KOMİSYON KONUŞMASI

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Herkese iyi akşamlar.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa Komisyonunun toplantısında yine saatler süren bir çalışmadayız çünkü ülkemizin belki de gelecek yüz yılına damga vuracak bir çalışmayı yapıyoruz ve hep birlikte bu çalışmanın da ülkemiz için başarı getirmesini, huzur getirmesini, refah getirmesini istiyoruz. Tabii, bu temennimizin, bu anayasa taslağının gerçekleşmesi hâlinde, hayata geçmeyeceğinin de farkındayız çünkü Adalet ve Kalkınma Partisinin ortaya koyduğu anayasa taslağı bir anayasadan çok kişiye özel bir rejimin düzenlenmesi ve Latin Amerika diktatörlüklerinde "patronlu başkanlık" olarak adlandırılan rejimin Türkiye'ye yerleştirilme gayretinden başka bir şey değildir.

Bu anayasa taslağı üzerine konuşulacak çok şey var ancak görülen bir şey var ki Adalet ve Kalkınma Partisinin yöneticileri kendilerine dayatılan, Saray tarafından dayatılan bu anayasa taslağıyla birlikte tek bir şeyi hedefliyorlar: Yargılanamayacakları bir düzen kurmanın peşindeler. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kaldırılıp Hâkimler Savcılar Kurulu hâline getirilmesi ve bunun seçilecek Cumhurbaşkanı tarafından bizzat atanması, buna da sos olarak "Efendim, Meclisin içinden de bazı kişiler seçilecek." denmesi tek bir şeyi göstermektedir: "Hâkimleri ve savcıları tamamen denetim altına alalım, tamamen oraların belirlenmesi bizim elimizde olsun, yeni bir 17-25 Aralık vakası daha yaşamayalım." Bu korku ve bunun beraberinde getirdiği korkular bugünkü anayasa taslağını ortaya çıkarmıştır ve tek adam rejimi ya da kişiye özel bir rejim olarak düzenlenen bu anayasa taslağı önümüze getirilmiştir.

Bu anayasa taslağını getirenlere şunu sormak gerekir: Günlerdir burada konuşmalar yapılıyor, "Cumhurbaşkanlığı sistemi" adı verilen sistemin ne kadar önemli ve gerekli olduğu anlatılıyor, hatta bunun ne kadar önemli ve gerekli olduğunu anlatan AKP'li milletvekilleri "Efendim, Cumhurbaşkanı ve Başbakan aynı dönemde görevde kalırsa bu, ülke için zaman kaybıdır." diyor ve verdikleri örneklerle aslında AKP iktidarının son on dört yılda Türkiye'ye ne kadar çok şey kaybettirdiğini de itiraf etmiş oluyorlar.

Şimdi ben tek bir soru sormak istiyorum: On dört yıl içinde ne istediniz de yapamadınız, size ne engel oldu? Bundan sonra bu yetkiyi alırsanız yapamadıklarınızı yapacağınızı nereden bileceğiz? Siz on dört yıldır Türkiye'yi aslında yönetemediğinizi bir anlamda buradaki çalışmalarda itiraf ediyorsunuz ve ortaya koyduğunuz anayasayı savunurken arkadaşlarımızın da kanıtlarıyla, belgeleriyle gösterdiği üzere Suriye Anayasası'nın başka bir versiyonunu, belki de onun tıpatıp aynısını getiriyorsunuz.

Biliyorum, Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP'nin 14'üncü yılında artık bir düşüş eğrisine girdiğini ve bundan sonra bu düşüş eğrisinin de devam edeceğini gördüğü için iktidar partisinin iplerini tamamen elinde tutmak istiyor ve bu yüzden "partili Cumhurbaşkanlığı" adı verilen bir hilkat garibesini ortaya koyuyor. AKP'nin bilinçaltında cumhuriyetle hesaplaşmak, cumhuriyetin kurumlarını ve değerlerini ortadan kaldırmak olduğunu biliyoruz; bunu son on dört yılda ortaya koyduğunuz icraatlar ve uygulamalar zaten gösteriyor. Buna eğer itiraz ederseniz, çok değil, daha yirmi dakika önce HABERTÜRK televizyonunda konuşan Burhan Kuzu'nun sözleriyle örnek verebilirim. Bakın, Burhan Kuzu ne diyor: "Bir memlekette cumhuriyet varsa parlamenter sistem işlemez." Bu sözden daha açık ve net bu anayasa taslağının anlamını ortaya koyan başka bir şey yoktur. Durmuyor, özellikle Milliyetçi Hareket Partisini ilgilendiren bir söz daha söylüyor: "Cumhurbaşkanlığı sistemi kabul edildikten sonra dar ya da daraltılmış bölge seçimine de geçeceğiz." diyor.

Tabii, bununla sınırlı kalmayacağını, AKP iktidarının ve Saray'ın bitmek, tükenmek bilmeyen hırsını, tek adam rejimini hayatın her alanında inşa etmek istediğini yapılan çalışmalardan da biliyoruz. Bu yeni anayasa taslağı eğer referanduma giderse halkımızın bunu reddedeceğini biliyorum ama sizin kafanızda gizlice yaptığınız çalışmaların olduğunu ve bunların özellikle Türkiye'nin idari yapısını baştan sona değiştirmeyi hedeflediğini de görüyorum. Örneğin, bu anayasa halkın oylarıyla geçerse bundan sonra atmak istediğiniz adımın ilçe belediyelerini kapatmak, ilçe belediyelerini birer şube müdürlüğüne çevirmek ve böylece tüm illeri bir ya da birkaç belediye başkanıyla yönetmek istediğinizin de farkındayız çünkü İçişleri Bakanlığında yapılan bu çalışma "seçilmiş valiler" yöntemiyle bir anlamda federasyonun ayağını da oluşturacaktır. Tabii, bunları pek konuşmak istemiyorum. Umarım zihninizin bir yerinde bunlar yoktur. Özellikle Milliyetçi Hareket Partisinin tabanının bizi izleme imkânı olursa, bunları bilmesinde fayda olduğunu da düşünüyorum.

Acaba bu yeni anayasa, adına "Cumhurbaşkanlığı sistemi" denilen, özünde tek adam rejimine dayalı, patronlu başkanlık sistemini bize dayatan, Latin Amerika diktatörlüklerinin kötü bir kopyası olan bu sistem hayata geçirilirse Türkiye Cumhuriyeti devletinin adını "yeni Türkiye devleti", "Türkiye Cumhurbaşkanlığı", "Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı" ya da "yeni Türkiye Cumhuriyeti" olarak değiştirmeyi düşünüyor musunuz, kafanızın arkasında böyle bir plan var mı? Ben bir gazeteci olarak AKP'nin bazı yerlerinde, bazı çalışma noktalarında bunların yapıldığını, buna ilişkin bazı adımların atılmak istendiğini ancak referandumdan dolayı buna şimdilik ara verildiğini de biliyorum.

Anayasalar toplumsal mutabakatla yapılır. Anayasa yapım süreçlerinde herkesin kendisini ifade edebileceği, özgürce ifade edebileceği ortamlar yaratılır. Biz olağanüstü hâl rejiminde Türkiye'nin gelecek yüz yılına damga vuracak bir anayasayı tartışıyoruz ve nasıl tartışıyoruz? Tüm televizyon kameralarının dışarıya atıldığı, halkın burada ne konuşulduğunu bilmediği bir dönemden geçiyoruz. "Millî irade, millî irade" diye on dört yıldır ensemizde boza pişirenlerin, televizyon kameralarından korktuğunu burada bir kez daha görüyoruz. Sadece burada mı korkuyorsunuz? Hayır. Hayatın her alanında korkuyorsunuz. Buraya sokmadığınız kameramanları, gazetecileri dışarıda da tutukluyorsunuz.

Bakın, çok basit, hiç uzaklara gitmeye gerek yok. Sayın Başkan, son sekiz günde, son yedi günde Türkiye'de yaşananlara bir bakalım: Dün 5 gazeteci gözaltına alındı. Cumhuriyet gazetesinin kantincisi polisin iddiasına dayalı olarak tutuklandı.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Çok ayıp ya!

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - YOL TV televizyonu kapatıldı. Aydın Engin, 2 kez Kadıköy'ün ortasında açıkça ölümle tehdit edildi. Hüsnü Mahalli yaptığı bir yorumdan dolayı cezaevine atıldı; kendisi 4 ağır hastalık geçiriyor, günde 11 ilaç, 3 tane de serum alıyor. Dün 400 sinemacıya, sadece ve sadece attıkları bir imzadan dolayı, soruşturma açıldı. İçişleri Bakanlığı 10 binin üzerinde yurttaşın "tweet"lerinin takibe alındığını ve bu "tweet"lerden dolayı haklarında soruşturma başlatıldığını söylüyor. Darbe dönemlerinde yapılan toplu tutuklamalar, kendisine "Demokratım." diyen bir iktidar tarafından tüm hızıyla gerçekleştiriliyor.

Dün gözaltına alınan bir gazeteci arkadaşımızın annesi sabah saatlerinde evine gelen polis tarafından, namaz kılarken seccadesinin üzerinde darbediliyor, Metin Yoksu'nun annesi.

İSMAİL AYDIN (Bursa) - Yalan, yalan.

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Metin Yoksu'nun annesi, söylüyorum. Yalansa, yalan olduğunu... Yarın avukatlarını gönderin o zaman, avukatlarıyla görüşme izni verin, yalansa -ben burada açıkça söylüyorum- gazetecilikten de istifa edeceğim, milletvekilliğini de hemen bırakacağım. Namaz kılan bir kadının yalan söyleyebileceğine inanan ve kendi kitlenizi ikna edebilmek için rahatlıkla yalan konuşabilecek bir kapasiteye sahip olmanızı da gerçekten kınıyorum. Hangi kadın, namaz kılan, seccade üstünden kalkan bir kadın "Polis beni darbetti." diye yalan söyler? Yalan söyler de eline ne geçer? Yapmayın bunu.

İSMAİL AYDIN (Bursa) - Hangi polis namaz kılan birini darbeder, hangi polis?

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Sizin yarattığınız tablo budur. Şu anda...

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Takip edelim, takip edelim, somut isimlerle takip edelim.

BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Vereceğim Beyefendi, vereceğim Kemalettin Bey.

Bakın, isim veriyorum Sayın Başkanım, Sayın Şentop: Gazeteci Metin Yoksu'nun annesi sabah namaz kılarken evine gelen polisler tarafından bir şoka uğradığını, seccadesini toplarken polisin kendisini darbettiğini söylüyor. Bu kadar açıkça söylüyorum, isim veriyorum. Siz bunları duymak istemeyebilirsiniz, buraya kamera sokmadığınız için gazeteci arkadaşlarımız bunları yazmayabilir ama şu bilinsin ki, bu bir gerçek ve ben size isimleriyle veriyorum.

Tabii, yarattığınız tablo sadece bununla sınırlı değil. Şu anda, 147 gazeteci sizin iktidarınız döneminde cezaevinde tutuluyor. Sadece 15 Temmuz alçak darbe girişiminin ardından işsiz kalan gazeteci arkadaşlarımızın sayısı 3 bin. 800 basın kartı iptal edilmiş durumda.

Siz, düşünceyi ifade özgürlüğünün ayaklar altına alındığı, hiç kimsenin kendisini özgürce ifade edemediği, "Anayasaya hayır!" diyenlerin açıkça tehdit edildiği, "Anayasaya hayır!" dediği bilinen Cumhuriyet gazetesinin kapatılmayla karşı karşıya kaldığı bir dönemde bizim, bu tek adam diktatöryasına onay vermemizi, izin vermemizi istiyorsunuz. Arkadaşlar, biz cumhuriyeti sandıkta kazanmadık. Cumhuriyeti sandıkta kazanmadığımız için sandıkta da yok ettirmeyiz. Son sözüm de budur.

Teşekkür ediyorum.