| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 28 .12.2016 |
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün onuncu gününe giren maratonda ilk kez söz geldiği için doğal olarak Anayasa değişikliğinin geneli üzerinde de birkaç cümle etmek isterim. Ben, gerekçesi ve Anayasa'ya aykırılık konusunda da birkaç şeye genel olarak bakmak isterim. Hukukçu arkadaşlarımız, bu değişikliğin bütün sakatlıklarını, aksaklıklarını veya farklı noktalarını teknik açıdan da defalarca dile getirdiler. Ben, hukukçu bir teknik adam gibi bunları o boyutta irdelemeyi onlara bırakarak, bu Anayasa değişikliğini farklı bir boyuttan, kendi mesleğimi de ilgilendiren farklı bir açıdan sizlerle görüşlerimi paylaşmak isterim.
Arkadaşlar, bu Anayasa değişikliğinin üç özelliği çok sakıncalı ve tehlikeli. Bir tanesi, hepinizin söylediği, tek adamda toplanan yetki meselesi yani kuvvetler ayrılığını ihlal edilmesi. İkincisi, yargı bağımsızlığının ihlal edilmesi veya olmaması ama en önemlisi, denetimsizlik ya da yetersiz denetim mekanizması. Bu noktada benim dikkat çekmek istediğim nokta: Denetimsiz veya yeterince denetlenmeyen tek kişi ne anlama gelir? Buna biraz kafa yormalıyız, buna dikkat etmeliyiz. Bu tek kişi, her şey bir yana, bir psikolojiyi ifade eder. Bugün asıl bu Anayasa değişikliğinde yapılmak istenen şey: Bir sosyolojik bütünlüğü, sosyolojik birikimi, sosyolojik meseleyi aslında bir psikolojiye götürmeye çalışıyor şu anda Mecliste çalışanlar veya bugün burada görev yapanlar veya bu teklifi getirenler. Yani bir psikolojiye teslim etmeye çalışıyoruz. Biraz önce "Bu psikolojinin ne önemi var?" dediniz ya da birtakım örnekler verdi diğer milletvekilleri başka ülkelerden. Gülüştünüz bunlara veya komik buldunuz. İnanın, bunlar öyle çok uzak şeyler değil. Bunlar çok kolay olur. Hitler 1923'le 1933 arasında, sadece on yılda, yetişmiş, bilgili, o, altyapısı, felsefesi olan Alman toplumunu, herkesi yakabilir, sabun yapabilir hâle getirebildi. Çok basittir, faşizm ya da diktatöryaya geçmek çok kolaydır. Örneğin, biraz önce örnek verilen ülkede -ben o ülkeye gittim, kendi gözlerimle de gördüm orada hekimleri eğitmeye gittiğimizde, o devlet başkanı davet etmişti- biz yani gerçekten şok olduk. Bir toplum, bu kadar yetişmiş profesörü olan, eğitimli insanı olan, doktora yapmış insanı olan, hukukçusu olan bir toplum nasıl olur bir insana bu kadar teslim olur diye insan kendini alamıyor, buna inanmak istemiyor. Olur mu? Olur. Ben, eğer süreden saymazsanız, hem de gecenin ilerleyen bu saatinde, orada bizim gözlediğimiz çok ilginç bir şeyi, yani psikolojiler toplumları nasıl etkileyebilir onu vurgulamak istiyorum, bir örnek anlatmak istiyorum. Biz, orada meşhur -belki gidenler, bilenler bilir- At Bayramı denen, onların çok önemsediği geleneksel bir bayramları var, o bayrama da davet edilmiştik. Yalnız, Türkmenbaşı o bayrama gideceği zaman, dört saat önceden bütün başkentte yollar kapatılıyor. Bütün trafik iptal ediliyor. Biz de konuklar olarak, konuk olmamıza rağmen, dört saat önce kaldırılıp otelden gittik çünkü dediler ki: "Yollar kapalı." Dört saat soğukta beklendi. Tamam, olabilir. Hani korkuyor, güvenlik; tamam. Meşhur at yarışları var. O, lider olduğundan beri o at yarışlarını kazanan kişi hep o; hiç başka kazanan yok. Çok ilginç bir şey. Hayır, çok komik değil mi? Daha ilginç bir şey söyleyeyim: Bizim izlediğimiz yarış sırasında, yani olacağı var ya, Türkmenbaşı'nın atı tökezledi ve düştü; Türkmenbaşı da düştü ve o yine 1'inci ilan edildi.
Şimdi, peki, bu komik ya da tuhaf ama daha ilginci "Bu kadar insan bunu nasıl görmez, nasıl yansıtmaz?" diye düşünüyorsunuz. Biraz önce Sayın Kerestecioğlu anlattı, ben de o örnekleri verecektim ama o verdiği için tekrarlamayacağım. Arkadaşlar, bakıyorsunuz çevrenize, binlerce insan "Evet, bu olay olmadı." diyor ve biz gümrükten çıkarken hepimizin cep telefonunu toplayıp o anki görüntüleri tek tek sildirdiler, kendileri sildiler. İşte, diktatörya, korku budur.
ALİ İHSAN YAVUZ (Sakarya) - Ne alakası var şimdi ya?
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Şimdi, bir saniye...
TÜRABİ KAYAN (Kırklareli) - Anlayamadınız mı hâlâ ne alakası var?
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Tamam, bak ben sana "Böyle olacak." demiyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya, size demiyor, Türkmenbaşı'na diyor.
BAŞKAN - Sayın İrgil, lütfen devam edin.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Ben, zaten "Sen böylesin, değilsin." demiyorum, bir meseleden, bir vakadan bahsediyorum.
BAŞKAN - Süreden saydık ama.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Şimdi, eğer bir yargı, bir sistem alınıp...
BAŞKAN - Devam edin.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Yani bir mesele bu kadar denetimsiz olarak...
Arkadaşlar, bunun ne alakası var biliyor musunuz? O, bir insan, bugün tüm yetkileri devredeceğiniz, denetimsiz olarak devredeceğiniz kişi de bir insan; bunu sakın unutmayın. Siz, seçilecek olan Cumhurbaşkanının ya da başkanın bir insandan daha farklı bir şey mi olduğunu düşünüyorsunuz yani onu mu iddia ediyorsunuz? E, siz o zaman psikolojiyi mi reddediyorsunuz? Psikoloji denen bir gerçek var. Nitekim, sistemler, yasalar, organizasyonlar, haklar, kazanımlar, tek bir kişinin psikolojisine, görgüsüne, bilgisine, ahlakına, erdemine, hoşgörüsüne terk edilemez; bu, evrensel bir kural. Bir gün ya daha farklı psikolojide olursa bu seçilen kişi veya gelişen süreçte analitik yeteneklerini yitirebilirse veya farklı vesveselere kapılırsa ne olacak? Onu kim denetleyecek? Bu denetimi kim sağlayacak? Diyeceksiniz ki: Bu olur mu? Oldu, binlerce kez bu tarihte, insanlarda yaşandı ve bu mümkündür. Örneğin bizim tarihimizde, herkes ülkesini iyi yönetmeye, insanlarına faydalı olmaya çalışır. Bu, normal bir şey, doğal olanı budur. Aksini düşünen zaten ruh hastasıdır ama şu var: Hatırlarsanız bizim tarihimizde de birçok yöneticimizin başına geldi, nitekim Abdülhamit de iyi niyetlerle, halisane duygularla başladı ama ülkenin içinde bulunduğu gerilim, şartlar, saldırılar, kendisine düzenlenen suikast girişimi, o, bu, bir sürü şey... O, bir insan. Sonuçta bugün "paranoit" dediğimiz, o zamanki tarihte anılan adıyla -herkesin isimlendirdiği- vesvese hastalığına tutuldu. Ne oldu? Ülkeyi daha baskı altında... Korku... Çünkü korkuyordu; insan bu, doğal. Yani bir insana, unutmayın, bu devlet başkanına yetkileri verebilirsiniz. Bir gün sabah kalkar, bir gün canı sıkılır, kızar... Nitekim, bak, bugünkü OHAL'de görüyoruz, Sayın Cumhurbaşkanı kızıp, öfkeyle -ilk çıkan kararnamelerde dikkat etmediniz mi- ne kadar kontrolsüz, hiç akla sığmayacak ya da mantıkla bağdaşmayan kararları çok rahat, bir günde çıkarabildi. Nitekim benim ilgilendiğim eğitim alanında, 15 üniversiteyi, sadece adını değiştirerek, mütevelli heyetini değiştirerek ve sadece devletleştirerek; hiçbir millî servet kaybına yol açmadan, ekonomiye, hayata kazandırarak, 65 bin öğrenciyi de mağdur etmeden bunu çözebilirdi değil mi? Hayır, yapmadı. Hiç sormadı, ortak akla başvurmadı. YÖK'ün de haberi yok. Sabahleyin YÖK Başkanı da bizimle birlikte televizyondan öğrendi. Ne oldu peki sonuç? Tamam, siz ses çıkarmadınız. Hani, biraz önce güldünüz ya "O Türkmenbaşı'nı orada izleyenler nasıl sessiz kalabildi?" diye; hiçbir fark yok, bugün de siz öyle sessizlik içindesiniz.
BAŞKAN - Sayın İrgil, toparlayalım lütfen.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Ya, ne toparlaması, daha var.
AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Başkan, işine gelmediği zaman "Toparlayalım." diyorsun.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Bir saniye Başkanım, ben diğer konuşmacının şeyini de kullanıyorum.
BAŞKAN - Ben Başkanım, şu an Başkanlık görevini yürütüyorum ve Başkanlık Divanı olarak görevimiz, müzakereleri sağlıklı şekilde yürütmek.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Ama bak, çok önemli bir konuşma yapıyor.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Yoruldunuz.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Sayın Başkan, susturucu gibisiniz.
BAŞKAN - Devam edin Sayın İrgil.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Yani burada şu var: Ben burada yani gerçekten bir insan üzerine konuşmuyorum.
Arkadaşlar, herkes ölümlü. Bugün Recep Tayyip Erdoğan Bey gider, bir başkası gelir, bir başkası... Ama siz burada anayasa yapıyorsunuz, biz burada anayasa yapıyoruz. Yirmi yıl sonra, on beş yıl sonra böyle bir şey olursa veya görevi başında böyle bir şey olursa onun denetim mekanizmasını düşündünüz mü? Nitekim, çok önemli... Sözüm yarım kaldı demin. 65 bin çocuğun 25 bini okulu bırakmak zorunda kaldı. Siz kabul edin etmeyin ama realite bu.
Peki, şimdi tarihten bir nokta aktarayım, bu ilginç bir şey, bunu şu ana kadar bir konuşmacı söyler mi diye bekledim ama söylemeyince şimdi ben ifade edeyim. Bu Anayasa değişiklikleri meselesi 1921'de ocak ayında Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşuluyor -eğer dinlerseniz, bu, ilginç bir şey- yine tartışmalar var. Düşünün, savaş hâlindeyiz, Anayasa konuşuluyor ve günlerce konuşuluyor, böyle sizin gibi aceleye getirmiyorlar. Yine böyle bazı vekiller var, haklı -yani Osmanlı'nın süreciyle cumhuriyetin süreci çakışmış, birbirinden ayrılma sürecinde- haklı olarak bazı insanlar bazı şeyleri içine sindiremiyorlar, mesela Meclisin yetkisi, Meclisin kanun yapma yetkisi falan, ha bire itiraz ediyorlar. Bunun üzerine Mustafa Kemal'in orada uzun bir konuşmada söylediği bir cümle var: "Hâlbuki sanıyorum ki milletin gerçek vekillerinden oluşan yüce Meclis artık bu yetkileri bir şahsa bırakmak istemiyor, kendi yapmak ve tamamen üzerine almak istiyor. Bunu ifade etmezsek, henüz kanunların birçoğu cari Kanuni Esasi'ye göre, kanunu değiştirmeye cesaret bulamayız." diyor. Yani herkes alkışlıyor falan. "Evet, bu burada bitsin." diyor.
Yani şunu diyorlar 1921'de bile: "Ya, bunu tek kişide toplamayalım, ileride başka kanunlar çıkarmaya, ülkeyi yönetmeye, başka şeyleri değiştirmeye cesaret bulamaz milletvekilleri." Bunun üzerine bu konuşmalar sürerken ilginç bir şey oluyor, aynı madde üzerinde -veya madde geçmemiş- bir milletvekili var, Mustafa Bey, ısrarla önerge veriyor. Bakın, aynı madde konuşuluyor, 21 Şubattaki oturum bu. 7 Ocak-21 Şubat. Bir ay olmuş, aynı maddeyi konuşuyorlar. "Meclisin Türk milleti adına yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisindedir. Bu yetki devredilemez." maddesi. Ha bire bir adam bir şey veriyor -böyle bir milletvekili arkadaşımız geçmişte- ve bu noktada şunu diyor: "Bu yetki alınsın, bu kadar yetki olmasın." falan. Bunun üzerine Mustafa Kemal tekrar söz alıyor, uzun uzun anlatıyor ama en sonunda diyor ki: "Arkadaşlar, böyle bir önergeyi Başkanlığın kabul etmesi bile hata. Bu asla kabul edilemez, böyle bir şey söz konusu olamaz. Bunu konuşmak bile zarardır." Ben ilk defa burada gördüm Mustafa Kemal'in bu tarzda bir ifade kullandığını, bugüne kadar hiçbir konuşmasında, hani böyle bir tarzda konuşmasını duymamıştım. "Bu bile zarardır." dedikten sonra şöyle bir şey diyor: "Mustafa Bey kardeşimiz bilmem hasta mı nedir, bunun değiştirilmesi için 10 keredir başvuruyor, ilk başvurusu da zaten reddedildi." Daha neyini tartışalım demeye getiriyor. "Bu tartışma zararlıdır. Arkadaşlar, tüm içtenlikle ve tam bir ciddiyetle bildiririm, bu söz konusu olamaz ve tartışması bile olamaz." diyor. Bakın...
BAŞKAN - Sayın İrgil, toparlayalım lütfen.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Toparlıyor, toparlıyor...
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Eğer dinleseydiniz...
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Tarihe çok ciddi bir not düşüyor Sayın İrgil.
BAŞKAN - Biz on gündür tarihe not düşüyoruz buradan, tarihe on gündür not düşüyoruz.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Ben o zaman şöyle söyleyeyim yani Sayın Başkan, ya, sizinle tartışarak hani zaman kaybetmek istemiyorum.
BAŞKAN - Tartışmayalım ama ben sadece uyarıyorum toparlayalım diye.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Peki. Yani bir kere söz hakkı kullanacağım için, son...
BAŞKAN - Ceyhun Bey, haklısınız ama...
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Sayın Başkan...
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Pişman olursunuz dinlemezseniz.
BAŞKAN - Zahmet olmazsa, lütfen...
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Şimdi burada daha ilginç şeylerden bir tanesi; gelelim günümüze yani yakın zamana. Şu an Meclis Başkanlığımızı yapan Sayın İsmail Kahraman Bey henüz Meclis Başkanı değilken -siz de bilirsiniz, hazırlayan arkadaşlar mutlaka ilgilenmiştir İnternet'e falan girince- Birlik Vakfının yöneticisiyken onun Hukukçular Kulübüyle bir Anayasa taslağı hazırlıyor başkanlık üzerine -zaten biliyorsunuz, ilk tartışmayı başlatanlardan biri- ve onun hazırladığı Anayasa taslağında -bilmem göz attınız mı- "Devlet başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarına katılamaz, kanun teklif edemez, devlet başkanının atadığı üst düzey yöneticiler Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına tabidir, devlet başkanı sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinin kabul ettiği bütçeyi kullanabilir, devlet başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisini feshedemez. Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletvekilleri, daraltılmış bölge ön seçim yoluyla seçilen milletvekillerinden oluşur." diyor ve devam ediyor, bir sürü detay var ve en önemlisi, sizi, bizi, milletvekillerini tanımlıyor, diyor ki: "Maalesef günümüzdeki parlamenter sistem milletvekillerini liderine mutlak bağımlı hâle getirerek itibarsızlaştırmaktadır. Parlamenter sistemde milletvekili son derece zayıf, itibarsız ve iradesizdir." Sizi, bizi tanımlıyor arkadaşlar. "İradesini açıklayan ve iradesi gereği oy kullanan milletvekilinin siyasi geleceği yoktur." Şu andaki Meclis Başkanımızın raporundan. "Çünkü aday listeleri genel merkezler tarafından hazırlanır. Genel merkez ise muti adayları tercih eder." diyor yani sessiz. "Bunun tabii sonucu olarak da milletvekilinin özgürlüğü sınırlanır." diyor. Bunu, kendi şu andaki milletvekiliniz ve Meclis Başkanınız diyor ve bu güçlü yasamayı anlatırken de "Bu devlet başkanı kanun teklif edemez." diyor ve "Eğer milletvekilleri ön seçimle gelirse, bu lidere bağlı olmazsa, daha güçlü olur." diye devam ediyor. Özü şu: 2012'de hazırlanmış. 2012'dekine bile kimse göz atmadı mı? Yani şu an Meclis Başkanının çıkıp şunu demesi gerekmez mi? Arkadaşlar, evet, bu...
BAŞKAN - Sayın İrgil, konuşma sırasında sizin arkadaşlarınız var. Siz bilirsiniz.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Olur, tamam.
BAŞKAN - Siz bilirsiniz. (CHP sıralarından gürültüler)
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Psikolojik baskı yapıyorsunuz.
BAŞKAN - Psikolojik baskı değil, konuşma sırasında sizin arkadaşlarınız var, siz bilirsiniz.
Buyurun.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - İşte, başkanlık sistemi bu.
BAŞKAN - Muharrem Bey, lütfen.
Sayın İrgil, toparlayın lütfen.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Toparlıyorum.
YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Ben sıramı Ceyhun Bey'e veriyorum, konuşabilir.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Şimdi burada ilginç bir şey var, diyor ki: "Devlet başkanının özellikle yüksek düzeyde atamaları, bütçenin kabulü..." Arkadaşlar, bu, aynı zamanda tutanaklara geçsin, tarihe not düşelim; bu, Meclis Başkanımızın, şu anda bizi yöneten Meclis Başkanımızın önerisi.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Dün dündür, bugün bugündür!
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Evet.
BAŞKAN - Sayın İrgil...
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Devam ediyorum.
BAŞKAN - ...şimdi, sayın vekilimiz bir şey söyledi ama o, kendi sırası geldiğinde... Siz tekrar konuşun çünkü bu, şu an konuşacak milletvekili arkadaşlarımızı...
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Niye susturmaya çalışıyorsun Başkan?
BAŞKAN - ...az çok belirledik.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Bunu yapana kadar bitireyim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Hadi bitir.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - "Devlet başkanının..."
BAŞKAN - Lütfen bitirin.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Tamam, ben beş dakika...
YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Vazgeçtim konuşmaktan.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Tamam.
"Devlet başkanının yüksek düzeyli atamaları, bütçenin denetlendiği gibi ayrıca komisyonlar aracılığıyla da yürütmeyi sürekli denetlemesi gerekir Meclisin." diyor ve uzun uzun anlattıktan sonra diyor ki: "Ayrıca, seçimlerde uygulanan baraj nedeniyle halkın önemli bir kesiminin Mecliste temsil edilmediği bir gerçektir. Bu baraj doğru değil." Nitekim, o da milletvekili sayısını artıran bir öneride bulunuyor. Daha çok detaylar var. Bunun sonucunda, nereye geliyoruz? Ben sözlerimi tamamlarken...
Söz sıranızı bana vermenize gerek yok, ben sözümü bitiriyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İrgil.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - O yüzden hakkınız filan yanmasın.
YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Devam edin.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Bu arada sizin hakkınızı da kurtarayım da üstüme vebal olmasın.
BAŞKAN - Başkanlık Divanımıza gösterdiğiniz...
CEYHUN İRGİL (Bursa) - 2019'da yürürlüğe girecek bu Anayasa için bu acele, bu telaş çok tedirgin edici, çok riskli. Gördüğünüz gibi 1921'de savaş koşullarında bile çok uzun tartışmalar yapıldı. Bu Anayasa değişikliği milletin ortak sözleşmesi ise milletin iradesiyle değişmeli. Milletin iradesi Türkiye Büyük Millet Meclisinin. Oysa bu Anayasa teklifi, Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekilleri tarafından değil, başka bir yerde... Kendisi ifade ediyor, Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığını yapan bir avukat arkadaş "Ben hazırladım, ben hallettim, işte biz pişirdik mutfakta." diyor. Biraz önce arkadaşlar "mutfak" dedi ya, mutfak falan yok arkadaşlar, birkaç aşçı hazırlamış size göndermiş, siz sadece ısıtıp bizim önümüze getiriyorsunuz.
NİHAT YEŞİL (Ankara) - Isıtmıyorlar, soğuk veriyorlar...
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Saray ekibi tarafından hazırlandığını düşünüyoruz ve buraya sipariş edildiğini düşünüyoruz.
BAŞKAN - Sayın İrgil, toparlıyorum dediniz, başka bir...
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Tamam, bitiriyorum.
Denge denetimi olmayan bu Anayasa'nın, tek kişi için yapıldığından dolayı ancak "banayasa" olabilir adı. Millet iradesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde millet adına irade kullanan milletvekillerinin seçimle aldığı iradeyi tek bir kişiye devretme hakkı yoktur arkadaşlar. Bu Anayasa, bu nedenle, milletsever milletvekillerinin değil, lider sever milletvekillerinin eseri olacaktır.
Sonuç olarak, bitirirken, son bir anekdotu aktarayım: Arkadaşlar, Amerika Birleşik Devletleri'nde de bu tartışmalar oluyor ve ilk anayasa yapılıyor ve anayasa çalışmalarının bittiği gün herkes yorgun argın Parlamentodan çıkmak üzere... Biliyorsunuz, o anayasanın mimarlarından bir tanesi Benjamin Franklin -ve o zaman çok da biliniyor, tanınıyor, herkes saygı duyuyor- Philadelphia Kongre binasından çıkarken "Elizabeth Powell" diye bir kadın durduruyor, soruyor, diyor ki: "Doktor Franklin, bu kongreden sonra neyimiz var? Yani monarşi mi oldu?" Çünkü onlar dışarıda, aynen şimdi halkımızın haberi olmadığı gibi, şimdi ne yapıldığını, ne konuşulduğunu kimse bilmiyor burada. (AK PARTİ sıralarından "İki yüz sene önce." sesi, gürültüler)
İki yüz sene önce; işte aynı şey, hiç değişmemiş.
"Monarşimiz mi oldu, cumhuriyetimiz mi oldu yani ne oldu?" diyor. Bu cümle benim son cümlem olsun. Franklin diyor ki hanımefendiye: "Hanımefendi, cumhuriyetimiz oldu." Ve ekliyor: "Tabii, eğer sahip çıkabilirseniz."
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)