KOMİSYON KONUŞMASI

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarımız, Bakanlığımızın ve diğer kamu kurumlarının kıymetli bürokratları, değerli basın mensubu meslektaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, hem görevinizin hayırlı olmasını diliyorum hem de görüşmekte olduğumuz bütçenin hayırlı olmasını diliyorum sözlerime başlarken.

Az önce AB Uyum Komisyonundaki arkadaşlarımız bugün kamuoyuna açıkladıkları pozisyonu bir kere daha izah ettiler ama Sayın Selina Doğan'ın vurguladığı gibi, bu pozisyon yani Avrupa Parlamentosuna "Hayır." deme çağrısı aslında Hükûmetinizin antidemokratik uygulamaları artırmaması için yapılan bir "Hayır." çağrısı. Yoksa, metnin içeriğine baktığınızda, metin İngilizce olarak ulaşılabilir bir metin. Metinde söylenenler, önce, baktığınızda darbeyi kınıyor, 15 Temmuz darbe girişimini, kalkışmayı kınıyor, Türk yetkililerinin bunun sorumlularını cezalandırma konusunda meşru bir sorumluluğu, hakkı olduğunu ortaya koyuyor, "Türkiye bizim için önemli bir ortaktır." diyor, "Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne bağlıdır." diye hatırlatmada bulunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve Hükûmetinizin yetkililerinin idam cezasının geri getirilmesine yönelik ifadelerini hatırlatıyor ve 18 Temmuzdaki Avrupa Konseyi kararlarında bunun, AB müktesebatının ayrılmaz bir parçası olduğunu, yani idam cezasına karşı çıkmanın, bunu reddetmenin olduğunu hatırlatıyor. OHAL altında, olağanüstü hâl yönetimi altında baskıcı bir şekilde orantısız kararlar alındığını söylüyor. Türk vatandaşlarının Anayasa'da güvence altına alınmış hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmekte olduğunu söylüyor. 10 vekilin tutuklu olduğunu, 150 gazetecinin -AB ilerleme raporunda bahsedilen rakamı "referee" ediyor- 2386 hâkim ve savcının, 40 bin diğer yurttaşın -bunların 31 bininin tutuklu olduğunu- gözaltında olduklarını söylüyor. 129 bin kamu görevlisinin ya açıkta olduğunu ya ihraç edildiğini söylüyor. Çoğunun da bu kararlara karşı dava açma hakkının olmadığını söylüyor. Ciddi kaygılar olduğunu, gözaltına alınanlar, tutuklamalar konusunda, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü konusundaki yine sınırlamaları bize hatırlatıyor.

Müzakere çerçevesinde... Ki müzakere çerçevesi dediğimiz dokümanı hatırlatmak isterim: Hükûmetiniz tarafından Avrupa Birliğiyle müzakere edilip kabul edilen bir doküman bu. O doküman da -yanılmıyorsam 2005 yılıdır dokümanın tarihi- Lüksemburg'da imzalandı. Demokrasi, özgürlükler, insan hakları, temel özgürlükler, hukuk devleti konularında, Türkiye'nin geri gitmesi durumunda Kopenhag kriterlerinden, AB Komisyonunun ya kendisinin ya da üye ülkelerin üçte 1'inin isteğiyle müzakerelerin askıya alınmasını isteyebileceğini söylüyor bu doküman.

Yine, bu doküman, orantısız tepkiyi kınıyor ve bu tartıştığımız ve bizim de karşı çıktığımız dondurma önerisini getiriyor. OHAL altında alınan orantısız kararlar kalkana kadar... Yani o zaman gözden geçirilmesini istiyor. "Hukuk devleti ve insan haklarına saygı yeniden Türkiye'de restore edildiğinde bu gözden geçirilsin, bunu yapma zamanı da OHAL'in kalkmasıdır." diyor, oraya bağlıyor koşulları. İdam cezasının yeniden Türkiye'de getirilmesinin müzakere sürecinin askıya alınması sonucunu doğuracağını söylüyor. Türkiye'nin -siz de ifade ettiniz- vize serbestisi için gerekli 72 kriterden 7'sini yerine getirmediğini söylüyor.

Aynı zamanda, Türkiye'de sivil topluma yardımın artırılması çağrısında bulunuyor. Yargı konusunda AB kurumlarına, Venedik Komisyonuna, yargının işleyişi konusunda yine keza yardımların artırılması çağrısında bulunuyor.

Türkiye-AB ilişkisinin stratejik öneminin altını çiziyor bu doküman. Siz de aslında konuşmanızın son bölümlerinde bunu vurguladınız. "Türkiye önemli bir ortaktır. Ortaklığın iki tarafında da siyasi irade olması gerekir. Türkiye bu siyasi iradeyi koymuyorsa, koymazsa Avrupa yolundan ayrılır." diyor. Yani, benim kötü İngilizcemle tercüme edebildiğim kadarıyla böyle gördüm ben bu dokümanı.

Tabii ki biz Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecini parti olarak destekliyoruz. Bu nedenle, biz burada birkaç ay önce gece yarıların kadar bu kriterleri birlikte çalıştık, çıkardık.

Avrupa Birliğinden bize yönelik, sizin bahsettiğiniz, diğer değerli arkadaşların bahsettiği ırkçı yaklaşımlar yok mu, işte, İslamofobik, Türkofobik -ya da adını ne koyarsanız- yok mu? Var ama aynı yaklaşımlar, az önce değerli arkadaşlarım ifade ettiler, 2004 yılının Aralık ayında da vardı. Siz bizatihi şahit oldunuz, 15 Aralık 2004, ifade edildi. Aynı oylamanın bir benzeri, on iki yıl önce, aynı ortamda, hatta belki de daha ağır bir ortamda, yani 11 Eylülün hemen arkasından, tüm dünyada İslamofobinin yükselişte olduğu bir dönemde sizin Hükûmetiniz... Avrupa Parlamentosunda aynı milletvekilleri tarafından alkışlarla "Türkiye'yi istiyoruz." oyu verdiler ve siz o ekipteydiniz bir de, başka kapasitenizle o ekipteydiniz ve en önemli argümanınız şuydu: "Türkiye'nin üyelik süreci İslamofobiyi yenecektir, Avrupa'daki bu ırkçılığı yenecektir." Biz buna destek verdik, o dönem herkes destek verdi.

Peki, o zaman şimdi ne yaşanıyor? Burada vurgulamak istediğim husus şu: Bizim ana sorunumuz, galiba, Avrupa'dan gelen eleştirilere karşı çıkarken... Doğrudur, çıkacağız. İşte, mesela burada söylediğimiz, az önce söyledim, dokümanda yazan unsurların ne kadarının doğru olup olmadığını hepinizin takdirine bırakıyorum. Tabii ki biz askıya alınmasını istemiyoruz ilişkinin, daha da güçlenmesini istiyoruz ama bunu yaparken yani Avrupa'yı eleştirirken kendi demokrasi standardımızdaki sorunları görmemekte ya da görülmemesini ummaktayız başkaları tarafından. Böyle bir sıkıntımız var bizim.

Size şunu söylemek istiyorum: Dün Silivri Cezaevindeydim ben, bu bahsedilen, yani rakam olarak 150 deniyor ama o insanlardan birkaçını ziyaret etmek için, meslektaşlarımdan birkaçını. Onların, sizin de tanıdığınız bazılarının birkaç ifadesini sizinle paylaşmak isterim yani bugünkü oylamanın anlamını, bugünkü oylamanın niye buraya geldiğini ifade etmek için. Bunlardan bir tanesi Ali Bulaç, sizin çok, siyaset öncesinden tanıdığınız, bildiğiniz, belki birlikte çalıştığınız, sonrasında görüşleriniz farklı olabilir. 120'nci günü yani 4'üncü ayını doldurmuş cezaevinde. Henüz iddianame yok. 60 küsur yaşında. "Ben kendim teslim oldum." diyor. "Bu bizim ülkemiz." diyor. "Hiçbir yere kaçacak hâlim yok." diyor. Benim suçum ne olabilir ki?" diyor, "Yazı yazmışımdır, makale yazmışımdır, görüş yapmışımdır." diyor. Benim görüşlerim hakkında 86 tane doktora tezi yazılmış." diyor, "Cezaevinde kitap alamıyorum." diyor, "Beni bıraksalar, tutuksuz yargılanabilirim illa yargılamak istiyorlarsa." diyor. "Benim hakkımda da, hiçbir yazım hakkında da bugüne kadar ne bir dava açıldı ne bir soruşturma açıldı." diyor.

Bir başka örnek: Yine yakından tanıyacağınız, o dönemde belki de size en fazla desteği veren isimlerden biri, Şahin Alpay. "Ben 12 Martta darbelere karşı çıktığım için İsveç'e kaçtım yani yurt dışına çıkmak zorunda kaldım. 12 Eylülde içeriye alındım. Hayatım darbelere karşı durmakla geçti. Ki solcuyum diyemem, bir liberalim ama bütün yazılarımda ben Türkiye'nin Avrupa Birliği standartlarında bir demokrasi olmasını istiyorum." diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çakırözer, lütfen toparlar mısınız.

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - 11 tane kronik hastalığı var, 72 yaşında. Silivri Cezaevinin en yaşlı tutuklu ya da hükümlüsü. Diyor ki: "Benim suçum ne? Benim, yazdığım yazılar dışında ne hakkımda bir soruşturma ne bir şikâyet var ne bir dava var. Benim suçum ne?" Yine o da cezaevinde aynı şekilde 120'nci gününü doldurmuş durumda.

Yine, bir başka isim, o da bugünkü kararla ilgili kaygısını taşıyor, aynı, az önce değerli milletvekili arkadaşlarımın söylediği gibi, Murat Sabuncu, Cumhuriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni, diyor ki yani bana soruyordu "Yarın ne karar çıkacak?" diye. Şundan: "Böyle bir kararda -belliydi bu kararın alınacağı yönünde- bir kopuş olur. Ülke bunun altından kalkamaz. Eğer karar daha sonra AB Konseyi tarafından da kabul edilirse bir kopuş olur, bunun altından kalkamayız ülkece." diyor.

Şimdi, bu insanlar cezaevindeler ve niçin? Haber yazdıkları için. Kadri Gürsel diyor ki: "Bir paragrafımı almışlar, sadece bir paragraf; 63 soru soruldu bana, bir tanesinde, bir yazının son paragrafını gösteriyorlar ve oradan 'Sen subliminal mesaj verdin, darbeye zemin hazırladın.' diye bir sonuç çıkararak beni yatırıyorlar." Bugün onların 25'inci günü cezaevinde yani gözaltıyla birlikte 25.

Şimdi, bizim durumumuz böyle olunca bence 2004'teki oylamayla 2016'daki oylamanın fotoğrafları, içeriğine iyi bakmamız lazım. O dönem Türkiye -siz, bizzat içinde olduğunuz bir süreç olduğu için çok iyi biliyorsunuz- reformlarıyla göz dolduran, herkesin "Ya, bakın, Türkiye farklı bir yöne gidiyor, daha güçlü reformlar yapıyor. Daha iyi nasıl olur? Nasıl destekleriz?" diye baktığı bir Türkiye. Bugün ise -sizin, ekibinizin çok iyi okuduğunuza inanıyorum- son ilerleme raporunda geri gidiş alanları hızla artıyor. Geçtiğimiz yıllarda "İfade özgürlüğünde, basın özgürlüğünde ve yargının tarafsızlığında geri gidiş var." diyorlardı. Bu yılki ilerleme raporunda hukukun üstünlüğü, yargı ve temel haklar, yargı sistemi, işkence ve kötü muameleden korunma, insan kaynaklarının yönetimi, yine, ifade ve basın özgürlüğü var. Bir tane de yine kritik, çok fazla tartışılmıyor ama hep tartışmamız lazım. Az önce Özkan Bey'in uyarısından çıkarak söylüyorum, ekonomide de gerilemeyi ilk defa, yıllar sonra işaret ediyor. Bizim hep övündüğümüz ekonomide, ilerleme raporu gerileme yaşadığımızı söylüyor. Bunları önemsememiz lazım. Bunları sadece "Biz bunu yok sayıyoruz." demekle, "Çöpe atıyoruz." demekle eleştirilerden kurtulamayız. Yani, biz Avrupa'nın isteği için kendimizi düzeltmeyelim ama kendi insanımız için... Size az önce saydım insanları, 150 gazetecinin ya da daha fazla gazetecinin sadece 3'ünden örnek verdim. Bu insanları biz haber yaptıkları için, görüş açıkladıkları için, aykırı da olsa ifade ettikleri için... Bunların arasında bakın, Aslı Erdoğan yok. Necmiye Alpay'ın bugün 70'inci yaş gününü dostları adliye önünde kutluyor. Yani, bunlar ne Avrupa'nın İslamofobisi ne Avrupa'nın Türkiye karşıtlığı, bunlar bizim kendi sorunumuz. Niye biliyor musunuz? Necmiye Alpay içeride, bir gazetenin danışma kurulu üyesi, toplanmayan bir danışma kurulu üyesi, hiç toplanmamış. Bu üyeliği nedeniyle cezaevinde dördüncü ayına girdi. Ceza alırsa belki içeride yatmışlığı daha fazla olacak, bunu sizler biliyorsunuz ya da ekibinizdeki hukukçular biliyor. Bunları bizim düzeltmemiz lazım. Sayın Musa Kart söyledi, Ahmet Türk...

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Musa Çam.

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Pardon, özür dilerim, dün Musa Kart'la da görüşmüştüm, özür diliyorum.

Sayın Musa Çam söyledi, Ahmet Türk, siz de iyi biliyorsunuz, hepimiz biliyoruz ki Türkiye'de Kürt sorununun çözümü denildiğinde her zaman en aklı başında, en sağduyulu uyarıları, önermeleri yapan isimdir. Bu kişi hakkında suçlama olabilir, hepimiz hakkında olabilir, hiçbirimiz yargıdan bağışık değiliz ama bu kişiyi tutuklu yargılamak zorunda değilsiniz, tutuksuz yargılayın. Niye cezaevine koyuyorsunuz? Bir de bunları özellikle, örneğin, Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay hakkında bir "Tahliye oldu." haberi çıkıyor, tekrar "Olmadılar." deyip içeride kalmaları kararı çıkıyor. Ahmet Türk, tam da Avrupa Parlamentosunda Türkiye'nin demokrasisi, insan hakları, hukuk devleti tartışılırken tutuklanıyor. Yani, sanki inadına yapar gibi bunu yapmanın ne anlamı var.

BAŞKAN - Sayın Çakırözer, toparlarsanız, lütfen...

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.

Şöyle bir korkumuz var, şöyle bir kaygım var, onu ifade edeyim: Kopenhag Kriterleri dedik, yerine getiriyoruz dedik, o olmazsa "Ankara" dendi vesaire ama artık diplomasi koridorlarında konuşulanlarda "Bu kriterler Belarus kriterlerine dönmesin kaygısı." var. Biliyorsunuz, Belarus idam cezasını koruyan ülke. İdam cezasını geri getirdiğimizde bizim sadece Avrupa Birliğiyle değil kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyiyle ilişkilerimiz de çok ciddi sıkıntıya girecek. Bunları Avrupalıların tatmini için söylemiyorum, kendimiz için, bizlerin evlatları için, 79 milyon, ülkemizin evlatları, geleceğimiz için söylüyorum. O yüzden, biz bence tabii ki eleştirelim, Avrupa'yı eleştirelim, Avrupalılara sağduyuda bulunalım ama sizin konuşmanızda önemsediğim hususlar vardı. Sayın Dışişleri Bakanı da siz de Avrupa'yı eleştirirken bundan sonraki sürecin nasıl olabileceğine dair ipuçları da veriyordunuz yani "O zaman, bu fasılları açalım, madem bizi eleştiriyorsunuz bu konularda." Evet, bunların açılması lazım. Ama, bir yerinde çok kaygı duydum, bunu sizinle paylaşmak isterim. Şöyle bir şey dediniz: "Türkiye hazırdır." dediğiniz bir bölüm var, "Türkiye hazırdır yani bunları konuşalım, müzakere edelim ama onlar bu terör konusundaki tavrını değiştirmezse..." diye başlayan, sonra tutanaklardan bakarız "...bu olmaz, bu yürümez." dediğiniz bir bölüm var. Avrupalıların terör konusundaki tutumundan burada hiç kimse bence "Evet, onlar haklı." demiyordur. Doğrudur, terörü kınamakla birlikte, terörün destek bulacağı bir ortam Avrupa'da var, mevcuttur ve biz bunu eleştiriyoruz ama "Avrupalılar bu ortamı koruyor diye biz kendi insan haklarımızı, demokrasimizi iyileştirmeyeceğiz." şeklinde algılanabilir sözleriniz. Ben böyle düşünmediğinize inanıyorum, düşünmememiz gerekir. Tam tersine, önümüzdeki aralık ayında yapılacak AB Dışişleri Bakanları Toplantısı öncesinde ya da bu süreçte Avrupalı meslektaşlarınızla siz, Dışişleri Bakanı, Sayın Başbakan, gerekiyorsa Cumhurbaşkanı, görüşmeler yapıp bu sürecin askıya alınması değil tam tersine, daha hızlanması bizim isteğimiz. Bunun için yapılacak şey de belli, çözüm orada değil, çözüm bizim içimizde. Bizim demokrasimizi kendi insanımız için, size saydığım isimler için, tanıdığınız isimler için bizim bu şeyi düzeltmemiz lazım. Yapılamaz mı? Yapılabileceğine inanıyorum. Önümüzde fırsat pencereleri de açılabilir ama böyle bir karar aldılar diye bütün suçu Avrupa'ya atarak tamamen içe kapanacak, kendimizi Belarus'a benzetecek bir hâle dönersek biz bunu çözemeyiz. O yüzden, ben Avrupa'dan gelen açıklamalarda hep şeyi görüyorum, bir fırsat penceresi bırakmak istiyorlar. Sizin açıklamalarınıza baktığımda siz de bir müzakere zeminini kaybetmek istemiyorsunuz ama bunu yaparken kendi içimizdeki bu görüntüyü değiştirmemiz lazım. Burada bizim HDP'li arkadaşlarımızın da olmasını hep birlikte sağlamalıyız. Onlara da çok büyük sorumluluk düşüyor, sadece burada bulunanlara değil. Gazetecilerin özgürce yazmasını, çizmesini -sizin hakkınızda, bizim hakkımızda, aleyhimizde- sağlamamız lazım. Musa Kart'ın -bu sefer doğru isimle söylüyorum- özgürce çizmesini sağlamamız lazım. Ne işi var cezaevinde bir karikatüristin? Bunu anlatamayız dünyaya. O yüzden, ben sizin bu süreçte başından beri, 2002'de iktidara gelişinizden bu yana kritik rolde olan bir isim olarak, önce danışman, sonra Bakan olarak bu konuda önemli rol oynayabileceğinizi düşünüyorum. Lütfen, daha önceki bakanların yaptığı gibi, "Çöpe atarız.", "Şuna atarız." gibi yaklaşımlar yerine daha fırsatı kullanarak, fırsatı sadece kendiniz, size oy veren yurttaşlar için değil tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve şu anda oy vermeyen gelecek kuşaklarımız için kullanmanız gerektiğini düşünüyorum.

Bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.