| Komisyon Adı | : | İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 12 .11.2014 |
KEMAL AKTAŞ (Van) - Teşekkür ettim Başkanım.
Başkanım, sözlerime başlamadan önce, Reşat Bey'in söylediği bir durum vardı, ona ilişkin bir değerlendirme yapmak istiyorum kısaca.
Doğrusu, Reşat Bey'in bizimle Urfa'dan Suruç'a gelmeyişini ben belki işi var, belki alışveriş yapacak diye düşünmüştüm fakat biraz önce gelmeyiş sebebini izah etti. Doğrusu, bu Komisyonunun bir üyesi, ki İnsan Hakları Komisyonu, yani hem görev itibarıyla hem üstlendiği misyon itibarıyla da hem sizi hem bizi yani benim kendimi de zan altında bırakarak böyle bir değerlendirmeye gitti. Orada PKK militanlarının olabileceği, bayraklarının açılabileceği yönünde bir değerlendirme yaptı. Biz birlikte gittik, öyle bir şeyle de karşılaşmadık. Onu da burada ifade edeyim ama sorun o değil, bence misyon gereği böylesi değerlendirmelerden sakınmak gerekiyor, bu bizim çalışmamızın prensibine ve ruhuna da aykırıdır diye düşünüyorum. Kendisinin siyasi görüşleri, değerlendirmeleri farklı olabilir, onlar daha farklı platformlarda, farklı yerlerde değerlendirmeye tabi tutulur ama ben böylesine bir ithamı hak etmediğimizi düşünüyorum. Bu konuda kendisini yadırgadığımı da ifade etmek istiyorum.
Şimdi, Başkanım, ben Edirne'deki çalışmaya katılamadım, o zaman alt komisyon üyesi değildim. Dolayısıyla, buna ilişkin arkadaşların yaptığı değerlendirmeler vardı, ben sadece birkaç hususu belirterek geçmek istiyorum.
Mülteciler sorunu, kaçak insanların göçü, işte, buraya akınların gelmesi, yani "Türkiye bu konuda niye çekim merkezi oluyor?" yönlü değerlendirmeler de yaptı arkadaşlar, yani güvenlikli olması, vesaire; yani Türkiye, biliyoruz coğrafi olarak stratejik bir yerde, doğu ve batı arası köprü oluşturan bir ülke. Belki, tarihsel olarak misafirperverliği, insani yaklaşımları, coğrafi olarak Anadolu ve Mezopotamya'da yaşayan insanların genel karakterinden kaynaklanan insani bir, duygusal bir bağ var elbette, yanı başımızdaki akrabaları bir tarafa bıraksak bile. Dolayısıyla, bu sorun sürekli Türkiye'nin önünde cereyan edecek, gelişebilecek bir husustur ama ben birazdan esas kendi değerlendirmemin içerisinde belki buna vurgu yapacağım; sadece, arkadaşlarımın belirttiği bazı hususlar, son bölüme ilişkin önermeleri oldu, ben de onları sadece katılarak, biraz daha altını çizerek belirtmek istiyorum.
Sınır güvenliği, bu sorunların, en azından, bu trajik manzaraların ya da insan katliamı, ölümlerinin önüne geçmesi açısından söylenebilecek tek husus var, bu konuda herkes de aynı fikirde, sanırım farklı düşünen de yok; sınır güvenliğinin mutlak anlamda sağlanması hususu, ki bunu, kamera sisteminin yaygınlaştırılması daha da donatımının artırılması, ayrıca, bana göre en önemlisi, Türkiye'de özellikle sınırda bu insan kaçakçılığı ticaretiyle ilgilenen şebekeler var. Şimdi, Aksaray'da diyorlar... Geçen gün ben bir yere gitmiştim, diyorlardı ki: "Saat birden sonra çıkın -Lale'nin belli yerlerini işaret ediyorlar Aksaray'da- burada güvenlik diye bir şey yok. Açıktan hem uyuşturucudan tutalım -affedersiniz- kadın satışından tutalım kaçak pazarlıklar çok açık yapılıyor, aleni yapılıyor." Şimdi, "İstanbul'un göbeğinde -ki bir ülke nüfusuna eş değer düzeyde bir nüfusu var- bunlar çok görülmeyen manzaralar değil." diyorlar. İnsanların garipsediği, bu konuda Hükûmetten, devletten bekledikleri "Bu konuda niye denetim sağlanamıyor? Niye bunlar engellenemiyor? Niye bunların önüne geçilemiyor?" hususu, bence çok önemlidir. Doğrudur, diyelim Kobani'de yaşanan savaş, Suriye'de yaşanan savaş ya da Irak'ta, işte, zamanında yüz binlerce insan kendisini can havliyle buraya atıyor, bunun için söylenebilecek bir şey yok zaten. Bunları, elbette barındırmamız, kucak açmamız, kucaklamamız gerekiyor fakat şu anda yapılan, yani trajik sahneler, insan ölümleri, katliamlarına yol açan bu hususların önüne güvenlik açısından niye geçilemiyor, bu şebekeler niye açığa çıkarılmıyor, kimlerle bağlantılıdır? Bence önemle üstünde durulması gereken hem cezai yaptırım açısından, ki siz bazı hususları belirttiniz, yani Türk Ceza Kanunu'nda bazı değişikliklerle belki bunlar biraz caydırıcı roller oynayabilir ama esas önemli olan bu mekanizmanın, bence bu aradaki düğümün çözülmesi gerekiyor ve önemle bunun üstüne gitmek gerekiyor.
Şimdi, ben hem göç sorunu hem yaşanan iç savaşlardan, savaştan kaynaklı sınırlarımızda şu anda 2 milyonu aşkın mülteci veya geçici barınma merkezlerinde barınan insan sayısından bahsediyoruz. Şimdi, bunun temel sebebinden arkadaşlar da bahsetti, hatta zaman zaman değerlendirmelerde hepimiz yakınarak, çok haklı olarak belki, eleştirilerde de bulunuyoruz; işte, uluslararası güçler, hümaniter kuruluşlar, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere niye destek sunmuyor, niye yardım yapmıyor, niye bunlara gerekli desteği yapmıyor? İşte, İsmail Bey söyledi, cüzi, böyle çok gülünç bir rakam ya da işte, bizim Midyat'ta karşılaştığımız bir manzara, işte, söyledi Sayın Milletvekilim de, bir kısmını seçici olarak seçiyor ya da işte, nasıl diyelim, yani kimseyle çok fazla görüşmüyor, yani görüşmek için insanlar bizi aracı yapmak istediler, değil mi?
BAŞKAN - Gelmiyorlar bile kamplara, gelmiyorlar.
KEMAL AKTAŞ (Van) - Şimdi, bütün bunların temel hususu, nedeni bence bizim Türkiye'de içtihatlarımızda, yaklaşımlarımızda, uluslararası protokolleri imzalamamızda bizim koyduğumuz çekinceler var ya da sınırlamalar var. Şimdi, dolayısıyla, buradakiler geçici sayıldığı için, "geçici barınma merkezi" diyoruz, değil mi? Yani burada kalıcı değil, bunlar mülteci değil; bunlar bu ülkede geçici olarak kalıyorlar, misafirdir, sığınmacıdır. Dolayısıyla, uluslararası kuruluşlar bunun resmiyeti olmadığı için buraya gerekli yaklaşımı göstermez ya da gösterirse belirli yaklaşımların ötesindedir. Yani diyelim belki etki bırakılabilir, daha değişik girişimler sonucu yapılabilir; bence esas önemli olan -bu konuda da Başkan, her iki hususa ilişkin de söylüyorum- esas düzeltilmesi gereken bizim Türkiye olarak, yani Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'nin burada koyduğu çekincelerin ortadan kaldırılmasıdır. Yani ben zaman fazla uzamasın diye muhalefet şehrimdeki, rapora ilişkin şerh koyduğum için biraz, daha sonra diğer bölümleri okuyacağım, sizinle paylaşacağım ama ben bu hususu sadece geçerek... Zaten öneri bölümünde gerekli atıflar var, onun için bunu tekrarlamayacağım.
Şimdi, ben buradan hareketle şuraya geçiyorum: 22 Ekim 2014 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Geçici Koruma Yönetmeliği yayımlanmış ve yayım tarihiyle yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik sığınacak ülke arama amacıyla Türkiye'ye kitlesel olarak gelen yabancıların hak ve hukuklarını belirtmek amacıyla hazırlanmıştır. Aynı yönetmeliğin geçici maddesiyle 28/4/2011 tarihinden itibaren Suriye'den Türkiye'ye sığınan, sayıları yaklaşık 2 milyonu bulan Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşları, Suriyeli vatansızlar ve Suriye'deki mülteciler bu geçici koruma kapsamına alınmıştır. Kobani'den gelen Kürtler Suriye'den geldikleri için de geçici koruma statüsü alıp bu yönetmelikle birlikte haklardan faydalanabileceklerdir. Fakat Şengal'den gelenler 6458 sayılı Kanun'da belirtilen sığınma sistemine dâhil olacaklardır.
Yönetmelikte sağlık hizmetlerine ücretsiz erişim konusunda düzenleme yapılmış fakat çalışma serbestisi ile ilgili herhangi bir düzenleme yapılmamıştır, ki bu Çalışma Bakanı sanırım yeni bir tasarı hazırlıyor, dün son haber olarak düştü.
29 Nisan 2011 tarihinde Suriye'den Türkiye'ye giriş yapan ilk göçmen grubundan sonra 2014 Ekim ayına kadar giriş yapanların sayısı 2 milyona yaklaşmıştır. İlk göçmen grubunun girişinde bu göçlerin kalıcı olmadığı, kısa bir süre sonra Suriye'de istikrarın sağlanacağı ve gelenlerin tekrar ülkelerine geri dönebileceği öngörülmüştür. Ancak yaşananlar bu öngörüyü doğrulamamış, aksine sadece Suriye değil Irak'tan da göçler gelmeye başlamıştır. Sayısı 2 milyona varan göçmenlerden sadece 220 bin civarındaki bir sayı AFAD kamplarında barınmaktadır. Sınır komşusu olduğumuz ülkelerde yaşanan savaşlardan kaynaklı yaşanan göçlerin Türkiye tarafından kabul edilmesi kuşkusuz önemli insani bir davranıştır. Gelen göçmenlerin kabul edilmesi kadar onlara uluslararası mülteci ve göçmen hukukuna uygun bir muamelede bulunmak önemli bir yükümlülüktür. Ancak bu yükümlülüğün yerine getirilmesi konusunda atılması gereken yasal adımların atılmadığı da ortadadır. Uluslararası hukuka uygun bir kabul yapılmadığı için sınırdan içeriye giren göçmenler kuralsızca ülkenin dört bir yanına dağılmakta ve ciddi sosyal ve toplumsal sorunların yaşanmasına yol açmaktadır. Her yol kenarında, her sokak başında yalın ayak dilenen çocuklara ve kadınlara rastlamak artık alıştığımız görüntüler olmaktadır. Bazı kentlerde göçmenlerin yerleşim yerlerine girmeleri mülki ve idari amirlerce yasaklanmaktadır ki buna Antalya ili örnek olarak gösteriliyor. Basın bunu yazdı. Göçmenlerden bir kısmının kuralsız çalışmaya mecbur edildiklerini ölümlü kazalar sonrası basına yansıyan bilgilerden öğrenmekteyiz.
Tüm savaşlar insanlar için acı, gözyaşı ve yıkım getirmektedir. Ancak Şengal ve ardından Kobani'de yaşanan insanlık dramını salt savaş gerçekliği ve onun sonuçlarıyla ifade etmek yetersiz kalmaktadır. Vahşi yöntemler kullanarak masum ve savunmasız insanlara saldıran "IŞİD" adlı örgütün saldırıları sonucu yüz binlerce sivil insan yerlerini terk etmek zorunda kaldı. Bu insanların önemli bir kısmı Türkiye'ye göç etti. Daha ilk günden beri Şengal ve özellikle Kobani'den gelen göçmenlerin karşılanması ve barındırılması konusunda devlet olanaklarının yeterince seferber edilmediğine dair tartışmalar kamuoyunda yer almıştır. Gelen göçmenlerin dramları sürekli görsel ve yazılı basında yer almıştır. Şahsım da belirli aralıklarla sınır bölgelerini ziyaret ederek yaşananları yerinde görme imkânı elde ettim. Hükûmet yetkililerinin "Sınırlarımızı açtık." söylemi doğru olmakla beraber, gelen insanların asgari bir barınma ve ihtiyaçlarının karşılanması konusunda devlet olanaklarının seferber edildiği bilgisinin gerçeği yansıtmadığına kendi gözlemlerimle de tanık oldum. Bölgeye ziyaretlerde bulunan sivil toplum örgütleri ve çeşitli yardım kuruluşları yayımladıkları raporlarla da yaşanan yetersizliklere dikkat çekmişlerdir. Komisyonumuzun konuyu araştırmak üzere bölgeye 23-24 Ekim 2014 tarihlerinde düzenlemiş olduğu inceleme gezisine de iştirak ederek hem edindiğim bilgileri teyit etme şansına eriştim hem de göçmenlerin yaşadığı sorunları yerinde görme şansı elde ettim. Komisyonumuzun gezi planlaması sadece resmî AFAD kampları olarak planlanmıştır. Hâliyle, hazırlanan Komisyon raporu AFAD yetkililerinin vermiş oldukları bilgilere dayandırılmış ve AFAD kamplarında edinilen izlenimlere yer verilmiştir. Gerçek durumun görülenlerden daha farklı olduğu gerçeği muhalefet şerhini yazmamı gerektirmiştir. Şahsımın önerisi ile Komisyonumuz Suruç ilçemizde belediyenin sadece bir adet kampını görebilmiştir. Aşağıdaki kısa bilgiler dahi komisyonumuzun gözlemlediklerinin buz dağının görünen kısmı olduğunu doğrulamaktadır.
Özellikle, kamuoyunda bilindiği şekliyle AFAD'ın Suruç'ta yeterli çadır ve barınma merkezi kurmadığını gözlemledim. Toplamda 2 adet AFAD kampında 6.100 kişiye hizmet verildiğini gördüm. AFAD'ın kendi tespitlerine göre 190.233 kişinin sınırlardan içeriye geldiği bilgisinin verilmesine rağmen bu insanları barındıracak ve doyuracak bir çalışmaya girmemiş olması bana ilginç geldi. Bölgeye gittiğimizde de hâlen gelenleri barındıracak konaklama yerlerinin hazırlanması noktasında bir çalışmanın olmadığını gözlemledim.
Öte yandan, Suruç Belediyesinin koordinesinde diğer bölge belediyelerinin katkılarıyla oluşturulan 4 adet çadır kentte ise 9 bin kişi, Suruç merkezde 15.800 kişi, Suruç'un köylerinde de 16 bin kişi olmak üzere toplamda 40.800 kişinin sadece Suruç ilçemizin imkânlarıyla barındırıldığı ve iaşe verildiğini tespit etmiş bulunmaktayım. Suruç ilçemiz neredeyse ilçe nüfusunun iki katı kadar insana hizmet sunma noktasına gelmiştir. Takdir edersiniz ki, bu hizmetlerin küçük bir ilçenin olanaklarıyla uzun süre verilmesi mümkün değildir.
Kamuoyunda yanlış anlamalara yol açan uygulamalardan birisi de gönüllü kuruluşlar ve sivil toplum örgütlerinin ülkenin dört bir yanından gönderdiği yardımları Kızılayın kendi yardımları olarak kamuoyuna sunmasıdır. Uygulama gereği bölgeye ulaşan tüm yardımlar önce Kızılaya bağışlanmakta ve Kızılay aracılığı ile ihtiyaç sahiplerine dağıtılmaktadır. Bu hâliyle yapılan tüm yardımların Kızılay tarafından yapıldığı bilgisi kamuoyuyla paylaşılmaktadır. Bu durum da, gerçek yardım sahiplerini rahatsız etmektedir.
Bilindiği üzere, Türkiye'ye gelirken yanlarında hayvan ve araçlarını getiren göçmenlerin içeriye girmelerine izin verilmemiştir. Hayvanları ve araçları içeri alınmayan göçmenler sınırın mayınlı ara bölgesinde beklemek durumunda kalmışlardır. Yüzlerce araç ve yaklaşık 20 bin küçük ve büyükbaştan oluşan hayvanlar hâlen de içeriye alınmamışlardır. Hayvanların önemli bir kısmı telef olmuş, araçlar da yapılan top atışlarından büyük oranda zarar görmüşlerdir. Bu durum da hâlen devam etmektedir.
Başkanım, bu rakamları da ben vereyim. Araştırma yaptım, karşılaştırdım, yerel, yani bu işlerle ilgilenen hem parti hem belediye üzerinden, diğer STK'lar üzerinden de edindiğim rakamlar var, bu bilgileri sizinle paylaşmanın önen taşıdığına inanıyorum: Suruç'ta 40.800, Şanlıurfa merkez 30 bin kişi, Hilvan -bu, Kobani'den, Suriye'den gelenlere ilişkindir- 3 bin kişi, Siverek 4 bin kişi, Birecik 12 bin kişi, Bozova 10 bin kişi, Halfeti 6 bin kişi, Ceylanpınar 600 kişi, Viranşehir 1.300 kişi; toplam 113.100 kişi.
Bir de tespit edilebildiği kadarıyla komşu illere dağılanlar var: Diyarbakır 11 bin kişi, Malatya 3.500 kişi, Mardin 4 bin kişi, Adıyaman 5.500 kişi, Antep 4 bin kişi; toplam 28 bin kişi. Genel toplam 141.100 kişi.
Şanlıurfa merkez ve ilçelerinde kalan göçmen sayısı ile komşu illere giden göçmenlerden tespit edebildiklerimin toplam sayısı 141.100 kişidir. Kuşkusuz, tüm göçmenlerin eksiksiz tespit edildiğini iddia etmek zordur. Ama bu titiz çalışma sonucunda elde edebildiğim veriler bunlar olmakla beraber hâlen AFAD'ın bildirdiği 190.233 sayısına erişemedim. Sayısının az ya da çok olmasından ziyade AFAD'ın bu rakamlara uygun bir hazırlık ve çalışma yürütmemesi kamuoyundaki eleştirileri haklı çıkarır niteliktedir. Her ne kadar, Suruç ilçemizde büyük bir kampın kurulmasının planlandığı söylense de kış aylarına girdiğimiz bu ana kadar çalışmanın somutlaşmadığını belirtmek gerekiyor.
Başkan, son olarak, önerilerim:
1) Türkiye'nin bir an önce 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi'ne koyduğu coğrafi sınırlamayı kaldırıp "Avrupalı-Avrupalı olmayan" ayırımına son vermesi.
2) Coğrafi sınırlamanın kaldırılmasına paralel olarak 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'ndaki şartlı mülteci statüsünün kaldırılması ve tüm mevzuatın buna uygun revize edilmesi.
3) 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'ndaki hakların uygulamada hayata geçirilmesi ve insan hakları ihlaline neden olacak maddelerinin bir an önce değiştirilmesi.
4) Geçici Koruma Yönetmeliği'nde düzenlenen kimlik kartlarının dağıtımına ve başta sağlık olmak üzere eğitim, sosyal yardım gibi hakların ayrımcılık yapılmadan herkese eşit bir şekilde bir an önce uygulanmaya başlanması.
5) Sosyal devlet ilkesi gereği, sayıları 2 milyonu bulan geçici koruma altındaki Suriyeliler ve diğer statülerdeki yaklaşık 100 bin kişiye barınma, sağlık hizmetleri, gıda ve temizlik, ilaç gibi temel ihtiyaçların devlet tarafından karşılanması,
6) Şengal ve Kobani'den gelenlere ev sahipliği yapan belediyeler başta olmak üzere yerel yönetimlere merkezî bütçeden yeterli ek ödeneğin tahsis edilmesi.
7) Acilen, kış koşullarına uygun barınma olanaklarının yaratılması gerekir.
8) Şanlıurfa ili dışına giden göçmenlerin tespitlerinin yapılarak bulundukları yerde gerekli insani yardımların sunulması yoluna gidilmelidir.
9) Göçmenlerin yoğun olarak barındığı sınır illeri AFAD kapsamına alınarak kamu olanakları bu kapsamda ilgili illere hızla ulaştırılmalıdır.
10) Kobani-Türkiye sınır hattının mayınlı ara bölgesinde bekletilmekte olan göçmenlerin hayvanlarının satın alınması yoluna gidilerek yaşanan mağduriyetler giderilmelidir.
11) Sınır bölgesinde bekletilen araçlar sınırın iç kısmında güvenli bir bölgeye alınmalıdır. Ki, bu konuya ilişkin bizim Şanlıurfa Valisiyle, Sayın Valiyle yaptığımız görüşmede kendisi de bizimle bilgi paylaşmıştı. Bu hayvanların kesimine ilişkin bilgi vermişlerdi. Paraya dönüştürerek onlara geri dönüşünün yapılabileceği yönündeydi. Ayrıca, araçlara ilişkin de bu tarafa geçirmenin kendileri açısından, güvenlik açısından çok büyük bir risk oluşturacağından dolayı bunu çok fazla doğru bulmadıkları yönünde bilgileri vardı.
Başkan, son iki hususa daha değinerek bitirmek istiyorum: Bu 8 tırın Kobani'ye girişi yönünde -Reşat Bey de altını çizerek ifade etti- doğru, Sayın Vali, Kaymakamın kendisi de ifade ettiler, orada belediyenin de STK'ların da işaret ettiği bir husus. Ben rakam konusunda bir şey söylemiyorum. Bu takdir edilmesi gereken bir durum, kapı açılmıştır, doğrudur, insani ve yapılması gereken bir durum. Fakat, ifade tarzında bir husus var, ben raporun içerisinde de belirttim aslında. Yani, sanki işte, "Hepsini devlet yapmış." ya da "Hükûmet yaptı." biçiminde algılanıyor. Ben bu algının düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorum çünkü STK'ların ciddi yardımları var, ki yerinde biz de izledik, en azından, Suruç'ta sadece bir kampı ya da yanından geçerken bir iki kampı daha görebildik. Belediyelerin yoğun eforu var, işte, Kızılayla, büyükşehirle birer öğün yine dönüşümlü olarak yine ortaklaşa verdikleri takdire şayan hizmetleri var. Ben bu yardımların da, diğer insani yardımda bulunanların incinmemesi açısından da bu rakamların doğru ifade edilmesi gerektiği hususu konusunda, onun için bunu ifade ettim.
Bu yaralıların Kobani'ye geçişi konusunda, Başkan, siz de izah ettiniz, ben kendim de en az üç haftadan fazla Kobani sınırında bizzat kalan biri olarak, bir milletvekili olarak bire bir kapıdan yaralı aldığım anlar da oldu. Onların nasıl alındığını, nasıl geçtiğini bire bir yaşayan ve gözlerimle şahit olduğum, uzun süre, saatlerce, hatta bir gün, bir gece bekletilerek kan kaybından yaşamını yitiren, sadece bacağı şarapnelle kopmuş ya da kolundan yaralı, ölümcül hastalığı olmayan 7 kişinin yaşamını yitirişine şahitlik etmiş biriyim. Dolayısıyla, çok böyle basit değildir. Ben risk altına girerek, hatta asker de yaralandı, özel, Çevik Kuvvetten de biri yaralandı yani yoğun top atışları altında böyle fedakârca yaklaşımların, çalışmaların olduğunu ifade etmekle birlikte fakat zaman zaman çok böyle engelleyici durumlarla, zorluklarla karşılaştığımı bire bir kendim yaşayan biri olarak da bu bilgiyi sizinle gözlerimle şahit olduğum için paylaşmak isterim. Geçişler öyle çok kolay değildi. Hatta biz şunu bile önerdik, Sayın Vali ile Kaymakam kabul etmedi. Ambulanslar, işte, mesela, 112'nin dışındaki belediyelerin ya da diğer şahsi ambulansların geçişini güvenlik kabul etmiyordu yani Çevik Kuvvet, askeriye, 112 de can güvenliği açısından gitmiyordu. Biz dedik ki "Biz binelim, biz gidelim, getirelim." yani bir can kurtarmak için. Doğrudur, insanların çabaları, fedakârlıkları, riskleri de göze alarak var ama zaman zaman böyle kapıların da kapandığı ve benim sadece şahitlik ettiğim, ben bunu Genel Kurulda da dile getirdim, 7 insan yaşamını böyle yitirdi, onun da bilinmesini istiyorum.
Teşekkür ederim.