| Komisyon Adı | : | SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Helal Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı (1/886) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 19 .10.2017 |
KAZIM ARSLAN (Denizli) - Evet, değerli arkadaşlarım, tabii, katılan arkadaşlarımız olabilir ama daha fazla katılım sağlanarak burada konunun enine boyuna tartışılmasının, onların da görüşlerinin alınmasının çok faydalı olacağı düşüncesiyle arkadaşımız söylüyor. Tabii, listenizde var ama bu liste bana göre afaki yapılmış bir liste; bakanlık düzeyinde, kurumlar düzeyinde ama sivil toplum örgütleri düzeyinde çok fazla geniş bir liste de yok burada. Ona da arkadaşımız dikkatinizi çekmek istedi anladığım kadarıyla.
Değerli arkadaşlarım, Helal Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı'nın geneli hakkında grubumuz adına söz aldım.
Değerli üyeler, bir süredir basında sözü geçen, kurum kuruluş görüşlerine açıldıktan sonra salı günü sunumu yapılan bu 15 maddelik tasarı ilginç bir dönemde önümüze gelmiştir. Gerçekten birçok tartışmaları da beraberinde getirecek bir tasarı olduğunu belirtmek istiyorum.
2018 bütçe hedeflerinin açıklandığı ve kamuda tasarruftan bahsedildiği toplantıdan bir gün sonra Meclise gelen bu tasarı, yeni kamu harcamalarına, yüksek maaşlarla çalışacak bir yönetim kuruluna, yeni bina ve tefrişat giderlerine işaret etmektedir. Hâlbuki birçok tasarruftan bahsediliyor ama yeni bir kurum oluşturuluyor, yeni bir masraf, yeni bir gider ortaya çıkarılıyor.
Mevcut bir kamu kurumunun içinde örgütlenebilecek, AB Bakanlığına bağlı Türk Akreditasyon Kurumunda çalışabilecek ya da Ekonomi Bakanlığı içinde bir daire, genel müdürlük olarak da çalışabilecek, amacı dâhilinde de bu işleri görebilecek bir kurumun, bir genel müdürlüğün, bir yapının oluşturulması gerekirken tamamen bağımsız, ayrı yeni bir kurum oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Kamu İhale Kurumu hükümlerinden muaf, dışarıdan satın alacağı hizmetlere sınır konmamış, yeni kadrolaşmalara imkân tanıyacak düzenlemesiyle farklı bir israf kapısının önünü açmıştır, açacaktır. Karar alma kademesinde, bürokrasinin yoğunluğu altında temsiliyette sorun taşıyacak, özel sektör bileşenleriyle "helal" adıyla çıkılan yolda bir kez daha israfa ve kamu kaynaklarının atıl bir şekilde harcanmasına olanak sağlayacak bir düzenleme olacaktır.
Gerçekten ilginç bir dönemden geçtiğimizi belirtiyorum değerli arkadaşlarım. Meclisimizin bir katında, Plan Bütçe Komisyonunda israfın, daha doğrusu masrafların ağırlığından ve yoğunluğundan ve savunma giderlerinden bahsedilerek birçok ek vergiler tartışılırken, torba içinde birçok şirketin devlete olan yaklaşık 5 milyar Türk lirası borcu silinmeye çalışılırken bir yandan vergiler artırılıyor, bir yandan da yeni israflar yapılıyor, daha doğrusu israfa olanak sağlayacak bir yapı oluşturulmaya çalışılıyor.
Bu tasarıda meralar hesapsızca tesise açılmak isteniyor. Sanayi Komisyonumuzun geçen üretim reform paketinde bu konuyu geri çekmesine rağmen, yine torba yoluyla adrese teslim muafiyetler sağlanmak isteniyor.
Orta direk borcunu katlarken, esnaf, KOBİ ve alın teriyle çalışıp vergisini ödeyen sanayici üretim sorunlarıyla boğuşurken, ihracat sıkıntıları çekerken, rekabet sıkıntıları çekerken Plan Bütçe Komisyonunda Hükûmetin hatalı maliye ve diplomasi uygulamaları sebebiyle fatura yine vatandaşa, sanayiciye, üreticiye ve esnafa çıkarılmaya çalışılıyor.
Tüm bunlar yaşanırken Sanayi Komisyonumuzun görev alanına giren konularda Komisyon görüşü alınmamış, bizim Komisyonumuzda oy birliğiyle tasarıdan çıkarılan kimi maddeler Plan Bütçede yine geri getirilmiştir. Plan Bütçe Komisyonunda bunlar olurken laiklik ilkesi, medeni hukukun kazanımları Genel Kurulda çiğnenmiş, müftüye hiç gereği yokken nikâh kıyma yetkisi verilmiş ve bu yetkinin niçin verildiği sorulduğunda da bir gerekçe de ortaya konulamamıştır. Yani Türkiye'nin düzeninin, rejiminin değiştirilmesine yönelik yeni uygulamalara gerçekten şahit olmaktayız. Bunu da üzülerek belirtmek istiyorum.
Kilis'te kendi şeriat mahkemesini kuran ve kadılığını Suriye eski müftüsünün üstlendiği bir derneğin hafızlık törenine il millî eğitim müdür yardımcısı katılarak onlara destek vermiştir, onların yolunu açmıştır.
Coğrafyamızda laikliğin tüm sosyal ve iktisadi hayatı doğrudan belirlediği, kazanımlarımızın laiklikten taviz verildiği, elden gittiği bir dönemi yaşıyoruz ve bunu üzüntüyle izliyoruz. Bu laiklik ilkesini yok ettiğimiz zaman bir Orta Doğu ülkesinden farkımız olmayacağını da özellikle bilmenizi istiyorum.
Hükûmet bu dönemde yasalarla, partizanlaşmış idare ise kimi uygulamalarıyla açıkça devleti yeni bir borç krizinin, israfın, uluslararası itibar kaybının, değersiz bir yalnızlığın içine çekmiştir. İsrafın en çok yapıldığı bir dönemi yaşıyoruz. İsrafın haram olduğunu bile bile bu iktidarı döneminde fazlasıyla yapıldığını görüyoruz.
Bugün İslam coğrafyasıyla yaşadığımız krizlerin temelinde, komşu sınırlarına saygı duymayan, ulusal çıkar ile şahsi çıkarlarını karıştıran, dış politikayı iç politikaya malzeme eden, devletlerin çoğunlukla ulusal hükûmetlerini değil, mezhep ve din eksenli gruplarını muhatap sayan çarpık bir dış politikayla karşı karşıyayız. Oysa laiklik ve dış politikanın sadece inançta değil, doğrudan ekonomi ve dış politika modelinde kendisini göstermesi gerekir.
Devlet-birey ilişkisinde devletin nasıl ki vatandaşın inancında tarafsız kalması gerekiyorsa, bölgemizde de ticaretin, sanayinin gelişmesi için öncelikle ulusal hükûmetler muhatap sayılmalı ve ulusal standartlar ölçüsünde bu işin götürülmesi gerekmektedir. Rejimi ve rejim değişikliklerini öne çıkararak ve rejimleri de, özellikle cumhuriyet rejimimizi de arka planda tutarak, ikinci sıraya iterek atılan her adım bugün bize yalnızlaşma olarak geri dönmektedir. Üreticimiz, sanayicimiz, esnafımız, özellikle laik devlet modelinden taviz verenlerin bu hatalı tercihlerinin bedelini çok ağır bir şekilde ödemektedir.
Değerli arkadaşlarım, Hesapsızca siyasi rest çektiğini sananların, "Bizim AB'ye ihtiyacımız yok." diyenlerin açtığı zararı sanayici, çiftçi, esnaf, ihracatçımız çok ağır bir şekilde ödemeye devam etmektedir ve ödeyecektir de. Komşularımızla ilişkilerimizin bozulmuş olması tarım ürünlerimizin birçok çeşidinin elimizde kalmasına sebep olmuştur ve bu nedenle iç piyasada birçok ürünümüz hem değerini kaybetmiş hem satılamaz bir noktaya düşmüştür. Biz, "AB'ye mi, Şanghay'a mı?", "AB mi, Orta Doğu, İslam dünyası mı?" ayrışmasına girme lüksüne sahip değiliz. Biz, yüzümüzü Avrupa yönüne, daha doğrusu Batı'ya dönmek suretiyle yıllardan beri sürdürdüğümüz politikamızı değiştirmeden, Batı'nın da önemli değerlerini alarak, uygulamaya sokarak ve kendi bölgemizde apayrı, güçlü bir Türkiye'yi yaratmak durumundayız.
İhracatının yüzde 60'ına yakınını Avrupa ülkelerine yapan ülkemizin, bugün önümüze gelen tasarıyla çok daha ayrıntısıyla tartışılacak bir noktada olacağını ve bu ihracatın düşeceğini söylemek istiyorum.
Bu tasarı son derece hassas bir dönemde ve son derece hassas maddeleri içeren bir şekilde karşımıza gelmiştir. Sosyal ve ekonomik hayatın din kurallarına göre düzenlenmesi laik devlet ilkesiyle bağdaşmadığı gibi, bu tasarı vesilesiyle çok temel bazı sorunları da önümüze getirmektedir. Özellikle küresel pazarda ayrıştırarak, farklı davranarak, ulusal standartların dışına çıkılarak ülkemizi geliştirmemiz ve sadece İslami ülkeler ile üçüncü dünya ülkesi konumunda olan İslami ülkelerle ilişkilerimizi sürdürmemiz ve ekonomimizi geliştirmemiz ve kalkınmamızı büyütmemiz kesinlikle mümkün değildir. Bu dış politika duruşuyla, bu ekonomi politikasıyla artık yol almak mümkün değildir. Ülkemiz İslam coğrafyasında bizzat iktidar eliyle yalnız hâle getirilmiş bir durumdadır. Ticarette abartıldığının aksine, sıcak para ve sınırlı sayıda sektör, çıkış kapısı olarak kalmıştır. Bu tabloyla dış politika değişmeden sadece bir kurum kurularak İslami piyasalarda "helal-haram" ürün tartışmasını yapmak ve bu alanda gelişmeyi sağlamak gibi bir hayalimiz kesinlikle ortada kalacaktır.
Öngörülen yeni kurum, izlenen ekonomi, sanayi, gümrük politikası ve dış politika nedeniyle baştan ölü doğacaktır. Devletler, karşılarında barışçıl, diplomatik teamüllere uygun bir muhatap beklerken, ticari ilişkilerin uluslararası düzeyde ve seviyede olmasını isterken Hükûmetin izlediği bu siyaset Helal Akreditasyon Kurumunun piyasa alanını baştan daraltmaya çalışacaktır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, yakın coğrafyasında izlediği siyaset nedeniyle yalnızlaşmıştır. Bırakın İslam dünyası liderliğini, Müslüman coğrafyasındaki saygınlığımız dahi artık azalmıştır. Bu tabloda kurulması planlanan kurum, bizzat iktidar eliyle zor bir duruma da getirilecektir.
Helal Akreditasyon Kurumu birkaç açıdan sorunlu bir tasarıyla önümüze geliyor. "Akreditasyon" terimiyle başlayalım. Kurumun ayrı bir binası, tabelası olacak. Önce Arapça, ardından Batılı bir terim gelecek ve kurum, bakan kişinin adından anlam çıkaramayacağı yabancı sözcüklerle dolu olacak bir kurum hâlinde çalışacaktır.
Bir terimin yerleşik olması, onun özgün Türkçe karşılığını bulmaya engel değildir. Öncelikle bu konuda bir düzeltme mutlaka yapılmalıdır. "Millî Prodüktivite Merkezi" isim şokunu atlatamayan devlete şimdi de Helal Akreditasyon Kurumu gibi yabancı terimle dolu bir tabela asmak suretiyle yeni bir sıkıntı ortaya çıkarılacaktır. Unutmayalım ki yakın zamanda stadyumlardan, salonlardan "Atatürk" adını kaldırmak için "arena" ismi getirenler, bir Türkçe telaşıyla tek tek arena adlarını tabeladan kaldırtmıştır. Görünen o ki bu heves de kısa sürmüştür. Helal Akreditasyon Kurumu eliyle devlette Türkçe yeniden rafa kaldırılmış görünmektedir.
Değerli arkadaşlarım, Türk Akreditasyon Kurumu, AB Bakanlığı nezdinde çalışmalar yürütürken kurum içinde bir daire başkanlığı oluşturmanın yollarını aramak ya da Ekonomi Bakanlığı bünyesinde bir daire başkanlığı, genel müdürlük oluşturmanın çabasını vermek yerine, ayrı bir kurum kurmak, helal ürün tartışmasından önce israf tartışmasını ortaya koyacağını açıkça belirtmek istiyorum.
2018 bütçesinde öncelikle kamuda tasarrufa yöneleceğini belirten Hükûmet, bir gün sonra yeni bir israfa yol açacak, yeni bir bürokrasiye yol açacak özerk bir kurumun tasarısını Meclise, daha doğrusu Komisyonumuza sunmuş bulunmaktadır. Bu kurum ayrı bir binaya, özerk bütçeye, şimdilik 50 personele ve 3 daire başkanlığına sahip olacaktır. Kurum, Kamu İhale Kanunu hükümlerinden muaf biçimde hizmet satın alacak, yurt dışında istediği sayıda ofis açacak, belki de kurumun üretebileceği bilgi ve hizmetler dışarıdan "uzmanlık" adı altında satın alınacaktır. Bu düzenleme yeni bir yükü Ekonomi Bakanlığına tekrar getirmiş olacaktır.
Yönetim kurulu başkanı kamudan atanmayacaksa, maaşı Devlet Personel Başkanının 7000 ek göstergesi ve makam tazminatı kadar olması da ayrı bir tartışma konusudur. Kamudan gelen başkan ve üyelere ise KİT yönetim kurulu başkanı ve üyelerine yapılan ödemeler aynen yapılacaktır. "KİT çalışanlarına sıfır zam, yönetim kurulu üyelerine 2 kat maaş zammı" tartışmasının yapıldığı temmuz ayından beri yaşananlar "Bu kurum bünyesinde yeni bir arpalık mı oluşacak?" diye tartışma yaratacaktır.
Bir genel müdürlük ya da daire başkanlığı bünyesinde çalışabilecek bir yapıyı ayrı bir kurum olarak kurmak, yönetim kuruluna kamunun üst düzey yöneticilerinden birine sağlanan ek göstergeyi sağlamak, kurum başkanlarına tahsis edilecek makam otoları, oda tefrişatları tahsis etmek, ağırlama giderleri, bina harcamaları yapmak helal midir, bunun bir değerlendirmesini yapalım değerli arkadaşlar.
Helal ürüne yönelik piyasa düzenleyici rol üstlenecek bu kurum yapısı, bütçesi, ödenecek maaşlar, personel yapısı, karar alma süreçleri, yönetim kurulu-danışma kurulu ilişkisi itibariyle kâğıt üzerinde özerk çalışacak bir kurum olacaktır. Danışma kurulunun yılda en az 1 kez toplanacağının belirtildiği 5'inci maddenin (5)'inci fıkrasında, danışma kurulu üyelerinin olağanüstü toplantıya daveti öngörülmemiştir. Hatta burada, danışma kurulunun içinde yer alması gereken özellikle Tabipler Odası, Ziraat Mühendisleri Odası ve birçok odaların da bu danışma kurulunun içinde yer almasının önemini vurgulamak istiyorum.
Tasarıda, yönetim kurulu 5 üyeden oluşurken başkanın bakan önerisi ve Başbakan kararıyla atanacak olması, danışma kurulunun görüşünün alınmaması temsiliyeti ve diyaloğu zedeleyecektir. Başkanın ve kamunun 2 temsilcisinin kararıyla çoğunluğu oluşturacak Hükûmet, gerek iç gerekse dış piyasada helal ürünün sertifikalandırılması, yetki belgesi verilecek şirketlerin tespiti konularında danışma kurulundan gelebilecek uyarı ve önerileri uygulamada kulak ardı edebilecektir.
Gıdada helal ürün sertifikasını belki düşünebiliriz ancak şu temel ekonomik analizin ve fayda maliyetinin etki değerlendirmesinin son derece elzem olduğunu belirtmek istiyorum. Başka alanlar ortaya konulmuştur; örneğin kozmetik, tekstil, turizm, lojistik finans gibi. Yani daha birçok alana hitap edecek, toplumu ayrıştıracak, uygulamaları ayrıştıracak, yeni bir alan yaratacak ve bizi de modern dünya yapısından koparıp, dünya ülkelerinden koparıp ayrı bir dünyaya, üçüncü dünya ülkeleriyle birlikte oluşturacak, yan yana getirecek bir yapıyı ortaya koyduğumuzu belirtmek istiyorum.
Bu yasa dâhilinde, Türkiye'nin daha fazla hitap etmek istediği coğrafya ve nüfus karşısında, ilişkilerimizin hâlihazırda son derece bozuk olduğu ülkeler kıyaslandığında, İslami helal ürün nedeniyle imajımız gerçekten düzelebilecek midir? Bizim İslam coğrafyası ile Batı arasında bir tercih yapma lüksümüz yoktur, her yere Türk markasını taşımak zorundayız. Ancak dünyaya kendimizi sadece İslam temelli anlattığımız bu kurumlarla, bu kurallarla Müslümanlığı laik devlet temelinde yaşayan ve bu temelde ticaret yürüten yegâne bölge ülkesi imajımızın zedelenmemesine özen göstermeliyiz.
Dış politika, ekonomi, finans, demokrasi ve insan hakları sicilimizin bozuk olduğu, her bağımsız kurum tarafından eleştirildiğimiz bu dönemde, Türkiye'nin bu ülkelerle ihracat modelini İslami helal ürün temelinden tanımlanması, AB Bakanlığına bağlı olan Türk Akreditasyon Kurumunun bünyesinde hizmet vermek yerine "Helal" başlıklı yeni bir özerk kurum kurması, yeni bir eksen kayması tartışmasını doğurmayacak mıdır? Burada örnek veriyorsunuz, diyorsunuz ki: İngiltere'de yıllardan beri bu veriliyor; tamam, çok doğru ama İngiltere'nin yapısı ile bizim yapımızın çok farklı olduğunu ve ayrıca, Avrupa Birliği ülkesi, üyesi olan İngiltere bu belgeyi veriyorsa bizim yine Avrupa Birliği nezdinde kurmuş olduğumuz Türk Akreditasyon Kurumu bu belgeyi neden veremiyor? Niye ayrı bir kurulla bunu vermeye çalışıyoruz? Bunu anlamakta zorlanıyorum. Onun için, bunun üzerinde yoğunlaşmanın ve bu alanda tartışmanın ve çalışmaların yapılmasının faydalı olacağını belirtmek istiyorum.
Dünyada her yıl şarap tadımı ve siparişi için Denizli'ye gelen müşterilerin 3 yıldır uğramadığını şu sözlerle aktarmak istiyorum: Ülkede havaalanı kapısından itibaren "Burada içki içilirse tutuklanırız." imajı oluşmuştur, birçok yabancı alımcılar Türkiye'ye gelmekte tereddüt etmektedir. Artık, bugün, ihracatçımız müşterinin ayağına gelmesinden öteye, müşterinin ayağına giderek pazarlamasını, satışlarını yapmaya çalışmaktadır. Yani siz Türkiye'yi normalleştirmezseniz, gerçekten hukuk güvenliğini sağlamazsanız, yargıda bağımsızlığı gerçekleştirmezseniz ve ayrıca, özgürlüklere ve birçok alanda insanların cezaevlerine girmelerine ve tutuklanmalarına sebebiyet verecek suni sebepler ortaya koymak suretiyle bu uygulamaları yaparsanız bu uygulamaların dünyadaki yansımasının bu şekilde bize olumsuz olarak döneceğini görmenizi istiyorum.
Değerli arkadaşlar, helal akreditasyonuna bu haklı isyan üzerinden de bakmak gerektiğini düşünüyorum. Kimse burada belki farklı düşünmüyor ama "Yeni bir kurum yaratarak İslami ülkelere açılırız. Daha çok mal satarız, dünyada ve İslam ülkelerinde söz sahibi oluruz." gibi düşünceler aslında bana göre çok da önemli değildir. Şimdiye kadar nasıl satabiliyorsak, nasıl diğer İslam ülkeleri farklı farklı uygulamalarla... Her ülkenin uygulamaları farklı, giyiminden, kuşamından, ibadetinden, hayrından haccına kadar her türlü uygulamaların farklı olduğu İslami ülkelerde siz yaratacağınız bu kurumla, vereceğiniz belgeyle "Biz her şeye hâkim oluruz, bu piyasa da bizim elimize geçer, biz burada öncü oluruz." demek suretiyle kendimizi aldatmış ve kandırmış oluruz diye belirtmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bu yeni kurum için öngörülen özel bütçe ve diğer masraflar gerçekten, biraz önce bahsettiğim gibi, oldukça yüklüdür, ağırdır; yeni bir israfı ve yeni bir bürokrasiyi ortaya çıkaracaktır. Kurumun kamuya yıllık maliyeti hakkında öngörünüz nedir, bunu bir kere ortaya çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu maliyet ile kurum sayesinde hızlanacak başvuruların özel sektör ve kamuya mali getirisi kıyaslanmış mıdır, bunun da değerlendirilmesini istiyorum. Bu kurumun Türk Akreditasyon Kurumu ya da bir genel müdürlük bünyesinde devamı hâlinde, küresel helal ürün ve hizmet pazarında ülkemiz bir potansiyeli kaçıracak mıdır? Bunun değerlendirmesi yapılmış mıdır? "Helal akreditasyon işlemlerinde hangi somut sorunlarla karşılaştık ki piyasada kayba uğradık?" diyebileceğimiz yaşadığımız olaylar var mıdır? Bunların da değerlendirilmesinde fayda vardır. Kurumun hizmet ve danışmanlık alımında Kamu İhale Kanunu hükümlerine tabi olmaması hususu son günlerde, son yıllarda iktidarınızın çok fazlasıyla uyguladığı bir uygulama durumuna gelmiştir. Burada da aynı yol izlenmektedir. Kurumun mesleki kariyerle işe alınan personelinden ve özel sektör temsilcilerinden alınabilecek bilginin dışarıdan satın alınması uygulaması, devletteki tasarruf ve liyakat hedefini de ortadan kaldıracaktır. Bu kurum, AKP'li yıllarda kurumların önce ele geçirilmesi, ardından da başka cemaatlere yol verilmesi açısından, önünün açılması açısından, orada örgütlenmesi açısından da bir fırsat olacaktır. Geçmişte bunlar Türkiye'de yaşandı, bunun sıkıntılarını da şimdi yaşıyoruz.
Kamuda liyakatin yok edilmesi bu iktidarın en ciddi kusuru, devleti çöküşün eşiğine getiren hatasıdır. Şimdi, bu yeni kurumun uzman yardımcılığı işe alımında, sorulacak mülakat sorularında adayların İslam eğilimi, inancı, mezhebi, helal-haram gibi dinî konularda gerçekten sorgulama yapılacak mıdır?
Helal sertifikasının sadece gıdada değil, birçok sektörde işlem göreceğini düşünürsek, biraz önce söylemiş olduğum ana başlıklar ve onun dışındaki birçok başlıklar nezdinde verilecek bu sertifikanın Türkiye'de uygulaması nasıl yer alacaktır? Burada da tehlikeli bir durum ortaya çıkabilecektir.
Bu tasarının, özellikle iç piyasaya yönelik ürün ve hizmetleri son derece tehlikeli bir noktaya getireceğini düşünüyorum. Ürünün içeriği ve kalitesinden çok ambalajın öne çıkması, helal etiketine göre satış pazarlamanın öne çıkma ihtimali, piyasadaki adil rekabeti de ortadan kaldıracaktır. Şirketler üzerinden kurulacak sistem, kurum aracılığıyla düzenli takip edilmediği takdirde suistimallere de sebebiyet verebilecektir.
Tasarının 11'inci maddesinde geçtiği üzere, kurumun her türlü yardım, bağış ve geliri kabul edebilecek olmasının üzerinde önemle durulması gerekmektedir. Bunun her zaman kötüye kullanılabileceğini dikkate almamız gerekmektedir.
Ürününü dış piyasaya vermek isteyen firmaların helal sertifikasyonu olmadığı takdirde eş değer ürünlerle rekabeti zorlaşacaktır. İhracatı İslami helal parantezinden okumak, bunu finans sistemiyle ilerletmek ve helal ürün tartışmasını yurt içi piyasada sürdürmek, düzenli bir yapı oluşmadığı ve siyasal müdahaleler yaşandığı sürece, kanun gerekçesinde yazmayan sonuçları mutlaka doğuracaktır. Piyasada Hükûmete yakın firmaların, İslami kuralları ticari yaşamın merkezine oturtan yeni lobilerin oluşacağı, belli ürün ve hizmetlerde tekel oluşmasına zemin hazırlayacağını da göz ardı etmeyelim diyorum.
Değerli arkadaşlarım, biraz uzun oldu ama birkaç eleştiriyle bitirmek istiyorum. Şimdi, tasarının tamamı üzerinde çalışma yapılabilmesi için çok değişik konuları da içermesi nedeniyle bunun aslında kendi konuları içinde bir alt komisyon vasıtasıyla geniş bir çalışma yapılmasına ve yapılacak bu çalışma çerçevesinde yeniden bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç vardır.
Tasarının altı ana başlıkta ve konuda getirdiği, biraz önce saydığım gibi, gıda, kozmetik, tekstil, turizm, lojistik ve finans konuları ve başka konular da kendi başına önemli alanları teşkil etmektedir. Bunların ayrı ayrı değerlendirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Tasarının 5'inci maddesinde danışma kurulu oluşturulma şeklini ve isimlerini saymaktadır. Bu danışma kurulunda birçok temsilcinin eksik olduğu ve özellikle, ihtiyaçlar yönüyle, gıda yönüyle çok önem arz eden işte Ziraat Mühendisleri Odalarının, Gıda Mühendisleri Odasının, Tabipler Birliğinin ve başka birçok odanın da bu danışma kurulunun içine dâhil edilmesinin faydalı olacağını belirtmek istiyorum.
Bu tasarı esasen baktığımızda -biraz önce de kısmen bahsetmiştim- modern dünyadan bizi koparacaktır. Yani biz yüzümüzü ve gönlümüzü İslam devletlerine karşı, ülkelerine karşı çevirmek istiyoruz ve dış dünyaya ve başka ülkelere, Batı'ya karşı da bir farklı bakış, farklı bir duruş yaratacağımız bir yapıyı oluşturmaya çalışıyoruz. Özellikle gelişmemiş ülkelerle yani üçüncü dünya ülkeleriyle birlikte olacağımız bir yapıyı bu kurumla oluşturursak gerçekten gelecekte çok büyük sıkıntı çekebiliriz, yaşayabiliriz.
Bu düzenlemenin genel anlamda -iç piyasayı da- ihracat anlamında yapıldığı söyleniyor, daha çok ihracat yapalım isteniyor ama arkadaşlar, şimdiye kadar ihracatımızı bu alanda, bu nedenle zedeleyen ve daha az ihracat yaptık dediğimiz bir alanı bir sanayici olarak, bir ihracatçı olarak şimdiye kadar duymadım, bilmiyorum. Hangi alanlarda ne şekilde karşılaştığımız bir zorluk varsa bunu da Sayın Bakandan öğrenmek istiyorum? Dolayısıyla gelecekte bu yasa çıktığı takdirde, bu kurum oluştuğu takdirde artık ülkemizin içinde de sürekli haram-helal tartışmasının devamlı yapılacağı ve bu tartışma sonucunda da vatandaşların ayrışacağı ve farklı farklı bakışların, farklı farklı yaklaşımların oluşacağı ve böylelikle birçok insanın, bu yapı içinde olanların farklı görüşlerde, farklı taraflarda olması sebebiyle birbirinden alışveriş dahi yapmayacağı bir noktaya getirilecek bir yapının oluşacağını da belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bunların bir alt komisyonda değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmelerin çok açık, net ve kesin olarak yapılmak suretiyle ve çıkacak bir alt komisyon raporundan sonra bunun yeniden ele alınmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Bu tasarının geri alınarak, dediğim gibi geri çekilerek alt komisyonda görüşülmesinin bu işin daha detaylı, daha geniş bir şekilde ve ülkemizin hem geleceğine ilişkin hem ekonomisine ilişkin hem ihracatına hem de kalkınmasına ilişkin bir çalışma olacağını belirtmek istiyorum.
Beni dinlediğiniz için hepinize çok teşekkür ediyorum.
Daha doğrusu sabrınız için de teşekkür ediyorum.