KOMİSYON KONUŞMASI

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İç Tüzük değişikliğinin 4'üncü maddesi hakkında söz almış bulunuyorum.

Aslında ben de biraz önce genel bir değerlendirme yapan Sayın Murat Bakan'a yapılan müdahalelerle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Aslında bu İç Tüzük değişikliğinin ülkemizin şu andaki gündemi ile yaşanan baskıcı iklimle çok doğrudan alakalı olduğunu biliyoruz, bundan ayrı bir şey değil bu İç Tüzük değişikliği çünkü bakıyoruz, biraz önce aldığımız haberlere göre, insan hakları savunucuları tutuklamaya sevk edilmiş. Bakıyoruz, gazeteciler tutuklu, akademisyenler tutuklu, milletvekilleri tutuklu ve son olarak yasama içerisinde de milletin vekillerinin sesi kısılmaya çalışılıyor ve totaliter rejimin bütün taşları tek tek döşeniyor. Dolayısıyla da her birini ayrı bir şekilde, bunu teknik bir İç Tüzük değişikliği olarak düşünmemek, topyekûn ele almak ve hepsinden genel bir çıkarımda bulunmak zorundayız.

Aslında, maalesef, tarih tekerrür ediyor. Yani aldığımız her haberde dünya tarihi de, Türkiye tarihi de yeniden gözlerimizin önünden geçiyor. Bundan sonra anlıyoruz ki cezaevindekilere "Sen neden buradasın?" diye sormayacağız, cezaevindekiler artık bizlere "Sen neden burada değilsin?" diye soracaklar, adım adım artık bu aşamaya maalesef yaklaşmış bulunuyoruz. Alman rahip gibi, hani, sıra bize geldiğinde de bir şey yapacak birileri kalmamış olur kaygısıyla değil, bizler gerçekten demokrasiye inanan, gerçekten adalete inanan, gerçekten huzur içinde, birlik içinde yaşamak isteyen insanlar olarak, fikirlerini ister beğenelim, ister beğenmeyelim, herkes için ifade özgürlüğünü, herkes için yasaların, mevzuatın eşit bir şekilde uygulanmasını, hiç kimsenin sesinin kısılmamasını, hele hele milletin vekillerinin hiçbir şekilde ifade özgürlüğünün ihlal edilmemesini tabii ki savunmak zorundayız. Sizleri de buna bir kez daha davet ediyorum çünkü baktığımızda, geçmişte bugüne kadar çıkarılmış olan yasa, Anayasa değişiklikleri vesaireyle ilgili çoğu zaman -15 Temmuzdan sonra tabii özellikle- şöyle bir savunmayla karşılaştık: "Biz kandırıldık, bunu biz yapmadık." İşte, 2010 referandumunu FETÖ getirmiş; efendim, iletişimin özgürlüğünü kısıtlayan TİB yasasını FETÖ kandırmış, getirmiş; onu bu getirmiş, bunu şu getirmiş. Yani bu İç Tüzük'ü de sizlerin vicdanınızda aslında kabul etmediğinizi ben çok iyi biliyorum, doğru bulmadığınızı biliyorum, buna inanıyorum, inanmak istiyorum. Çünkü gerçekten, bir an için empati yapıldığında bu İç Tüzük'ün... Hani, gerekçede şöyle bir ibare var, diyor ki: "Yaşayan hukuk alanında dinamik bir metindir İç Tüzük." Evet, bu ibare genellikle insan hakları metinleri için kullanılır, insan hakları sözleşmeleri için kullanılır ve denilir ki: İnsan hakları metinleri yaşayan birer belgedir, canlı belgedir, yaşayan bir hukuktur ve günün koşullarına göre yorumlanır ve ileriye taşınır. Yani yaşayan bir hukuk olması bunun insanlar lehine, haklar lehine yorumlanması sonucunu doğurması gerekir. Ama bu şeklî bir ifade olarak gerekçede duruyor. Tam tersine, hak kısıtlaması sonucunu doğuruyor, komple metni ele aldığımızda, İç Tüzük değişikliğini, hak kısıtlaması sonucu doğuran bir metinle karşı karşıyayız. Milletin vekillerinin, dolayısıyla da milletin sesinin kısılmasıyla karşı karşıyayız. Bununla ilgili günlerdir uzun uzun birçok örnek verildi, kadına yönelik şiddetten tutun çocukların istismarına kadar, işçinin, taşeronun, köylünün haklarına kadar birçok konu dile getirildi, ben tekrar buna değinmeyeceğim.

Şimdi, 4'üncü maddede İç Tüzük'ün 54'üncü maddesi değiştiriliyor ve sanki bir lütufmuş gibi sunuluyor bizlere ama gerçekten, okuduğunuzda bunun bir lütuf olmadığını; tam tersine, bir kısıtlama getirdiğini görüyoruz. Şimdi, mevcut madde, 54'üncü madde diyor ki: "Resmî tatile rastlamadığı takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu, Salı, Çarşamba, Perşembe günleri saat 15.00'ten 19.00'a kadar toplanır." Bu hükmün bu şekilde uygulanmadığını biliyoruz yani bu saatleri aşan çalışmalar olduğunu, günler olduğunu biliyoruz, burada böyle yazılması çok da bir şey ifade etmiyor. İkinci fıkrada "Danışma Kurulunun teklifi üzerine Genel Kurul, toplantı hafta, gün ve saatlerini değiştirebileceği gibi, diğer günlerde de toplantı yapılmasına karar verebilir." diyor ve madde burada bitiyor. Yayınla ilgili hiçbir hüküm yok burada. Getirilen maddede ne diyor? Orada da diyor ki: "54'üncü maddenin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Resmî tatile rastlamadığı takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu Salı günü 15.00'ten 21.00'e, Çarşamba ve Perşembe günleri saat 14.00'ten 21.00'e kadar -19.00, 21.00'e çıkarılmış- toplanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi vasıtasıyla yapılacak televizyon yayınında önemli ve özel hâller saklı kalmak kaydıyla bu fıkrada düzenlenen toplantı günleri ve saatleri esas alınır." Şimdi, mevcut düzenlemede bir kere, yayınla ilgili bir hüküm yok, istediğiniz şekilde yayın yapabilirsiniz ki bugüne kadar yayın kısıtlamalarıyla ilgili yapılan başvurularda da söylediğiniz şey şuydu: "Bizim TRT'yle bir protokolümüz var, dolayısıyla, 19.00'dan sonra yayın yapamıyoruz." Yayını kısıtlayan hiçbir şey yok, ortada ileri sürdüğünüz gerekçe bir protokol. Bu protokol değiştirilerek zaten yayın saati genişletilebiliyor, hatta Meclis çalıştığı sürece, komisyonlar çalıştığı sürece, grup toplantıları olduğu sürece bu yayını engelleyen hiçbir hüküm yok. Ama bu yeni getirdiğiniz hükümle tam tersine, yayını kısıtlıyorsunuz. Bunu bir tüzük hükmü hâline getiriyorsunuz, böyle bir kısıtlama yokken mevcut hükümde getirilen hükümle sanki televizyon yayın süresini 19.00'dan 21.00'e uzatıyormuş gibi gösterip aslında bir kısıtlama getiriyorsunuz.

"Önemli ve özel hâller saklı kalmak kaydıyla" diyorsunuz, bu çok muğlak bir ifade. Kime göre özel, kime göre önemli? Birçok konuda, birçok gündemde özellerimizin, önemlilerimizin farklı olduğunu biliyoruz. Tabii ki ortaklaştığımız noktalar var ama bu ibare de çok özensiz, çok muğlak. "Özel ve önemli hâller saklı kalmak kaydıyla" denildiğinde bu özel günlerde kısıtlama mı yapılacak yoksa genişleme mi? Yani lehe mi, aleyhe mi yorumlanacak, o belli değil, çok özensiz bir cümle yazılmış. Yine, "televizyon" ibaresi var getirilen değişiklikte. Burada da televizyon ibaresinden ne kastedildiği çok açık değil. TBMM TV internet üzerinden de Meclis çalıştığı sürece yayın yapıyor. Burada kastettiğiniz, söylemde "TRT" deniliyor ama sonuçta lafza baktığımızda "televizyon" ibaresi internetten yayın yapan TBMM TV'yi de kapsayabilir. Orada Meclis çalıştığı sürece yayın yapılırken buna da bir kısıtlama getirilebilir, öyle de yorumlanabilir. Burada da çok özensiz bir ifade var. Dolayısıyla, bir kere, bu maddenin bu hâliyle kabul edilmesi mümkün değil. Bizim talebimiz şudur: Meclis çalıştığı sürece... Ki bu İç Tüzük'te yazan saatler içerisinde çalışmıyor hiçbir zaman. Ben de iki yıldır buradayım, hiçbir zaman yedide Meclisin kapandığını görmedim. Biz çalışırız yani yeter ki halkımıza, milletimize hizmet edelim, onların sorunlarını çözelim ama maalesef, çoğu zaman burada halkın gündeminden çok sarayın gündemiyle meşgul olmak zorunda kalıyoruz, bu İç Tüzük de bunun bir parçası. Dolayısıyla, bu süre içerisinde bu yayının yapılması gerekir. Neden? Çünkü burada milletin kaderiyle ilgili kararlar alıyoruz, burada halkın sorunlarıyla ilgili gündemler konuşuluyor, tartışılıyor, öneriler getiriliyor, eleştiriler oluyor; dolayısıyla, bunlardan insanların haberdar olması en doğal haklarıdır diye düşünüyorum çünkü asil onlar, daha çok onların gündemi konuşuluyor. Yani düşünüyorum, niye yayın yapılmıyor? Özellikle, Anayasa değişikliğinde bunu defalarca söyledik, dedik ki: Bir rejim değiştiriyorsunuz ve milletin iradesine güveniyorsunuz, "Milletin iradesine gideceğiz." diyorsunuz, neden milletin iradesinin bundan haberdar olmasından kaçınıyorsunuz? Ama maalesef, günlerce, aylarca bunu anlatamadık ve burada işte, o üç ayaklı denilen, tripod'larla yayın yapmak zorunda kaldık. Şunu da söyleyeyim: Mesela, bir yayın yapıyoruz, çoğu zaman binleri, on binleri buluyor orada izleyenler, demek ki insanlar burada neler konuşulduğunu, kendileri hakkında nasıl kararlar verildiğini, hangi partinin neyi savunduğunu merak ediyorlar, izliyorlar, dinliyorlar, takip ediyorlar. Peki, bu insanları niye bu haktan mahrum ediyorsunuz? Basit bir televizyon yayını, neden bundan kaçıyorsunuz? Yani insanların gerçekleri öğrenmesinden mi korkuyorsunuz? Başka bir açıklaması yok bunun çünkü.

BAŞKAN - Sayın Kayışoğlu, toparlar mısınız.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Toparlıyorum. Söylemenize gerek yok, ben söyleyeceğimi söyleyeceğim, ondan sonra zaten bitireceğim.

Şeffaflık aslında yasamanın sahip olması gereken en temel ilkelerinden bir tanesi olmalı. Eğer bir yaşayan hukuksa bu İç Tüzük, eğer bir canlı belgeyse lehe yorumlansın ve daha genişletilsin hak, hukuk temelinde, demokrasi temelinde, adalet temelinde, şeffaflık temelinde, katılımcılık temelinde bu yayınlar da daima yapılsın.

Şimdi, "korkaklık" deyince, bir de, geçen gün Sayın Erdoğan dedi ki Genel Başkanımıza: "Bu millet senin gibi ürkek, korkak değil." Şuna da değinmek istiyorum: Bahsettiği kişi 450 kilometre yol yürüdü, birçok şehirden geçti, arkasında nerelerden, hangi ilden, hangi şehirden geldiğini bilmediği on binler, yüz binler, toplamda milyonlar yürüdü ve Kocaeli'ye kadar çoğunlukla güvenlik önlemleri çok fazla yoktu, onu da biz kendimiz sağladık. Bu insana "korkak" demek hakikaten çok acımasızca bir tanımlama, onu belirtelim. Korkaklık sadece ifadeyle olmuyor, yapılanlarla, ortaya konulanlarla, eylemle oluyor. Ben de diyorum ki bu milletin gerçekleri öğrenmesinden korkmayın ve televizyon yayınını Meclis çalışıyorken, komisyonlar çalışıyorken yapın çünkü gerçekten daha fazla konuşma, daha şeffaf bir Meclis, daha katılımcı bir çalışma, o tam da gerekçede belirtilen sağlıklı, etkin bir yasamayı oluşturacaktır diyorum. Tekrar bunu sizden talep ediyorum yayın konusunda.

Teşekkürler.