| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi(2/1585) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 15 .02.2017 |
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanımız, Sayın grup sözcümüz Temizel'in konuşmasından sonra yani "Muhalefetin bir katkısı olmayacak, konuşmamızın anlamı yok." şeklinde özetlenebilecek cümlelerinden sonra gerçekten konuşalım mı, konuşmayalım mı diye tereddüt ediyorum. Ama olur ya bir gün birileri bakar, dolayısıyla "Muhalefet de bu işler yapılırken tekliflerini sunmuş, eleştirilerini yapmış." densin, bu amaçla konuşmaya devam ediyoruz.
Sayın Bakanım, şimdi kasım ayı İstatistik Kurumunun işsizlik rakamları hepimizin elinde. Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerin işsizlik sayısı 2016 yılı Kasım döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 590 bin kişi artarak 3 milyon 715 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 1,6 puanlık artış ile yüzde 12,1'e yükseldi. Aynı dönemde tarım dışı işsizlik oranı 1,9 puanlık artışla yüzde 14,3, genç nüfusta 15-21 yaş işsizlik oranı 3,5 puan artışla yüzde 22,6; 15-64 yaş grubunda bu oran 1,6 puanlık artışla yüzde 12,3 olarak gerçekleşti. 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra bu anlamda yapılan dünya kadar düzenlemelere, teşviklere rağmen, gerçekten hepimizi ürküten "Ne oluyoruz?" dedirten rakamlar bunlar.
Şimdi, Hükûmetiniz epey zamandan beri değişik toplum kesimlerini rahatlatmak amacıyla özellikle yatırım ortamını iyileştirmek genel başlığıyla düzenlemeler yapıyor. Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş teşvikler getirildi, neredeyse devlet fabrikayı yapıyor, veriyor, işte beş sene de işletme sermayesi koyuyor -neredeyse diyorum- vergi almıyor, bir şey yapmıyor. Buna rağmen, bir yatırım ortamı iyileştiğine dair bir işaret ortaya çıkmıyor. Özellikle işsizlik rakamları da bunları net, açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Değerli arkadaşlar, Hükûmet yetkilileri, iktidar partisinin yetkilileri hem bütçe sunumunda hem bu şekildeki torba yasaların sunumlarında, savunmalarında hem Plan ve Bütçe Komisyonunda hem de Genel Kurulda sürekli olarak kötü rakamları saklamaya çalışmışlar ama saklanması mümkün olmayanlar da işte dünya koşullarıyla izah edilmiş, hemen hemen bütün bakan; hem Sayın Maliye Bakanı bütçeyi sunarken hem de bütün bakanlar kendi bakanlık bütçelerini sunarlarken, üzerinde konuşurlarken aynı şeyleri tekrarladılar. "Dünyadaki koşullar kötü yani bu yükler, bu problemlerin tamamı dünyadan kaynaklanıyor, buna rağmen, işte biz çok da kötü değiliz." diye bir tablo çizdiler. Bölgedeki durumu biraz daha açık konuşanlar, işte bölgede yaşanan, coğrafyamızda yaşanan bu krizi, terörün artmasını, işte meşhur Rus uçağı krizini falan dolayısıyla turizmde ortaya çıkan sorunları gösterdi, bunları bahane olarak ortaya koydu. Ama hiçbir zaman şu soruya cevap vermediler: Peki, on beş seneden beri ülkeyi yöneten bir siyasi ekip, dünyada olup bitenler, böyle krizlerin ortaya çıkabileceği ki dünya zaten sürekli olarak krizlerle gidiyor, hiçbir zaman da o krizlerden bütünüyle çıkmıyor; bunlar olup biterken Türkiye'nin ekonomisi bunlara hazır mı değil mi, bunlarla ilgili ne yaptık, nerede eksik yaptık, bunlarla ilgili hiçbir şey söylemediler, bir de sorumluluk almadılar.
Bakın değerli arkadaşlarım, turizm sektörü en çok, işte işsizliğin de yaşandığı, esnafın kepenk kapattığı en önemli alan biliyorsunuz bizim istihdam alanlarına baktığınız zaman ağırlıklı bir şekilde hizmet sektörü geliyor, çalışanlarımızın büyük çoğunluğu hizmet sektöründe çalışıyor yüzde 54,2'si. Turizm sektöründe çok ciddi krizler yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. İşte "2017'yi de kaybettik, bakalım 2018..." diyor konuyla ilgilenenler. Hükûmet hiçbir şekilde izlemiş olduğu politikaların, özellikle dış politikanın, bölge politikalarının bu konuda etkili olduğuna dair herhangi bir sorumluluk almadı. Öyle dengesiz iki üç ay, hatta bir iki hafta içinde değişen politikalar izleniyor ki herhâlde bunun bir sorumlusu olması gerekiyor. Hatırlayın, Sayın Cumhurbaşkanımız Afrika gezisinden dönerken uçakta askerlerimizin Suriye'de bulunmasıyla ilgili "El Bab'dan daha derine inmesine gerek yok, inilmeyecek." diye bir mesaj verdi ve bütün o hafta içinde gazetelerde, televizyonlarda sürekli bunun üzerinde konuşuldu. Sonra ne olduysa, iki gün önce Sayın Cumhurbaşkanı, bu sefer Orta Doğu gezisine çıkarken havaalanında dediler ki: "İşte El Bab düşmek üzere, hedefimiz Rakka." Ne oldu, yani nasıl oldu? Diyelim ki Rakka'ya doğru yöneldi -Allah korusun- ve bir kayıplar verdik, sıkıntılar oldu, bedelleri arttı, ne diyecek? Ondan sonra çıkacak da bu sefer hedefimiz başka bir şey mi diyeceğiz ve bunların siyasi sorumlulukları olmayacak mı? Ha diyeceksiniz ki: "Sandığa gideceğiz, sandıkta hesap vereceğiz." Güzel de değerli arkadaşlarım, bedel ödeyenler var, işte işsiz kalan insanlar var, çocuklarını kaybedenler var. Bunların bir karşılığı var mı? Bir oğlunu kaybeden anne babaya ne verebilirsiniz ki bunu telafi edersiniz? Ha şunu diyeceksiniz: "Ya vatan, millet." Elbette vatan, millet ve gerektiğinde elbette çocuklar şehit de oluyor ve nitekim de oluyor.
Değerli arkadaşlarım, şimdi bu üzerinde konuşmuş olduğumuz maddeyle ilgili teknik eleştirileri arkadaşlarımız getiriyorlar. Mesela Sayın Bakanımıza da arkadaşlarımız "Ne kadar prim toplanacak yıllık; kaç esnaf ve esnaf özelliği taşıyan insan bu primi ödemek zorunda kalacak -çünkü bu zorunlu hâle getirilen bir şey yani sandık filan diyoruz; emeklilik değil, başka bir şey değil ama zorunluluk var burada- ne kadar insan bu primi ödeyecek; yıllık ne kadar prim toplanacak; önümüzdeki yıllar bu prim karşılığı insanlar bu sandıktan yararlanmaya başladığı zaman yılda ne kadar insan yararlanacak?" gibi sorular sordular. Sayın Bakan, dün Maliye Bakanının yaptığı gibi "İşte bunların hepsi var, vereceğiz, veriyoruz filan" gibi bir şey söyledi. Dün de aynı şeyler oldu. Daha konuşmaya başlarken Sayın Maliye Bakanına benzer sorular sorduk. "İşte var, etki değerlendirme yaptık, yapıyoruz falan." Sonra bakıyoruz, arkada 2 arkadaş çalıştılar, çıktı aldılar ve bize getirdiler. Mesela deniliyor ki: "Esnaf Ahilik Sandığı kurulmasıyla ilgili kapsadığı kişi sayısı 1,9 milyon; vazgeçilen gelir, ilave maliyet tutarı 220 milyon TL." diyor. Herhâlde yılda. Doğru mu bu rakamlar gerçekten? Devlet bu kadar yapıyorsa insanlar ne kadar ödeyecek? Dolayısıyla ne kadar para birikecek? Bu sorular ortada duruyor.
Bizim bir örneğimiz var bu konuyla ilgili, İşsizlik Fonu örneği var. İşsizlik Fonu'yla ilgili hâlâ insanlarımızın sokaktaki insanın, vatandaşın, işsiz kalanın, kepenk kapatmak zorunda kalanın, bu primleri ödeyenlerin anlamadığı bir şey var. Soruyorlar bize, diyorlar ki: "İşte, doğru mudur bu rakamlar?" Hangi rakamlar diyoruz. "İşte 110 milyar TL para toplanmış İşsizlik Fonu'nda, ancak bunun 12 milyar TL'sini işsizler alabilmiş. Bu nasıl bir şey? Niye bu kadar çok işsiz var ve niye bu kadar az işsiz bu İşsizlik Fonu'ndan faydalanabiliyor? Bu nasıl bir şey? Niye kolaylaştırmıyorlar? Niye bu paranın tamamı işsizler için kullandırılmıyor diye sorular soruyorlar. İşte biz dolaylı yorumlar yapıyoruz? Biraz gaddar muhalifsen diyorsunuz ki, kardeşim, işte görüyorsun, bunlar paraları topluyorlar, yandaş müteahhitlere veriyorlar, şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar. Biraz daha insaflıysanız diyorsunuz ki, ya işsizlikle mücadele sadece işsizlik parası vermekle olmaz. Hemen itiraz ediyor: "Ama bu İşsizlik Sigortası Fonu, bu başka şey değil ki. Bu paranın tamamının işsizliğe verilmesi gerekiyor." Biz yine devam ediyoruz: İşsizlikle mücadele etmek için istihdam alanları artırmak gerekiyor. Bir işsize üç ay, beş ay maaş vermek iyi bir şey tabii ama bu yeterli değildir. Ona tekrar iş kazandırmak, onu tekrar işe almak gerekiyor. Bundan dolayı da hükûmetler bu parayı -yasaya uygundur değildir, bu tartışılabilir- işte istihdam amacıyla filan... Soruyor, "Ne ilgisi var? İşte, GAP'ın şeyleriyle benim ne şeyim var? İşte başka nerede kullanılıyor bu para, savunma sanayisinde nerede kullanılıyor?" diyor, "başka şekilde kullansın devlet" diye isyan ediyor insanlar. Haklı olarak isyan ediyor. Böyle bir örnek var. Şimdi, bu sandık, bu espriyle bakıyoruz, İşsizlik Sigortasını düzenleyen kanun maddelerine bakıyoruz, buna bakıyoruz, çok aynı şeyler olmamakla beraber benzer bir söylemle, benzer bir anlayışla oluşturulmuş, gelmiş ama durum meslek kuruluşlarından gelen arkadaşların ifade ettiği gibi işçiler gibi çok net bir durum yok. İşte işsiz kalıyor, şu kadar zaman prim ödemiş filan. Ama esnaf için, işi kapatan esnafın durumu nedir, iflas şeyi nedir, o kadar kolay belirlenecek şeyler değil. Nitekim sayı olarak da ve toplanacak para olarak da çok net projeksiyonlar yapılamıyor.
Sayın Bakanım, değerli arkadaşlarım; yani işsizlik çok açık, net ki bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir problem. Öyle söylendiği gibi dünyada birtakım krizler, sorunlar çıkıyor, onların yansımasıdır bunlar tamamen. Öyle değil. Onların yansıması, Hükûmetin ifade ettiği gibi "İşte başka ülkelere çok daha büyük şekilde yansıdı bu olumsuzluklar, bize daha küçük yansıyor filan." Öyle değil. Türkiye çok kırılgan bir ülke oldu. Kırılganlıkta ilk üç sırada olduğunu görüyoruz. İşte dolar dalgalanması oluyor. Türkiye'ye benzer ülkelerde diyelim işte 2 yansıyorsa Türkiye'ye 6 yansıdığını görüyoruz. Bu rakamlar, bunlar da gösteriyor ki giderek Türkiye ekonomisi daha kırılgan bir hâle geliyor ve değerli arkadaşlarım, bütün bunları sadece ve sadece ekonomik sebeplerle hesap etmek mümkün değil. Zaten gelişmişlikler, işte kırılganlıklar hesaplanırken, ekonomi alanında konuşurken bile, turizm alanında daha alt şeyde konuşurken bile hiçbirisi bütünüyle ekonomik olarak izah edilmiyor yani. Siyasetle izah ediliyor, uluslararası ilişkilerle izah ediliyor, işte eğitimle izah ediliyor. Dolayısıyla, Türkiye'nin giderek kötüye gittiği -bu rakamlar açık- daha kırılgan bir ülke hâline geldiği çok açık, net. Buna karşı Hükûmetin oturup, gerçekten muhalefet de sivil toplum kuruluşları da üniversiteler de ne düşünüyor, ne ediyor, bütün bunları değerlendirerek çok sistematik, hemen yapılacak, kısa, orta vade ve uzun vadede yapılması gerekli çok ciddi reformların olduğu açık. Bunları tespit edip bunu millete anlatarak, halka anlatarak, muhalefet partilerine anlatarak, sivil toplum örgütlerine, üniversitelere anlatarak birlikte bir şey yapsalar, sadece bunu yapmaya kalkılması, Cumhurbaşkanının, Başbakanın çıkıp "Evet, Türkiye'nin durumu budur, gerçekten bu rakamlar, bu göstergeler ciddi, bizim çok ciddi bir çalışma yapmamız gerekiyor ve bu ciddi çalışmayı şu yöntemlerle yapacağız." diye bir açıklama yapsa, böyle bir basın toplantısı yapsa bile bütün bu yapılanlardan çok daha fazla ekonomiye, piyasalara olumlu katkı sağlar. Çünkü Türkiye "Gerçekten, Türkiye'yi yönetenler, özellikle son zamanlarda yapmış oldukları yanlışları anlamışlar, kavramışlar, bunu kabul ediyorlar ve bu yanlışları düzeltmek için de izlemiş oldukları bu yöntem doğru bir yöntemdir." diye bir umuda kapılır. Siz bunu yapmıyorsunuz değerli arkadaşlar, hiçbir konuda yapmıyorsunuz. "Biz yaptık oldu." Kapalı kapılar arkasında. En son bu Anayasa değişikliğinde de gördük. Kapalı kapılar arkasında, işte 2 avukat arkadaş bir araya geldi, 18 maddelik ama Anayasa'nın neredeyse 100 maddesini değiştiren bir teklif hazırladılar. "Biz yaptık, oldu. Bu başkanlık sistemidir." Ya arkadaşlar, yani biz parlamenter sistemden yanayız ama parlamenter sistemin de onarılmasını istiyoruz çünkü 1982 Anayasası parlamenter sistemi sakatlamıştır. Dünyada başkanlık sistemi olan başarılı demokrasiler var, iyi demokrasiler var ama bu yaptığınız başkanlık sistemine de benzemiyor. Bunların hiçbirini konuşamadık, edemedik. Konuşmuyorsunuz, kapalı kapılar arkasında bir şey yapıyorsunuz, hiç kimseye de danışmıyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, evet, şekiller önemlidir ama demokrasi dediğimiz şey ortak aklı bulmadır. İşte kurumlar, kuvvetler ayrılığı filan, bütün bunlar ortak aklın bulunması, sorumlulukların da paylaşılması, aklın da birikimlerin de paylaşılması amacıyla yapılır ama siz bunu yapmıyorsunuz, özellikle son senelerde yapmıyorsunuz. İşler kötüye gitmeye başladıktan sonra yapıyorsunuz ya da bu işlerin iyiye gitmesi, kötüye gitmesiyle sizin çalışma tarzınızla, birbiriyle ilişkili. Açık davrandığınızda, demokrasiyi geliştirdiğinizde, reformlar yaptığınızda dünyayla iyi ilişkiler kurduğunuz zaman Türkiye'nin ekonomik rakamlarına bakıyorsunuz, işsizlikten büyümeye, hepsine bakıyorsunuz, bütün rakamlar iyi Sayın Bakan. Ama ne zaman ki bunları yapmamaya başladınız, bütün rakamlar kötüye gitmeye başladı. Farklı şekilde de okuyabiliriz bunları. Rakamlar kötüye gitmeye başladıktan sonra bunları örtmek için, gerçekten o demokratik yöntemleri terk ittiniz, terk ettiğiniz zaman da bu sıkıntılarla karşı karşıya kaldık.
Süre sınırlaması var sanıyorum, bitireceğim, yani zorlamayacağım.
Şimdi, Sayın Bakanım, bu yaptığınız şeyin ne olduğunu göreceğiz. Yani gerçekten böyle kanun olmaz yani bu şekilde bir şey yazılmaz. Dünyanın hiçbir ülkesinde ve Türkiye'nin geleneğinde, yasa yapma usulleri böyle değil. Hadi burada görüşülüyor, tartışılıyor, muhalefet ne derse desin çoğunluğunuza dayanarak geçiriyorsunuz, ediyorsunuz ama böyle olmaz, yani bu anlaşılmaz. Bunu okuyanlar değerlendiremeyecekler, yapamayacaklar. 5 sayfa arka arkaya nedir bu, amacı nedir? Amaçta -Sayın Bakanımızın, Sayın Temizel'in ifade ettiği gibi- daha ilk cümlede dökülüyor bu metin. Bunları bir tarafa bırakıyorum. Göreceğiz, uygulanacak, ne çıkacak ne çıkmayacak, sonra düzeltiriz. Böyle bir şey de var: "Yani hele bir yapalım, çıksın, yanlış çıkarsa düzeltiriz, olmazsa kanun hükmünde kararnameyle, OHAL kanun hükmündeki kararnameyle düzeltiriz." Evet, on beş gün evvel Mecliste bir yasa çıkıyor, burada oturuyoruz ortak, bu cümle yanlıştır diye çıkarıyoruz o cümleyi, Hükûmet de kabul ediyor, iktidar partisi grubu da kabul ediyor bunları, ondan sonra, on beş gün sonra OHAL kanun hükmündeki kararnamesiyle aynı şeyler geliyor bu bankaların zimmet hikâyesinde olduğu gibi aynı şeyler geliyor.
Bu, esnafa ne getirir, gerçekten esnafın yarasına merhem olur mu, bir tarafa ama esnafla ilgili bunların yanında yapılacak çok daha önemli bir şey var. Sadece bir konuya değineceğim Sayın Bakanım, diğerlerini arkadaşlarımız konuşur ya da vakit kalırsa konuşuruz.
Şimdi, ben Rizeliyim, İstanbul Milletvekiliyim ama Rizeliyim. Rize'ye sık sık gidiyorum. Rize'nin işte esnafının bulunduğu, ticaretini yaptığı işte sanayi sitelerini filan geziyoruz, işte Rize'nin biraz daha iyi ailelerinin, daha tuzu kuru olanların ticaret yaptığı Kuyumcular Caddesi'ne gidiyoruz. Biraz daha sonradan gelenlerin ticaret yaptığı Cumhuriyet Caddesi'ne gidiyoruz. İlçem Fındıklı ilçesi. 400 küsur esnaf vardı, 250'ye düştü, herkes kapatıyor. Bakıyoruz, oraları geziyoruz, işte devren kiralık, kapalı, kiralık. Ne oluyor yani? Böyle değil, yani ben 60 yaşındayım, böyle bir şey görmedik. Ne oluyor? "Gerçekten çok kötü." diyorlar. Niye kötü? Diyor ki vatandaş, bir esnaf... Emekli olmuş, gelmiş emekli parasıyla bak ne kadar güzel bir iş yapmış, İstanbul'da çalışıyor, emekli oluyor ve geri dönüyor, geri dönerken de İstanbul Büyükşehir Belediyesi iyi bir uygulama yapmış, sürekli olarak geri döneceğini ispatlayanlara, beyan edenlere geri dönmesi için bir katkı da sağlıyor, dönüyor, o parayı da alıyor, emeklilik ikramiyesini de alıyor, bir iş yeri açıyor, beş ayda iflas ediyor. Onunla konuşuyorum. "Ben ve buradaki arkadaşlarımız iş yapacağız burada ama 10 bin nüfuslu bir ilçede şu anda beşinci zincir açılıyor. Zincir dediğimiz, işte şu meşhur AVM'lerin uzantıları, bütün mahallelere, sokaklara giren -isimlerini vermeyeyim, vereyim isterseniz- 101'ler, BİM'ler, şunlar, bunlar açılıyor ve her şeyi satıyorlar, yani bizim yapacağımız hiçbir şey yok. Netice itibarıyla burada esnafların yarısı işlerini kapatmak zorunda kaldı, bunların çocuklarından 5-6 tanesi de asgari ücretle bu şeylerde çalışıyorlar." diyor Sayın Bakanım. Bu, sadece Türkiye'yle ilgili değil, dünyanın politikası. Yani kapitalizm öyle bir evreye gelmiş ki bugüne kadar ilgilenmemiş, ilgilenmediği alanlarla ilgilenmeye başlamış, işte zincirlerle her şeyi paketlemeye başlamış, her şeyi, ben üretiyorum, ben pazarlayacağım, dağıtacağım ve ben satacağım noktasına gelmeye başlamış ve insanları da asgari ücretle köle işçiler hâline getiriyor. Bu, dünyadaki bir politika. Bu politikaya karşı insanlarımızı koruyacak şeyler getirmeniz gerekiyor. Nitekim, dünyanın değişik yerlerinde, bu kapitalizmin işte merkez ülkelerinde bile esnafın korunması için birtakım tedbirler alınmış. AVM'yle ilgili, ben hatırlıyorum, Sayın Ali Coşkun 2002'lerde Bakandı, çok uğraştı, AVM'yle ilgili bir yasa çıkarmaya çalıştı; bunları sınırlamak, çalışma saatlerini, nerelerde, nasıl kurulacaklar, bir türlü bunlar çıkmadı, etmedi. Siz, bundan önce, eğer esnafı korumak istiyorsanız, eğer esnafın nefes alıp vermesini istiyorsanız, kendisiyle çalışarak mutlu bir şekilde orada... Orada yaşaması da çok önemli Sayın Bakanım, hükûmetle ilgili. Yani Rize'de, Tokat'ta, Bitlis'te, orada işi üretip orada kalması çok önemli. Çünkü, orada yaşayamıyorsa, çoluk çocuğuyla Ankara'ya, İstanbul'a geliyor ve ekonomiye yükü çok daha fazla olmaya başlıyor. Orada yaşaması gerekiyor. Bunun için, en azından böyle bir düzenleme getirmeniz gerekirdi, getirmediniz.
Sayın Bakanım, işte, Avrupa Birliği şeyleri deniliyor. Geçen gün, biz yıllardan beri... Gittim, yerini de gördüm, Ankara'nın bir köyünde 3 tane inek besliyor adam. Eski bir arabası var, bu arabayla o sütleri alıyor, geliyor, Dikmen'de bize pazarlıyor. İşte, tarih vermiş "Şu tarihten sonra asla satmayacaksınız."
Bakın olaya. Orada ailesiyle bir işletme kurmuş, çalışıyor bu adam ve bu 3 tane ineğiyle hem kendisini şey yapıyor hem de oğlu evlenmiş, gelin getirmiş, torunu var, onlar geçiniyorlar. Burada ya süt üretmeyeceksin -bu yapılanı da yapma- yani inekleri satacaksın, kalkacaksın, burada üretmeyeceksin ya da eğer üretiyorsan, bu işi yapan, sütü toplayan büyük birisi gelecek -buraya da gelmeyi rantabl bulursa- senden alacak 50 kuruşa, bana getirip 1,5 liraya satacak Sayın Bakanım. Ben gittim gördüm, çok da memnunum bu konuda. 4 liraya, 5 liraya marketten almayacağım, paketlenmiş ve işlenmiş sütü almayacağım.
Şimdi, bu yapılanla yani sizin bu yaptığınız işlerle, bir taraftan işte küçükleri, esnafları korumak için bir şey yapıyoruz derken aslında dünyanın her tarafına dayatılan bu neoliberal dalgayla, büyükler yani sadece büyükler yaşayacak, diğer insanlar ise bunların kapılarında köle işçiler olacak ve sürekli de işsizlik olacak. Sürekli işsizlik olmazsa kapitalizm filan gelişemez, adaletsizlik bu kadar büyüyemez. Sürekli işsizlik olacak, rekabet olacak, daha düşük ücretli işçi ya da daha düşük taleplerle işçi çalıştıracağız. Sizin bu yaptığınız, bu kadar bütçeden ayırarak yaptığınız bu işler, maalesef bunları düzeltmiyor, sadece ve sadece bunlara hizmet ediyor.
Bir gün getirin, hep beraber görüşelim, AVM'lerle ilgili bir düzenleme yapalım, gerçekten esnafa bir katkı yapmak istiyorsak esnafla ilgili bir şey yapalım. Niye yapmıyorsunuz Sayın Bakanım, hakikaten soruyorum. 2002'den bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetlerinde siz bakanlıklar yaptınız, hâlâ yapıyorsunuz. Niçin, AVM'lerle ilgili bir yasayı -yani kaç kere "Geliyor." diye bekledik, taslakları gördük Ali Coşkun'dan bu yana- getirmiyorsunuz, niçin burada bunları konuşmuyoruz?
Teşekkür ediyorum.