| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi (2/1783)(Alt komisyon metni) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 19 .07.2017 |
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokrasi değişik şekillerde tanımlanıyor, şu olursa tamdır, şu olursa eksiktir şeyleri söyleniyor. Bu üç konu önemli. Demokrasilerde seçimle gelen bir yönetim vardır, çoğunluk gelir yönetir, hukuk içinde yönetir ve az olanın asla ve asla sözü, sesi kesilmez. Bunlar demokrasi için olmazsa olmazdır. Eğer bunlardan birinde eksiklik varsa "o sistemde demokrasiden söz edilemez" belki ağır bir cümle ama eksiktir bu demokrasi, sorunludur. Şimdi, Türkiye'de zaten böyle eksik ve sorunlu bir demokrasi varken, son zamanlarda yapılanlar bu demokrasiyi daha da sorunlu hâle getiriyor, bu İç Tüzük değişikliği de bunlardan biridir. Şimdi üzerinde konuştuğumuz 12'nci madde de aslında iktidarın süreyle ilgili, muhalefetin konuşma süresini azaltmaya yönelik birçok madde gibi bu madde de böyle bir amaçla çıkıyor. Genel olarak bu İç Tüzük değişikliği esasen milletvekilleri az konuşsun ve istediği gibi konuşamasın... İstediği gibi, az konuşmayla ilgili bu madde dâhil çok sayıda madde var. İstediği gibi konuşmasında, bildiğiniz gibi, 15'inci madde açık bir şekilde milletvekilleri kürsüden söyleyecekleri sözlerden dolayı disiplin ve para cezasıyla karşı karşıya bırakılıyor. Üstelik de dışarıda herhangi bir vatandaşın söyleyebileceği bir sözü Meclis kürsüsünde söylediğinden dolayı milletvekili cezalandırılacak. Bu da aslında öyle ayrıntı filan değil, demokrasinin özüne bir saldırıdır diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi 2002'de iktidara geldiğinde 58'inci Hükûmet Programı'nda çok enteresan cümleler var, bunlardan bir kaçını okumak istiyorum: "İnsanlarımızın barış ve refah içinde, özgürce yaşadığı, çağdaş dünyayla bütünleşmiş, farklılıkların çatışma unsuru olarak değil, zenginlik kaynağı olarak görüldüğü, itibarlı, demokratik ve dinamik Türkiye vizyonu hayata geçirilecektir. Temel hak ve özgürlükleri ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde özellikle Kopenhag Kriterlerinde belirtilen seviyeye yükseltmek için Anayasa ve yasalarda gerekli tüm değişiklikler yapılacaktır." Böyle başladı Adalet ve Kalkınma Partisi ama şimdi tam tersi bir yöne doğru ilerliyor. Yine aynı Hükûmet programında şöyle deniliyor: "Temel hak ve özgürlüklerin sadece anayasal ve yasal güvenceye alınmasıyla yetinmeyip fiilen uygulanması ve siyasal kültürümüzün yerleşik bir boyutu olarak güçlenmesi yönünde çaba sarf edilecektir." Devam ediyor: "Temel hak ve özgürlükler konusunda toplumun değişik kesimlerinin sorunlarına ve taleplerine karşı duyarlı olacak, bu alanda çifte standartlara, kısır çekişmelere ve siyasi istismara izin verilmeyecektir." Bir cümle daha bu programdan: "Mülkiyet hakkı, düşünce, ifade, inanç, teşebbüs ve örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan hükümleri evrensel hukuk ve özgürlük anlayışı içinde dikkate alınarak yeniden düzenlenecektir." Yurttaşlar için böyle bir şey yapılacağını vadediyor ve bu vaatlerle iktidara geliyor. Diyeceksiniz ki: "Canım, vaatleri değiştirdik, gene iktidardayız, ne olacak?"
Ama değerli arkadaşlarım, bu yapılan şey gerçekten Türkiye'yi sizin iktidara gelmiş olduğunuz 2002'nin öncesine değil, ta Platon'un dönemine kadar götürüyor. Platon, hani İslam dünyasında Eflatun olarak biliniyor ya, milattan önce 427 ile 347 yılları arasında yaşamıştır. Platon'un anlayışı, Platon'un devletle ilgili önemli metinleri vardır ve bu metinlerde adalet anlayışı çok ilginçtir, der ki Platon: "İnsanlar şehre -yani şehir polise- belli statülerle doğarlar, gelirler." Bu statülere göre de insanları madenlerle de işaretler Platon. İşte, yöneticiler en üst, aristokrat, altın, yardımcıları, muhafızlar ve askerler, gümüş, çiftçiler ve zanaatçılar yani çalışan sınıflar demir ve bronz şeklinde doğmuşlardır, diğerleri zaten yoktur yani, köleler möleler filan yoktur. Adalet de Platon'a göre bu mevcut olan düzenin korunmasıdır. Şehirdeki bu düzeni herhangi bir şekilde bozmaya yönelik olan her şey anarşidir, terördür, bozgunculuktur. Bu şekilde algılıyor ve vazediyor. Bunun dışına çıkmak, yani eşitlik istemek anarşidir. Bunun dışına çıkmak, hak talep etmek anarşidir.
Sanki Türkiye böyle yüzlerce değil, binlerce sene geriye doğru gidiyor. Maalesef, şu anda mevcut yönetim, iktidar, özellikle de Sayın Cumhurbaşkanı, her konuyu, en son 15 Temmuzu yaptığı gibi tanımlıyor, kendisi bir tanım ortaya koyuyor "Bu, bu şekildedir." diyor. Ha, olabilir, ben de, bir başkası da farklı şekilde bir konuya bakabiliriz, tanımlayabiliriz, netice itibarıyla o şekilde düşünüyor.
Tabii, iktidardakinin düşüncesi farklıdır, ama neticede seçilmiştir, gelmiştir ve bu şekilde düşünüyor. Buraya kadar bir problem yok ama yetmiyor, Sayın Cumhurbaşkanı ve iktidar...
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, toparlayabilir misiniz lütfen.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) -
Toparlayacağım efendim, yani ama yeni başladım.
BAŞKAN - Lütfen buyurun.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Cumhurbaşkanı ve iktidarın sözcüleri sadece tanımlamıyorlar, karşı tarafı da tanımlamayıp sınırlıyorlar. Bu şekilde düşünmeyeni haine, teröriste kadar götürüyorlar. Belki de bu lafların çok fazla şeyi yoktu. Son zamanlarda, 15 Temmuz günlerinde yaptığı konuşmalarda darbeciye kadar götürüyor. Yani darbe Türkiye'de ağır ceza gerektiren çok vahim bir suçtur, oraya kadar götürüyor. Bundan sonraki adım, aslında "bundan sonraki adım" demememiz gerekiyor, henüz bize gelmediği için, bana gelmediği için söylüyorum, birçok insan bu Sayın Cumhurbaşkanının ve iktidarın tanımlamış olduğu şekilde olayları tanımlamadığı için, farklı şekilde tanımladıklarından dolayı zaten tutuklanmışlar ve yargılanıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkan müdahale etti, çok uzun konuşmayayım, "Bugün bitireceğiz." diyor, çok uzun konuşmayacağım ama birkaç cümleyle tamamlayacağım.
BAŞKAN - Lütfen.
Teşekkür ederim hassasiyetiniz için.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bu gidilen yol gerçekten yol değildir. Yani Türkiye'nin 2017 yılında, böyle bir dünyada, böyle bir ortamda bunu sürdürebilmesi, bunu devam ettirebilmesi, bu tutum ve yaklaşımla Türkiye'de toplumsal barışın korunabilmesi, bu mümkün değil, bu sürdürülebilir bir şey değil. Gerçekten bunun için çok derin araştırmalar yapmaya gerek yok. Şöyle etrafımıza bir bakarsak bunu açık bir şekilde görürüz.
Değerli arkadaşlarım, hakikat değişik şekillerde insanlar tarafından yorumlanabiliyor. Zaten demokrasinin özünde bu vardır ve değişik şekilde düşünebilir insanlar. Bu düşüncenin en faydalı olanının bulunması için açık bir şekilde... Demokrasi bunun için en iyi sistemdir, farklı düşünceler açık bir şekilde ifade edilebiliyor. Ee, toplumda değişik sebeplerden dolayı işte terör var, başka şeyler var, bu düşünceyi açık bir şekilde ifade etmeye, belli zamanlarda, belli şekillerde birtakım sınırlamalar işte ırkçılık, nefret söylemi, hakaret, şiddet içermek, şiddet önermek sınırlamalar gelmiştir. Bunlar bile tartışılırken Parlamentoda konuşacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyelerine, yani milletin temsilcilerine bu şekilde sınırlamalar getirilmesi, gerçekten yani, işte, uluslararası belgelere, şunlara, bunlara aykırıdır, onun ötesinde yani akla ve mantığa aykırıdır.
Değerli arkadaşlarım, adaletin olabilmesi, mevcut olan düzenin korunması filan değil, tam tersi, eşitliği ve hakkı aramak üzere insanların düşüncelerini ifade etmeleri, bu düşünceler etrafında örgütlenmeleri, siyasallaşmaları, işte, bu millete programlarını sunmaları, budur yani, demokrasi bunun dışına çıkarsa bunun ismi "demokrasi" olmaktan çıkar. Bunu engelleyecek bir tek şey var. Nedir o? Biraz evvel ifade ettim, şiddete çağrı yapıyorsa herhangi bir düşünce grubu, "Düşünce ifade ediyorum." diye şiddete, teröre çağırıyorsa, bu engellenir, bütün dünyada bu böyledir.
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, ben uyarmak istemiyorum ama lütfen.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Evet, yani...
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Daha "İç Tüzük" geçmedi, biraz konuşabilir mi?
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Hayır, hayır, biraz konuşmayacağım son cümlelerimi söylüyorum. Ama yani bu Anayasa Komisyonunun bir görüşme şekli olmasa gerek Sayın Başkan. Yani bir şey anlatıyoruz, o anlattıklarımızı doğrular tarzında bir muhalefet milletvekili konuşuyor ve iki dakikada bir "Sayın Bekaroğlu uyarmak istemiyorum." Daha nasıl uyaracaksınız?
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, buyurun lütfen.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Peki, son cümlelerimi ifade ediyorum: Şiddet içerir, nefret söylemi, ırkçılık içerir, buna sınırlama gelebilir, hakaret, makaret onlara zaten girmiyorum. Bunun ötesinde yapılanlar gerçekten Türkiye'nin içinde bulunduğu zaten problemli olan, sorunlu olan, eksik olan demokrasiyi çok daha gerilere çekmektir.
Bakın, değerli arkadaşlarım, bugün "Güçlüyüz, çoğunluğuz, istediğimizi yapıyoruz." diye düşünebilirsiniz. Şöyle geriye doğru -fazla eski değil, sadece cumhuriyet tarihi, yakın tarihte- gidin, bu Parlamentoya, buralara nice güçlüler gelmiş, nice "Biz çoğunluğuz ve istediğimizi yaparız." diyenler gelmiş. Bunlardan kimse yok şimdi değerli arkadaşlar, bunlardan kimse yok. Dolayısıyla bunları düşünerek gerçekten şu üzerinde konuşmakta olduğumuz metin fazla bir zaman filan da kazandırmıyor. Ortağınızla -"ortağınız" deyince kızıyorlar, belki problem çıkar ama- ifade özgürlüğüyle ilgili de maddeleri çıkarın, zamanla ilgili büyük bir tasarrufunuz da zaten yok burada, dolayısıyla bunu geri çekin ve daha evvel yapılmış olan komisyonlar, uzlaşma komisyonları, onların yazmış olduğu raporlar çerçevesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bir araya gelsin ve bir İç Tüzük hazırlasın. Ne olur bir konuda bir araya gelinsin, bir şey yapılsın da bu kutuplaşmış, gelecekle ilgili endişe içinde olan, karamsar olan insanımıza da Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir umut gelsin diyor, Sayın Başkanın tahammülü dolayısıyla ona ve hepinize teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, teşekkür ediyorum.