk, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi Başkanlığını yaptınız. Diliyorum ki, Türk siyasetçileri, Türk bürokratları uluslararası görevlerde daha üst noktalarda da bulunsunlar ama şimdi, ben, az önce sizin burada bir önceki bütçede yaptığınız konuşmaya bakıyordum, sayın Musa Çam'la aranızda Avrupa Konseyindeki ilerlememiz üzerine güzel bir diyalog var, "grand payeur" olma, paramızın artması, orada etkinliğimizin artması; bunlar güzel şeyler ama bizim aynı zamanda "grand democracy" olmamız lazım. Yani şu anda Avrupa Konseyinde, sizin, Parlamenter Asamble Başkanlığını yaptığınız bir kurumda ülkenizde insan haklarını savunma noktasında olmanız, idam konusunu tartışıyor olmanız gerçekten hicap vericidir. Biz de üzülüyoruz. İdam konusunda, o gün sizin Strazburg'da yaptığınız konuşmalardan daha da geriye gittik ve gitmekteyiz. Bu, çok üzücü.

Ayrıca, yine sizin aynı konuşmanızda, bundan birkaç ay önce yaptığınız bütçe konuşmanızda Mısır konusunda diyorsunuz ki: "Biz, Mursi hakkındaki idam cezasının uygulanmamasını istiyoruz kendilerinden." Şimdi, birkaç ay sonraya geldiğimizde, biz dünyaya diyoruz ki: "İdam cezası getirmek istiyoruz biz partiler olarak." Cumhurbaşkanımız söylüyor, parti liderlerimiz söylüyor. Biz, bu konuda kaygılıyız. Bu konuda şunun için kaygılıyız: Bir, bu idam cezası gelse dahi geriye gitmeyecek yani halkımızı aldatmamak lazım. Onun için, mümkün olduğunca hep dostlarımızı ikna etmemiz lazım, sadece aile bireylerimizi değil, partideki arkadaşlarımızı, devlet kademelerindeki büyükleri -saydım isimleri- ikna etmek lazım. O yüzden, bizim Batı'yla ilişkilerimizi düzeltmenin yolu, daha çok konuşmak, daha çok diyalogdur Sayın Bakanım. Mesela, bugün, Avrupa Konseyi Yüksek Temsilcisinin yaptığı açıklamalar son derece kaygı vericidir. Bakanlığınızın yanıtını da görmekle birlikte, bu, hemen yapılacak bir açıklamadır, bir karşılıktır ama bu yetmez, çok ciddi uyarılar var Avrupa Birliğinin açıklamasında. Bu uyarılara gerek var mıydı? Biz, zaten günlerdir burada konuşuyoruz, Türkiye bunu günlerdir tartışıyor. En başta ifade özgürlüğü konusunda, basın özgürlüğü konusunda gitmekte olduğunuz nokta kabul edilebilir değil, bizler için kabul edilebilir değil yani Avrupa böyle diyor diye demiyorum yani cezaevinde tutuklu gazetecimiz olduğu sürece sizin Türkiye'nin itibarını daha da artırmak için yapacağınız çalışmalar gölgelenir Sayın Bakanın. Zaten de bunu görüyorsunuz temaslarınızda.

Anayasa Mahkemesinin kararlarına rağmen, örnek uygulamalarına rağmen milletvekillerinin tutuklu kalması yine benzer şekilde sizin, bizlerin dünyadaki dış politikamızı ya da ülkemizi ileri götürme çabalarımızı hep olumsuz etkileyecektir: "Yargılanmasın." demiyoruz, hiç kimsenin yargıdan bağışıklığı yoktur ama bunun Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda hükmü kesinleşene kadar seçmenlerinin kendisine verdiği iradeyi kullanmasının sağlanması gerekebilirdi ama orada, yine de yapıcı bir yaklaşımla Avrupa Birliğinden gelen açıklamanın son cümlesi aslında size bir mesajdır yani "Biz diyalog kapısını açık tutuyoruz." diyor. Bence onlara kapıyı kapatmak yerine, bu diyalog kapısını sonuna kadar kullanmak lazım. İçeride de dışarıda da biz, ülkemizin demokrasisini daha fazla ilerletecek, hukuk devletini güçlendirecek adımlara her zaman desteğiz, bunu biliyorsunuz. Geçtiğimiz yıl içinde burada geceli gündüzlü çalışarak bu vize anlaşmasının yani Avrupa Birliğiyle yapılan anlaşmanın bir an önce yürürlüğe girebilmesi için bir sürü reform yaptık. Bunlardan bir tanesi eksik, az önce bahsettiniz siz de, şu anda vizesiz Avrupa'ya gidişin önündeki engel gibi gözüken... Bunu da halkımıza birlikte düzgün anlatmamız lazım Sayın Bakanım yani Avrupa Birliği terörle mücadele konusunda bizim mevzuatımızı eksik buluyor ya da yeni bir şey istiyor. Bunun nedenini iyi anlatmamız lazım yani Avrupa Birliği, bugün açıklamalarında gördüyseniz PKK'ya karşı, PKK'yla mücadelemizin yanında ama buna rağmen, Brüksel'de şu karar çıkabiliyor ya da bu açıklamada yine "Ama şuna da dikkat edin." diyorlar ama aslolan, onların söylemek istediği şu: "Terörle mücadele ediyorum." diye siz Aslı Erdoğan'ı cezaevinde aylarca tutmayın, siz Kadri Gürsel'i cezaevine koymayın, siz bir karikatüristi cezaevine koymayın, Necmiye Alpay'ı, bir sosyoloğu aylarca tutmayın, bence bunu söylemek istiyorlar. Bunu, aslında, biz her birlikte aynı noktaya gelirsek, önce kendimiz bu noktaya gelirsek dünyaya rahat anlatırız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çakırözer, buyurun.

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Bunu anlatabiliriz birlikte ama önemli olan bu konuda bir mutabakata varmaktır.

Bir konuya daha değinmek istiyorum. 15 Temmuz darbe girişimi konusunda... Biz Parlamentodaydık, bombalanan Parlamentoda hep birlikteydik partiler olarak ve şunu çok iyi anlıyorum: Başta Avrupa olmak üzere dünyadan gelen tepkiler gecikti, şüpheyle baktılar ve bunun iknası için de burada, şu anda birlikte olan milletvekili arkadaşlarımız, parti ayrımı gözetmeksizin Hükûmetin ya da Meclisin oluşturduğu heyetlerle dünyaya gittiler. Burada da yine bence 15 Temmuz konusunu ciddi olarak anlatabilmenin, nasıl olduğunu, niye olduğunu anlatabilmenin yolu yine demokrasimizi güçlendirmekten geçiyor, hukuk devletini güçlendirmekten geçiyor. Gerçekten, darbecilerle hesaplaşmalıyız sonuna kadar yani işin ucunda kim varsa ama "Darbecilerle hesaplaşıyoruz." diye masum insanları cezaevlerinde tutmamalıyız. Bu konuda, tabii ki size düşmüyor görevin büyüğü ama Kabinede bunun anlatılması noktasında yardımcı olabilirsiniz diye düşünüyorum.

Son olarak vurgulamak istediğim bir husus: Aslında, sizin yine Strazburg'da yaptığınız açıklama da önemliydi. İçeride Lozan Anlaşması ya da Türkiye'nin altında imzası olan birçok anlaşma vurgulanırken, siz bu anlaşmaların geçerliliğini koruduğunu vurgulamıştınız orada özellikle Yunanistan'daki tepkiler üzerine. Şunu söylemek istiyorum: Örneğin, Musul konusuna bizim yaklaşımımız, şu anda, öncelikle orada bize yönelik bir göç akınının önlenmesidir doğal olarak çünkü 3 milyon Suriyeli var ülkemizde. Bu, önceliğimizdir. Orada insani trajedilerin yaşanmamasını istemek önceliğimizdir. Orada etnik, mezhepsel kıyım olmamasını istemek önceliğimizdir. Bunların hepsini rahatlıkla da anlatabiliriz dünyaya. Bunları anlatırken Cumhuriyet Halk Partisi her zaman yanınızda olmaktadır ve olacaktır ama Musul konusunu anlatırken 1923'ü, 1926'yı, anlaşmaları yeniden gözden geçirmeyi gündeme getirdiğinizde oradaki en önemli müttefiklerinizi dahi kazanamıyorsunuz yani bunları güncel, hemen burnunuzun ucundaki en önemli tehditler bağlamında anlatırsak daha kolay olur ama Lozan'dan başlayarak "Zaten Lozan'da eksikler vardı, Musul'u da zaten şöyle verdik." gibi yaklaşımları dünyaya anlatamayız tam tersi bir algı oluşur hakkınızda, o da yine en öncelikle sizin işlerinizi zorlaştırır. Ülkemizi de dünyada yayılmacı, işte, askerî gücünü ülkesinin sınırlarının dışında sürekli kullanan bir ülke konumuna getirir, bizim de askerlerimizin güvenliğini zora sokar. Biz, Suriye konusunda, Fırat Kalkanı'nda -Sayın Genel Başkan Yardımcımız da ifade etti- size destek verdik. Çünkü oradaki kanlı IŞİD terör örgütünün ülkemizde, sadece ülkemizde değil Batı'ya yönelik saldırılarına şiddetle karşıyız, birlikte bu müdahaleye destek verdik. Ama bu müdahalenin daha da aşağılara inme şeklinde yine yayılmacı bir algı yaratacak şekilde devam etmesinden kaygı duyuyoruz. Bizim, Amerika'nın ya da koalisyonun istemediği noktalarda hep "boots on the ground" yani yerdeki askerler olmamamız lazım. Biz, bazı şeyleri aynı zamanda iyi ilişkiler kurarak, başta müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri'yle, Avrupa Birliğiyle, koalisyon ülkeleriyle ve tabii ki, bölge ülkeleri ve Rusya'yla iyi ilişkiler kurarak yaptırmalıyız, ille de askerimizi belli noktalara zorla, onlar istemeden sokarak değil. Ben askerimizin müttefiklerimizle ve koalisyon ülkeleriyle uzlaşı sağlanmadan misyon içinde tutulmasını fevkalade sakıncalı buluyorum hem onların güvenliği hem ulusal çıkarlarımız açısından.

BAŞKAN - Lütfen toparlayalım.

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Yarın sabah itibarıyla yeni seçilecek Amerikan Başkanı kim olursa olsun ülkemizin bu başkanla süratle ilişkilerimizi, yani müttefiklik ilişkisinin gereğini yerine getirmemiz gerekiyor. Çünkü son günlerde -eminim, kıymetli diplomat arkadaşlarımız da aktarmıştır ama siz kendiniz de okuyorsunuz- Batı basınında yer alan makalelerin hep son paragrafları NATO üyeliğimizin sorgulanmasıyla bitiyor. Bu, fevkalade kaygı vericidir, uzun yıllardır olmayan bir şeydir. Yani Avrupa Birliğiyle ilişkiler hep konuşulurdu, Avrupa Konseyiyle ilgili, "Kestik.", "Keseceğiz." gibi.

Tabii ki, bizim demokrasimiz güçlü olduğu sürece asla bunları yapamazlar ama NATO üyeliğimizin tartışılıyor olmasını ben fevkalade kaygı verici buluyorum.

Batı'yla ilişkiler konusunda bir söylemek istediğim husus da, yani üslubumuzu bence daha diplomasi sınırlarında tutalım. En yumuşak sözlerle en sert mesajlar verilebilir. Çünkü bizim -beğenelim, beğenmeyelim- en büyük ticaret ortağımız, yani ekonomimizin kırılganlık geçirdiği dönemde en büyük ticaret ortağımız Avrupa Birliğidir. Her türlü mesajı verelim kendi ülkemiz açısından, kendi vatandaşımızın çıkarı açısından ama bunu sadece Batı'ya değil, içinde bulunduğumuz bölgeyle ilişkilerde de lütfen daha diplomatik ifadelerle, daha yumuşak ifadelerle sürdürelim.

Çok teşekkür ediyorum.