KOMİSYON KONUŞMASI

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Teşekkürler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de 15 Temmuza girmiş olmamız nedeniyle bir yıl önce bugün gerçekleşen hain darbe girişimini bir daha lanetliyorum ama tam da onun yıl dönümünde bu Meclisi yok etmeye çalışan bu darbe girişiminin savuşturulduğu tarihte... Şimdi, aslında benim hep hani "muhalefet susturuluyor" dediğim ama en doğru tanımlamayı sanırım Bülent Tezcan'ın yaptığı, Meclisin susturulmaya çalışıldığı bu İç Tüzük teklifinin görüşülmesi konusunda da üzüntülerimi belirtmek istiyorum.

Önce şuradan başlayayım. Sayın Parsak hani benim adımı söylemedi güya sataşmış olmamak için ama kastettiğinin ben olduğum çok açık. Ben adını söyleyeyim. Millet istiyor istemiyor tartışması oldu. Ben dedim ki milletin İç Tüzük değişikliği diye bir beklentisi, bir talebi yok. Neden? Ben 7 Haziranda seçildiğimden beri sürekli köy köy, mahalle mahalle dolaşan bir vekilim. Bugüne kadar bana yüzlerce kişi "Vekilim, taşerona kadro sözü verildi, ne zaman olacak? Vekilim, emeklilikte yaşa takılanların sorununu dile getirir misiniz? Engelli atamaları yetersiz." gibi bir sürü veya işte yüzlerce, binlerce iş talebi, her birinize geliyordur, işsizlik sorunu gibi bir sürü sorun dile getiriliyor, bir sürü çözüm bekleniyor ama bugüne kadar bir kere olsun "Niye bu İç Tüzük'ü değiştirmiyorsunuz? Çok konuşuyorsunuz." gibi bir şey duymadım. Bu benim beyanım değil, bu yaşadığım somut bir durumdur. Halkın gündeminde İç Tüzük'ün değiştirilmesi diye bir şey yok.

Aslında bu Mecliste 2 tane gündem var. Birisi halkın gündemi, onu işte bizim çoğunlukla araştırma önergeleriyle Meclise taşıdığımız gündem. Birisi de sarayın gündemi. Yani şu İç Tüzük değişikliği geldiğinde okudum, inceledim acaba ne yapmaya çalışılıyor diye. Bir anlam veremedim. Süreci gözden geçirdim. Geçen yıl 15 Temmuzdan önce dönemin Cumhurbaşkanı, bugün AKP Genel Başkanı böyle bir beyanda bulundu, dedi ki: "Ya, bu Mecliste işte kanunlar geç görüşülmeye başlanıyor. Asıl gündeme geçemiyor, çok oyalanıyor. İç Tüzük değiştirilsin." Onun üzerine iktidar partisinden arkadaşlar bunu dile getirmeye başladılar. Sonrasında 15 Temmuz olunca askıya alındı bu İç Tüzük değişikliği teklifi fakat yeniden gündeme geldi ki en son yine Sayın Erdoğan grup toplantısında verdiği bir talimat üzerine tekrar gündeme geldi. Dedi ki: "İç Tüzük'ü değiştirmeden Meclisi kapatmayın." Onun üstüne apar topar böyle bir şey geldi. Hani ne yapılmaya çalışıldığını anlamaya çalıştım. Doğrusu, şöyle bir hafızamı yokladığımda böyle bir süreç geçti gözümün önünden. Demek ki bu aslında Meclisin de gündemi değil, halkın da gündemi değil.

Peki, ne var İç Tüzük değişikliğinde? Şimdi, Anayasa'ya aykırılık anlatıldı. Evet, Anayasa'ya aykırı, her anlamda aykırı. İfade özgürlüğüne aykırı, uluslararası sözleşmelere aykırı, demokratik devlet ilkesine açık bir şekilde aykırı, yasama sorumsuzluğuna aykırı. Amaç ne diye bakıyoruz. Birincisi, getirdiği hükümler muhalefetin sesini kısıyor ya da işte Sayın Tezcan'ın deyimiyle Meclisin sesini kısıyor. Hızlılık ve verimlilik gibi bir amacı yok bunun.

Şimdi, hepimiz çoğunlukla avukatlıktan, uygulamadan geliyoruz. Ben meslek yaşamımda çok karşılaştım, her birimiz karşılaştık. Bir yasa değişiyor Mecliste, o daha yürürlüğe girmeden tekrar değişiyor. Tam onu uygulayacağız derken yeni bir yasa çıkıyor. Neden? Yani bu İç Tüzük mü buna sebep veriyor? Değil. Tam tersine, bunun değiştirilmesi veya bu İç Tüzük'ün bu hâliyle böyle olması değil buna sebebiyet veren. Sizlerin aslında AK PARTİ'nin 19 Aralık 2005 tarihli bir yönetmeliği var mevzuat değişikliğiyle ilgili ilkelerin belirlendiği. Buna bugüne kadar uyulmadı. Eğer buna uyulsaydı, örneğin işte üst normlara uygunluk, yargı kararlarının göz önünde bulundurulması, mevzuatın tamamının taranarak ona göre bu düzenleyici işlemlerin değiştirilmesi gibi ilkeler yapılsa daha verimli düzenleyici işlemler çıkarılabilir buradan. Veya işte ilgili STK'lara, kurumlara sorulması hâlinde etkin yasalar çıkarılabilir. Böyle, daha yürürlüğe girmeden 4-5 kere de değişmek zorunda kalmaz bunlar. Bu İç Tüzük değişikliğiyle maalesef demokrasinin son kırıntıları da ortadan kaldırılıyor ve özellikle grup önerilerindeki söz hakkının kısıtlanmasıyla da halkın gündemi tamamen silinmek isteniyor. Sadece bir kişinin gündemi hâkim olsun bütün ülkeye isteniyor maalesef ve ifade özgürlüğü de kısıtlanıyor.

Şimdi, biraz önceki tartışmalarda şöyle bir şey sezdik yani Sayın Akçay ile Parsak dediler ki: "İlk 4 madde üzerinden..." Sanki biz bu disiplin cezalarına karşı çıkınca bu ilk 4 maddeyi de tartışıyormuşuz, o fikirleri de savunuyormuşuz gibi bir yaklaşım gösterdiler. Hani Voltaire'e atfedilen ama tam olarak onun mu, değil mi, belli olmayan bir söz var; diyor ki: "Fikirlerinizden nefret ediyorum ama bu fikirlerinizi savunabilmeniz için canımı bile feda edebilirim." İfade özgürlüğünü savunmak başka bir şeydir ama her türlü ifadeye katılıp katılmamak başka bir şeydir. Onu net bir şekilde ortaya koyalım. Onunla ilgili biraz sonra da hani bu kişiye göre yorum, nesnellikten uzak uygulamalarla ilgili de geçen hafta karşılaştığım çok elim, berbat bir mahkeme kararını da aktaracağım size.

Muhalefetin sesi ya da Meclisin sesi nasıl kısılıyor? Birçok maddede konuşmalar kaldırılıyor, grup önerilerinde sınırlandırılıyor, 37'nci madde, -Sezgin Tanrıkulu maddesi diye geçecek herhâlde literatüre- buradaki sınırlandırmalar yine söz konusu. Geçmiş tutanağın düzeltilmesi konusunda, usul tartışmaları konusunda, 73'üncü maddeye göre alınan söz hakkı kısıtlanıyor. Şöyle bir şey var: Yani bu İç Tüzük'le yazılılık ilkesi esas kılınıyor. Hani işte şey vardır ya, hukuk yargılamasında yazılılık esastır, ceza yargılamasında sözlülük kuralı. Hani ceza yargılamasında neden sözlülük esastır? Bir mimik, bir bakış, bir ifade, bir davranış çok şey anlatır, ikna eder ya da somut gerçekliği ortaya koyar. Yani Mecliste de olması gereken budur. Yoksa Özgür Başkanımızın bahsettiği gibi, her şeyi yazılı verelim, hiç Meclise de gelmeyelim eğer buradaki ifadelerimizin hiçbir anlamı yoksa.

Bu İç Tüzük'le gerçekten demokratik devlet ilkesi yok ediliyor Anayasa'da güvence altına alınmış olan. "Demos kratos", halkın egemenliği; köken olarak baktığımızda... Şimdi, antik Yunan'da bile oranın halkı toplanıyor, belki 500 kişi belki 40 bin kişi -farklı kaynaklarda farklı bilgiler var- konuşuyorlar, anlatıyorlar, kanun teklifleri veriyorlar ve oyluyorlar saatlerce ama bugüne geliyoruz, tabii bugün nüfusun artması böyle bir doğrudan demokrasiyi mümkün kılmadığı için temsilî bir demokrasi söz konusu ve bu da milletvekilleri aracılığıyla, siyasi partiler aracılığıyla kullanılıyor. Şimdi, geldiğimiz bu yüzyılda, 2018 yılına girdiğimiz bu yılda bu kısıtlanmaya çalışılıyor. Gerçekten bu hiçbir şekilde kabul edilemez.

Biraz önce çok örnekler verildi grup önerileriyle ilgili, benim de aklıma bir örnek geldi, onu özellikle anlatmak istiyorum. 2009 yılında Kamer Genç'in bir konuşması var -herhâlde herkes dinliyor- Kamer Genç diyor ki 2009'da: "Ya bu kozmik odanın aranması bir ay falan sürer çünkü bu devletin bütün sırlarının Fetullah Gülen'e ulaştırılması gerekiyor. Buna Meclisin bir el atması lazım, araştırması lazım ve engel olması lazım." Keşke 2009'da rahmetli Kamer Genç'i dinleseydiniz de böyle bir casusluğa, böyle bir suça mahal vermeseydiniz, ortak olmasaydınız, bu anlamda da muhalefeti yok saymasaydınız. Yine bu getirdiğiniz İç Tüzük'teki şeyle de aslında çok açık, somut bir örnek yani bu Meclisten uzaklaştırma cezasını göz önünde bulundurursanız Kamer Genç'e de böyle bir ceza verilmişti "Bu Fetullah Gülen bir gün sizin başınıza bela olacak." dediği için. Bugün dönüp baktığımızda o cezanın ne kadar anlamsız olduğunu, ne kadar saçma olduğunu, o söylenenin ne kadar haklı olduğunu görüyorsunuz ama o gün için o ceza uygulanmıştı. Demek ki bu ifadelerin savunulması, ifade özgürlüğünün korunması eğer şiddete teşvik etmiyorsa, eğer açık yakın bir tehlike doğurmuyorsa her zaman savunulması gereken, kendine demokratım diyen herkesin de savunması gereken bir ilke olduğunu bir kez daha somut bir örnek üzerinden yine anlatmak istedim.

Yine bu ortak değerlerimiz... Benim, mesela, milletvekili olarak Meclise geldiğimden beri birçok defa verdiğim bir örnek var. Örneğin, "Osmanlı'da okuma yazma oranı düşük." dediğimde veya "Osmanlı'da sarayda zevküsefa içinde yaşarlarken halk ot otluyordu yani saraya yazdıkları böyle mektuplar var saray defterlerinde." dediğimde bir ithamda bulunmuş olacak mıyım, olmayacak mıyım? Kime göre? Kim karar verecek? Yani buradaki ölçütler nesnel değil ve dediğimiz gibi, geldiğimiz bu çağda ifade özgürlüğünü kısıtlayan hükümler getiriyor.

Yine, televizyon yayınıyla ilgili neden böyle cimri davranılıyor, onu da anlayabilmiş değiliz. Yani halk öğrensin burada ne konuşuluyor, kim neyi savunuyor, kim kendi sorunlarını dile getiriyor, kim bunlarla ilgilenmiyor, reddediyor bilsinler. Neden böyle bir kaygınız var?

Yine, bu İç Tüzük'le ilgili sanırım en çok önemsediğiniz maddelerden biri yoklama yapılmasının kısıtlanması. Yani bu kabul edilemez bir şey. "Biz seçilelim, hatta 600 kişi gelelim bir dahaki sefere ve Mecliste oylama yapılmasın, hiç bulunmayalım, sadece son oylamaya koşarak gelip parmak kaldıralım, onun dışında da iş takipçiliği yapalım." anlayışı doğru değil, etik değil, ahlaki değil, kabul edilemez buluyoruz. Bu yüzden de bu İç Tüzük teklifinin reddedilmesi gerekiyor.

Şimdi, burada, hani bu nesnellikten, ifade özgürlüğünden, yandaşlıktan bahsettim ya...

ABDURRAHMAN ÖZ (Aydın) - Sayın Başkanım, bir düzeltme talep ediyoruz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Tabii, tabii, tamam.

ABDURRAHMAN ÖZ (Aydın) - Sayın Vekilim, düzeltme talep ediyoruz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Tamam Vekilim.

Nurhayat Hanım, "iş takipçiliği" ifadesi...

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Tamam, "iş takipçiliği" derken...

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Gecenin bu saatinde çalıştırırsanız böyle olur.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Ya, olur mu öyle şey?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sen demin ne dedin bana?

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Ne dedim?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sen de onu düzelt.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Tamam, "iş takipçiliği"ni düzeltiyorum, kendi işlerinizle uğraşıyorsunuz diyeyim. Milletin işleriyle değil, kendi işlerinizle uğraşın ya da milletin işiyle uğraşın, Mecliste olmayın yani.

YUSUF BAŞER (Yozgat) - Biz hep Meclisteyiz.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Şimdi, niye yoklamayı kaldırıyorsunuz o zaman? Gelin Meclise yani Allah Allah!

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Karar yeter sayısı var, her şey var. Bu doğru bir şey değil; bu, hepimize karşı olan bir şey, bütün milletvekillerine karşı olan bir şey ağabey bu ya!

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Hangisi Osman?

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - "İş takipçiliği" diyorsunuz. Sizinkiler takip ediyorlar, ne diyeceksin o zaman?

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Düzeltti, niye tekrar üzerinde duruyorsun artık?

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Osman, Sezgin Tanrıkulu maddesi koymuşsunuz, bir tane de Osman maddesi koysaydınız şu İç Tüzük'e iyi olacaktı!

BAŞKAN - Arkadaşlar, bir dakika, ne oluyor ya? Hatibin sözünü kesmeyelim lütfen.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Osman kendisiyle ilgili bir madde koyulmamış diye rahatsız bu durumdan.

Şimdi, bunu da dikkatle dinleyin. Yargının geldiği hâli, neden o Adalet Yürüyüşü'nü yaptığımızı, vicdanların nasıl kurumuş olduğunu, adaletin nasıl yerle bir olduğunu, ahlaksızlığın nasıl dip yaptığını da bir öğrenin, bu da Meclis tutanaklarında bulunsun.

Şimdi, ben bunu noktalı okuyacağım, bu aynen paylaşılmış, aynen okuyacağım ama ben CHP yazan yerleri okurken siz vicdanınız uyansın diye veya empati kurabilin diye kendi partinizin adını yazın isterseniz. Diyor ki Bursa'da bir öğretmen Twitter'da: "Ben bu maaşla hem evi görüyorum hem de 2 CHP'li karı var, onları s... Biri evliymiş kocası s... senin gibi. Sizin gibi gavatlar s... için karısını bize geliyor hepsi. Bilmem ne y... görünce bırakamıyorlar."

MEHMET AKİF YILMAZ (Kocaeli) - Bu ne ya?

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Bir dakika, dinleyin ama ya!

"Lan ne malsın sen, biz her gün CHP'li karıları öttürüyoruz barda, pavyonda, kafede. AK PARTİ'liler 4 karı alıyor, CHP'li karılardan seçiyor hepsini, iyi s... CHP'liler, biz sizin gibi gavatların karılarını s... 2'nci, 3'üncü, 4'üncü olarak alıyoruz." Bu bir öğretmen.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Mahkeme kararı...

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Buna savcı takipsizlik kararı veriyor suç değil diye. Bu sizin yargınız. Bak, takipsizlik kararı.

İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Ne diyeceksin şimdi?

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Kime göre suç, kime göre değil? Bu, sizin yargınıza göre suç değil.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - AKP'liler 4 alıyormuş da, CHP almamış da...

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Ya, takipsizlik kararı veriyor savcı bununla ilgili. Hukukçuyuz ya, hukukçuyuz!

BAŞKAN - Arkadaşlar...

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Burası mahkeme değil ya!

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Bu savcı gerçekten savcı olsa, gerçekten vicdanına göre karar verse böyle bir takipsizlik kararı vermez.

BAŞKAN - Sayın Kayışoğlu, Sayın Tezcan, arkadaşlar...

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Bu kadar açık, bu kadar net bir şekilde suç işleyen bir kişiye bugünkü iktidarın dizayn ettiği yargı takipsizlik kararı veriyorsa getirdiğiniz bu hükümlerin nasıl uygulanacağını ortaya koyan bir şeydir bu aynı zamanda.

BAŞKAN - Nurhayat Hanım, bir şey söyleyeceğim; bir dakika, bir şey söyleyeceğim.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Şimdi, bakın, bu kadar açık ya, bu kadar net, bunun suç olmadığını söyleyen kimse var mı? Halkı tahrik ve düşmanlığa, kin ve nefrete tahrik etmediğini söyleyecek bir kişi var mı?

BAŞKAN - Sizin o okuduklarınıza benzer ifadeler Tekirdağ'ın bir ilçesinde AK PARTİ kadın kolları üyeleri için kullanıldı, şikâyette bulunuldu.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Ne oldu sonrası?

BAŞKAN - Dosya kayboldu savcılıkta.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - O da ahlaksızlık.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Onun da Allah belasını versin.

BAŞKAN - Takip ediliyor evet, takip ediliyor ama yani bunu biraz şeyle ilgili...

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Bu kişi hâlâ bir öğretmen, çocukları okutuyor. Çocuklarınızı böyle birine teslim eder misiniz? Bu hâlâ öğretmen, ihraç edilmedi, kademe ilerlemesinin durdurulmasına karar verilmiş.

Bu kişi için takipsizlik kararı çıkınca ben bunu sosyal medyadan yayınladım, bu tepkiler üzerine ben yayınladıktan sonraki gün başsavcı bey resen takipsizlik kararlarını kaldırdı.

Şimdi, ben her gün il millî eğitim müdürünü arıyorum "Ne oldu?" diye. Her gün valiyi arıyorum, her gün başsavcıyı. Mecbur muyum ben? Adalet işlesin diye tepki göstermek zorunda mıyız, tepki üzerine mi adalet işleyecek bu ülkede? Yani bu kadar açık suç olan, halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden bir suçun bu kadar korunması, bu kadar açık bir şekilde örtbas edilmesi hangi vicdana sığıyor? Hakikaten kaç gündür aklıma mukayyet olmak için büyük çaba sarf ediyorum bu yazılanlar ve verilen kararlar üzerine.

Şimdi, bu anlayışın benzerleri de var, bir tane daha örnek söyleyeyim size. Yine, bir öğretmen Bursa'da Atatürk'e Twitter'dan hakaretler saydırıyor, aynı şekilde bir doktorun huzurunda hakaretler saydırıyor. Hem o doktor ayrı bir şikâyette bulunuyor hem ben ayrı bir şikâyette bulundum. Benim şikâyetimden takipsizlik kararı verildi, doktorun şikâyetinden beraat kararı verildi. Bunlar yargının tamamen iktidara yaranmak için hiçbir şekilde hukuki normlara ve vicdanına başvurmadan karar verme aşamasına geldiğini, artık insanların yargıda hiçbir şekilde adalet arayamayacağını ortaya koyan kararlar.

Şimdi, ifade özgürlüğüne karşı diyorsunuz ki: "İlk 4 maddeyi savunuyor musunuz, ortak değerlerimize sahip çıkıyor musunuz?" Biz sahip çıkıyoruz ama bu anlayışla nasıl bir şeyle karşılaşacağımızı öngörebiliyor muyuz? Göremiyoruz maalesef. O yüzden hem İç Tüzük konusunda hem adalet konusunda, yargı konusunda, yasama konusunda sizleri bu ülkeyi ayakta tutabilmek için objektifliğe, liyakate, nesnelliğe, uzlaşmacılığa, gerçek anlamda içselleştirilmiş bir demokrasiye davet ediyorum, bu İç Tüzük teklifini de geri çekin diyorum.

Teşekkürler, saygılarımla.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.