| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi (2/1783) (Alt komisyon metni) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 14 .07.2017 |
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yok, şöyle oldu: Aslında Muharrem Bey'deydi, ben ona verdim, o bana veriyordu, kapatınca o tarafa geçti yani ondan kaynaklı, yoksa takip ediyoruz.
BAŞKAN - Hani sorun yok, burada gözüküyor. Biz konuştuk, bir değişiklik yaptılar.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Yok, yok, sizin için değil.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yok, sıra açısından haklısınız, öyle gözüküyor da şeyi vardı, öncesi, evveliyatı.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bugün saat 01.40 neredeyse. Bugün 15 Temmuz. Bundan tam bir sene önce yine bu Parlamento çatısı altındaydık ama farklı bir atmosferde beraberdik. Belki de Parlamento yaşamımda, benim milletvekilliği yaşamımda ve daha önce izlediğim Parlamento yaşamında hiç görülmemiş ölçüde bir dayanışma örneği sergileniyordu. Çünkü bir çete, yıllardan beri devlet içerisinde çöreklenmiş bir çete, artık terör örgütü yüzünü de göstererek, devletin, milletin kendisine verdiği silahları hem milletin kendisine hem de milletin Meclisine haince yöneltmişti. Biz, bu çatının altında siyasette belki de bir daha kolay yakalayamayacağımız bir uzlaşma ortamını yakalamıştık; tepemize bombalar atılıyordu, tepemize bombalar atılırken sabaha kadar biz burada, dışarı sakinleşince dışarıya çıkmak üzere değil, Parlamentonun hukukunu, demokrasiyi savunmak üzere geldik diye, siyasi parti ayrımı gözetmeksizin, ölüme göğüs geren milletvekilleri olduğunu tarihe yazdık.
Şimdi, aradan bir yıl geçti, bu aradan geçen bir yıl içerisinde, aslında, bugün, yeniden 15 Temmuzun yıl dönümünde bu Parlamentonun söz hakkını, bu Parlamentonun konuşma hakkını kısıtlayan, hatta bize göre yok eden bir İç Tüzük'ü görüşmek yerine keşke o uzlaşma ruhunu devam ettiriyor olabilseydik ve Türkiye'de o talihsiz ve hain saldırının üzerinden bir demokrasi fırsatı yaratabilseydik. Ne yazık ki bugün şu yaptığımız tartışmalara dönüp baktığımda, bir yılı heder etmişiz gibi bir düşünce şekillenmeden geçemiyor. O gün burada her arkadaşımız geçmişteki bütün tartışmaları bir tarafa bıraktı; o gün burada hepimizin ortak olduğu, bu milletin namusunu koruma kaygısı hâkimdi, o bizi bir araya getiriyordu; demokrasinin namusunu koruma kaygısı hâkimdi, o bizi bir araya getiriyordu. Bugün tartışmaların başından itibaren, belki fark etmişsinizdir, özellikle suskunca dinliyorum çünkü yaşadığımız o tabloyu tekrar tekrar gözden geçirdim ve o günün hatırası şu yaşananların yaşanmasını hak etmiyordu.
Değerli arkadaşlar, bakın, 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra herkes bir şey söyledi, biz de bir şey söyledik, dedik ki: "Önümüzdeki yol haritasında üç önemli adım var, üç önemli adım." Buna herkes katılmak zorunda değil ama bir yaklaşımdı, paylaştık kamuoyuyla. "Bir: Hesaplaşma. İki: Normalleşme. Üç: Demokratikleşme. Yol haritamız bu olmalı." dedik. "Hesaplaşma: Mutlaka bu hain planın sahiplerinden hesap sorulmalı ama hukuk içerisinde hesap sorulmalı çünkü hukukun dışına çıkmak, hesabı bozmak demektir; hesap sorulmamasının ya da hesabı örtmenin alt yapısını yaratmak demektir, bunu yapmayalım." dedik ama yaşadığımız bir yıl içerisinde, ne yazık ki, bu konuda gerekli özenin gösterilmediğini gördük; biz öyle düşünüyoruz, farklı düşünen olabilir.
"İki: Normalleşme." dedik. Mutlaka hızla normalleşmeye geçmemiz lazım, bu travmayı atlatmanın başka yolu yok ama olağanüstü hâl rejimini yerleşik hâle getirdik ve Parlamentoyu devre dışına çıkararak, devre dışı bırakarak bir olağanüstü hâl düzeni yarattık.
"Üçüncüsü: Buradan bir demokrasi fırsatı yaratalım." dedik, oysa bırakın demokrasi fırsatı yaratmayı aksak topal yürüyen demokrasiyi bile yok edecek adımlar attık.
Değerli arkadaşlar, bu söylediklerim ve bundan sonra söyleyeceklerimde herkesin mutabık olmadığını ve olmayacağını biliyorum ama milletvekili olarak, Komisyon üyesi olarak bunları söyleme görevim olduğunu da biliyorum.
Tabii ki siyasi partiler yan yana gelebilirler, siyasi partiler karşı karşıya gelebilirler; ortak tutum alırlar, zaman zaman da farklı tutumlar alırlar, bunda bir beis yok, bunda rahatsız olacak bir şey yok ama aynı hoşgörüyü, buraya beklenen hoşgörüyü ortak alınan tutumlara karşı eleştiri hakkına da tanımak lazım.
Şimdi, ben diyorum ki: Her şey Anayasa değişikliği teklifi öncesinde başladı. Yani, 16 Nisan referandumunda başlayan Anayasa değişikliği, referanduma sunulan Anayasa değişikliği öncesinde AK PARTİ yönetimi ile Milliyetçi Hareket Partisi yönetimi arasında bir uzlaşma yaşandı. Bu uzlaşmayı yapmak nasıl her iki partinin hakkıysa bu uzlaşmanın ürünü olan eseri eleştirmek, karşı çıkmak ve bu çerçevede bu uzlaşmanın Türkiye'ye dayattığı tabloya karşı çıkmak da bizim görevimiz. Anayasa Komisyonu tartışmalarında burada, Anayasa değişikliği tartışmalarında bunları ayrıntılı olarak anlattık. Şimdi, bunun bir tek adam rejimi yarattığını söyledik, bir; bunun Parlamentoyu etkisizleştirdiğini, işlevsizleştirdiğini ve fiilen yok ettiğini söyledik; aslında adı var, kendi yok bir Parlamento yaratılmanın planlandığını söyledik; buna rağmen, işte, önce buradan, sonra Meclisten, ondan sonra da referandumdan bize göre gayrimeşru, mühürsüz bir seçimle Türkiye tek adam rejiminin anayasal alt yapısına kavuşturulmak istendi.
Şimdi, bu İç Tüzük konusu o süreçten bağımsız bir konu değil. Biz diyoruz ki: Türkiye'yi tek adam rejimine taşıyan, tek adam rejiminin anayasasını yapan ve tek adam rejiminin anayasasıyla Parlamentoyu devre dışı bırakan o ittifak, siyasi ittifak bugün de onun yapı taşlarını örmeye devam ediyor. Bundan rahatsız olmayacak kimse. Nedir? Bu İç Tüzük o tek adam rejimi anayasasının yaratacağı düzenin yapı taşları. Hepsi değil, daha 1'inci adımı bu. İfade edildi. "Altı ay içerisindeki uyum mevzuatını, yasalarını çıkarmak için gerekli." Ne gerekli o uyum yasalarını çıkarmak için? Konuşmayan bir Meclis gerekli, tartışmayan bir Meclis gerekli, kanun yapma fabrikası gibi önceden verilecek malzeme belli olan ve o malzemeye göre çıktı alınacak bir Meclis gerekli. Bu, aslında bunun ikrarı, bunun itirafı; biz böyle bakıyoruz.
Değerli arkadaşlar, yani, bu kanun teklifleri, bu Anayasa değişikliği yapılırken biz öyle olmadığını bilmemize rağmen teklifin sahipleri "Etkin ve güçlü bir Parlamento yaratıyoruz." diye kampanya yürüttü. Peki, etkin ve güçlü bir Parlamento yaratmanın yolu, onun mevzuat alt yapısını, uyum yasalarını hazırlarken konuşmayan ve susan bir Parlamento pratiğinden mi bunu çıkaracak? Bunun böyle olmayacağını hepimiz biliyoruz. Suskun bir Parlamentodan konuşan bir Parlamentonun İç Tüzük'ü çıkmaz; suskun bir Parlamentodan konuşan bir Parlamentoya uygun uyum yasaları çıkmaz. Çıkmayacağını... Nasıl başlanırsa öyle gider, ona göre hazırlanır; bunu siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz, itirazımız bunadır; yoksa bir partinin kararıyla, "Bir parti şöyle yapmış, bir parti böyle yapmış." bununla meşgul değiliz ama belli başlı ittifaklar bizim için demokrasiyi yok eden, Parlamentoyu etkisizleştiren, yok eden bir sistem yaratıyorsa hem o sisteme karşı çıkma hem o teklife karşı çıkma hem o teklif sahiplerinin bir araya gelişine karşı çıkma hakkımız var; bunu yapacağız, bunu sürdüreceğiz.
Değerli arkadaşlar, bir başka şey: Burada yeni bir alışkanlık yerleşmeye başladı, bunu hayretle izliyorum. Belirli konular görüşülürken uzlaşılan bazı asgari maddelerin, toplam görüşülen konuda uzlaşma sağlanamayıp masa dağıldıktan, masadan kalkıldıktan sonra bir kısmı alınıyor ve "Sizinle de uzlaştığımız maddeler var. Zaten siz de buna 'Evet.' demiştiniz." diye bütününden koparılıp sanki bütün o uzlaşmalar bu teklife taşınmış gibi bir algı yaratılıyor. Şimdi, İç Tüzük meselesinde bu konuşuldu; işte, daha önceki İç Tüzük'te onun bütünlüğü içerisinden koparılıp "Şu maddeleri de aldık, getirdik." diyen anlayış dün Anayasa çalışmalarında da oldu. Biz 3 arkadaş beraber -Sayın Parsak vardı, ben vardım, Sayın Abdulhamit Gül vardı- 7 maddede anlaştık ama anlaşamadığımız birçok madde vardı ve o 7 maddenin de derde deva olmadığını toplantının içinde de söyledim, beraber açıklama yaptığımız gün de söyledim, dışarıda defalarca da söyledik. Sonra, o 7 maddenin tamamen dışında, o görüşmelerde tamamen itiraz ettiğimiz bir Anayasa değişiklik teklifi geldi ve bu değişiklik teklifi kamuoyuna açıklanırken "Bunun içinde o 7 madde de var." dendi. Değerli arkadaşlar, onun o bütünle hiç telif edilemeyecek 7 madde olduğunu bunu söyleyen arkadaşlarımız da biliyordu, ben de çok iyi biliyorum ama böyle bir üslup yerleşti. Bu gerçekten uzlaşma arayışı üslubu değildir; bu gerçekten uzlaşılan maddeleri bir araya getirip "Ya, iyi bir şey yapalım." arayışı değildir. Bu üsluptan vazgeçilmesinde şiddetle yarar olduğunu düşünüyorum.
Bakın, burada çok sayıda hukukçu arkadaş var. Hukuk fakültesinde bize yorum yöntemleri anlatılırken birçok yorum yöntemi anlatılır -akademisyen hukukçularımız var, Sayın Başkan da başta olmak üzere- bunlardan biri de gai yorum metodudur, "amaçsal" yorum derler ve derler ki: Amaçsal yorum yapacağınız zaman yani bunun amacına, kanun koyucu bir kanunu çıkarırken neyi hedeflemiştir, neyi amaçlamıştır bir buna bakarsınız, bir de kanunun kendi ruhu, amacı vardır, onu bulur çıkarırsınız. Burada da iki önemli malzeme vardır uygulayıcıya önerilen, hukukçuya öğretirler fakültede. Bir: "Kanunun gerekçesine bakın." derler. Gerekçesinde o kanunun niye çıkarıldığı anlatılır, oradan yola çıkarsınız. İki: "Tutanaklara bakın, Meclis görüşmelerine. O da ikinci yoldur." denir.
Şimdi, Allah için şu gerekçeye baktığınızda yarın, beş sene sonra ya da on sene sonra burada bu kanunu Meclisin, yasa koyucunun, o iradenin niye çıkardığını izah eden bir gerekçe var mı? Böyle yazmayın bu gerekçeyi. Şimdi, "Verimliliği ve etkinliği artırıcı nitelikte düzenlemeler yapıyoruz." En az üç dört sefer bu yazılmış genel gerekçede. Bunun neresi verimlilik ve etkinlik artırma? "Etkinlik" dediğiniz çok fazla kanun çıkarma değildir. "Etkinlik" dediğiniz hayata dokunan yasayı çıkarabilmektir. Parlamentoda İç Tüzük'te yapıyorsanız bunu, "İç Tüzük'te etkinlik" demek etkin milletvekili yaratmak demektir. Milletin iradesini milletvekili temsil eder, onun için seçilip geldik. Milletvekilini etkin kılmayan, etkisizleştiren bir İç Tüzük etkin bir İç Tüzük değildir. Oradaki Meclis faaliyeti de etkin bir Meclis faaliyeti değildir. Etkin olmayan bir Meclis faaliyeti, Parlamento faaliyeti verimli bir Parlamento faaliyeti olmaz. Onun için bu gerekçe bir kere doğru değil. Şunu yazsalardı tutarlı olurdu: "Biz milletvekili az konuşsun istiyoruz. Biz Meclisteki kanun teklifleri üç günden fazla sürüncemede kalsın istemiyoruz, üç gün içinde çıksın, nasıl çıkarsa çıksın istiyoruz." Bu, madde metinleriyle uyumlu kanunun amacına, İç Tüzük teklifinin amacına uygun bir gerekçe olurdu.
Sonra bir başka nokta, buna değinmeden geçemeyeceğim. Gelişen dünyanın hızına ayak uydurabilmek için bu ihtiyaçlardan bahsediliyor. Değerli arkadaşlar, atari oyunu oynamıyoruz, bilgisayar oyunu oynamıyoruz, gelişen dünyanın hızına ayak uydurabilmek için milletvekilinin konuşma hakkı kısılmaz. Gelişen dünyanın hızına ayak uyduruyoruz. Bundan on beş sene önce bu bilgisayar ortamı yoktu. Şöyle imkânlarımız da yoktu. Sağ olsun yasama uzmanı arkadaşlarımız hazırlayıp gönderiyorlar, böyle bir şey yoktu. Bir eski metni alıyordun, bir yenisini alıyordun, oradan karşı... İşte, teknolojiyle gelişen dünyanın hızına ayak uyduruyoruz. Bunun dışında gelişen dünyanın hızına ayak uyduramazsınız. Teknolojiyi kullanırsınız daha geniş imkânlarla milletvekilinin aradığına kütüphanede hemen ulaşmasının yolunu bulursunuz, tutanaklara daha hızlı ulaşmasının yolunu bulursunuz, daha çabuk görüşebilme imkânları getirirsiniz ama gelişen dünyanın hızına milletvekilinin ağzına fermuar çekerek ulaşamazsınız. Ne yaptığımızın farkına varalım.
Değerli arkadaşlar, hamaset bazen etkili olabilir veya çoğu zaman etkili olabilir ama hamaset hayatı düzenleme konusunda çok da faydalı bir yöntem değildir. Siyasette işe yarayabilir. 15 Temmuzu her konuştuğumuzda artık 15 Temmuzu hamaset edebiyatına dönüştürür olduk. 15 Temmuzun özü Parlamentonun darbe girişimine karşı ortak iradeyle direnmesiydi, ölümü göze alarak direnmesiydi. Ben Sayın Adalet Bakanıyla hâlâ tartışıyorum. O çıkıyor bir şey söylüyor ben cevap veriyorum, ben çıkıyorum bir şey söylüyorum o cevap veriyor ama o gece Sayın Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Meclis kürsüsünde konuşurken hepimiz oradaydık, tepemize bomba atılıyordu, "Şeye inin." dendiği zaman "İnmeyeceğiz." diye direniyorduk. O da ölmek üzereydi, biz de ölmek üzereydik. Şimdi, biz bu Parlamentonun varlığını ve hukukunu küçümseyen, yok eden, işlevsizleştiren bir İç Tüzük değişikliğiyle buraya geliyorsak 15 Temmuzla ilgili yapacağımız hamasetin hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur, o ruhu yok ediyoruz demektir. O Parlamentoyu yok etmek o ruhu yok etmekten başka bir şey değildir.
Değerli arkadaşlar, bu teklif çok açık biçimde Meclisin sesini kısma teklifidir, Meclisi susturma. Bakın, muhalefeti susturma teklifi demiyorum, dikkat edin, mutlaka muhalefeti susturmak üzere kurgulanmış yanı vardır ama daha ötesinde bir başka içeriği var. Meclisi susturma teklifidir iktidarıyla muhalefetiyle çünkü Meclisin faaliyeti teorik olarak, ideal olan, olması gereken iktidar ya da muhalefet ayrımı olmadan milletvekilinin milletin iradesini Parlamento çatısı altında ifade etmesidir. Getirdiğiniz konuşma yasaklarının tamamı milletvekiline getirilmiş, dolayısıyla millet iradesine getirilmiş yasaklardır. Getirdiğiniz teklif, görüşme ve benzeri kısıtlama ve yasakların tamamı aslında millî iradeye vurulan bir kelepçedir, bir prangadır. O yüzden tam da 15 Temmuz günü, sanki özellikle kinayesine yapıyormuş gibi, bu Komisyon, ikinci kez Gazi Meclis olduğunu kanıtlayan bu Mecliste hem de o tarihte bu prangayı vurmasın. Bunu bir kere daha düşünün teklif sahibi arkadaşlar. Mutlaka herkesin kendine göre bir gerekçesi var yani her şeyi iyi niyetle düşünmek istiyorum yani hiç kimse bir şeyi kötü... Bu, kendi penceresinden baktığında gerekçesini anlatıyor ama olayın bir gerçeği var. Bir kere teklife imza sahibi olmanın ya da benzer parti mensubiyetinin dışında bu pencereden bakın.
Değerli arkadaşlar, şimdi, Sayın Elitaş'tı sanıyorum, konuşmanın başında, öğleden sonraki ilk saatlerde konuşurken Anayasa görüşmelerine atfen dedi ki "Bakın, biz Anayasa görüşmelerine Mecliste gece saat on birde, yanlış hatırlamıyorsam, başladık." Öyle söylemişti. Doğrudur. Bunu bu teklifin getirilmesinin haklı gerekçesi olarak söyledi. Yani "Biz, Anayasa asıl meselemiz, onu görüşemedik on bire kadar. Oysa bu değişiklikler geçmiş olsaydı biz Anayasa görüşmelerine daha erken başlayabilirdik." dedi. Olabilir. Ee, başlasak ne olurdu? On birden önceki, Anayasa değişiklik teklifinin ana maddelerine geçmeden önceki grup önerilerinde neler konuşulmuş, açın tutanakları bir bakın bakalım, açın bakın.
Değerli arkadaşlar, evet, kanunun teklif metninin esasına girmek ya da görüşmek için gece on biri buluyor olabiliriz ama herkes şunu biliyor ki bu tip önemli kanunlarda o zamana kadar kullanılan süre de aslında Parlamentonun o değişiklik teklifini görüşmek için kullandığı zamandır. Bunda rahatsızlık duyacak bir şey yok. Üstüne üstlük bu bir fırsattır, değerlendirmesini bilirsek bu bir fırsattır. İç Tüzük'ün kanunun görüşülmesini sınırlayan alanlarına karşı millet iradesini temsil eden Meclisin ve milletvekillerinin daha geniş bir alanda kanunu tartışabilmesinin yolu açılıyor demektir. Bunun kınanacak, rahatsız olunacak, değiştirilecek bir yanı yok, tam tersine korunması gereken bir şey. Ha, bu arada, ilave bir fırsat veriyor -işte grup önerileri biraz sonra konuşacağız- ilave olarak güncel konuların da anında konuşulabilmesi imkânını veriyor. İki ayrı önemli işlevi gören bir kurumu yok ediyoruz. Niye? Bir kanun fabrikası yaratacağız diye. Olmaz arkadaşlar, olmaz. Emin olun bundan hiçbirimize hayır çıkmaz.
Bakın, hızdan bahsediliyor. Bu teklif aslında Parlamentonun uzlaşma yeteneğini ortadan kaldırmaya yönelik bir İç Tüzük teklifidir. Uzlaşmayı teşvik eden değil, uzlaşmamayı teşvik eden bir İç Tüzük yöntemidir. Toplumda uzlaşmamanın külfetini yaşadık, hâlâ yaşıyoruz. Uzlaşabilmenin başarısını yaşadık bir sene önce, 15 Temmuz gecesi bir arada olabilmenin, ne yazık ki devam ettiremedik. Bunu devam ettirmeye ihtiyacımız var, ayrılıkları körükleyip çatışma ortamı yaratmaya değil. Bakın, niye söylüyorum bu teklif, bu İç Tüzük teklifi uzlaşmayı değil, uzlaşmamayı öngörüyor, uzlaşmadan rahatsız, daha doğrusu uzlaşmanın zorlanmasından rahatsız? Şunun için: Beş tane temel kanun değişikliği söyleyeceğim. Bir tanesi 2001 yılında Türk Medeni Kanunu, AK PARTİ'nin Parlamentoda olmadığı dönem, geri kalanlarının tamamı AK PARTİ'nin Parlamentoda ve iktidarda olduğu dönemde geçmiş kanunlar.
Türk Ticaret Kanunu, 1.533 madde, çok rahat geçti. Hem de çok parçalı bir Parlamentoydu, 2 ayrı parti vardı o zaman. Türk Medeni Kanunu 1.030 madde, 2001 yılında geçti. O zaman 6 parti vardı Parlamentoda, 1.030 madde geçti, bu İç Tüzük vardı. Burada rahatsız olduğunuz ve "Hızlı çalışmayı engelliyor." dediğiniz her şey vardı o zaman ama geçti, hem de 6 parti vardı. Türk Ticaret Kanunu 1.533 madde, bu İç Tüzük'le geçti; Türk Ceza Kanunu 345 madde, bu İç Tüzük'le geçti; Ceza Muhakemesi Kanunu 335 madde, bu İç Tüzük'le geçti; Türk Borçlar Kanunu 649 madde, bu İç Tüzük'le geçti. Daha sayabilirim de gerek yok. Arkadaşlar, nasıl geçti? O zaman da yoklama isteme hakkı vardı, o zaman da... Ve bunlar esaslı şeyler, gerçek anlamda temel kanunun ruhuna uygun düzenlemeler, gerçek anlamda temel kanun bunlar; öyle uyduruk, torba kanun, temel kanun ambalajına sokulmuş temel kanunlar değil. Nasıl geçti? Uzlaşmayla geçti. Bir araya gelindi, ihtiyaç tespit edildi, herkes belli bir adım attı ve ortak noktada buluşuldu. Bunun bu Parlamento döneminde de çok örnekleri verildi, arkadaşlar verdi, tekrar etmek istemiyorum. Bu, uzlaşmayı zorladı ve bir araya gelindi, yapıldı. Şimdi "Bu İç Tüzük bize esaslı değişiklikleri yapma imkânı vermiyor." deniyorsa aslında o sözün altında yatan şudur: "Biz uzlaşmak istemiyoruz arkadaş. Biz kafamızın dikine göre nasıl bir şey istiyorsak onu çıkarmak istiyoruz. O yüzden, uzlaşmayı bu Meclisin pratiğinden de mevzuatından da çıkarmak istiyoruz. Buna ihtiyaç duymuyoruz." demektir.
Şimdi, değerli arkadaşlar, yoklama istemeyi yasaklıyorsunuz, söz hakkını sınırlıyorsunuz, süre kısıtlamaları getiriyorsunuz, oylama kısıtlamaları getiriyorsunuz, ifade yasağı getiriyorsunuz ve bunun adı "Parlamentonun İç Tüzüğü" oluyor. Parlamento İç Tüzüğü, Parlamentonun konuşması, tartışması, özgürce üretebilmesinin güvencesi olmalıdır, Parlamentoya kelepçe takmanın, pranga vurmanın, susturmanın güvencesi, yaptırım aracı değil.
Şimdi, bakın, şöyle, teklif burada. Grup önerileriyle ilgili, biraz önce arkadaşlarımız ayrıntılı anlattı, tekrar tekrar aynı ayrıntılara girmeyeceğim ama bir şeyi merak ediyorum: Parlamentonun işlevi nedir? Parlamento sadece yasama görevi yapmaz. Parlamentonun yasama görevi vardır. Modern parlamentolarda denetim görevi vardır, seçim görevi vardır, belli görevlere seçme görevi vardır. Zaman zaman soruşturma işlemleri yapar denetim görevinin bir parçası olarak; araştırma görevi vardır, denetim görevinin bir parçası olarak icra eder ve çok çeşitli, hatta danışma faaliyeti yapmaya dönük, yeni parlamentoların görev alanlarının genişlediğini görüyoruz. Şimdi, burada grup önerilerini sınırlayıp grup önerilerinde konuşma sürelerini özellikle sınırlayarak ülkenin temel meseleleri konusunda Parlamentonun konuşmasını kısıtlamak hangi tasarrufu sağlayacak? Biraz önce anlattı arkadaşlar. Soma'yla ilgili meseleyi biz burada zamanında görüşüyor olsaydık ve Meclis araştırma komisyonu o grup önerisinden sonra kurulmuş ve ciddi anlamda çalışıyor olsaydı 301 vatandaşımız ölmeyecekti belki de. Darbeleri Araştırma Komisyonu, bu değil, son değil, ilk, 24'üncü Dönemde kurulan Darbeleri Araştırma Komisyonu şu veya bu şekilde başka biçimde değil de ciddi olarak darbelerin kökenini bulup buna karşı güncel önlemleri de alacak şekilde Parlamentonun etkin çalışacağı bir pozisyona sokulsaydı 15 Temmuzun ayak izlerini belki daha önceden tespit edip durdurma imkânı olacaktı. Bugün, Darbeleri Araştırma Komisyonu meseleyi savuşturmanın ötesinde başka bir pozisyon alma niyetinde ve çabasında olsaydı, bir sorumluluk paylaşımı ya da sorumluluk yıkma çabasının dışında bir pozisyon almış olsaydı yarına ilişkin çok daha umutla bakabileceğimiz bir yol alacaktık. Ama görüyoruz ki yeni başka ittifakların kapısı açılarak Türkiye bir başka felakete doğru sürükleniyor.
Değerli arkadaşlar, 37'nci maddeyle ilgili mesele çok konuşuldu, işte, Sezgin Bey kendisiyle ilgili kısmını da söyledi. Milletvekilinin kanun teklifinin komisyonda yıllarca, hatta dönemin sonuna kadar işleme alınmayıp bekletildiğini biliyoruz. Eğer bir çalışma yapılacaksa komisyonların iktidarın arzusuna göre gündem belirlemesinin önüne geçip milletvekilinin verdiği kanun teklifinin belirli bir süre sonra Genel Kurul gündemine geleceği daha etkin bir yöntem bulunmalı. Yoksa 37'nci maddeyi bu şekliyle uygulanamaz hâle getirmenin, süreyi kısıtlamanın, daha az konuşturmanın buna fırsat tanıyacağını ve hak tanıyacağını söylemek mümkün değil ki. Bu, milletvekiline hak tanıyan bir düzenleme değil. Sözde, komisyon kendi gündemine hâkimdir. Bu çok klasik bir söz. Yani ben 2011'de milletvekili oldum, hep bu sözü duyarım ama hiçbir zaman komisyon kendi gündemine hâkim değildir. Parlamentodaki çoğunluk ve iktidar, komisyona nasıl talimat verirse o madde raftan iner, o teklif raftan iner, Hükûmet tasarısıysa daha erken iner, ondan sonra o görüşülür. Ne yapacak milletvekili? Eğer burada gerçekten -Parlamentonun etkin ve adaletli bir şekilde- milletvekilinin vekillik görevini yapabilmesini, yasama faaliyetini yapabilmesini güvence altına alacaksak komisyon çalışmalarında -belli bir düzen dâhilinde- gelen tekliflerin incelenmesi güvence altına alınmalı. Bunlar yok. Bunun yerine, olanı da engellemenin yolu açılmış.
Şimdi, televizyon yayınları, başından beri söylediğimiz bir şey. Meclisin çalışmasının aleniyeti, milletin denetimi açısından önemlidir. Millet Meclisi, millet adına denetim yapar, millet adına yasama faaliyeti yapar ama medya ve yayın, milletin Meclisi denetleyebilme yoludur. Şimdi, teknolojik gelişimlere ayak uydurmadan bahsediyor kanunun gerekçesi ve teknolojik gelişimlere ayak uydurmadan bahsediyorsak Genel Kurul çalıştığı her an Meclisin çalışmalarının devlet televizyonunun bir kanalından yayınlanmasını güvence altına alalım. Getirilen düzenleme, güya, ilk bakışta, mevcuda göre olumlu bir düzenleme gibi görülüyor ama öyle değil. Öyle olmadığını nereden biliyoruz? Şu anda Meclisin çalışması, saat ve günle sınırlı değil. Hangi saatte çalışırsa çalışsın Genel Kurul, isterse gece yarısı sabaha kadar çalışsın, Meclis TV normal olarak yayın linkini veriyor ve internet ortamından izleyebilen onu izliyor. Alması gereken bir televizyon kanalı onu alıp verebilir. Şu anda getirilen bu düzenleme bu imkânı ortadan kaldırıyor. "Meclisin haftada üç gün, belli saatler arasında çalışmasını veriyorum, geri kalanını vermiyorum." deme imkânı doğuyor buradan. Ama öyle formüle edilmemiş. Bakıldığı zaman "Ya güzel. Herhâlde, en azından bu kadarı bile iyidir." düşüncesi doğuyor ama bunun böyle olmadığını çok iyi biliyoruz. Ha, siz yaparsınız, yapmazsınız, onu bilmiyorum ama bunu niye İç Tüzük'e böyle getiriyoruz? Yapılacaksa çok rahat bir düzenleme. Getirilir, denir ki: "Meclis çalışma yaptığı dönemde, çalıştığı sürece televizyonda yayınlanır." Bitti. Niye bu getirilmeyip de diğeri getiriliyor, anlamış değilim. Aslında anlıyorum. Bu, çok açık, Meclisin çalışmasının, yayınlanmasının... Daha önce sabaha kadar yayınlanıyordu Meclis TV'de. Ben milletvekili değilken izliyordum. Gece saat üçte de açardım, görüşülürken izlerdik. Bizim milletvekili olduğumuz döneme denk geldi bu. 2011 yılında bu uygulama kesildi. Meclis Başkanlığı dedi ki: "Ben sadece yediye kadar vereceğim, yediden sonrasını vermeyeceğim."
Şimdi, yoklama istemeyle ilgili mesele... Değerli arkadaşlar, şimdi, deniyor ki: "Parlamentoda zırt pırt yoklama istenmesin, sadece kanunun tümüyle ilgili görüşme yapılırken, maddelere geçilirken belli sayıda yoklama istensin." Niye? Ben teknik açıklamaya girmiyorum çünkü Özgür Bey yaptı, Anayasa'nın konuyla ilgili maddesini söyledi. "Asgari toplantı yeter sayısı her aşamada, her işlemde sağlanmalıdır, maddeler görüşülürken de sağlanmalıdır, bu olmazsa bu açıkça Anayasa'ya aykırılıktır." dedi. O, Anayasa Mahkemesinde tartışacağımız şey. Ne zaman? Sizi ikna edemediğimiz zaman, edemezsek eğer burada.
Değerli arkadaşlar, Parlamento bir görüşmeyi yaparken asgari bir çoğunluğu Anayasa öngörmüşse o çoğunluk orada bulunmadığı sürece millet iradesi bu çerçevede oluşmamıştır demektir bu. Anayasa'ya niye koyuyoruz bunu? Asgari bir millet iradesinin görüşme şartıdır, sıradan bir rakam, basit bir rakam değildir. Ya "Millet iradesinin, en azından bir tartışmayı yeterli görebilmek için milleti temsil eden şu kadar milletvekili burada olmalı." diyoruz. Şimdi, İç Tüzük'le diyoruz ki: "Olmayıversin canım." Peki, o zaman niye 600'e çıkardınız Anayasa değişikliğiyle Meclisi? 550'den 600'e niye çıkardınız? Sayıyı yükseltiyorsunuz ama "Toplanmak için yeterli sayı olmasa da olur." diyorsunuz. Ne gerek vardı? 50 tane daha artırırken "Meclisi güçlendiriyoruz, daha çok milletvekili oluyor." diyordunuz 550'den 600'e çıkarırken. Daha çok milletvekili olsun, güçlensin ama 15 kişiyle toplansın, maddeyi oylasın. Öyle şey olur mu? Böyle bir tabloyu nasıl izah edeceksiniz bunu ben anlamakta zorlanıyorum.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bir başka ilginç mesele, açık oylama yasağı getiriliyor. Şimdi, bu çok tuhaf. Önce şuradan tuhaf, Anayasa değişiklikleri oylanırken Genel Kurulda, Anayasa'nın amir hükmüne rağmen, gizli oylama hükmüne rağmen açık oylamayı sağlamak için AK PARTİ Grubu özel bir çaba harcadı. Anayasa'nın hükmüne rağmen açık oylamayı sağlamak için yani "Görelim, milletvekilleri nasıl oy verdi?" diye. Tartışmamız oydu ya, "Gizli oya riayet edin." diyorduk, gizli oya riayet edilmemesi üzerine bir oylama kurgulandı. Şimdi, orada gizli oydan bu kadar rahatsız olan ve açık oyu teşvik eden anlayış, bugün bu İç Tüzük'te açık oylamayı niye kaldırmaya, engellemeye çalışıyor ben bunu anlamakta zorlanıyorum. Yani bir kanun teklifinde, düşününki 20 maddelik bir kanun teklifi, ben milletvekiliyim, bölgemde de milletvekili olarak o kanun teklifindeki pozisyonumun bilinmesini istiyorum. O kanun teklifinin 5 tane maddesine taraftarım, benim seçmenim de onu istiyor; 15 tanesine de karşıyım. Şimdi, ben 5 tanesine "olur" diyeceğim, 15 tanesine "hayır" diyeceğim, bunun da tescil edilmesini istiyorum, kayda girmesini istiyorum. Şimdi bu getirilen teklifle bana diyorsunuz ki: "Yok kardeşim, olmaz. 5'iyle ilgili sen tek tek o maddelerde açık oylama yapamazsın, kayda giremez, ancak toplamıyla ilgili..." Ee toplamına itiraz edeceğim, toplamına ret vereceğim ama içerideki 5 tanesine de diyeceğim ki bölgeme, temsil ettiğim millete, seçmenime "Arkadaş, ben bu 5 maddeye dedim ki evet, bu doğrudur, bunun geçmesi lazım ama tümü bir araya geldiği zaman kötü bir kanun çıktı ona da hayır dedim." Bu hakkı niye milletvekilinin elinden alıyorsunuz? Bunu birisi izah etsin, niye alıyorsunuz milletvekilinin elinden bu hakkı?
Değerli arkadaşlar, bu, milletvekilinin serbest iradesiyle milleti temsil etme hakkına getirilen bir sınırlamadır. Oturup analiz ettiğiniz zaman bunu görüyorsunuz.
Şimdi, hızlı hızlı, okuma yasağına girmeyeceğim, Grup Başkan Vekilimiz çok ayrıntılı anlattı, Özgür Bey.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - "Okuma yasağı" derken neyi kastediyorsunuz?
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yani okunması değil de tekliflerin sadece verilmesi, Genel Kurula okunmasını yasaklayan maddeler var genel görüşmenin açılmasıyla ilgili konuda, onları söylüyoruz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Araştırma önergeleri, onları da çıkarabiliriz.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yani çıkarırsanız memnun oluruz.
Şimdi, değerli arkadaşlar, gelelim bu ifade yasağı meselesine. Biraz önce Sayın Parsak da söyledi, "Bu konuda alt komisyonda ne demiş CHP, bunu da duymadık." dedi. Ben tabii biraz şaşırdım, Sayın Parsak alt komisyonda da görevliydi herhâlde, tutanakları arkadaşlar söylerler ama hiçbir şey olmasa burada muhalefet şerhi var, arkadaşlarımızın yazdığı muhalefet şerhinde 15'inci maddeye dönük çok net, 14, 15, 16'ncı maddelere açık muhalefet şerhi yazılmış yani bunu okursa ne dediğimiz görülür.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Tezcan bir de sözle anlatın.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Ben anlatacağım, biz rahatız, anlatamayacağımız şeyi söylemeyiz.
Değerli arkadaşlar, Parlamento kürsüsü, milletvekilinin hiçbir sınırlama altında olmadan konuşabileceği kürsüdür, hakaret etmediği, sövmediği sürece, çok açık. Bakın, eski İç Tüzük'te hakaret ve sövme müeyyideye bağlanmış. Hakaret ve sövmenin müeyyideye bağlanmasından kimsenin bir rahatsızlığı yok ama bu getirilen düzenlemede hakaret ve sövmenin dışında "tezyif edici" diye, ne olduğu belli olmayan, kime göre, nasıl değerlendirileceği belli olmayan müphem bir kavram getirip koymuşsunuz. Bütün hukukçular...
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Hakaret...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Erkan Bey, ben size hiç müdahale etmedim, dikkat edin, hiç müdahale etmedim.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Tamam, kusura bakmayın.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yoksa söyleyeceğim çok şey vardı sizin söylediklerinizle ilgili, o yüzden...
Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, şunu çok açıklıkla söyleyeyim: Adalet ve Kalkınma Partisine mensup milletvekillerinin ortak tarihî değerlerimizden anladığı ile benim ortak tarihî değerlerimizden anladığım birçok konu birbirinden farklıdır, olabilir. HDP'li milletvekillerinin ortak tarihî değerlerimizden anladığı ile benim ortak tarihî değerlerimizden anladığım birçok nokta farklıdır. Burada, bütün bunlara rağmen AK PARTİ milletvekillerinin de, HDP milletvekillerinin de, MHP milletvekillerinin de Parlamentoda bu meseleleri tartışırken özgürce tartışabilmesi, Parlamentonun Parlamento olabilmesinin şartıdır, milletin de millet olabilmesinin şartıdır, millî iradenin millî irade olabilmesinin şartıdır. Arkadaşlar, kavramlar zamana göre değişir, biz Parlamentoda bunları rahatça tartışamayacaksak, rahatça konuşamayacaksak nerede konuşacağız? Toplumsal çatışmayı nerede durduracağız? Bir milletvekili "Ben bunu söylersem, bu söylediğim resmî anlayışın dışındadır." kaygısıyla hareket ederse Parlamento resmî anlayışların statik zorlamalarından nasıl kurtulacak? Değişime nasıl ayak uyduracağız? Tarihle ilgili çok şey söylediniz. Bu komisyon salonunda dahi tarihî değerlerimiz konusunda çok farklı tartışmalar yaşadık. Hatta ben bir konuşmada, hatırlıyorum Anayasa görüşmeleri devam ederken "Tarihten husumet çıkarılmaz, tarihten ders çıkarılır." demiştim. Şimdi siz kalkacaksınız, bir tarih anlayışının, bir bakış açısının Parlamento kürsüsünde belirli kalıplar içerisinde konuşulabileceğini, bu kalıpların dışına çıkıldığında konuşulamayacağını söyleyeceksiniz. Bu olmaz arkadaşlar, bu olmaz.
Biraz önce Sayın Mithat Sancar Bey konuşma yaparken söylediği birçok örnek var, o örneklerin hemen hemen yüzde 90'ında Sayın Sancar'la ayrı düşündüğümü ben biliyorum, ayrı düşünüyorum. Hiç beraber düşünebilme şansımız yok ama Sayın Sancar'ın bunu Parlamento kürsüsünden söylemesini engelleyecek bir yaklaşım Parlamentoyu Parlamento olmaktan çıkarır. Başka bir örnek daha vereyim: Anayasa'nın ilk dört maddesi. Bence Anayasa'nın ilk dört maddesi tartışılmamalı -benim anlayışıma göre- ve değiştirilmesi mümkün olmayan maddelerdir. Ama bu dahi, bunun Parlamento kürsüsünden konuşulabilmesini engelleme hakkı vermez, veremez. Yoksa Parlamento Parlamento olmaktan çıkar. Olur mu arkadaşlar? Bizim komisyon üyesi bir AK PARTİ milletvekili arkadaşımız Anayasa görüşmelerinde çıktı dedi ki: "Ben ilk dört maddenin aslında değişmesini istiyorum." Nerede söyledi? Parlamento kürsüsünden söyledi.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - "Tartışılmasını" dedi.
MURAT EMİR (Ankara) - "Değişmesini" dedi.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Neyse arkadaşlar, bakın, mesele şu...
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Şimdi niye karşı çıkıyorsunuz?
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Arkadaşlar, müsaade eder misiniz! Dinlerseniz ne dediğimi anlayacaksınız. Aslında anlıyorsunuz da söyletmek istemiyorsunuz.
Ben diyorum ki: Ben o söze katılmıyorum, katılmıyorum ama o sözün Parlamentoda konuşulabilmesini engelleme hakkımız yok, mesela bu. Yani, şimdi siz kalkıp bunun üzerinden bir tablo yaratmaya çalışacaksınız ve bugün Türkiye'de ortak tarihî değerlerimizle ilgili o kadar çok şey söylendi ki, kabul edilemeyecek o kadar çok şey söylendi ki şimdi bunları, dönüp İç Tüzük meselesinde Parlamentonun konuşmasını -kürsüdeki konuşmadan bahsediyorum- belli bir kalıba sokmaya çalıyoruz. Bu olmaz arkadaşlar. Bunun kimi vuracağı belli olmaz, emin olun bunun kimi vuracağı belli olmaz. Buradaki mesele, hakaret ve sövme kabul edilebilir bir şey değildir, ortak değerlere dönük hakaret ve sövme ama bunun dışında muğlak ve keyfî uygulamalara yol açacak herhangi bir düzenleme Parlamentoyu Parlamento olmaktan çıkarır.
Değerli arkadaşlar, tabii, bu problemlerin temelinde kötü siyaset üslubunun yerleşmesi yatıyor. Türkiye'de ne yazık ki özellikle son dönemde bir kötü siyaset üslubu yerleşiyor. Siyaset tekelleşmeye başladı. Yani, bir dili ve bir üslubu söylemediğiniz sürece siyasette bir toplumsal linçle karşı karşıya bırakılmaya çalışılıyorsunuz. Şimdi, bu, Parlamentonun iç hukukuna yansıtılmaya çalışılıyor. Neyle? Bu İç Tüzük'le. Bakın, siyaseti kriminalize etmeye dönük yerleşik uygulamalarla karşı karşıya kalıyoruz. Siyaset yapan siyasi partiler ve kurumların bir şekilde kriminalize edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Şimdi, en açık örneği daha dün -bugün 15 Temmuz olduğu için "dün" diyorum- dün 14 Temmuzda AK PARTİ Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan Cumhuriyet Halk Partisi için, ana muhalefet partisi için "PKK'yla irtibatlı" ifadesini kullanıyor.
HÜSEYİN KOCABIYIK (İzmir) - 7 Kasımda sizin yayınladığınız parti bildirisinde...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Değerli arkadaşlar, biz terör örgütleriyle kimlerin beraber, şu veya bu saikle hareket ettiğini biliyoruz ama biz hiçbir zaman o siyasi hareketlere terör örgütü demedik, biz sadece uygulamayı eleştirdik. Biz, Parlamentoyu devre dışı bırakarak bunun siyasi rantını yiyelim diye çözüm sürecinde Parlamentoyu devre dışı koyma anlayışının Türkiye'ye getirdiği faturayı yaşayarak görüyoruz. Bunu ben söylemiyorum, Emre Taner'in Darbeleri Araştırma Komisyonu raporundaki ifadesinde söylediği şeyler "Biz de meselenin Parlamentoda görüşülmesini isterken ne yazık ki iktidar bundan uzak durdu." Sadece nemasını ben yiyeyim diye. Şimdi, siyaseti kriminalize ederek Türkiye'de sorunları çözme şansımız yoktur. Hepimizin üslubumuzu, dilimizi buna göre ayarlamasında sayısız yarar olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, arzu edilen şeyi biliyoruz, bu İç Tüzük'te de bu çok açık ortaya çıktı: Muhalefetsiz bir siyaset arzu ediliyor; muhalefetsiz bir siyaset ve Parlamentosuz bir iktidar isteniyor. Dedim ya: "Bu İç Tüzük sadece muhalefetin sesini kısma değil, aynı zamanda Parlamentonun sesini kısma, susturma İç Tüzük'üdür." diye. Muhalefetsiz bir siyaset sadece iktidar tarafından domine edilen ve başkasına konuşma, yaşama söz hakkı tanınmayan bir siyaset iklimi ve parlamentosuz bir iktidar isteniyor, bunun İç Tüzük'ü. Bunun Anayasa'sı hazırlandı, şimdi bunun İç Tüzük'ü hazırlanmaya çalışılıyor. Yani, bu teklif bir susturma ve hizaya sokma teklifi aslında, Parlamentoyu Parlamento olmaktan çıkarma teklifi.
Bir arkadaşımız söyledi, hatırlamıyorum kim olduğunu "Meşveret meclisine döner bu böyle olursa." dedi ya da ben öyle düşündüm o konuşurken, bilmiyorum bu sözü kullandı mı kullanmadı mı, daha ötesi olur arkadaşlar, daha ötesi olur. Bu Meclis bu İç Tüzük'le meşveret meclisi dahi olamaz. Meşveret meclisi istişare edilen, müşavere edilen meclistir, görüşülen, konuşulan meclistir. Konuşmayan meclis meşveret edemez. Konuşma hakkı olmayan mecliste meşveret olmaz. Meşveretin bile ortadan kalktığı bir meclis bırakın yasama meclisi organı olmayı, teşri organı olmayı, meşveret meclisi olmaktan dahi biz bu Meclisi çıkarırız. Bu, çok açık, Parlamentonun ayağına pranga vurma teklifidir.
Şimdi, burada tabii sözlerimi toparlarken mümkün olduğunca polemik yapmama niyetindeydim ama söylenen bazı şeylere cevap verme zarureti var, cevap vermeden olmaz.
Birincisi: Sayın Parsak biraz önce söylemişti "15'inci maddeye ne dediniz?" diye, onu konuşmanın arasında söyledim. Arkadaşlarımız hem alt komisyonda çok net anlatmışlar, hem de muhalefet şerhine yazmışlar hem de düşündüğümüzü çok açık söyledik.
Gelelim, bugünkü, 15 Temmuzdaki törenlere katılma meselesine. Bizim oradaki pozisyonumuzdan rahatsız olacak bir şey yok arkadaşlar. Biz Türkiye Büyük Millet Meclisinin etkinliği olduğuna ilişkin davet geldiği andan itibaren çok açık bir şeklide, çıktık ve dedik ki "Biz, Meclisin bu etkinliklerine katılacağız." Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı bir hafta önce başka bir davetiye gönderdi, bugün gündüz Genel Kurulda yapılacak davetiyeyi gönderdi, ortada başka bir etkinliği yoktu Meclisin, bir tane etkinliği vardı. Başka bir etkinlik sarayın himayesinde, Cumhurbaşkanlığı himayesinde Meclis yerleşkesi içinde yapılacak bir etkinlik basına düştü, bunun bir resmî açıklaması bize gelmedi. Basına düşen bir etkinlikten biz öğrendik ki o etkinlikte AK PARTİ Genel Başkanı konuşacak, Başbakan konuşacak, Meclis Başkanı konuşacak, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı konuşacak, Mecliste bir etkinlik yapılıyor, Mecliste Ana Muhalefet Partisi Başkanı konuşmayacak, başka partiler konuşmayacak! Böyle bir şeyin olamayacağına çok açık itirazımızı ifade ettik ve çıktık dedik ki -çarşamba günkü benim basın toplantıma bakınız- "Meclis yerleşkesi içerisinde Meclisin dışında bir başka himaye aranamaz. Tek himaye Meclisin kendisidir çünkü milletin Meclisidir. Bu çerçevede Mecliste yapılacak programın protokolü de bellidir. Ana Muhalefet Partisi Başkanını da konuşturmadan böyle bir program yapamazsınız."
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Tezcan...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Müsaade edin.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Anladım ben, özür diliyorum, yeri gelmişken şunu söyleyeyim: Geceki programda Sayın Genel Başkanımızın bir konuşması yok.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Ben basına düşeni söylüyorum, "vardır" demiyorum. Başında da söyledim.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Basın hep doğru söylüyor ya!
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Her neyse.
Biz basına düşen üzerinden konuştuk, arkasından...
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Basın hep doğru söylüyordu ya.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Doğru söylüyor.
BAŞKAN - Arkadaşlar, müsaade edelim, lütfen...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - ...bunun üzerine Sayın Meclis Başkanlığı yapılan hatanın farkına vardı ya da ortadaki haberlerin yanlış olduğunu bizim ortaya çıkıp yüksek sesle ifade etmemizden sonra anladı olacak ki -hangisiyse o karar versin- dün itibarıyla bize o Meclis davetiyesi geldiğinde biz de çok net pozisyonumuzu anlattık. Mesele budur, bunun dışında da aranacak yok. Eğer bir şey aranacaksa, merak edilecekse Meclis Başkanının bu pozisyonlar karşısında bizim sesimizi yükseltene kadarki suskunluğunu merak etmelerini tavsiye ederim arkadaşlarımızdan.
Gelelim bir başka konuya. Sayın Erkan Akçay "CHP ana muhalefet sorumluluğunu yerine getirmiyor." dedi. Kendi takdiridir. Bizim ana muhalefet sorumluluğumuzu yerine getirip getirmediğimizi millet takdir edecektir, ediyor da zaten. Çünkü, demokrasilerde iktidarlar ve muhalefetler vardır. Şimdi, Sayın Erdoğan Başbakanken hatırlıyorum Sayın Erkan Akçay'ın partisi, Milliyetçi Hareket Partisi için "yavru muhalefet" diyordu, o zaman da o muhalefeti beğenmiyordu. Tabir benim değildir, Sayın Erdoğan'ın tabiridir, hatırlayacaksınız. Şimdi, acaba diyorum, Sayın Erdoğan MHP'yi yavru iktidar olarak gördüğü için mi sesini çıkarmıyor? Onu bilmiyorum ama biz ana muhalefet görevimizi kararlılıkla yapmaya devam edeceğiz.
Son sözüm şudur arkadaşlar: Bu İç Tüzük değişiklik teklifi Parlamentoyu yok etmeye dönük, tek adam rejimi yaratmaya dönük Anayasa değişikliği sürecinin bir eklentisidir. Biz buna o zaman da "hayır" dedik, bu zaman da "hayır" diyeceğiz. Ne zaman kimi vuracağı belli değildir, Meclisin sinesine yerleştirilen ve ne zaman patlayacağı belli olmayan fünyesi çekilmiş bir dinamit gibidir. Buna benzer değişiklikler daha önce yaşandı, bunu daha önce de bu salonun içerisinde söyledim, fayda etmedi, bir daha söyleyeceğim, fayda etmeyeceğini bilerek söylüyorum ama söyleyeceğim belki değişiklik olur diye. 2010 yılında da benzeri şekilde, benzer biçimde Anayasa değişiklikleri yapılarak bu milletin sinesinde ne zaman patlayacağı belli olmayan bir dinamit yerleştirilmişti ve sonucu 15 Temmuza geldi dayandı. Bu uygulamaların Parlamentoyu etkisiz, yetkisiz, işlevsiz kılacağını ve buradan milletin hayrına bir şey çıkmayacağını, bu değişikliği yapanların da yarın "Ya, bizi kim aldattı?" diye dönüp soracakları bir senaryo olabileceğini hatırlatmakta yarar görüyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Tezcan, teşekkür ederim.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, Sayın Tezcan'ın son ifadesi sataşma olmuştur efendim.
BAŞKAN - Sayın Akçay, buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
15.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay'ın, Aydın Milletvekili Bülent Tezcan'ın (2/1783) esas numaralı İç Tüzük Teklifi'nin tümü üzerinde yaptığı konuşmasındaki bazı fadelerine ilişkin açıklaması
ERKAN AKÇAY (Manisa) -Çok teşekkür ediyorum.
Tabii, Sayın Tezcan'ı dikkatle ve saygıyla dinledik; kendi görüşleridir, ifade ettiler, saygı duyarız. Fakat, son cümlesi hiç de şık olmadı, kendisine yakıştıramadığımızı da burada ifade etmek isterim. Bu tanımlamalar, yok, "yavru muhalefet", "yavru iktidar" üslubu kendisine yakışmamıştır; sığ ve çiğ bulduğumu ifade ediyorum.
Teşekkür ederim.