KOMİSYON KONUŞMASI

TUFAN KÖSE (Çorum) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bana da on günden sonra söz geldi. Bir gözlemimi paylaşmak istiyorum önce Komisyonla ilgili. Komisyonun yönetimi Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisinden herhangi bir söz talebi olduğunda otomatiğe bağlanmış gibi onlara söz hakkı veriyor ama Cumhuriyet Halk Partisi ve diğer HDP grup sözcüleri söz istediğinde özellikle onlara bir türlü söz hakkı gelmiyor. Bu gözlemimi sizlerle paylaşmak istedim.

Yine, bir kısım arkadaşlarımız yeterlilik önergelerine karşı çıkıyorlar, diyorlar ki: "Tam görüşülmedi, konu çok önemli." Ben de şöyle demek istiyorum bu konuda da: Çok görüşülse de sonuç değişmeyeceği için fazla bunun kavgasını da vermeye gerek yok. Ne kadar aydınlanılırsa aydınlanılsın burada belli bir doğrultuda alınan görüşlerin sonucunda bu Anayasa değişikliği kabul edilecek.

Değerli arkadaşlarım, önce, bundan yaklaşık üç dört ay kadar önce bize mikrofonlar uzatıldığında sözümüz şöyleydi: Anayasa'da başkanlıkla ilgili yapılacak değişiklikler suni bir gündemdir. Özellikle 15 Temmuzdan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinin o gece yaptığı çalışmalar ve devamında yaptığı özverili çalışmalar, darbeye karşı gerçekten sağduyulu duruşu, yürekli duruşu, cesaretlice duruşu ve 4 siyasi partinin de bu konuda konsensüs hâlinde hareket etmesi başkanlıkla ilgili Anayasa değişikliğini suni bir gündem hâline getirmiştir ve Türkiye'nin gündeminden çıkmıştır diye düşünürken bir muhalefet partisinin genel başkanının bir grup toplantısında yeniden "Fiilî durumu yasal duruma uyduralım." demesi sonucu ülkemizin en yakıcı, en önemli gündem maddesi hâline gelmiştir. Peki, şunu sormak gerekiyor: Bugün yaşadığımız sorunların temelinde acaba yetkisiz ya da çok başlı bir yürütmenin varlığı mıdır bugünkü sorunların çözümüne engel olan ya da yaşadığımız sorunlarda...

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, salonda bir uğultu var.

TUFAN KÖSE (Çorum) - Şimdi, birçok sorun yaşıyoruz, dış politikada sorunlar yaşıyoruz. Yani, şimdi, başkanlık rejimi olsaydı bizde Suriye'yle beş yıldır yaşadığımız sorunları yaşamayacak mıydık? Yani, yetkisiz bir başbakandan ya da yetkisiz bir yürütmeden mi kaynaklıdır yoksa çok yetkili olduğu için kendisinden başka hiçbir sese kulak vermeyen güçlü bir yürütmeden mi kaynaklıdır Suriye'yle ilgili yaşadığımız sorunlar? Suriye'den kaynaklı IŞİD problemi neden kaynaklıdır? Yetkisiz bir yürütmeden mi kaynaklıdır? Ya da eğitimde yaşadığımız sorunların kökeninde yetkisiz ve çok başlı bir yürütme mi vardır? Bugün dünyada 70'e yakın ülkede yapılan araştırmada matematikte, fendeki soru cevaplama oranlarına baktığımızda ülkemizin 50'nci sırada olması sorunu yetkisiz bir yürütme midir? Ya da Millî Eğitimde 10'dan fazla sistem değişmesi yetkisiz bir iktidardan mı kaynaklıdır? Dünyada gelir dağılımının en bozuk olduğu 5-6 ülkeden birisi olmamızın sebebi yetkisiz bir iktidar mıdır, başkanlık sisteminin olmayışı mıdır? Basın özgürlüğü, adalette yaşadığımız sorunlar, FETÖ sorunu, bana göre bu sorunların tamamı yetkisizlikten değil, fazla yetkili olmasından kaynaklı, on dört yıldır hâkim tek parti olarak ülkemizin yönetilmesinden kaynaklı. Kendisinden, hatta kendi içerisindeki muhalif seslerden bile etkilenmeyen, bütün duyularını onlara kapatmış bir yürütmeden kaynaklanmakta olduğunu düşünüyorum.

Şimdi, aslında söz isterken biz geneli üzerinde söz istemiştik ama o gün 60'ıncı sıradaydık, zannediyorum 21 kişiye söz hakkı verildikten sonra sözler verilmedi daha devam eden arkadaşlara. Şimdi, benim konum, başkanlık sistemiyle ilgili bu konuşulan denge-fren mekanizmaları gibi konular çok konuşuldu ama burada en önemli şey... Tabii ki biz bütün maddelerine karşıyız burada yapılmak istenen değişikliklerin ama gerçekten bir başkanlık sistemindeki en önemli şey, başkanı denetleyecek, frenleyecek bağımsız bir yargının varlığıdır.

Şimdi, Amerika'da da 1700'lü yılların sonunda Anayasa yapılırken kuvvetlerin güçlü bir şekilde yoğunlaşması korkusu duyuyormuş Anayasa'yı yapmaya çalışanlar yani en büyük korkuları güçlü bir yoğunlaşma, kuvvetlerin güçlü bir şekilde yoğunlaşması. Buna da bir reçete bulmuşlar, onlar kendilerine göre federatif bir kuvvetler ayrılığı, kuvvetler dengesi ve Anayasa'yı yapanlardan Jefferson'ın da sözleriyle "Öyle bir hükûmet biçimi bulmalıydık ki egemenlik yetkileri, devlet organları arasında hiçbiri diğerini etkili biçimde engellemeksizin kendi yasal sınırlarını aşamayacağı şekilde dağılsın ve dengelensin."

Dün bir hâkim arkadaşım, görevinde başarılı bir hâkim arkadaşım WhatsApp'tan bir mesaj yazmış bana, şöyle demiş: "Şimdi hâkimler savcılar kurulu -yüksek kurulu da değil- oluşturulacak, bunların 6 tanesini partili Cumhurbaşkanı seçecek, 6 tanesini." İçinde müsteşar da olacak herhâlde yapılan değişiklikle şimdi. "Geri kalan 6'sını da yine partili Cumhurbaşkanının belirlediği milletvekillerinden oluşan iktidar partisi grubu yapacak ve de mahkemeler bağımsız olacak; ben buna çok güldüm." Bir de orada bir anekdot paylaşmış, zannedersem Vizontele filminde vardı "Zeki Müren de bizi görecek mi?" diye. Yani, böyle, partili Cumhurbaşkanı ve partili Cumhurbaşkanının seçtiği milletvekillerinin seçtiği bir hâkimler savcılar kurulundan bağımsız bir yargı beklemek mümkün müdür? Böyle bir şeyin mümkün olmayacağını hepimiz biliyoruz.

Geçmişte, 2010 yılında Anayasa değişikliğinden sonra, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu oluşturuldu ve Danıştay ve Yargıtaydan birisine 100, 160 da diğerine üye seçilmişti, hatırlarsınız. O zaman Bülent Arınç "Allah verdikçe veriyor." diye mutluluğunu dile getirmişti ve o Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulunun yaptığı icraatlardan birisi neydi, biliyor musunuz arkadaşlar? Burada bulunan Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin tamamı, o dönemde görülmekte olan Ergenekon davalarında, Askerî Casusluk davalarında -ki teğmeninden albayına kadar namuslu Türk subaylarını aşağılık bir suçlamayla üçer yıla yakın cezaevinde tutmuşlardı- ve Balyoz davalarında sanıkların tutuklanmaması yönünde ya da tutuklu sanıkların tahliyesi yönünde karar veren hâkimlerin tamamının görev yerlerinin değiştirildiğini anımsayacaklardır. Örnek olsun diye söyleyeceğim, hepsinin ismini okumayacağım. Mesela, bilmiyorum, Köksal Şengün vardı, İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesinin Başkanı, bu Ergenekon davalarında yargılanan sanıkların büyük çoğunluğunun tutuklanmasına muhalefet etmişti. Bunu aldılar, Bolu'ya düz hâkim olarak verdiler 2010'dan sonra atanan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu. Zafer Başkurt vardı, gene 10. Ağır Ceza Mahkemesinin Başkanıydı, onu da aldılar, Gebze'ye düz hâkim olarak verdiler. Böylesi bir yargı düzeninin olduğu yerde başkanlık sistemini frenleyecek yargıyı bulmakta zorlanmayacak mıyız? Bunları bu değişiklik önergesini veren arkadaşlar bilmiyorlar mı? Aslında biliyorlar. Onların istediği şu: "Yukarıdan bir emir geldi..." Bugünkü Sayın Cumhurbaşkanının gözünün içine bakan bir yürütme, bugün de bakıyor ama başkanlıkla beraber tamamıyla onun gözünün içine bakacak, bir yasama yine gözünün içine bakan ve yine, bunun yanında, baktığında ne dediğini anlayacak da bir yargı istiyorlar.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerde yapılan araştırmalara da bakıldığında -örnek olsun- İnsani Gelişmişlik Endeksi'nde 20 ülke, en öndeki ilk 20 ülkeden 18'inde parlamenter demokrasiyle yönetildiği, son 20'de ise 15'inde başkanlık sistemi, 4'ünde de yarı başkanlık sistemi olduğu bir bilimsel gerçek. Şimdi, başkanlık sisteminin en iyi uygulandığı ülkelerden birisi, hatta en iyisi diyebileceğimiz Amerika'da, Obama'nın ve geçmişteki başkanların da birliğin durumu konuşmasında yani kongrede yaptığı birliğin durumu konuşmasında yargıçlar tarafsızlıklarına gölge düşme ihtimaline binaen ayağa kalkmamışlardır.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, uyarır mısınız ya, gürültü var.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar...

TUFAN KÖSE (Çorum) - Dahası, 9 kişilik bu mahkemenin 3 üyesi de yine tarafsızlıklarına gölge düşeceği mantığıyla ve gerekçesiyle o toplantıya bile gitmemişlerdir.

BAŞKAN - Sayın Köse, toparlayabilir miyiz.

TUFAN KÖSE (Çorum) - Toparlıyorum, toparlıyorum.

Başkanım, ilk defa konuşma geldi, bir üç beş dakika...

BAŞKAN - Tamam, biliyorum, lütfen...

Değerli arkadaşlar, uğultuyu keselim lütfen, Sayın Köse'yi dinleyelim.

TUFAN KÖSE (Çorum) - Şimdi, şaş kaza, ülkemizde Sayın Cumhurbaşkanının katıldığı bir toplantıda ayağa kalkmayan yargıç olsaydı -olmaz da- ne olurdu? Ya "darbeci" derlerdi, "FETÖ'cü" derlerdi ya tutuklarlardı, en iyi ihtimalle de işine son verirlerdi. Şimdi, Fatih Sultan Mehmet'e atfedilen bir hikâye var, geçmişte Kadı Hızır Bey'le ilgili. Mimar Atik Sinan diye birisi var, Fatih Sultan Mehmet'in -bu da zannedersem, Rum kökenli- emriyle -hocam oradan tasdik ediyor- kubbesi Ayasofya'dan daha büyük bir cami inşa edilmesi isteniyor. Hangi sebepleyse, kendine göre haklı gerekçeleriyle, inşa ettiği caminin kubbesi Ayasofya'nınkinden daha küçük olduğu için...

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, uğultuyu keselim lütfen.

Buyurun.

TUFAN KÖSE (Çorum) - ...Fatih Sultan Mehmet bu mimarın ellerinin kesilmesini emrediyor ve kestiriyor, mimar da şikâyete gidiyor. Çok kısaca, bağlayacağım, fazla uzatmayacağım. Ellerini kestiriyor, Kadı Hızır'a şikâyete gidiyor. Kadı Hızır da İstanbul'un o zamanki ilk kadısı daha. Ve sonuçta, bugün de hâlen binası duran -bu, Gülfemhatun Sokak'taymış- o binada yargılama yapılıyor ve Kadı Hızır da Fatih Sultan Mehmet'in ellerinin kesilmesine karar veriyor.

Toparlıyorum Başkanım.

BAŞKAN - Tamam.

TUFAN KÖSE (Çorum) - Şimdi, bu menkıbeyi niye anlattım? Arkadaşlar, bu menkıbe bize neyi hatırlatıyor? Obama'nın karşısında bile ayağa kalkmayan yargıçları mı anlatıyor, yoksa Facebook'ta reis güzellemeleriyle kariyerlerinde yükselmeyi düşünen yargıçları mı anlatıyor? Maalesef, ülkemizde bağımsız bir yargının olmadığı hepimizin malumu.

Sözlerime şöyle son vermek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, burada tabii başkanlık rejimine güzelleme yapan iktidar partisi milletvekilleri, destekleyen diğer partideki arkadaşlar, bugün Türkiye'nin geleceğinin başkanlık sisteminde olduğunu, çok sesliliğin olmaması gerektiğini çok güzel şekilde anlatıyorlar, savunuyorlar ama yarın, şaş kaza, Sayın Recep Tayyip Erdoğan "Ben başkanlık sisteminden geçici olarak vazgeçtim." ya da "Vazgeçtim." dese, eminim, yarın buradaki konuşmaların da şekli değişecektir.

Son söz, böylesine olağanüstü denetlenemeyen yetkilerin ben, Sayın Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu da dâhil, hiçbir kimseye verilmesini, iki bin yıllık devlet geleneği olan, yüz elli yıllık demokrasi geleneği olan, parlamenter demokrasiyle yaşayan Türkiye'ye 21'inci yüzyılda yakıştıramadığımı söylemek istiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.