KOMİSYON KONUŞMASI

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, kıymetli bürokratlarımız, değerli basın mensubu meslektaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakanım, öncelikle önemli bir görevi, vatanın korunması, savunmasına yönelik önemli bir görevi icra ediyor Bakanlığınız, Bakanlığınıza mensup güvenlik güçlerimiz ve bu görev sırasında terörle ve diğer tehditlerle mücadele sırasında hayatını kaybeden şehitlerimize rahmet, yaralanan gazilerimize de hem şifa hem de bundan sonraki hayatlarında sağlık diliyorum. Onların çalışmalarına, güvenlik güçlerimizin terörle ve ülkemizin karşı karşıya kaldığı diğer tehditlerle başa çıkma konusundaki çalışmalarına her zaman hem bu Komisyon hem bu Meclis katkı yapmıştır, bundan sonra da yapacaktır. Bütçenizin de baştan hayırlı olmasını diledikten sonra birkaç hususu dikkatinize getirmek isterim.

Partinizin kuruluş döneminde -belki siz o dönemde yoktunuz, muhaliftiniz ama- AKP'nin kuruluş döneminde hafızalara kazınan iki temel söz dizisi vardı: Bunlardan birincisi güvenlik-özgürlük dengesi dengesiydi, diğeri de işkenceye sıfır

tolerans konusuydu. Her iki noktadan da aradan geçen sürede belli bir oranda aşınma söz konusu. Şöyle ki: Güvenlik-özgürlük dengesi özgürlükler aleyhine kayda değer bir ölçüde bozulmuş durumda. Nereden başlayalım? Örneğin, 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin ardından "20 Temmuz OHAL darbesi" olarak tanımladığımız KHK süreciyle birlikte, Türkiye demokrasiler liginde irtifa kaybetti. Yüz bini aşkın kamu personeli neden ihraç edildiklerini bilmeden, iddialara karşı savunma yapamadan kendilerini terör örgütü üyesi ya da terör örgütüne iltisaklı oldukları iddiasıyla kapının önünde buldu. Elbette ihraç edilen personelin bir bölümünün 15 Temmuz darbe girişimine katıldığı ya da darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ'yle bağı olduğu açık. Ana muhalefet partisi olarak ihraç edilen personelin tamamını sahiplendiğimiz gibi bir sonuç ortaya çıkmasın. Ancak "hukuk devleti" ilkeleri göz ardı edilerek yapılan işlemler, demokrasiyi zedelemekten başka hiçbir işe yaramamakta. Örneğin, sizde de var bu veri, 101.243 başvuru yapıldı OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna. Karara bağlanan dosya sayısı ise şu ana kadar sıfır Sayın Bakan.

Darbe girişimi 15 Temmuz 2016'da yaşandı, bugün itibarıyla tam on altı ay geçmiş durumda. Kapının önüne koyduğunuz bu insanlara, kapattığınız bu derneklere, yayın kuruluşlarına, gazetelere, sadece tek bir seçenek tanıdınız, "Bu komisyona başvurun." dediniz. Komisyonu 23 Ocakta kurdunuz, başvuru almaya 17 Temmuzda başladınız, başvuru süresi 14 Eylül'de doldu. Bir tek başvuru karara bağlanmış değil. Şu an komisyonun başkanı dahi yok. Bu insanları sivil ölüme mahkûm ettiniz âdeta.

Yaşıyorlar ama pasaportlarına el konuldu, iş bulamıyorlar, mal varlıklarına el konuldu. Özgürlük-güvenlik dengesi bozuldu derken bunu kastediyorum. Bu komisyonun karar vermediği her gün insan hakkı ihlalleri de artmakta. Artık kamuoyu vicdanı iktidarınızdan, partinizden bu komisyonu bir an önce çalıştırmanızı ve bu insanların yargıya erişiminin önünün açılmasını bekliyor. Öyle ki ihraç ettiğiniz personeller arasında haklarında soruşturma dahi olmayan insanlar da var. Bu da önemli bir çelişki.

OHAL KHK'larına dayanarak binlerce insanları terör örgütüne iltisaklı oldukları iddiasıyla kamudan çıkarıldı. Kimler var? İşte Profesör Doktor İbrahim Kaboğlu. Mesela Veli Saçılık, biliyorsunuz bir kolunu cezaevi operasyonu sırasında yitirmişti, kamu çalışanıydı. Benzer şekilde Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevlerine başladıkları gerekçesiyle tutuklandılar, ihraç edildikten sonra aylardır herhangi bir işlem yapılmamıştı, açlık grevine başladıktan sonra tutuklandılar.

Diğer bir konu da, bahsettiğim işkenceye sıfır tolerans... Bu konuya geçmeden önce, bir kere daha -sizin Nuriye ve Semih konusundaki açıklamalarınızı biliyorum ama- onların komisyonda başvurularının bir an önce değerlendirilmesi ve hem sağlıklarına hem işlerine kavuşmalarının önünün açılması konusunda Hükûmetinizin adım atması yönündeki çağrımızı yinelemek isterim.

İşkenceye sıfır tolerans konusunda, işkence sadece Filistin askısı değil Sayın Bakanım, köylülere dışkı yedirmek değil, geçmişte ülkemizde maalesef görmek zorunda kaldığımız, haklarındaki iddiaları insanlardan saklamak da bir nevi kötü muamele, işkencedir, gözaltına aldığınız, tutukladığınız insanları avukatlarıyla görüştürmemek de işkencedir, cezaevindeki insanlara mektup yasağı getirmek bir nevi kötü muameledir, eşi hapiste olduğu için birinin pasaportuna el koymak, çocuklarının yurt dışına çıkışını yasaklamak bir nevi işkencedir.

20 Temmuz günü üç aylığına ilan ettiğiniz ve "Üç ay bile gerekmeyebilir." dediğiniz OHAL düzenine artık bir son verilmesi, ülkemizin olağan hâle geçmesi gerekmektedir Sayın Bakan.

Değinmek istediğim bir başka konu da, Partinizin Genel Başkan Vekili ve Sayın Başbakan Binali Yıldırım'ın kullandığı ama Hükûmetinizin diğer yetkilileri tarafından ve yine, 16 Nisan referandumunda tarafsız kalmak yerine bir tercihin kampanyasını yürüten Sayın Cumhurbaşkanı -aynı zamanda Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanıdır referandum sonrasında- Erdoğan'ın çok kullandığı bir söylem, o da "İnşallah Evet Çıkacak, Terör Örgütü Bitecek" şeklindeki söylem. Benzer ifadeleri biliyorsunuz referandum sürecinde duyduk. Yine, partiniz sözcüleri 1 Kasım seçimleri sürecinde de kullanmıştı.

Terör örgütleri bitti mi Sayın Bakan? Sadece son bir ayda 35 şehit verildi, 16 Nisan'dan bu yana ise 120'nin üzerinde şehit verildi. Terörü bitirebilmek için doğru bir reçeteye ihtiyaç var. Sizde ise maalesef bu yok. Bunun reçetesi, toplumsal uzlaşıdır. Gelin terörü hep birlikte, Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun söylediği gibi bu çatı altında birlikte çözelim. Parlamentoda grubu bulunan dört siyasi partinin temsilcileri bu sorunu çözebilecek kabiliyettedir. Bu noktada Sayın Genel Başkanımız inisiyatif de almış ancak Sayın Erdoğan tarafından bu el geri çevrilmişti. Bir açılım süreci başlattınız ve terör örgütleri bu süreçten maalesef güçlenerek çıktı Sayın Bakan. Bu sorunun sadece operasyonlarla çözülmeyeceğini birçok siyasetçi söylüyor ama sadece siyasetçiler değil, biliyorsunuz geçmişte Genelkurmay Başkanlığı yapmış isimler de bunu sık sık ifade ettiler. O yüzden, tabii ki birinci şart silahların olmamasıdır yani ama bu sorunun çözümü mutlak surette demokrasiden geçmektedir. İktidara geldiğinizde sadece bitme noktasında bir PKK'yla mücadele ediliyordu, şimdi FETÖ ve IŞİD'le mücadele de buna eklenmiş durumda.

Sayın Bakanım, kamuoyunda epey konuşulan bir konuda da eğer bizim aracılığımızla kamuoyunu bilgilendirirseniz memnun olacağım, o da bu kamu çalışanlarına yurt dışı çıkış yasağı. Bunların aralarında belediye başkanları da bulunuyor biliyorsunuz. Bu konuda geçtiğimiz günlerde uygulamada yeni bir esnemeye geçildi. Aslında bu sıkıntı yaratan bir uygulama çünkü örneğin, bir belediye başkanımızın hangi partiden olursa olsun yurt dışına çıkış yasağı varsa, yurt dışından bir toplantıya davet edildiğinde, bunu oraya izah etmesi çok güçtür. Yani "Benim ülkemde İçişleri Bakanlığı benim yurt dışına çıkmama izin vermiyor." dediği anda zaten Türkiye'de demokrasi, Türkiye'de hukuk devleti konusunun bir şekilde tartışılmasına vesile olmaktadır. Yani biz tabii ki ülkemizi şikâyet etmeyiz, etmiyoruz ve sorunlarımızı burada çözeceğimize inanıyoruz ama doğal olarak bir belediye başkanı "İçişleri Bakanı benim ülkeden dışarıya çıkmama izin vermiyor." dediğinde bu konu otomatik olarak o uluslararası ortamda açılmaktadır. Bu konuda son noktada sadece kamu çalışanları mı? İşte, mesela gazetecilerin gri pasaportu vardı, onlar da Basın Yayın ve Enformasyondan bildiğim kadarıyla yazı alarak çıkabiliyorlar son süreçte, 15 Temmuz sonrasında. Bu konuda bir açıklama getirirseniz sevineceğim.

Terör örgütünün kontrolü altında olduğu iddiasıyla 80'i aşkın belediyeye kayyum atandı. Sunumunuzda bunlardan bahsettiniz. Belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri tutuklandı. Şimdi, bu konuda, şöyle yani sadece kayyum atayarak... Siz örnekler verdiniz, dediniz ki: İşte, yatırımlar şöyle arttı bu ilçelerde, illerde vesaire ama bu bir çözüm değildir yani hukuk devletinde çözüm, kriz olan bir yere, hele demokratik yoldan seçilmiş bir başkanın olduğu bir yere sadece kayyum atayarak sorunları çözmenin sonu bütün ülkeye kayyum atamaktan geçer ama bu değildir olması gereken. Bizim yasalarımızda aslında bunun yolu vardı, eğer belediye başkanı bir suça karışmışsa onunla nasıl mücadele edileceği ve gerekirse görevinden alınma mekanizmaları vardı. Yani sonsuza kadar kayyum atayarak bu sorunu çözemeyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

(Oturum Başkanlığına Başkan Vekili Mehmet Şükrü Erdinç geçti)

BAŞKAN - Sayın Çakırözer, lütfen tamamlar mısınız.

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Tabii, bitiriyorum.

Parti olarak, Sayın Genel Başkanımız da bunu ifade etti; kayyum atanan belediyeler ile Genel Başkanınız Sayın Cumhurbaşkanı tarafından istifaya zorlanan belediyelerde gelin seçim yapalım. Bundan bahsetmişken bu istifaya zorlanan belediyelerle ilgili de bize sunumunuzda en azından -benim belki gözümden kaçmış olabilir- bir açıklama yapmadınız. Haklarında hangi iddialar vardı, bir hukuk devletinde seçim olmadan ya da yargı yolu olmadan bir belediye başkanının bu şekilde istifaya zorlanmasını İçişleri Bakanı olarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz? O konuda da bizleri bilgilendirirseniz sevinirim.

Son olarak, ülkemiz IŞİD başta olmak üzere radikal örgütlere mensup savaşçıların Suriye'ye, Irak'a geçiş güzergâhında bulunmaktadır. Özellikle Batı'dan Suriye'ye geçmek isteyen bu yabancı savaşçıların Türkiye üzerinden örgüte katıldığı tespitleri yapılmaktaydı. IŞİD'in Suriye ve Irak'ta büyük bir mevzi kaybettiği ve bu savaşçıların yeniden Türkiye rotasını izleyerek ülkelerine dönecekleri ve bir bölümünün Türkiye'de kalacağı iddialarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani güney sınırımızdan Türkiye'ye bu türden terör örgütü üyesi girişinin arttığına yönelik bir tespitiniz var mı? Bunun çözülmesi için önlemleriniz nelerdir?

Bireysel silahlanmada olağanüstü ölçülerde bir artışla karşı karşıyayız. İnsanlarımız gayet rahat bir şekilde öldürülebilmekte. İşte, 17 yaşındaki Helin Palandöken cinayeti bunun son örneği. Kamuoyu bu noktada tatmin edici bir önlem paketi bekliyor. Acaba -yine sunumunuzda dikkatimden belki kaçtıysa özür dilerim ama- bu konuda İçişleri Bakanlığı olarak bir çalışmanız olacak mı? Olması gerekmekte aslına bakarsanız. Gerçekten her birimizin, 80 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının böyle rastgele kurşunlarla öldürülmesinin yolunu kapatmamız gerekmekte.

İstatistiklerden bahsettiniz, benim elimde de bir istatistik var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Trafik kazalarını söyleyip bitireyim.

BAŞKAN - Sayın Çakırözer, buyurun.

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Tabii.

Partiniz iktidarında trafik kazası sayısında olağanüstü bir artış gözlenmekte. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı istatistikleri dikkate alındığında, partinizin iktidara geldiği 2002 yılında 439.777 kaza olurken bu rakam 2016 yılında yüzde 168 artarak 1 milyon 182 bin 491'e çıkmış gözükmekte. Benzer şekilde, trafik kazalarında yaşamını yitiren vatandaşların sayısı da aynı süreçte yüzde 78 artışla 4.093'ten 7.300'e yükselmiştir. Bu konuda, yolların daha güvenli hâle getirilmesi konusunda sizin Bakanlığınıza düşen noktalar bulunmakta mıdır?

Teşekkür ediyor, bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.