KOMİSYON KONUŞMASI

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Sayın Bakan ve değerli arkadaşlar; tabii bu yasa daha Meclise gelmeden kamuoyunda ciddi tartışmalara sebep oldu. Burada da ve kurulacak olan alt komisyonunda da teferruatlı olarak tartışılacak ve Meclise geldiği zaman yine daha ayrıntılı bir şekilde konuşulacak. Ancak, ben çok kısa olarak birkaç noktada görüşlerimi beyan etmek istiyorum, arz etmek istiyorum sizlere.

Bildiğiniz gibi, bu siyaset terminolojisinde, hukuk terminolojinde bir tabir var: "Yasaların ruhu", "kanunların ruhu" diye tabir edilen bir mevzu var. Kanunların ruhu nedir, yani neyi amaçlıyor, nereye varmak istiyor, bunun muhtevası, içeriği nedir? İşte, ruhu denildiği vakit, kastedilen de budur. Biz bu düzenlemelerin, bu kanunların veya bu topyekûn bu yasaların ruhuna baktığımız vakit özgürlükçü bir ruh göremiyoruz, birinci eleştirimiz bu. Başlangıçtan itibaren daha fazla vatandaşa karşı, topluma karşı idareyi, Hükûmeti, devleti kollayan ve gözeten, özgürlükleri birey ve toplum lehine genişletmek yerine devlet ve yöneticinin inisiyatifini artıran bir düzenleme görüyoruz.

Dediğim gibi tek tek maddeler üzerinde bir değerlendirmeye girmek istemiyorum ancak birkaç örnek vermem gerekirse, mesela, şu andaki yasalara göre silahın, tabancanın cezası bir yıl. Ancak, bu düzenlemede herhangi bir yasa dışı örgüte ait bayrak, flama, pankart veya amblem... Bir amblem bile bir yürüyüşte birinin üzerinde bulunsa üç yıla kadar cezalandırılabiliyor. Tekrar ediyorum, yani tabancanın cezası bir yıl, daha basitleştirerek ifade etmem gerekirse amblemin cezası üç yıl. Yine aynı şekilde, taş atmanın cezası dört yıl. Bir başka örnekte yine herhangi bir yürüyüşte yüzüne maske örten veya kendini gizleyen bir şahsa verilebilecek ceza beş yıl.

Şimdi, değerli arkadaşlar "Peki, sen ne demek istiyorsun?" diye sorarsanız yani taş atmak serbest mi olsun? Madem legal, meşru, demokratik bir yürüyüştür insanlar yüzlerini niye örtsün? Veya yasa dışı bir örgütün bayrağı, flaması, amblemini niye taşınsın? Doğru. Biz, insanlar taş atsın, molotof atsın, etrafı yakıp yıksın demiyoruz veya yürüyüşte yüzünü gizlesin demiyoruz. Yani, gizlenecek ne var ki demokratik bir şeyde? Ancak, değerli arkadaşlar, her suçun bir cezası var. Yani, halk arasında bir meşhur ibare var: "Vur dedik öldürdü." Yani, taş atmanın bir cezası olacak, molotof atmanın bir cezası olacak veya yüzü kapatmanın bir müeyyidesi olacak ama bu şekilde değil. Yani, neredeyse bu işleri birer cinayetle, birer katliamla eş değerde tutacak bu düzenlemeleri makul, meşru olabilir, doğru, yararlı diye tanımlamamız, ifade etmemiz mümkün değil.

Bir diğer konu, benden önceki değerli arkadaşım da altını çizdi, emniyetteki kadro düzenlemeleri. Şimdi, değerli arkadaşlar, tabii ki bir devlet, bir sistem, bir bakanlık işlerini daha iyi yürütebilmek amacıyla yeni kadrolar da ihdas edebilir, yeni düzenlemeler yapabilir, terfileri, tayinleri değiştirebilir, kriterler uygulayabilir ama, maalesef, yine arkadaşımın dediği gibi bunun adını doğru koyun. Yani emniyette paralel adı altında, Gülen cemaatinin bir örgütlenmesinden bahsediyorsunuz, bunun tasfiye edilebilmesi için buna kılıf uyduruyorsunuz. Şimdi, birinci soru şu: Eğer gerçekten bir yapı emniyetin içinde bu kadar güçlü bir hâle geldiyse ve bu, devlet için tehlike arz edecek bir noktaya geldiyse bunu kim yaptı, nasıl oldu, nasıl geldi buraya? Birinci soru bu ki yıllarca bunun tartışmaları oldu. İki: Bugün eğer yine bir düzenleme yapılacaksa, bu bir katliam şeklinde, bir toplu kıyım şeklinde, yaşı kuruyu birbirine karıştıracak şekilde değil, yine bir ölçü, insaf, izan ve makuliyet çerçevesinde olmalı.

Şimdi, kıdem ve liyakat ilişkisi yine aynı şekilde. Ben öyle bir düzenleme yapayım ki istediğimi alıp istediğim yere getireyim. Değerli arkadaşlar, getirin. Ben, mesela, ticaretle uğraşan bir ailenin çocuğuyum, kendim de şu an fiilî olarak otuz üç yıllık inşaat mühendisiyim ama ben 18 yaşında, 20 yaşında oğlumu getirip de kendi şirketimin başına koyamıyorum, koyamam, evimi yıkarım. Yani, belli bir liyakatin, belli bir kıdemin, belli bir tecrübenin, belli bir ölçünün olması lazım. "Ee ben imtihan edeceğim." Tamam, imtihan edeceksiniz de kim kimi imtihan edecek? Yani, bu sözlü imtihanların, bu değerlendirmelerin nasıl olduğunu hepimiz biliyoruz, onun için bu işleri de çok sakıncalı görüyoruz. Yani, her gelen iktidar kendine göre bir emniyet, kendine göre bir yargı, kendine göre bir tayin terfi sistemi kurarsa... İşte 1980'den evvel POL-DER ve POL-BİR vardı, devletin polisi ikiye bölünmüştü. Biz bunun üstesinden gelemeyiz, altından kalkamayız. Burada da yine kamuoyunu tatmin edecek, maşerî vicdanı yaralamayacak kıstasların kuyumcu işçiliği, dikkatiyle, titizliğiyle ortaya konulması lazım.

Valiler ve kaymakamların zaten yetkileri var şu an ama buradaki düzenlemelerle valiler ve kaymakamlar neredeyse imparator seviyesine geliyorlar. Ee, hiç yetkisi olmasın mı? Bir olay oldu, bir vali, bir kaymakam, inisiyatif kullanmasın mı? Tabii ki kullansın, kullanmadan bir ülke yönetilemez ama bunun da bir çerçevesinin, bir sınırının, hukuk içerisinde bir hesap sorulabilirliğinin saklı tutulması lazım.

Dediğim gibi, hem alt komisyonda hem sonra tekrar bu Komisyonda ve Meclis Genel Kurulunda madde medde, tek tek bütün bu mevzularla ilgili görüşlerimizi ifade edeceğiz ama sonuç olarak bir iki cümle söylemem gerekirse: Bu kanunların, bu düzenlemelerin ruhu bizi sıkıyor. Şunu anlıyoruz yani "Sen ne anladın bu 43 maddelik elindeki metinden?" deseler bir köy kahvesine gittiğimde, tek tek bu kadar uzun uzadıya izahat vermeme gerek kalmadan şunu söyleyeceğim: Bu düzenlemelerle güvenlik kuvvetleri daha fazla arama yapabilecekler, daha fazla sorgulama yapabilecekler, daha keyfî davranabilecekler, daha fazla şiddet kullanabilecekler ve daha fazla gözaltına alabilecekler ve iktidar da istediklerini daha fazla ve daha keyfî bir şekilde yapabilecek. İnşallah, bu mahzurları önümüzdeki bu süreçte giderir ortak bir aklı ve memleket için ortak bir yararı buluruz.

Saygılar sunarım.