| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı (1/850) (Alt Komisyon metni) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 19 .06.2017 |
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli katılımcılar; şimdi, tabii, bu düzenleme öncelikle gerekli miydi? Evet, 1950 yılında kabul edilmiş İş Mahkemeleri Kanunu'nun günümüz koşullarına uyarlanmasında bir yarar var.
İkincisi, tabii ki bu işlemler yapılırken işin tarafları var. Bu tarafların haklarını da iyi gözetmek gerekiyor. Bu noktada bazı sorunlarımız var. Üzerinde durmamız gereken bir şey, belki önce şeklî anlamda: "İş Mahkemeleri Kanun Tasarısı" diyoruz ama pek çok yasayı da bununla beraber değiştirmeye çalışıyoruz. Belki adı yanlış, ondan başlamak lazım. "İş Mahkemeleri Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair tasarı" diyebiliriz örneğin. Tabii, işin içinde işçi, işveren, uyuşmazlık, anlaşmazlık, hak arayışı gibi birtakım kavramlar ortaya çıktığı takdirde bir taraflar manzumesi de karşımızda demektir. Bu anlamda, biz çeşitli kesimlerle görüşmeye çalıştık. Yine, alt komisyondaki arkadaşlarımız gelen insanları dinlemeye, farklı düşünceleri onlardan elde etmeye çabaladılar. Görünen o ki bir tarafta ara buluculuğu bir iş gibi benimseyen pek çok arkadaşımız bunun önemli bir gelişme olduğu yönünde birleştiler ama bir koşulları vardı, ara bulucu mümkün olduğunca hukukçu olsun, hukukçulardan oluşsun ve bu ara buluculuğa gereklilik vardır diye.
Keza, yine, benzer, işveren dünyasından bazı haberler de edindik. Örneğin, TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu 29 Nisan 2016'da bir konuşma yapıyor Uluslararası Arabuluculuk Sempozyumu'nda ve aynen şöyle diyor: "Bir diğer önemli sıkıntı, mevzuatta değil ama uygulamada yaşanıyor. İş mahkemelerindeki davaların neredeyse yüzde 99'u işveren aleyhine sonuçlanıyor. Bu durumda insanın aklına şu soru gelmiyor değil: Bu ülkede işverenlerin, müteşebbislerin hepsi mi haksız, hepsi mi hatalı? Bu mümkün mü? İşin doğrusu, hak edene hak ettiğini vermektir. Esasında, burada, kanun veya mevzuattan daha çok, bakış açısından kaynaklı bir sıkıntı var. Bunu nasıl aşacağımızı da konuşmalıyız." Ve devam ediyor: "Ayrıca, iş davalarında uyuşmazlık olması durumunda hemen mahkemeye gidilmesin, ara buluculuk sisteminin kullanımı zorunlu kılınarak burada çözüm aransın." Evet, iş dünyası bunu istiyor. Bir nokta bu.
Bizim gördüğümüz, görüşmelerden edindiğimiz bilgilere göre "İşçi dünyası ne yapıyor?" derseniz hemen hemen hiçbir şey yapmıyor. Çok üzücüdür bu. Yani, işçi dünyası tabiri caizse gıkını çıkarmıyor. "Ne olacak, bir bakalım." havasında.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Yo, onlar da konuşuyorlar.
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Ve bunun ötesinde, Barolar Birliği başka bir yaklaşım getiriyor. Barolar Birliği de en azından işçi-işveren ilişkisi içinde bir uyuşmazlık masasında işçinin daha edilgen, daha yalnız, daha birtakım iddialarda bulunma olanağından yoksun olduğunu düşünerek en azından bu görüşmelerde bir avukatla temsilinde yarar olduğunu söylüyor.
Evet, genel anlamında değerlendirmeler bunlar, farklı farklı kesimlerden aldığımız intibalar bunlar.
Ben kendi kişisel düşünceme bakarak bir değerlendirme yapayım: Öncelikle, işçi bir emek veriyor ve bu emeği verirken belli bir açıdan işverenin iki dudağının arasında bir yaşam mücadelesi sürdürüyor. "Seni attım." dediği zaman yapacağı hiçbir şey yok. Onu koruyacak ne? O sosyal güvenlik şemsiyesi altında aslında devlet ve de yargı. Ama biz ne yapıyoruz? Biz şunu yapıyoruz: Millî yargıyı, bir kere, bir tarafa bırakarak öncelikle onu başka bir koşulda bir masaya oturmaya zorluyoruz. Şöyle bir örnek vereyim: İşveren işten çıkardı, aynen şöyle diyecektir: "Gel aslanım, benim muhasebe bürosuna oturup konuşalım." Gelinecektir, orada avukatı olacaktır, muhasebecisi olacaktır, genel müdürü olacaktır. Diyecektir ki: "Bak kardeşim, bu durum böyle, böyle, böyle. Dava açarsan beş sene sonra 50 bin lira para alırsın. Ama gel, ben sana 15-20 bin lira vereyim, helalleşelim, koy git." Böyle denecektir sonuçta ve o işçi o beş sene içerisinde de avukat tutacak, işi takip edecek, yeni iş bulmada bir sürü sıkıntılar yaşayacak, onu kabul etmek durumunda kalacaktır. Ha, uygulama nedir derseniz, uygulamada işten atılan bir işçi çoğunlukla kendisine bir hukuk adamı buluyor, gidiyor, "Bana yardım et." diyor. Tabii ki genel bir değerlendirme olmayacak benim değerlendirmem, -çok iyi niyetli insanları tenzih ederek söylüyorum- uygulamada şöyle bir tablo çıkıyor: Avukat durumundaki kişi diyor ki: "Arkadaş, bu tazminat davasını açarım, dava masrafını da ben veririm ama yüzde 50'sini bana vereceksin elde ettiğim tazminatın." Şimdi, burada da bir açmaz söz konusu. Bu noktada, tabii ki eninde sonunda biz buradaki karşı çıkış nedenlerimizi ortaya koyacağız ama temelde bu düzenleme çıkarılacak gibi görünüyor, yani çoğunluk oyuyla çıkarılacak.
Öncelikle, şunu göz ardı etmemek lazımdır: Bütün dünyada artık ulusal yargının dışında çözümler aramak durumundayız. Öyle bir dünyaya doğru gidiyoruz, şirketler dünyasına doğru gidiyoruz. Şirketlerin egemen olduğu alanlarda bir yaşam bizi bekliyor. Ne oluyor uluslararası tahkimde? Diyor ki: "Uluslararası tahkimi kabul etmezsen ben senin ülkene gelip yatırım yapmam." Ve bu anlamda, bu alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri giderek genişliyor, genişleyecektir. Benim endişem şudur: Bir süre sonra kontrolü kaybedeceğiz. Ulusal yargı müessesesini bir tarafa bıraktığımız sürece, bireysel ikili görüşmeler yoluyla belki pratikte çok iyi çözümler bulabileceğiz ama ilkelerimizi çöpe atacağız. Benim kaygım, korkum, kuşkum bundandır. Türkiye böyle bir ülke olmamalıdır, Türkiye, ilkeler manzumesiyle yönetilen bir ülke olmalıdır. Ha, pratikte "400 bin davayı bir ayda halledeceğiz, ne var bunda?" deyip geçmemek lazımdır. Biz koca bir ülkeyiz, koca bir cumhuriyetiz. Bunları böyle "Hadi, bugün bu oluversin." anlayışıyla uygulamaya sokacağız, biliyorum ben, bir süre sonra daha büyük uyuşmazlıklarla yüz yüze geleceğiz. Bundan endişe duyuyorum.
Elbette bu düzenleme çıkacak öyle ya da böyle. Çözüm olarak, Türkiye'de gönül ister ki bütün işçiler sendikalı olsun, gönül ister ki işçilerin yanında, onların o kötü gününde yanlarında olabilecek bir dost eli sendikalarımız olsun ama ne yazık ki ülkemizde sendikalaşma, örgütlenme anlayışı tamamıyla unutuldu, gitti. Yani, 1970'lerdeki 6 milyon dolayındaki sendikalı işçilerden şu anda herhâlde onda 1'idir belki sendikalı işçi sayısı. Bu anlamda, sendikalara da bir görev izafe etmekte çok yarar görüyorum.
Benim özellikle 3'üncü madde konusundaki... 2 tane madde var asıl tartışmalı, bundan sonra da çok değerlendirme yapmayacağım ama bir önemli konu daha var, o da 37'nci maddedir.
BAŞKAN - Oralarda konuşalım mı Ömerciğim, daha iyi olmaz mı?
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Yani olmaz.
BAŞKAN - Peki.
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Şöyle çünkü bir süre sonra yorulacağız, bir süre sonra terk etmeler başlayacak. Ben düşüncemi burada açık yüreklilikle açıklayayım. Yani çünkü ondan sonrasını ben biliyorum yani "Kabul edenler... Kabul etmeyenler..." safhasına gelmeden ben şunu genelde değerlendireyim Sayın Başkanım, lütfen.
BAŞKAN - Peki.
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Şimdi, özellikle Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ve BOTAŞ başta olmak üzere, 3.587 kişi var. Bunların çoğu eğitimli, konularında son derece uzman, yetkin insanlar ve bu insanlar "kapsam dışı" adı verilen bir personel statüsünde. Anayasa'nın 127'nci maddesinde düzenlenmiş. Uzun uzadıya elimizde belgeler, bilgiler var, onları takdim edeceğiz gerekirse.
Şimdi, bunlarla ilgili, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 22/1/1996 tarihli (1995/1) esas (1996/1) karar sayılı Kararı'nda "Özelleştirme kapsamına alınan kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarının özel hukuk tüzel kişiliğine geçiş döneminde kamu kurumu olan vasıflarını tamamen yitirmemiş oldukları, bu kurumlarda çalışan sözleşmeli ve kapsam dışı personelin kamu personeli sayıldıkları, idare ile olan ilişkileri nedeniyle açılan davalarda, işlemin yasaya ve hukuka uygun olup olmadığının incelenmesinin idari yargı yerinin görevine girdiği ve bu nedenle, özelleştirme kapsamında bulunmayan kamu iktisadi teşebbüslerinde kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumlarıyla olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlığın çözüm yerinin idari yargı olduğuna ve bu konunun 2247 sayılı Yasa'nın 30'uncu maddesi uyarınca bu doğrultuda ilke kararına bağlanmasına karar verildiği görülmektedir. Yapılan bu düzenlemeyle ise yine 37'nci maddedeki bu düzenleme çerçevesinde ek madde 3 getirilmektedir. O da bu statüde olan yani kapsam dışı personel statüsünde olan personelle ilgili iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına ilişkin dava ve işlerde iş mahkemeleri yetkili kılınmaktadır."
Şimdi, bu tamamıyla müktesep hak kaybıdır; ben öyle düşünüyorum.
Şimdi, bu kişiler bir anlamda kamu personeli, Anayasa gereğince kamu personeli sayıldıkları için idari yargıda dava açıldığı zaman haksız bir muameleye tabi tutulduklarında göreve iadeleri zorunludur; belli hakları var. Şimdi, iş mahkemelerine tabi kıldığınız zaman bunlara ne olacak? Bu insanlar işten atıldıkları zaman iş mahkemesi göreve iadelerine karar verse dahi tazminatını verecek ve onları yeniden işe almayacak.
BAŞKAN - Ömerciğim, onlar kıdem tazminatı alıyor mu bir şekilde?
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Yani, kıdem tazminatının önemi yok, adam haksız yere işten çıkarılmış, görevine dönecek, görevine iadesi var.
Şimdi, siz göreve iadesini -3.587 aileyi- bir anlamda bir günde, bir dakikada bir "evet", "hayır"la, "Kabul edenler... Kabul etmeyenler..."le iş güvencesinden yoksun hâle getireceksiniz demektir; bunu hiç doğru bulmuyorum. Ne olursa olsun, hangi düşüncede olursa olsun insanlar... Belli amaçlar güdüldüğünün farkındayım ben, belli bir ölçüde bir yığın personel bir yere yığılmıştır, bu şekilde onların tasfiyesi amaçlanmıştır, hani belki içlerinde çalışmayan da olabilir, tembellik yapan olabilir, sorun çıkaran olabilir; ben bir şey demem ona ama bu, bir müktesep haktır, anayasal bir haktır, bu anayasal hakkın hem de uyuşmazlık mahkemesinin kararı da göz önünde tutulduğuna göre bir anlamda görmezden gelinmesini doğru bulmuyorum.
Bir de şunu özellikle ilave etmekte yarar var, o da şudur: Bu tip yasal düzenlemeler her zaman gelecek kötü niyetli uygulamalar için birer örnek olmaya başlar. Yani, bir defa uyguladınız mı, bir defa bu tip düzenlemeleri uygulamaya kalktığınız zaman bunun peşi gelecektir, pek çok insanın canı yanacaktır; buna da dikkati çekmek istiyorum.
Özellikle, bu düzenlemenin 37'nci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını bir Komisyon üyesi olarak rica ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.