KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Sayın Bakan, İçişleri Bakanlığının değerli bürokratları, basınımızın değerli temsilcileri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii ki, bizim, Anayasa'ya aykırılıkla ilgili önergemizi ciddiye almamanızı öncelikle kınıyorum. Çünkü, burada, her şeyden önce İç Tüzük'te açık hüküm var. Öncelikle Anayasa'ya aykırılık iddiasının sonuçlandırılması ve ondan sonra diğer görüşmelerin yapılması lazım. Yani, her gün bu Komisyona yeni usuller getirmenin bir anlamı yok. Şimdiye kadar gerek Genel Kurulda gerek İçişleri Komisyonunda gerekse milletvekili olarak katıldığımız diğer komisyonların hepsinde öncelikle Anayasa'ya aykırılık iddiası incelendi. Bu, hem İç Tüzük'ün hükmü hem de teamüllerin hükmü. Tabii, burada Sayın Türkoğlu dedi ki: "Sayın Bakan Anayasa'ya aykırı olduğunu düşünseydi zaten bu teklifi getirmezdi." Yani, ben bu fikirde değilim çünkü Sayın Bakanın Anayasa'yla problemi olduğunu daha önce Çözüm Süreci Kanunu'nda da kendisi burada ifade etti ama sahur vakti o zaman o tartışmalar, maalesef, sahura yetişmek için kaldı, oylandı, bitti. Bugün de aslında biraz önce sunumunu yaparken öncelikle Anayasa'nın değiştirilmesi gerektiğinden bahsetti. Şimdi, Anayasa'yı beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ya da diğer kanunları. Biraz önce, tabii, Sayın Tanal konuşurken de mevzuata takılmakla itham etti bazı arkadaşlar. Şimdi, bir kere yaptığımız iş nedir şu anda? Yeni bir mevzuat yapıyoruz. Diğer mevzuatlar, başta Anayasa olmak üzere, yürürlükte olduğu müddetçe herkes bunu tanımak ve buna uymak zorunda. Dün Genel Kurulda da ben başka bir konuşmayla ilgili anlattım, bugün burada tekrar anlatmakta fayda görüyorum. İmâm-ı Âzam'a bir çocuk getirmişler "Bu çocuk çok bal yiyor, işte ondan sonra da fazla bal yemekten de hastalanıyor. Bu çocuğa bir nasihat etseniz de bu çocuk birazcık bu işten vazgeçse." diye. İmâm-ı Âzam demiş ki: "Bu çocuğu bana kırk gün sonra getirin." Neyse, kırk gün sonra gelmişler, kırk gün sonra İmâm-ı Âzam çocukla konuşmuş, çocuğa nasihatte bulunmuş ve çocuk da ondan sonra fazla bal yeme alışkanlığından kurtulmuş, mesele çözülmüş. Bu sefer çocuğun yakınları "Ya Hocam, madem böyle yapacaktın, ilk geldiğimizde bu işi çözseydin biz kırk gün sonra o kadar yolu tekrar buraya gelmek zorunda kalmazdık." demiş. O da demiş ki: "Ben ilk geldiğinizde, kendim de her gün bal yiyordum. Şimdi böyle bir nasihatin yerine oturması için de ben kırk gündür bal yemedim, ondan sonra çocukla konuştum." demiş.

Şimdi, siz diyorsunuz ki "Vatandaş, şu kanuna uymazsa bu kadar ceza, şuna uymazsa bu kadar ceza." Ama, kendiniz önce Anayasa'yı tanımıyorsunuz, sonra diğer mevzuatları tanımıyorsunuz, sonra insan haklarını tanımıyorsunuz, e ondan sonra diyorsunuz ki: "Biz ne dersek herkes uyacak." Bir kere bunu burada anlaşmamız lazım. Yani, mevcut mevzuatları tanımıyorsak yaptığınız mevzuatı da yarın başkaları tanımaz. Önce herkesin şu anda yürüklükte olan bütün mevzuatı tanıması lazım. Anayasa değiştirilemez mi? Değiştirilir. Anayasa değiştirmenin usulü vardır, o çerçevede Anayasa değiştirilir. O zaman Anayasa'ya aykırılık teşkil etmeyecek şekilde bu kanunu getirirsiniz, o zaman konuşuruz. Bugün Anayasa usulüne uygun olarak değiştirilebildi mi? Değiştirilemedi. Şu hâliyle yürürlüktedir. Bu hâliyle bu Anayasa var olduğu müddetçe bu ülkeyi yöneten, bu ülkede yaşayan, bu ülkede iş yapan, bu ülkede ekmek yiyen herkes bu Anayasa'ya uymak zorunda. Yani, temel olarak bir kere burada mutabık kalmamız lazım ama şimdiye kadar bu konuda maalesef mutabık kalamıyoruz çünkü kendiniz hukuk tanımıyorsunuz, kendiniz kural tanımıyorsunuz. İlk defa bu kanunla ilgili hak gasbı yok Türkiye'de, daha önce kanun hükmünde kararnamelerle, bakanlıkların işte adını değiştirdiniz teşkilat yapılarını değiştirdiniz, vesaire yaptınız. O bakanlıklardaki sınavla belli bir kademeye kadar yükselmiş bütün kamu görevlilerinin müktesep haklarını yok saydınız, araştırmacı, efendim, vesaire, vesaire diye o müktesep haklarını yok sayarak o insanları daha alt kadrolara atadınız.

Şimdi, şu anda da efendim, bahane nedir? Paralelle mücadele, cemaatle mücadele. Şimdi bir kere esas paralel devlet, başka yerlerde kurulmuş, her gün gazetelerde boy boy fotoğraflar görüyoruz, kimlik kontrolü yapan, mahkeme kuran bir paralel yapılanma güneydoğuda var ama siz onu görmezden geliyorsunuz, kendi kurduğunuz bir cemaat yapılanması, devletin içinde bunu AK PARTİ iktidarı inşa etmiştir. Bugün devletin içinde sizi de tehdit eden, devleti de tehdit ettiğini söylediğiniz bir cemaat yapılanması varsa bunun suçlusu AK PARTİ iktidarıdır.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Aynen öyle.

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Yani, bu insanlarla ilgili hukuki olarak yapılması gerekenler yapılır, onlar cezalandırılır. Ama, onun ötesinde bu iktidarın da, bu yanlışı yapanların da bir erdem göstermesi lazım, bu Hükûmet içinde bu yanlışı kim yapmışsa o desin ki "Ben özür diliyorum. Büyük bir yanlışa imza attım, istifa ediyorum ben görevimden." Bunun bir tane sorumlusu yok. İşte eski Başbakanınızın, şimdiki Cumhurbaşkanınızın on iki sene boyunca yaptığı Başbakanlığı süresince bu yapı devletin içinde. Onun sorumluluğu yok, içişleri bakanlarının sorumluluğu yok, efendime söyleyeyim, başbakan yardımcılarının sorumluluğu yok, AK PARTİ yöneticilerinin sorumluluğu yok ama bu kadrolara gelen herkesin sorumluluğu var. Böyle bir devlet mantığı, böyle bir idare mantığı olamaz. Öncelikle, AK PARTİ iktidarının Türk milletinden özür dilemesi ve bu işin sorumlularının istifa etmesini sağlaması lazım. Eğer burada suç varsa bu suçların ortaya konması ve suçluların cezalandırılması lazım. İşte dün Genel Kuruldan geçen yargı paketi görüşülürken burada Adalet Bakanına -gene, bu salonda Adalet Komisyonu toplantısı yapıldı- sorduk, "Beş sene önce Bülent Arınç'a suikast iddiası vardı, bu suikast iddiasıyla ilgili olarak açılan dava hangi aşamada?" dedik, "Böyle bir dava açılmadı, daha iddianame çalışması devam ediyor." Bugün itibarıyla, bugün ayın 3'ü yani bir hafta sonra, 11 Aralık mı veya 9 Aralık mı, tam olarak tarihini hatırlamıyorum ama aralık ayı olduğu kesin, tam beş sene... Ama o iddianameyi, o Bülent Arınç'a suikast iddiasının peşine giderek ordunun gizli kademelerine girdiniz, bir sürü askeri, bir sürü vesaireye mağdur ettiniz; onların hesabını kim soracak? Onların hesabı yok.

Yine, Milliyetçi Hareket Partisine yönelik olarak yapılan saldırılar var. Bu saldırılarla ilgili olarak, bugüne kadar bu saldırıyla ilgili talimatı kim verdi, bu dinleme talimatını kim verdi? Bu dinlemeleri, bu görüntülemeleri kim yayınladı? Bu kayıtları kim yaptı? Bununla ilgili olarak bugüne kadar bir tane suçluyu, bir tane faili ortaya çıkarıp yargılanmasını sağlamadı. Şimdi burada bize diyorsunuz ki: "Bu yanlışı yapanların hepsini temizleyeceğiz, siz de kurtulacaksınız, biz de kurtulacağız"

Arkadaşlar, siz bundan sonrası için bizi kurtaracak bir şey yapmıyorsunuz, sadece kendinizi kurtaracak ve kendi talimatlarınızla hareket edecek bir emniyet yapılanmasını kurma çalışması var burada. Tabii, bunu yaparken de Polis Kolejindeki çocuktan, Polis Akademisindeki çocuğa, hatta işte, emniyet amiri olmuş, komiser olmuş, dördüncü sınıf, üçüncü sınıf, ikinci sınıf, birinci sınıf emniyet müdürü olmuş herkesi de tehdit ediyorsunuz. Nasıl tehdit ediyorsunuz? Efendim, polis okulundakine sınav getiriyorsunuz. Polis Kolejindekine "Senin okulla ilişiğini kestim." diyorsunuz.

Şimdi, burada bu çocukları bu okullara alan sizin iktidarınız. Bu çocukların bu okullara girişinde hiçbir muhalefet partisinin milletvekilinin referansı yok, tamamının referansı sizlersiniz. Akademidekilerin referansı da sizlersiniz. Ama, şimdi aynı şeyin kendi çocuklarınıza yapıldığı... Yani burada herkes bakan, komisyon başkanı, milletvekili, bürokrat ama herkes bunun ötesinde bir ailenin de babası, herkesin çoluğu çocuğu var. Şimdi siz kendi çocuklarınıza böyle bir şey yapılsa ne yaparsınız? Bu vesileyle bize bir sürü veli geldi. İki gün önce bana Çubuk'tan bir veli geldi, inanın, o televizyonlardaki seyrettiğimiz Ermenek'teki madende yerin altında kalan işçinin babasıyla o gelen vatandaşın hiçbir farkı yok. Kılığıyla kıyafetiyle, fakirliğiyle fukaralığıyla en az onun kadar mağdur. "Ben devlete çocuğumu 14 yaşında teslim ettim, emniyete teslim ettim. On dört yıl önce benim çocuğumda böyle bir şey yoktu. Şimdi altı ay sonra mezun olacak çocuğumu 'paralelci' diye okulun kapısına koyuyorlar. Eğer ben bilseydim bu çocuğumu devlet kabul etmeseydi, başka bir yerde okuturdum, belki daha iyi bir sonuç alırdım." diyor. Gene, bir polis baba geldi, kendisi şu anda emniyet teşkilatında çalışan bir polis memuru, dedi ki: "Ben yıllarca memurluk yaptım, çocuğumun da polis amiri olması için 14 yaşında koleje teslim ettim. Şimdi benim çocuğumu da kapının önüne koyuyorlar." Yani, bu mağduriyetleri yok sayarak...

Yine, bütün emniyet çalışanlarını, şu andaki işte üniversite mezunu komiser muavinini siz görevde yükselme sınavıyla komiser yardımcısı olanı B grubu sayıyorsunuz ama onun emrinde, şu anda çalışmakta olan polis memuru üniversite mezunuysa sınava girecek, A grubu amir olarak onun terfisi, tayini devam edecek. Şimdi, öbür taraftan, emniyet amiri dâhil, onun üzerindeki bütün rütbelerde emekliliği hak etmiş olmak şartıyla, kuracağınız komisyon marifetiyle istediğiniz adamı emekli edebilirsiniz. Burada tabii ki, mazeretiniz paralelci olması ama bundan sonra sizin hoşunuza gitmeyen, size yan bakan ya da bir partilinize yan bakan bütün emniyet müdürleri tehdit altında olur. Yani, "A" ilçesinde görev yapan dördüncü sınıf emniyet müdürü AK PARTİ ilçe başkanıyla kavga ederse emeklilikle karşı karşıya kalır. "Efendim, biz uygulamayı böyle yapmayacağız..." Uygulamanın kriteri olmayınca uygulama her türlü yapılabilir, uygulamanın kriteri yok. Onun için, bu yanlışların muhakkak...

Gene, bu kanunun içerisine koyduğunuz düzenlemeyle Büyükşehir Kanunu çıkarılırken burada yaptığımız bütün ikazları yok saydınız, işte dedik: "Köydeki vatandaşın evlenme işi ne olacak?" Şimdi diyorsunuz ki "Bunu çözelim." Ama, burada kanunda bunu açıkça da koymuyorsunuz, "Bakanın yetki verdiği mahalle muhtarları." diyorsunuz. Yani, bu yetki verilecekse herkese, bütün mahalleye dönüşen bu muhtarlara bu yetkinin verilmesi lazım, hepsine gözükmüyor, ben inceledim.

Efendim, yine vali ve kaymakamlara verilecek yeni yetkiler var burada. Vali ve kaymakamlara verilecek yeni yetkilerin kullanımı konusunda tabii ki biz de mülki idareden geldik, bunların önemli olduğunu düşünüyoruz ama bir kısmının tartışmalara yol açabileceğini, özellikle adli kolluğa giren kısımda adli görevlilerle mülki görevlilerin karşı karşıya gelebileceği konusu var. Bu da gözden geçirilmesi gereken bir konu.

Yine, tabii, 2007'den bu yana, emniyet teşkilatına özlük haklarının düzeltilmesiyle ilgili verilen sözler var. Ama, bu sözlerle ilgili bu kanunda da en ufak bir hüküm yok. Efendim, işte biraz önce Sayın Bakan piramidi gösterdi, "Bu piramide göre tedbir alıyoruz." Bu piramide göre tedbir alacaksak dediğim gibi, işte nasıl mesela, jandarmada ya da Genelkurmayda 53 yaşına gelen albay kadrosuzluk nedeniyle emekli oluyor ama 65 yaşına kadar özlük haklarını alıyor. Ama, burada 53 yaşına gelen değil, burada bizim istediklerimiz emekli ediliyor. Yani şimdi iktidarın istedikleri emekli ediliyor. Orada kıdemli albay pozisyonuna gelmiş... Siz dördüncü sınıf emniyet müdürünü de emekli ediyorsunuz, üçüncü sınıf emniyet müdürünü de, ikinci sınıf emniyet müdürünü de emekli ediyorsunuz.

Şimdi, burada bu kanunla nüfusa yeni görevler veriliyor. Bu verilen görevlerin tabii bir kısmı biraz önce de konuşuldu, tartışıldı ve alt komisyonda da, sonraki komisyonda da, Genel Kurulda da tartışılır. Ama bu nüfusun zaten şu andaki kadro ve özlük haklarıyla ilgili problemleri var. Bunları çözmeden nüfusa bu yeni görevlerin verilmesi... Elbette, bunların nüfusa verilmesine bizim bir itirazım yok, özellikle pasaport, ehliyet gibi belgelerin yani nüfus cüzdanını düzenleyen birime bunların verilmesinde artık bugünkü teknolojiyle ilgili bir sıkıntı yok. Hani eskiden pasaportu emniyet veriyordu. Niye? Eskiden şimdiki gibi elektronik sistem yoktu, giriş-çıkış kayıtlarını, bilmem neyi sınır kapılarında, efendim, polis memurları elle, gözle yapıyorlardı, şimdi elektronik ortamda yapılıyor. Dolayısıyla, adamın girişinde-çıkışında bir sıkıntı varsa... Ama bu yeni yükü karşılayacak bir şekilde bu insanların hem kadrosunun hem özlük haklarının çözülmesi lazım.

Yine, dün Genel Kurulda 655 sıra sayılı Teklifin yasalaşmasıyla yargı mensuplarının özlük hakları düzeltildi. Şimdi, burada ben her yerde söyledim, burada tekrar etmekte fayda görüyorum: AKP iktidarına kadar her zaman mülki idare yargıdan bir adım önde maaş aldı ama on iki senedir mülki idare hep geride ve son düzenlemeyle de yeni göreve başlayan bir hâkimin maaşı 5 bin liranın üzerine çıktı, hemen hemen birinci sınıf bir mülki idare amirinin maaşına yaklaştı. Yani, bundan sonrası için de böyle bir yargı-idare çatışmasına sebep olmaması için bu kıdem ve özlük haklarının, ikisinin eşitlenmesi lazım. Yani, bu meselenin bu kanunla bitmesi lazım hem emniyetin hem mülki idarenin hem nüfusçuların özlük haklarının bu kanunla çözülmesi lazım.

Şimdi, bu kanun elbette çok su götürecek, çok tartışılacak çünkü bu kanunun içerisindeki... Yani ilk başta emniyetin Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu diye adını koyuyorsunuz ama bu kanun aslında bir torba kanun, içinde Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu, efendim, Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu, efendime söyleyeyim, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Türk Ceza Kanunu, aklınıza gelen her yerde düzenleme var. Bu kadar geniş düzenleme... Yani görünüşte burada 42-43 maddeden bahsediliyor ama bu kanunun içindeki madde sayısı 100'ün üzerinde. Bu kadar geniş düzenlemeyi bu kadar dar zamanda görüşmek, bu kadar dar zamanda karara bağlamak...

Bizim ısrarla söylediğimiz başka bir konu daha var bu kanun yapmayla ilgili. Günü kurtarma kanunlarından Hükûmetin kurtulması lazım. Rüzgâra göre, hani ayçiçeği vardır, sabah doğuya döner, akşam batıya döner. Bu kanunları bu şekilde uygulamaktan ve bu şekilde yasal düzenleme yapmaktan vazgeçmemiz lazım, toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek ve birazcık da... Hani 2023 vizyonu, efendim, 2071 vizyonundan bahsediyorsunuz ama bir kanun düzenlemesinde iki senelik bir vizyonu olmadı bu Hükûmetin şimdiye kadar. Bir kanun yok ki iki sene önce görüşüp de bugüne kadar görüşmediğimiz, şu ana kadar bir kanun olmadı, bu Parlamentoya geldiğimizden bu yana. Bu kanun tasarılarını buraya getiren Hükûmet olduğuna göre hiçbir Komisyonda ve Genel Kurul çalışmasında muhalefeti de dinlemediğine göre bunun sorumlusu, bu hukuk vizyonsuzluğunun sorumlusu da iktidardır. Herkesin bunu da böylece bilmesi lazım ve bu hukuk vizyonsuzluğundan kurtulmak için de birazcık buralarda "Bizim dışımızda başkaları ne diyor bu kanunlara?"... Mesela şu kanunla ilgili hangi akademisyenlerin görüşü alındı, efendime söyleyeyim, hangi sivil toplum kuruluşlarının görüşü alındı? Böyle bir şey bize sunulan tasarının ekinde yok. Diğer bakanlıkların, Genelkurmayın, Emniyetin, başka birimlerin bu kanuna itirazları nedir? Yok. Partilerin görüşü, burada tabii ki önergeleri vereceğiz ama biliyoruz "Kabul edenler... Kabul etmeyenler..." usulüyle burada verdiğimiz önergelerin hiçbirisi dikkate alınmayacak. Yani şurada Anayasa'ya aykırılık önergemizin işleme alınmasında bile bu kadar tartışıyorsak bundan sonraki tartışmalarımızda da sonuç alabileceğimize olan inancımız ve güvenimiz maalesef yoktur.

Ben, gene de bu kanunun bu Komisyon çalışması boyunca toplumun, Emniyet teşkilatının, Jandarma teşkilatının, İçişleri Bakanlığının, devletimizin, milletimizin ihtiyaçlarına karşılık gelecek şekilde değiştirilmesini -ne diyelim- hayal edeyim, umut etmem çok zor, ancak hayal edebiliriz. Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum.