| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı (1/796) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 20 .12.2016 |
UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, sayın bürokratlar, kamu kurumlarının değerli temsilcileri, değerli basın mensubu arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'nin içinde bulunduğu nasıl bir ortamda biz bu torba kanunu ele alıyoruz, daha önce değerli arkadaşlarım da söyledi ama ben bir kez daha anımsatmak istiyorum. İşte, daha yirmi dört saat önce buradan birkaç yüz metre ileride bir büyükelçi, Rusya'nın büyükelçisi korunmayan bir şekilde öldürüldü. Son bir hafta içinde onlarca şehit verdik; polis, asker, sivil yurttaş. Ve biz, burada, ekonomide durgunluğu geride bırakacak, durgunluğu ortadan kaldıracak önlemleri tartışmak için bir aradayız. Bir taraftan da yine Parlamentomuzun bir başka bölümünde, Türkiye'de bizim eksikleriyle de olsa iktidar-muhalefet diyaloğu içinde iyiye götürmeye çalıştığımız parlamenter rejimi baypas edecek, bir tek adam yönetimine ülkeyi götürecek bir Anayasa değişikliğini görüşmekteler ve biz de ekonomi nasıl iyiye gider diye tartışıyoruz. Tabii, böyle bir ortamda ekonomini iyiye gitmesini bekleyemeyiz biz. Ne kadar iyi niyetli olsak, burada ne kadar iyi niyetli adımlar atsak da ekonominin iyiye gitmesini sağlayacak koşullar yok.
Az önce belki sizler de görmüşsünüzdür, yabancı ajanslar geçti, Rusya'da, dünkü üzücü suikasttan sonra üçlü bir toplantı yapılmakta. Aslında, birçok iddiaya göre zaten dünkü suikast de bu toplantıya yönelik bir hamleydi. Tabii, Rus Büyükelçisinin öldürülmesini bir kere daha lanetliyoruz. Hiçbir gerekçe terörü meşru, haklı kılamaz. Hem ailesine hem Rusya devletine hem de halkına başsağlığı diliyoruz. Şimdi, az önce ajanslar geçti demiştim, bu toplantıda Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov'un bir açıklaması flaş olarak dünyaya geçmekte. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov diyor ki "Üç ülke; Türkiye, İran ve Rusya bir konuda... " Yani, birçok konuda mutabakat var ama önemli olan, flaş geçilen cümle şu: "Suriye'de önceliğin rejim değişikliği olmadığı, terörizmle mücadele olduğu konusunda mutabakata vardık." Bakın, 2011'de başladı, "Arap Baharı" diyorduk, Suriye'de rejim değişecekti, oraya Müslüman Kardeşler gidecekti, daha sonra bizler gidecektik, namaz kılınacaktı vesaire vesaire derken beş yıl geçti; binlerce insan hayatını kaybetti, yüz binlerce... İşte, ülkemizde 3 milyonun üzerinde ya da yakın -buradaki, bizimle paylaşılan rakamlarla- Suriyeli sadece bizim ülkemizde. Komşu ülkelerdeki rakamlarla tabii, bu, milyonları, daha fazla aşıyor. Ekonomimizin bu hâlde olmasının, bizim kaynaklarımızın en fazla harcandığı noktalardan biri dış politikada içine girdiğimiz bu döngüydü ve şimdi bir açıklamayla biz öğreniyoruz ki Suriye'de önceliğimiz rejim değişikliği değil, terörizmle mücadeleymiş.
Ben bir kere daha hatırlatmak isterim, çeşitli bakanlıkların bütçe görüşmeleri sırasında da konuşmuştuk: 2011 yılına geri dönersek eğer bizim sınırımızda yani güneyimizdeki sınırda Suriye devleti, onun kendi askerleri ya da orada yaşayan vatandaşları vardı. Şu anda ise izlenen politikalar nedeniyle, sadece bizim değil, Batı'nın; Avrupa'sı, Amerika'sı, işte, koalisyonu ya da başka ülkelerin izlediği politikalar nedeniyle ama tabii ki Türkiye'nin çok ısrarla izlediği politikalar nedeniyle, şu anda orada, bir tarafda IŞİD, bir tarafda PYD var. Biz bunlardan kurtulmak için oraya bir operasyon düzenlemiş durumdayız, askerlerimiz var orada, bugüne kadar 20'yi aşkın şehit verdik Suriye'nin içinde ve tabii ki finans, maliye uzmanlarımızın çok daha iyi bildiği milyarlarca liramız da bu Suriye batağına gömülmüş durumda, bu ülkenin kaynakları. Yani, bu noktaya geldik beş yılın sonunda, "Öncelik rejim değil, öncelik Esat değil." noktasına geldik.
Bunu şunun için anlatmak istiyorum: Hem içeriden bakanlar hem dışarıdan bakanlar kendi içinde toplumsal barışını sağlayamamış, kendi dışında da bölgesinde sorunların, ihtilafların çözümü değil, kaynağı konumundaki Türkiye'ye güvenmiyor, yatırım yapmıyor. Hem güven noktasında ama öncelikle işte dün gördük, güvenlik noktasında çok ciddi sıkıntılar var ve böyle bir durumda biz buradan, işte aylardır, biliyorsunuz -Sayın Bakan da burada, değerli bürokratları da burada- sürekli torba yasalar çıkarıyoruz, sürekli teşvik paketleri çıkarıyoruz. Bunun içinde de yine teşvikler var, vergi teşvikleri var vesaire ama biz genel tabloyu düzeltemedikçe yani ülkemizde güvenliği, ülkemizde karşılıklı güveni, insanlar arasında güveni, ticaret yapanlar arasında güveni sağlayamadığımız sürece hangi teşviki çıkarırsak çıkaralım, hangi desteği verirsek verelim -az önce söyleniyor, işte, kredilerin artması, sicil affı deniyor vesaire- bu işi düzeltmeyecek. Yani, ne olacak? İşte, iflası öteleyecek, batmayı öteleyecek vesaire. O yüzden, genel tablonun -daha önce değerli arkadaşlarım da söyledi- düzelmesi için iktidarıyla muhalefetiyle bizim bir mücadele vermemiz gerekiyor ama önceliğimiz, gördüğünüz gibi, maalesef, biz burada bunu konuşurken bir başka yerde önceliğimiz ülkemizde rejimin değişmesi, ülkemizde parlamenter rejimin baypas edilmesi, ülkemizde bir tek adam yönetimine gidilmesi. Sadece biz böyle algılamıyoruz, dünya da, dışarıdan bakanlar da böyle algılıyor. O yüzden, bu genel tabloyu değiştirmediğimiz sürece, bizler, şu anda ne kadar yapıcı bir şekilde bu durgunluğu aşmak istersek isteyelim bunu yapma konusunda başarımız sınırlı olacaktır; olamayacaktır demek istemiyorum, iyi niyetle bakmak istiyorum, sınırlı olacaktır.
Önümüzde bulunan pakete baktığımızda, mesela, bu paketin en önemli -Sayın Bakanın da açıklama sırasına baktığımda- unsurlarından bir tanesi, herkesin beklediği sicil affı. Rakamları belki maddesine geldiğinde bizimle paylaşılacaktır ama basında yer alan hâliyle söylüyorum; 11,5 milyon kişi var sicil affı bekleyen yani borcunu ödeyememiş, kara listeye girmiş; 2,3 milyon da şirket var. Şimdi, yani, öyle bir ekonomideyiz ki insanlar kara listede, insanlar borcunu ödeyemiyor, milyonlarca; 11,5 milyon kişi diyorum, 2,3 milyon şirket diyorum.
Öte taraftan, az önce, benden çok daha iyi bilen değerli arkadaşlarım söyledi, kredi garantilerinin -yine, baktım, Sayın Bakanın öncelik sırasında, ilk üçte söylemişti- kaynağı nereden gelecek? Yarattığı riskler konusunda bizi aydınlatan Sayın Genel Müdüre teşekkür ediyorum, "Büyük risk olmayacak." dedi, Sayın Bakan da öyle ancak başka uzmanlar, bu işi aynı şekilde değerlendiren başka uzmanlar ise bunun geçmişte yaşanan hataların bir tekrarı olacağı konusunda ısrarlılar. Türkiye'yi yeniden bir batık krediler, batık bankalar noktasına getireceği yönünde önemli analizler var. Bu konuda alınmış, alınacak olan tedbirleri de dinlemek isteriz.
Mesela, yine, önem sırasında öncelikle saydı Sayın Bakan pakette, burada, geçtiğimiz yıl içinde birlikte çıkardığımız asgari ücretin artışı sırasında şirketlerin desteklenmesi var. Yine, burada bakıyoruz, aynı şirketler desteklenecek. Oysa ki madem bir durgunluk var, madem bir kriz var, bunun daha genişletilmesi gerekmez mi? Yani, sadece asgari ücretin 2 katına kadar ücret alanlara 100 liralık bir teşvik veriliyordu işverenlere, bunun belki de... Az önce bir başka değerli meslektaşımız çiftçileri söyledi mesela, "Çiftçilere de verilemez mi?" dedi. Benzer şekilde toplumun birçok kesimine ve belki böyle bir kısıtlamaya gitmeden tüm kesimlere verilmesi lazım. Örneğin, neden böyle bir sınırlama var, bunu belki konuşmamız lazım.
Dediğim gibi, bizim amacımız iflasları ötelemek, günü idare etmek olmamalı; genel tabloyu, olabildiğince ortamı düzeltmek olmalıdır diye vurguluyorum. Mesela, Para Politikası Kuruluna ilişkin bir düzenleme var. Daha önce Sayın Bakan, diğer yetkililer açıklama yaptı; 12 yerine 8 olursa Kurul üzerindeki beklenti azalır, sürekli faiz indi çıktı... Ama bu beklentiyi sadece bu kurulun her ay toplanması yaratmıyor; bu beklentiyi, aynı zamanda, devleti yöneten en üst makamlardaki kişilerin, bakanların, siyasetçilerin sürekli Merkez Bankası üzerinde "Artsın." ya da "İnsin." şeklindeki baskıları da yaratıyor. Yani, toplantı sayısını 8'e indirdiğinizde zannediyor musunuz ki ya da şunun güvencesini verebiliyor musunuz ki 8 tane toplantı yapıldığında o toplantıya rahat bir şekilde, özerk bir şekilde, bağımsız bir şekilde Merkez Bankası yöneticileri girebilecek; siyasetçiler, devletin tepesindekiler, herhangi bir baskı yapmayacak?
O yüzden, az önce vurgulandı, ben de bu 18'inci madde ve 19'uncu madde konusunda kaygılarımı vurgulamak isterim. Sosyal devlet olmanın gereği eğitim kurumlarını, yurtları devletin kendisinin sağlamasıdır. Daha biz kısa süre önce bir vakfa emanet edilmiş bir yurtta yavrularımızın yanması trajedisini birlikte yaşadık, o acıyı birlikte yaşadık. Hâl böyleyken, bu konuda hâlâ vakıfların, diğer örgütlerin desteklenmesinin teşviki yerine bizim, devletin bu konuda daha fazla öne çıkması, sosyal devlet olmanın gereğini yapmasını sanırım teşvik etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Bu pakette, gemiler, yatlar -biz varlık barışında çıkarmıştık birlikte, ortak bir mutabakatla- yeniden gelmiş. Tabii ki sahibi Türk olan bu yatların, teknelerin vesaire gerçekten Türk bandırasına, Türk Bayrağı altına girmesi gerekir, girmesini isteriz. Neden onların böyle bir tercih yaptığını da... İşte, ekonomik gerekçeleri var. Ama, bu sağlanırken en azından sembolik de olsa, işte, hangi ülkeyse, Kanada ya da hangisi bu avantajları sağlıyorsa bu ülkelerden o ülkenin bayrağından bizim ülkemize bunun kaydı yapılırken sembolik de olsa bir şey alınamaz mı? Yani, tamamen bunun hiçbir şey... Çünkü, bunların sahipleri... Yani, bahsettiklerimiz yat, gezi teknesi vesaire dediğimiz şeyler öyle gerçekten toplumun dar gelirli kesimlerinin aldığı, alabileceği şeyler değil biliyorsunuz. Sembolik de olsa Türk Bayrağı'na, bandırasına geçmenin... Tamam, doğru, bütün hepsini almayın, teşvik edici olalım ama hiçbir şey alınmaması da makul görünmüyor. Ayrıca, kaç kişi var? Bunun da belki bir dökümü varsa, maddeye geldiğinde, bu yatları olan söz konusu kaç kişi var, bunun da sayısı paylaşılırsa çok memnun olacağız.
Ben bir kez daha bizim bu durgunluğu, ekonomimizi düzeltmek istiyorsak, yavrularımıza, kendimize iyi bir gelecek sağlamak istiyorsak hem içte toplumsal barışımızı, ciddi sorunlarımız çözmemiz lazım. Türkiye, insanların "Aman bu caddeye girmeyelim, aman bu alışveriş merkezine gitmeyelim!" diye kaygılarla evinden çıktığı ya da çıkamadığı bir ülke olmamalı. Aynı şekilde de dışarıda, biz, sorunların kaynağı değil, sorunların çözümü noktasında olan, Suriye örneğini verdim ama diğer ülkelerle ilişkilerimizde de artık ülkelerin iç işlerine karışan değil, ülkelerle iyi ilişkiler kurarak insanımızın refahını geliştirecek, ekonomik ilişkilere katkı sağlayan bir noktaya gelmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Son olarak da tabii ki hukuk devleti, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerde ilerlemenin ekonomideki ülkemize yönelik ya da yatırımlar konusundaki şüpheleri ortadan kaldıracak en önemli unsur olduğunu; bu konuda şu anda hem içeride hem dışarıda bizleri izleyenlerin, şu anda komisyonda görüşmeleri sürmekte olan, bu tek adam rejimine gidiş konusunda çok büyük kaygılarının olduğunu... Bizde var ama sadece bizde değil, içeriden de dışarıdan da izleyenlerde de bu var. Hukuk devletinden, demokrasiden kopuşun bizi hem günlük hayatımızı ama aynı zamanda da geleceğimiz olan ekonomiyi yakından etkileyeceğini düşünüyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.