KOMİSYON KONUŞMASI

GÜLAY YEDEKCİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi sevgiyle selamlıyorum.

Ben, şimdi, yaklaşık 300 sayfa olan bu kitaba baktığımda ve karşılaştırmalı metni okuduğumda şöyle bir intibaya kapıldım: Bir grup milletvekili arkadaş "Nerelerde milletvekilleri konuşabilir? Bu konuşulabilecek yerler nasıl kısıtlanabilir?" diye bir çalışma yapmış ve bu çalışmanın sonucunda "Milletvekilleri konuşamasın." diye bir düzenleme getirmişler. Tabii... Herkes otursun da öyle devam edeyim diye bekliyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Kötü bir şey değil ama bu herkese nasip olmaz; Sayın Meclis Başkan Vekili, ilk imza sahibi Sayın Elitaş...

GÜLAY YEDEKCİ (İstanbul) - Öyle mi? İnşallah katkısı olur, inşallah söylediklerimi değerlendirirler ve katkısı olur diye umut ediyorum.

Bu metne baktığımızda milletvekillerinin konuşmasının önüne geçilecek çeşitli düzenlemeler yapılmaya çalışılıyor. Yani en az nasıl milletvekillerini konuştururuz, özellikle muhalefet milletvekillerini nasıl en az konuştururuz gibi bir yaklaşım var. Burada usul hakkındaki on dakikalık görüşmenin üçer dakikaya indirilmesi var. Zaten on dakika olan usul görüşmesi içtihatlarda üçer dakika. Şimdi, üçer dakikaya indirildiğinde acaba içtihat bir dakikaya mı indirilecek ya da otuz saniyeye mi indirilecek? Yani hiçbir şey söylemeden oturalım mı istiyorsunuz? Ya da mesela araştırma önergelerinde on dakika olan sürenin beş dakikaya indirilmesinden bahsediliyor. O on dakikada bile bu araştırma önergesinin, sayfalarca süren bazı metinlerin anlatılamama durumu varken beş dakikada neyi anlatmamızı bekliyorsunuz, o da ilginç.

Yasama organlarının iç tüzükleri önemlidir. Yasama egemenliğinin kullanılma usullerini de düzenleyen iç tüzük hükümleri yasamanın, aynı zamanda o ülkedeki yasamanın kalitesini de gösterir ve hukukun üstünlüğü herkes için önemli ve gereklidir. Şu anda mevcut iktidarın beraberinde belki kendisiyle kardeş gördüğü bir partiyle birlikte "Bana bir şey olmaz, ben güçlüyüm ve hukukun şu anda bana gücü yetmez." şeklinde yanlış yaklaşımı olabilir ama hatırlatmak gerekir ki dün kendini güçlü zannedenlere bugün hukuk, adalet gerekmekte. Yarın size de aynı adalet gerekli olabilir ve bu muhalefetin sesini kısmak için yaptığınız çalışmalar üç gün sonra siz muhalefet olduğunuzda sizin de buna ihtiyacınız olacaktır.

Şimdi, kanun görüşmelerinde sürenin uzamasından şikâyetçisiniz, onun için milletvekillerinin konuşma süresini kısıtlamak istiyorsunuz ama bilmelisiniz ki milletvekilleri beşer dakika ya da onar dakika konuştuğu için bu yasama çalışmalarının süresi artmıyor. Yasama çalışmalarının süresinin artmasının tek ve ana sebebi şudur: Siz kanun teklifleri getirirken toplumun önceliği olan kanun tekliflerini getirmiyorsunuz ve kanun metnine uyacak şekilde ve toplumu çevreleyecek ve onların ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde kanun teklifleri getirmiyorsunuz; uzlaşmadan uzak, ilgili ve bilgili kurumlardan görüş alınmadan dayatmacı bir zihniyet getiriyorsunuz ve daha çok da ölümü gösterip sıtmaya bizi razı etmeye gayret ediyorsunuz. Hep bu çalışmalarınızın içerisinde garip maddeler oluyor ve biz "O maddeler aman geçmesin." derken siz aşağıdan başka maddeleri geçirmeye gayret ediyorsunuz. Çok üzülerek görüyorum ki bir başka muhalefet partisi de bunda sizinle hemfikir hâle gelmiş. Bu, demokratik bir hakkın ihlalidir.

Usul hakkında milletvekillerinin görüş bildirmesi Meclisi yöneten başkanın denetimini de sağlamaktadır. Şu an toplantı salonumuzda bir Meclis başkan vekili de bulunmakta. Siz de bir insansınız Sayın Başkan ve hata yapabilirsiniz, yanlış yapabilirsiniz. Yanlış insana özgü bir şey ve bunun değerlendirilmesiyle ilgili bir içtihatla belirlenmiş yaklaşık üç dakikalık bir görüşme dururken bunu herhâlde otuz saniyeye indirmeyi planlamıyorsunuz. Zaten Meclisimiz çok köklü ve geleneği olan bir Meclis ve on dakika olan şey normalde, uygulamalarda, içtihatta üç dakika. Bunu niçin azaltmak istiyorsunuz, onu anlamıyorum ama şunu çok net görebiliyorum ki bu bir zihniyetin Meclise yansımasıdır. Aslında mevcut iktidar insanların katılımcı, çoğulcu, sorgulayan olmasını istemiyor; okullarda ezber sistemini getiriyor, işte, matematiği, biyolojiyi derslerden kaldırıp yerine din eğitimini getirmeye çalışıp sorgulayan anlayışı uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu zihniyet de bu anlamda Meclise bu şekilde yansıyor. Diyelim ki muhalefet milletvekilleri olarak biz doğru şeyler söylüyoruz, umurunuzda bile değil. Diyelim ki Türkiye'ye çok ciddi katkılar sunacak önemli görüşler bildiriyoruz, bunların hiçbirini önemsemiyorsunuz, sadece "Süresi dolsun, milletvekili sussun, biz de bu 'Kabul edenler... Kabul etmeyenler...' yapalım ve ondan sonra geçirelim." diye... Bazı komisyon toplantılarında kim el kaldırmış, kim kaldırmamış bakmıyorsunuz bile, sadece "Kabul edenler... Kabul etmeyenler..." deyip nasılsa kabul edilmiştir diye görüyorsunuz. Yani muhalefeti gereksiz görüyorsunuz. Siz zaten kendi kendinize hem çalıp hem oynuyorsunuz tabiri yerindeyse eğer. "Ben böyle uygun buluyorum, böyle yaptım." Yarın başka bir şey olduğunda... İkiniz için de geçerli söylediğim, hiç birbirinizden farkınız yok. "Ben bunu yaptım, böyle uygun gördüm ve yaptım." diyorsunuz, daha sonra da diyelim ki bir yanlışlık oldu, kendiniz için yanlış bir şey oldu. Mesela siz, bugün söylediğiniz yarın siyaseten size uygun değilse diyorsunuz ki: "Dün öyle yaptım ama bugün de böyle yapmayı uygun buluyorum." Peki, bu gücü nereden alıyorsunuz? İşte, mevcuttaki gücünüzden ve her şeyin üzerinde muktedir hissediyor olmanızdan alıyorsunuz. Bu, doğru değildir.

Kanun koyucu insanların iyi niyetlerinin yönetime ya da kötü niyetlerinin yönetime etkin olmaması için denetleme maddeleri koymuş ve gerçekten Türkiye Cumhuriyeti devletini kuranları bir kez daha saygıyla yâd etmek isterim. Her şeye rağmen, bütün zorlamalarınıza, bütün yıkma çabalarınıza rağmen yine de muhalefet bir şekilde bir yol bulup konuşabiliyor. Yani sonuçta...

TBMM BAŞKAN VEKİLİ AHMET AYDIN - Sonuçta, konuşabiliyorsunuz yani.

GÜLAY YEDEKCİ (İstanbul) - Bugün için konuşabiliyoruz, bunu geçirirseniz konuşamayacağız. Diyalektik denen bir şey var tabii, biliyorsunuz, bunu da ayrıca belirtmek isterim bir cümleyle de olsa.

Şimdi, bir başka önemli konu var, 15'inci maddede zannediyorum getirmeye gayret edeceksiniz, çok subjektif bir şey. Mesela ben sayın grup başkan vekiline ya da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına ya da Başkan Vekiline bir şey söyledim, onun hakaret olup olmadığına siz karar vereceksiniz ve neyin hakaret olup olmadığına da siz karar vereceksiniz. Mesela siz çıkıp benim Genel Başkanıma, benim Atatürk'üme laf söyleyeceksiniz, belki onu hakaret olarak saymayacaksınız ya da bu devlete bir şey söyleyeceksiniz, onu hakaret olarak saymayacaksınız ama biz belki de sadece bir ince espri yapacağız, onu hakaret olarak sayacaksınız. Bu, her şeyden önce hakkaniyete aykırıdır ve eğer gerçekten inanıyorsak, eğer gerçekten Allah'a ve öte dünyaya inanıyorsak ve kul hakkına inanıyorsak bu büyük bir infialdir inananlar için, bunun da altını çizmek isterim.

Şimdi, gündemimize İç Tüzük'ü getiriyorsunuz ama İstanbul'u sel aldı biliyorsunuz, Türkiye'nin gündeminde başka şeyler var. Yani biliyorsunuz, herkesin hayalini, daha çok özellikle bu arsa spekülatörlerinin hayalini kabartan Kanal İstanbul çalışmalarınızı başarıyla İstanbul'un bütün cadde ve sokaklarına etkin kıldınız, tebrik ediyoruz, artık İstanbul'un bütün caddeleri ve sokakları Kanal İstanbul olmuş durumda. Bitmek bilmeyen bir beton sevdasıyla İstanbul'u bu hâle getirdiniz. Bunu niye söylüyorum? Biz İstanbul için de aynı şeyi söylemiştik, İstanbul için de "İstanbul böyle yönetilmez, bilim lazım, dere yataklarına lütfen yapı yapmayın, dere taşmasını 100 metreden 10 metreye çektiniz ama derelere haber vermeyi unuttunuz." dedik, o zaman da bizi dinlemediniz ve bugün İstanbul su altında, yirmi iki yıldır sizin yönetiminizde ve bugün de diyoruz ki bu Meclis, kurucu Meclis, Kurtuluş Savaşı'nı kazanmış olan Meclis kendi içtihatlarıyla yıllardır ayakta. Lütfen, bu milletin ayarlarıyla, bu Meclisin ayarlarıyla oynamayınız ve gelin, Meclisin sesini kısmak yerine Amerika'daki gibi sonsuz bir konuşma hakkı verin. Ne olacak yani ne yapabiliriz ki? Zaten çoğunluk sizde, bizim görüşlerimizden faydalansanız ne olur? Her birimizin uzmanlık alanı var, kent kültürde ben mesela kendimi yeterli hissediyorum, hukukta belki siz biliyorsunuz, öbür arkadaşımız belki tıp alanında. Niçin bunlardan faydalanmıyorsunuz? Meclisin birikiminden faydalanmak yerine "Ben yaptım, oldu." anlayışına gidiyorsunuz? Bu İç Tüzük'ün değiştirilme anlayışı tam olarak bir dikta rejiminin Meclise dayattığı bir hevestir. Bu hevesin inşallah kursağımızda kalmasını diliyorum.

Yüce divanınızı, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum.