KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanlar, değerli arkadaşlar; AFAD'la ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum. Tabii, AFAD'ı eleştiriyoruz biz, eksiklikleri söylüyoruz ama önemli çalışmalar yaptığını da teslim ediyoruz.

Sayın Bakan sunumunda çok önemli şeyler söyledi, yapılan planlamaları, stratejik eylem planlarını filan söyledi. Bunlar güzel laflar, bunların bir kısmının da yapıldığına şahit oluyoruz. "İl Afet Müdahale Planları" dedi ama Sayın Bakanım, gerçekten bunları denetliyor musunuz? Ben Doğu Karadeniz Bölgesi'nde sel ve heyelan afet yerinde bulundum, kendim de buna maruz kaldım. İnanın, bir kriz yönetimi olmadığı, elleri ayaklarına dolandığı... Dünya kadar iş makinesi geldi, kim nerede nasıl kullanacak, yapamadı, büyük sıkıntı yaşandı ilk bir hafta içinde. Diğer afetlerde de muhtemelen böyle oluyor, buna dikkat edilmesi gerekir diyorum. Bir de o gelen iş makineleri filan çok ayrımcı bir şekilde, işte bizim muhtar, onun muhtar, onun şeyi, böyle kullanılıyor. Bu konulara dikkat edilsin.

Sayın Paylan'ın söylemiş olduğu iki konu benim notlarımda da var, altını çizerek geçeceğim afet meselesini. Bu depremle ilgili, gerçekten, bu sorunlu, depreme dayanıklı olmayan eski bina stokuyla ilgili özellikle rant olmayan alanlarda herhangi bir proje geliştirilmiş değil. İstanbul'un öyle semtleri var ki, biliyorsunuz yani orman gibi giriyorsunuz, çıkamıyorsunuz, oralarda hiçbir şey yapılmadı, yapılacağına dair de hiçbir şey yok. Allah korusun, bir büyük depremde -arkadaşlar da ifade ettiler- toplanma alanları da yok, başka şeyler de yok, büyük sıkıntı var. Bu konu o insanların bütçesiyle ve mevcut yasalarla halledilebilecek bir konu değildir. Bu alanda geniş kitlelere afet dönüşümü yapılabilmesi için mutlaka bir şekilde bütçeden kaynak bulunması gerekir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bozdağ sunumunda Cumhurbaşkanlığı sistemine girdi ve şunları söyledi: Türkiye Cumhuriyeti devletinde siyasi istikrarı sistemin zorunlu ögesi hâline getirmek ve kalıcı kılmak, iktidarın oluşumunda ve değiştirilmesinde yegâne söz sahibi olarak halkı kılmak, Türkiye'nin sürekli güçlü iktidarlar tarafından yönetilmesini sağlamak filan devam etti gerekçe olarak. Tabii istikrar yönetim için gerekli bir şeydir yani buna hiç kimse itiraz etmiyor ama gerçekten, daha başka şeyler feda edilerek sağlanan istikrarın da hiç kimseye bir anlamı yok. Bakın, iki tane anlayış var burada. Bir tanesi, istikrar filan denilerek işte halk seçecek diyor, 50+1 olacak diyor, 50+1 almayanlar yönetimde söz sahibi olmayacak; böyle cümleler söylüyorsunuz. Bu, çoğunlukçuluktur değerli arkadaşlarım, çoğunlukçuluk. Zaten işte sürekli "tek" kelimesini kullanıyorsunuz, tekten tekliğe gidiliyor; "bir" kelimesini pek kullanmıyorsunuz, birlik. Oysa bizim toplumumuz gerçekten çok kültürü olan, çok gelenekleri olan, farklı toplum kesimlerinin bir arada yaşadığı, yüz yıllardan beri böyle bir toplum.

Koalisyonun kötü olduğuna dair bir batıl inanç yayılıyor. Koalisyon kötü filan değil, bizim toplumumuz için, özellikle böyle parçalı bir toplum için koalisyon öyle kötü bir şey değil. O nedenle bu sürekli teklikten birliğe geçmek gerekiyor. Birlik demek, o birliğin içinde var olan farklılıkları dikkate almak, onlarla birlikte yönetmek, onların hakkını, hukukunu gözetmek demektir değerli arkadaşlarım.

Şimdi, buradan Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı -biraz evvel Sayın Kuşoğlu ifade etti- 15 Temmuzdan sonra bir şûra toplayarak önemli kararlar aldı. "Ondan önce o kararları niye almadı?" diye sordu, sanıyorum onun cevabını siz vereceksiniz.

Değerli arkadaşlarım, Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili sunum yaparken Sayın Bakanımız sürekli olarak sahih dinî bilgiye değindi. Kim şey yapacak? Diyanet İşlerinin görevi sahih dinî bilgi, en doğru olan dinî bilgiyi... Yani bir heyet çıkacak, özellikle devletin bir kurumu çıkacak, devlet adına "Sahih, doğru olan bir bilgi budur." diyecek ve bunu devletin yine araçlarıyla, gereçleriyle, imkânlarıyla, bütçesiyle insanlara anlatacak. İşte bu, tekçilik anlayışından başka bir şey değildir. Bu, yanlıştır değerli arkadaşlarım. Bir yerden, bir yanlışlıktan kaçarken başka bir yanlışlığa evrilmemek gerekiyor, bugün yapılan şey odur.

Bakın, Diyanet İşleri Başkanlığının hemen 15 Temmuzdan sonra toplamış olduğu şûrada alınan kararlar var. Bak, bunlardan bir tanesi "FETÖ sahte bir mehdi hareketidir." diyor değerli arkadaşlarım. Peki, sahte olmayan mehdi hareketi hangisidir Sayın Bakanım? Bana birisi gelsin, söylesin "Bu sahte olmayan mehdi hareketidir." Bakın, iki tane havza var, iki tane gelenek var İslam tarihinde. Bunlardan bir tanesi, bir tane hadis olduğu rivayet edilen bir cümle: "Ümmetim gelecekte 72 parçaya, fırkaya ayrılacak. Bunlardan bir tanesi haktır, diğerleri batıldır." Türkiye'de bütün fırkalar, cemaatler, dünya kadar grup "Ben hak olanım, diğerleri batıldır." diyor. Şimdi, bir tanesi devleti, Diyanet İşlerini yönetecek, kendisini hak ilan edecek ve bunu devlet gücüyle, devletin imkânlarıyla insanlara dayatacak, diğerleri batıl mı olacak? Oysa İslam tarihinden gelen, bu dinin içinden gelen bambaşka bir havza daha var. Bak, mezhep imamlarından Ebu Hanife Hazretleri şöyle bir şey söylemiş: "Ben bu konuda böyle düşünüyorum ve bunun doğru olduğuna inanıyorum ve bu şekilde de davranıyorum. Yanılabilirim de, başkalarının söyledikleri de doğru olabilir." Şu dehşet, şu şeye bakın yani ne büyük bir laf, ne büyük bir çoğulculuk, özgürlükçülük. "Ben böyle anlıyorum, böyle davranıyorum." Devletin bunu sağlaması gerekiyor. Bakın, FETÖ çıktı, büyük bir yıkım yaşadık, hayal kırıklıkları yaşadık ama o sahte mehdiydi, diğerleri? Diğerleri nedir? Kim karar verecek? Devlet mi karar verecek ya da başka kim karar verecek? Gücü elinde tutanlar mı karar verecek? İktidar mı karar verecek sahte olduğuna? Mehdi düşüncesini tartışabiliyor mu? Yukarıda da diyor ki: "Hiç kimse kayıtsız, şartsız kendisine bağlılığa çağıramaz." Çelişkilere bakın.

Değerli arkadaşlarım, eğer biz gerçekten çoğulcu, özgürlükçü bir yaklaşımla bütün bunları ele alamazsak zarar ederiz, bugün yaşadıklarımızın daha beterlerini yarın yaşayabiliriz. Burada devletin görevi, devlete bağlı olan kurumların görevi, suç işlemesini önleyecek, şiddet kullanmasını önleyecek, bir grubun başka bir gruba baskı uygulamasını önleyecek, devlet bütün dinlere, inançlara, mezheplere ve yorumlara eşit bir şekilde davranabilecek, onların kendilerini güvende hissetmelerini, özgürce düşüncelerini ifade edebilmelerini sağlayacaktır. Niye korkuyorsunuz? Yanlışlıklardan kaynaklandı, dini istismar etti bu gruplar, siyaset de istismar etti. Niçin sizin on beş senelik döneminizin on senesi, on iki senesi bu FETÖ tarihinin en büyük atılımlarını yaptı? Göz yumdunuz, öyle gerekiyordu, yardımına ihtiyacı vardı. Siyaseten bütün bunları göreceksiniz, yoksa bir yasakçılıktan, bir yanlıştan bir başka yanlışa evrilirsek hata olur.

Sayın Paylan ifade etti, "Bizim bütçemizden, bizden para alıyorsunuz ama bize -kendisi Ermeni- bu bütçeden herhangi bir şey ayırmıyorsunuz. Bu olmaz." diyor. Haksız mı? "Hakkımı helal etmiyorum." diyor. Haksız mı? Helal midir, bu imamların bu şekilde Garo Paylan bunu söyledikten sonra alacakları maaş helal midir gerçekten değerli arkadaşlar? Gerçi helale, harama ne kadar bakılır, bilmiyorum. Diyanet şeyinde milyonlarca, yüz milyonlarca faizden alınan para var. Bunlara dikkat edilmesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, birçok kurum var, çok kısa da zamanımız var, biraz sonra Başkan uyaracak, bana da takmış durumda. Ben esasen İnsan Hakları Kurumuyla ilgili konuşmak istiyorum, ondan sonraki zamanımı... Sanıyorum, bir on dakika daha bana zaman verecek.

BAŞKAN - Taktım.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Değerli arkadaşlarım, insan haklarını savunmak çok zor bir şeydir. İnsan hakları ihlalleri genellikle kriz durumlarında, çatışmalarda, olağanüstü hâllerde artar ve insan hakları savunucularına da, gerçek insan hakları savunucularına da öyle zamanlarda iş düşer, herkes gider. Ben hayatımı insan haklarını savunmayla geçirdim, değişik dönemlerde yaşadım.

28 Şubatı yaşamışsınızdır hepiniz değerli arkadaşlarım ve bugün hapse attığımız, işte kendilerini teröre hizmetle filan suçladığımız... Sayın Cumhurbaşkanı, daha insanları yargılamadan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - ...daha gözaltındayken insanları sanki yargılanmış, cezalarını almış, mahkûm edilmiş gibi yap. Hâlbuki o insan hakları savunucuları 28 Şubatta tek tek din dolayısıyla baskı gören insanların haklarını savunuyordu, başörtülülerin haklarını savunuyordu, sizin kapatma davanız sırasında sizin yanınızda yer almıştı değerli arkadaşlarım. İnsan hakları savunucusu olmak çok zor bir şeydir; bir tarafta devlet, bir tarafta örgüt, bir tarafta o, bir tarafta bu var. Böyle bir ortamda gerçekten ayrım yapmadan, kim olursa olsun ayrım yapmadan -ki insan hakları ihlalleri genellikle devletten, güçten, kurumlardan geliyor- onların yanında yer alıyorsunuz, devletin mücadele ettiği ekibe, gruba, terör örgütüne sizi yazıyorlar değerli arkadaşlar; çok riskli bir şeydir, hedef gösteriyorlar. İçişleri Bakanlığı bütçesini konuşacağız, İçişleri Bakanı ikide bir çıkıyor milletvekillerini, insan hakları savunucularını hedef gösteriyor. Böylesine bir ortamda insan haklarını savunmak çok zordur.

Bakın, bugün, esasen temelde insan haklarını devlete bağlı, devletten bütçe gelen kurumlar savunamaz, edemez. Nitekim Türkiye yıllardan beri bunu deniyor; bakanlıklar kurdu, başkanlıklar kurdu, kurumlar kurdu, şimdi de geldi Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunu kurdu ama bunların aracılığıyla insan hakları temin edilemez, yapılamaz. Bakın, insan hakları örgütlerinin -ki bunlar gerçekten uluslararası alanda da son derece yetkin örgütlerimizdi, söz sahibi örgütlerimizdi- hepsini karaladık, yok ettik, etkisiz hâle getirdik. İnsan Hakları Derneğinin, İnsan Hakları Vakfının durumu ortada; MAZLUMDER'İ paramparça ettik, böldük, parçaladık, şimdi devlet eliyle şey yapacağız.

Peki, İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu olarak -Sayın Başkanımız burada- Sayın Başkan, gerçekten siz görevinizi yapıyor musunuz? İnsan haklarının korunmasına, geliştirilmesine, ihlallerinin önlenmesine yönelik çalışmalar, işkence ve kötü muameleyle mücadele etmek, ayrımcılıkla mücadele etmek, şikâyet ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip etmek, insan hakları sorunlarının çözüme kavuşturulması doğrultusunda girişimde bulunmak vesaire. Ya, sitenize bile girilemiyor, onarımda, siteniz yeniden kuruluyor. İnsan hakları ihlalleri şikâyetlerini bile değerlendirmeye almıyorsunuz, nasıl bir insan hakları kurumusunuz, gerçekten soruyorum size. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu bugüne kadar ne yaptı, gerçekten bir şey söyleyebilir misiniz? Türkiye, döneminin en önemli, en yoğun insan hakları ihlallerini yaşadığı bir dönemden, bir tarih diliminden geçiyor değerli arkadaşlarım. Tabii çok büyük sıkıntılarınız var; her tarafa nüfuz etmiş, son derece kanlı bir darbe girişiminde bulunan büyük bir örgütle mücadele ediliyor, doğrudur, bu ayrı bir şey, buna hiç kimse bir şey demedi ama dünya kadar da insan hakları ihlalleri oluyor değerli arkadaşlarım. Ceza evlerinde oluyor, dışarıda oluyor, işte, 600-700 bebek içeride, o şikâyet ediyor, hâkim, savcı hemen tutukluyor. Dünya kadar sıkıntı var. TMSF'den söz ettik, dünya kadar mal müsadere edildi, el konuldu; bunlar neydi, ne değildi? Mahkeme kararları henüz yok ortada. Mahkeme kararları olmadan el konuldu, nasıl bir hukuk sistemi? Mahkeme kararı henüz yok ortada yani insanların yargılanıp gerçekten suçlu olduklarına dair bir şey ortaya çıkmadan el konuldu. Peki, İnsan Hakları Kurumu nerede, İnsan Hakları Kurumu ne yaptı, ne ediyor değerli arkadaşlar?

Bakın, bu zaman, devran döner, döner yani bu arkadaşlar. Yarın herkes bunlara ihtiyaç duyar. Ben çok iyi hatırlıyorum Balyoz ve Ergenekon günlerinden, bu FETÖ falan diye içeri atılan o kesimlerin, o gazetelerin, o televizyonların ağızlarından köpükler akıyordu, atıyorlardı, öyle müthiş bir güç zehirlenmesine kapılmışlardı, asıyorlardı, kesiyorlardı, herkese onlar yapıyordu, böyle sinek gibi... Ne oldu? Adalet ve özgürlük budur. Bir arkadaşımız ifade etti, gerçekten Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti artık son şeylerini de kaybediyor, bir daha kendisini gözden geçirmek durumundadır. Türkiye'nin ekonomisini de hak ve özgürlüklerini de uluslararası ilişkileri de iç barışımızı da OHAL'le, tekleştirerek sağlayamayız. Çoğulculuk çoğulculukla, herkesin hakkını hukukunu teslim ederek... İyi yoldaydınız değerli arkadaşlar, güzel şeyler yaptınız, teslim ediyorum, niye vazgeçtiniz? Güzel şeyler yaptığınızda her şey de güzel gidiyordu, ekonomi de güzel gidiyordu, böyle çırpınmıyordunuz; niye böyle bir şeyin içine girdiniz? Yani "İktidar için." falan diyorsunuz ama ülke gidiyor, duvara tosluyoruz hep beraber, gerçekten duvara tosluyoruz. Onarılmayacak yaralar açılıyor insan vicdanlarında. Bunları nasıl onaracaksınız, nasıl telafi edeceksiniz, merak ediyorum değerli arkadaşlar. Bizim yaptığımız eleştiriler yani ille de böyle iktidarı eleştirelim, onlara vuralım, zor duruma düşürelim falan değil, gerçekten çırpınıyoruz arkadaşlar. Bu söylediklerimizi çığlık olarak alın. Bu ülke bizim ülkemiz. Çocuklarımız var, torunlarımız var, geleceğimiz var. İnsanların büyük çoğunluğu bu ülkede bir gelecek görmüyor, bunu fark etmemeniz mümkün değil değerli arkadaşlarım ya, ben sizi tanıyorum; tek tek gündelik hayatta son derece vicdanlı, adil davranabilen insanlarsınız ya. Bunları görün arkadaşlar ya, hiçbir iktidarla mukayese edilmez, bunların hepsi gelip geçicidir. Tarihe şöyle bir bakın değerli arkadaşlar, padişahlara, sultanlara bakın, ne oldu? Hiçbir şey olmadı. Dolayısıyla bütün bu vebal, sorumluluk sizde değerli arkadaşlarım, bizde değil, biz muhalefetiz. Düşman da değiliz, niye düşman olalım ki yani? Gerçekten samimi bir şekilde uyarıyoruz sizi, kendinize gelin ve bu ülke için bu gidişiniz gidiş değil, bu gidişi değiştirin diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Çam, buyurun lütfen.

Değerli arkadaşlar, geride 10 konuşmacımız daha var yani zamanı ona göre kullanırsanız yarın sabah onda da diğer programımız başlayacak.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Onu on bir yaparız.