KOMİSYON KONUŞMASI

CEYHUN İRGİL (Bursa) - Sayın Bakanım, Sayın Başkanım, değerli Komisyon üyesi arkadaşlarım, değerli bürokrat arkadaşlar; hepinize merhaba, hoş geldiniz; öncelikle saygılarımı sunuyorum bütün buradaki konuklara, gazeteci arkadaşlarımıza.

Öncelikle, Sayın Başkanım, şunu söylemek istiyorum: Birkaç sorum var çünkü bu Komisyon toplantısını en son geçen hafta yapmıştık, gündemde bunun olduğunu söylememiştiniz, birdenbire geldi; benim bildiğim iki gün önceden bildirilmesi gerek, iki iş günü, cuma günü bildirildi, iki iş günü olmadı. Yani yasal süreçlere en başta sizlerin uyulmasını beklerim ama burada asıl rahatsızlık, sıkıntı, zaman yok bunları incelemeye. Yani cuma günü bildirildi, cumartesi, pazar var, resmî iş günü yok, çalışamadık üstünde yeterince, araştıramıyoruz. Yani biraz böyle özensiz, alelacele oluyor. Bir plan yok demek ki çünkü bir plan olsa bize derdiniz "Önümüzdeki hafta toplanacağız." diye. Ben ilk önce o soruyu soracağım: Neden öncelikle ve plansız bunlar araya giriyor? Çünkü geçen yıl, hatırladığım kadarıyla, 100-105 maddelik yasa çalışmasında 20'ye yakın üniversite vardı, bunların arasında uzun zamandır bekleyen üniversiteler vardı, onlar niye giremiyor? Belki de bunun bir önceliği vardır -o konuda bir eleştiri, bir haksızlık yapmak istemiyorum- bir önceliği olabilir Hükûmet açısından veya diğerleri açısından. Örneğin, Türk-Japon Üniversitesi, açısından verilmiş sözler vardır, doğrudur ama mesela OSTİM niye araya giriyor? Niye Tarsus Üniversitesi beklerken, bir başkası... Onları doğrusu Bakandan öğrenmek isteriz.

İkincisi, onun dışında elbette biz bir üniversite kuruluşuna, ister OSTİM olsun ister Türk-Japon Üniversitesi, asla karşı değiliz, karşı olamayız. Bu ülkede üniversite sayısının ben yetersiz olduğunu... Fransa'da binin üzerinde üniversite var, bizim 180 üniversitemiz var, bu sayı çok az. Hatta ben kapanan üniversitelerin de devletleştirilerek, 15 Temmuz şehitlerinin adlarının verilerek tekrar açılmasıyla ilgili bir kanun teklifi vermiştim çünkü boşu boşuna 15 üniversite heba oldu. Hani, onların mal ve mülkleri de darmadağın oldu, üniversiteler onları yağmaladı, kimini iyi kullandı, kimini iyi kullanmadı, birçok laboratuvarları kapandı, o teknolojik malzemeler, birikimler, kütüphaneler dağıldı, üniversiteler onları hor kullandılar. Yani eğer biraz dikkatli bakarsanız, orada millî servete de zarar oldu. Şimdi, o yüzden bu üniversite kuruluşlarına karşı değiliz, onlarda hemfikirim. Yalnız benim OSTİM'le ilgili sorum yok, OSTİM'e şahsen ben destek veriyorum ve kurulmasının Türkiye için çok hayırlı olacağını düşünüyorum.

Türk-Japon Üniversitesiyle ilgili birkaç sorum var. Yani gerçekten yanıtını alamadık, ben bunu Mecliste konuşulurken de yakından izlemiştim, benim orada bazı sorularım var: Birincisi, bu üniversite neden YÖK Kanunu'ndan muaf? Yani niye böyle bir imtiyaz var, niye bu ayrıcalık var? Biz devletsek, millî devletsek ve özellikle de bağımsız bir devlet olarak bütün tahakkümünü biz kurabileceksek... Mesela, biz Japonya'da Japon eğitim sisteminden ve yükseköğretim sisteminden bağımsız üniversite kurabilir miyiz, buna izin verirler mi, bunu gerçekten merak ediyorum. Yükseköğretim Kuruluna mutlaka tabi olması gerektiğini düşünüyorum, bu bir. Bu bir soru yani eleştiri değil, merak, ne oluyor burada diye.

İkincisi, bu "Öğretim dili İngilizce." meselesi. Yani, bu millî devlet, millî falan... Gerçi bize siz "Millî değil." diyorsunuz ama ben şaşıyorum yani bu "Öğretim dili İngilizce." meselesini tartışmak uzun bir konu ama bu Türkçe meselesi... Anlıyorum, Japon Üniversitesi kuruluyor, yabancılar gelsin falan ama arkadaşlar, bu "Öğretim dili İngilizce." meselesinde büyük sahtekârlıklar oluyor. Yani şu an üniversite öğretiminde "Yüzde 30 İngilizce." diye bir şey var. Öğrencileri dinliyor musunuz? Sizi arıyorlar mı? Giren hoca İngilizce bilmiyor ki, değil yüzde 30, yüzde 100. Bir okulun ya İngilizce dersi olur ya da İngilizce dersi olmaz ama o okulun öğretim dili, resmî dili Türkçedir, burası Türkiye. Benim şahsi görüşüm bu.

Onun dışında -Sayın Bakan söyledi- mesela özensizlik var, bir özensizlik örneği vermek istiyorum. Bir konsey atanıyor burada, "Cumhurbaşkanı 6'sını atıyor, 4'ü Japon Üniversitesinden atanan toplam 11 üyeden oluşur." diyor. 6, 4 toplam 10; 1 üye nerede, bunu kim atıyor? Ne bu, hangisi, bu rektör mü mesela? Burada yok bu. Hani, Millî Eğitim Bakanlığı bize... Uluslararası bir anlaşma bu. Burada Japonları da kınıyorum, nasıl hesap kitap yapıyorlarsa ya da bunu nasıl geçirmişlerse ortak imzalamışlar. Bunları mutlaka düzenlemek gerek ama en önemlisi, burada bu üniversite her şeyden, bütün denetimlerden bağımsız; Sayıştaydan, vergiden, ondan bundan, her şeyden, hiçbir denetime tabi değil. Hatta bu üniversite şirket kursa şirket kuracak, ortak olacak, örneğin Arçelik kuracak, örneğin bir kafeterya kuracak, hiçbir mali denetime tabi değil. Bu niye? Ya apartmanda aidat ödüyorsunuz, hesabını soruyorsunuz; denetim mekanizması var.

Başka bir konu, bu üniversite YÖK Kanunu'na tabi olmadığı için "Profesör, doçent, yardımcı doçent, okutman, asistan gibi akademik unvanların verilmesine ilişkin kuralları, düzenlemeleri, esasları konsey onayına tabi olarak yalnızca Türk-Japon Üniversitesinin akademik yönetim kurulu tarafından belirlenir." diyor. Resmen bağımsız bir ada yani kafasına göre unvan verecek, çok önemli bir imtiyaz bu. Yani apayrı bir şey yaratılıyor.

Bizler YÖK'e karşı insanlardık biliyorsunuz yani en azından ben öyleydim. Ben burada itiraf ediyorum, şu an YÖK olmasa bu ülkenin üniversiteleri hepsi bağımsız birer 180 tane YÖK olur, darmadağın, herkes kafasına göre. Şu an YÖK karar aldığı hâlde YÖK'ün kararlarına bile uymayan üniversiteler var. Örneğin, daha sabah, şimdi bir kız çocuğu aradı; YÖK karar vermiş "Yaz okulunun fiyatı böyle olacak." diye, Beykent Üniversitesi "Biz tanımıyoruz YÖK'ü." demiş, vakıf üniversiteleri tabii yapıyor bunu, "Biz tanımıyoruz YÖK'ü, biz kendi paramızı isteriz." demiş. Bir de bunu düşünün, hiç YÖK'le alakası yok, YÖK'ü tamamen dışında bırakıyoruz. Ben o açıdan bir daha gözden geçirilmesini, en azından YÖK'ün bir şekilde bu denetimin içine alınmasını öneririm çünkü ileride bunlar başka şeylere yol açar.

Bir de adında "Japon" var da Japonlar bunun neresinde, onu hiç anlamadım, Japonya'nın burada katkısı somut olarak hiçbir yerde yok. Arsa bizden, her şey bizden... Bir tek bir madde var, (b) maddesine atıf yapıyor, diyor ki: "Japonlar on yıl içinde buraya katkı koyar." Belli ki bu iyi niyetle yapılmış bir şey. Muhtemelen ileride onların da katkısı olur. Ben bu tür iş birliklerine karşı değilim, bunlar çok gerekli şeyler, iyi de olur. Japonların bu anlamdaki ahlakına da güveniyorum, bilimine de güveniyorum, bir sorun yok. Benim sıkıntım, bunun Türkiye'de suistimal edilebilecek olması. Daha denetime açık bir şey olmalı.

Bir de böyle bağımsız bireyler yaratılmamalı, üniversite yaratılmamalı. Bu üniversite nereye bağlı, önce onu öğrenmek istiyorum ben. Kabaca böyle.

Eğer zamanım bitmediyse birkaç... Sayın Bakanı bulmak benim için kolay olmuyor, ben de Bakanlıktan randevu alıp meşgul etmek istemiyorum, sayın bürokratlarla da öyle, zaman zaman telefonla ancak iletişim kuruyorum. Birkaç konu var biriken, onları da söylemek istiyorum. O konuda da eğer fikrinizi alabilirsek. O kadar önemli ve ciddi eğitim sorunları var, çok zor bir alan, ben sizi de anlıyorum. 1 milyonluk bir kitleyi ve neredeyse üniversite, ilkokul, ortaokul, 27 milyonluk bir kitleyi yani neredeyse ülkenin yarısını yöneten... Yani bir ülkeden daha büyük bir işle uğraşıyorsunuz. O konuda hakkınızı teslim ediyorum ama çok önemli, bekleyen, acil sorunlar var; örneğin öğrenci affı. Bu konuda çocuklar çığlık çığlığa. Komisyon üyelerine de geliyorlardır. Bir sorun var, sadece vicdani, bir tek noktaya dikkat çekmek istiyorum. "Öğrenci affına karşı YÖK." diyoruz ya, tamam. Siz de yani zinhar olmasın falan... Tamam yani prensipte olmasın ama şöyle bir şey var: Bu ülke dosdoğru bir ülke değil ki, her şey yolunda gitmiyor ki, bu insanların... Yani yaşadığınız çalkantıları düşünün. Belki 15 Temmuz sonrası 16'sında tutuklu olup hepimiz, belki de bir bölümümüz idam edilecekti falan. Hani, böyle bir, bir ayın sonunda ne olacağı belli olmayan bir ülke.

Bu çocukların öğrenci affıyla ilgili talebi -özellikle asistanların- Sayın Bakanım, Sayın Müsteşarım, neden arttı biliyor musunuz? Bu akademik ihraçlar oldu ya, çocuklar şunu fark ettiler: "Ya, bir dakika, işte bu bana takan hoca." "İşte bu, perşembe günü cemaat toplantısına gelmediğim için beni sıkıntıya sokan hoca." Bu sefer hızla bize yazmaya başladılar. Önemli bir grup asistan, tıp uzmanları, diş hekimliği ihtisası yapan, yani gözde... Düşünün, ilkokul, ortaokul, liseyi, tıp fakültesini bitirmiş, göz ihtisasını ikinci yıldan niye bırakır bir insan? Yani kadın doğum ihtisasını, dâhilîye ihtisasını niye bırakır? Bir zorlama var, mobbing var çok ciddi.

Şimdi biz FETÖ'yü kabul ediyoruz, onunla ilgili bir sürü hukuki, adli tasarrufta bulunuyoruz ama bu insanların mağdur ettiği insanlarla da ilgili... Sizin elinizde, onun için kanun hükmünde kararname de gerekmiyor. En azından, doktor ihtiyacımız, uzman ihtiyacımız var mı bizim? Var. E, bunlar çok da değil, 70, 80, 90, 100 asistan belki, bu mobbingle, baskıyla bırakmış. Bu çocuklara dönüş hakkı verelim. Yani bu öğrenci affını bir şekilde bir daha düşünün çünkü yoksulluk var, yokluk var, annesi hasta olduğu için bırakan var, anne-babası problemli, işte bir sürü... Yani bu, özellikle FETÖ'cü öğretim üyelerinin zorla... Askerî okullarda daha yoğun bir şekilde yaşanan sorunun akademik dünyada olan bölümü var. Bu konuda sizden biraz anlayış, birazcık bir yaklaşma... Çünkü şöyle bir şey var: Bu çocuklar şimdi nerede okusunlar? Yurt dışı dışında şansı yok. Kendi ülkesinde biz alan yaratamıyoruz. İktidar çözüm yeridir. O yüzden ben hem Komisyon üyelerinin hem Başkanımın hem sizlerin bu konuda vicdanına, sağduyusuna güvenerek bu konuyu söylüyorum.

İkincisi: Sözleşmeli öğretmen meselesi oldu, bitti biliyorsunuz kanun hükmünde kararname... Tamam, güzel, gittiler, iyi. Altı yıl yani özünde, reel olarak altı yıl mecburi hizmetleri var, tamam. Şimdi, biz Sayın Bakanla daha önce konuşmuştuk, iletmiştik, bu konuda yardımcı olacağını söylemişti bürokrat arkadaşlar da. İyi niyetinize inanıyorum ama bir realite var. Eş tayini olmasın; olmasın, tamam. Yapmıyorsunuz yani Anayasa'nın aile bütünlüğü ilkesine rağmen, tamam. Hatta sözleşme sırf bunun için çıktı, tamam. Hiçbir itiraz yok ama şu var: 2 sözleşmeli öğretmen atanmış, biri Van'da, biri Hakkâri'de. Eşi Hakkâri'ye gitmek istiyor, niye izin vermiyoruz? Yani elimizde değil mi? Hakkâri'ye gitmek istiyor. Kendinizi düşünün, kendi çocuklarınızı düşünün. Hani, İstanbul'a, Ankara'ya tayin istemiyor, Van'dan Hakkâri'ye gitmek istiyor. Sözleşmeli öğretmenler arasında eşlerin birbirine yaklaşmasına izin verelim. Yani buna biliyorum "maliye" falan deniyor ama bunun için...

Engelli öğretmen ataması konusunda teşekkür ederiz, gerçekten sözünüzü tuttunuz ve atadınız. 150 öğretmeni niye atamadık? 150 tane kaldı, onları da atayalım, onlar da devamlı... Şimdi, arkadaşlar, sizler ne kadar bundan muzdaripsiniz bilmiyorum ama Zuhal Hoca bilir. Size yazmıyorlar, nasıl olsa iktidar vekilleri bir şey yapmaz. Yani bilmiyorum ne kadar... Yani yazıyorlardır da size, biz mahvoluyoruz. Yani bu engelli, af... Çocuklar haklılar, çığlık çığlığa "Siz dile getirin." diye. Biz de elimizden geldiğince...

Özel yurtların ortaöğretim düzeyine indirilmesi meselesi zaten çok tartışıldı, konuşuldu ama mesela bu da öncelikli bir konu, tartışılmalıydı. Rehber öğretmenler yönetmeliği aynı şekilde başka bir sıkıntı.

Ve asıl önemli konulardan bir tanesi ihraç edilen akademisyenlerin, vakıf akademisyenlerinin durumu. Bunu defalarca dile getirdik, siz de biliyorsunuz. Sanki ihraç edilen akademisyenler konusunda Millî Eğitim Bakanlığının, dikkat ederseniz, hiçbir yorumu ve bir tebliği, bir şeyi olmuyor. Sanki o ayrılmış, YÖK onunla apayrı ilgileniyor. Hatta YÖK de diyor ki: "Benimle ilgili değil, Başbakanlık Müsteşarlığıyla ilgili." Şimdi, burada çok önemli haksızlıklar oluyor. Size de ulaşıyordur. Bakın arkadaşlar, bir insanın doçent olması için ortalama -Yusuf Hocam örnek olsun- otuz yıl gerekiyor. Anne-babası, o çektikleri çileler, gözyaşları, uykusuz geceler, kapının önünde sınavda beklemeler, baba inşaatta çalışıyor, amelelik yapıyor, taksicilik yapıyor gece, emekçi, işçi, neyse, çok zor, kendi çekiyor en azından çocuk. Bir insanın öğretim üyesi, doçent olması otuz yılı buluyor. Biz bir gecede 5 bin akademisyeni bu akademik dünyadan uzaklaştırarak 5 bin çarpı 30 yıl 150 bin yıllık birikimi, bakın, 150 bin yıllık bilgi birikimini, emeği, enerjiyi, alın terini bir anda yok saydık. Şimdi, Akif Hocanın yıllarca biriktirdiğini, İsmet ağabeyin yıllarca biriktirdiği kültürel birikimi yok sayıyoruz. Ya, bunların arasında bir tane yanlış yapma hakkı, şansı yok mu? Kul hakkı diye bir şey yok mu? Yani bunların bir daha gözden...

Peki, ihraç edilenleri anladık, bir şekilde yaftaladınız. Kapatılan vakıf üniversitesi... Yani adamın dükkânı kapandı, iş kapandı yani YÖK Başkanımızın tabiriyle, fabrika kapandı; peki, bu adamın bir başka üniversitede çalışmasına niye engel oluyoruz? Çalışamıyorlar. Çok nadir, ancak böyle kendine güvenen rektörler işe alabiliyor. Siz de biliyorsunuz, siz kendiniz konuştunuz Sayın Bakanım, bir profesör lisede öğretmenlik yapmaya razı, hatta "Olmaz böyle bir şey." dediniz. Biz sizi konuşturduk, gördünüz. O hoca hâlâ lisede öğretmenliğe başlayamadı. Geçinmek için ya yaşamak için, ben geçtim akademik birikimi. Yani insanlar evine ekmek alabilmek için... Yani lisede öğretmenliğe bile izin verilmiyor. Neden? Suçlama varsa tutuklayalım, yargılayalım; suçlama yok. Herhangi bir yaftalama, bir şey yok. Tamam, siz sadece işsiz... Bir de bunların çıkış belgelerine "kanun hükmünde kararname" yazmışlar, o yüzden bunlar ihraç edilmiş gibi görünüyor, hiçbir üniversite, hiçbir iş yeri, hiçbir dükkân işe almıyor.

Son olarak Nuriye Gülmen ve Semih Özakça meselesi de... Yani sizin de bu konuda bir görüşünüzü almak isteriz çünkü hep başkaları konuşuyor ama Millî Eğitim asıl bu konuda... Bu insanlar bir şey, bir çığlık, bir dert anlatmaya çalışıyorlar; duymak lazım.

Rektörlerin etik dışı uygulamaları ve keyfî uygulamaları meselesi... Artık ben Türkiye'yi geçtim, Bursa'yı sadece söyleyeyim; Örneğin geçen hafta rektör tam doksan yıllık Kükürtlü tesislerini keyfî kapattı. Niye? İşte, orada alkol, bira satılıyor. Daha önceki üniversite anlaşma yapmış, bizzat sözleşmeye koymuş. Buna rağmen işletmeci bu yasağı uygulamış yani kaldırmış, satmıyor. Fakat diyor ki şimdi de: "Ben seni istemiyorum." Niye? Yani bunlara izin vermemek lazım.

Sözleşmeli, mülakat, ÖYP meselesiyle falan şimdi zamanınızı almayayım çünkü arkadaşlara da haksızlık etmek istemiyorum. Özünde söyleyeceğim budur.