| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Dışişleri Bakanlığı b) Kültür ve Turizm Bakanlığı c) Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ç) Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü d) Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 16 .11.2017 |
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında Sayın Bakanımıza ve Dışişleri Bakanlığının değerli mensuplarına hoş geldiniz der ve Dışişleri Bakanlığının bütçesinin hayırlı olmasını temenni ederim.
Sayın Bakan, konuşmanızda büyük bir ufuk turu yaptınız. Zaten dağıtılan belge de, bugün, şimdi, biraz önce aldığımız belge de bu ufuk turunun hangi faaliyetlere tekabül ettiğini göstermektedir. Onun için gerçekten büyük gayretler, büyük himmetler sarf edildiğine inanıyorum. Fakat konuşmanızın bir bölümünde Afrika'daki bütün ülkelerde, ikisi hariç, sefaret açtığımızı ifade ettiniz yani Afrika'da, bütün şeylerde ve böylece rakamları da verdiniz, şimdi bakmak istemiyorum. Yani sefaretlerin sayısının artırılması, dış politikada müessiriyetin artması manasına gelir mi? Ve o yan yana komşu olan ülkeler, küçük ülkeler içerisinde, her bir tanesinde sefaretin açılması ne ölçüde rantabldır ve bizim dış politikamıza hizmet etmektedir?
Bir örnek olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine üyelik için iki defa müracaat ettik. Birincisinde başardık, ikincisinde başaramadık. İkincisinde, sefaretimiz olan, temsilciliklerimiz olan ülkelerin sayısı birincisine nazaran çok daha büyüktü. Fakat orada, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda aldığımız destek çok düşmüştü, 60'a inmişti. O bakımdan, orada, acaba yani sizin o paraları başka bir faaliyette harcamanız daha rantabl olur mu, olmaz mı?
Bu genel mülahazadan sonra maruzatımı iki eksende arz edeceğim. Birisi Avrupa Konseyiyle ilgili, ikincisi Orta Doğu'yla ilgili ve son olarak da Sayın Başkan, acaba, biz bu Orta Doğu'da Türkiye olarak, ülke olarak nasıl bir yaklaşımla daha faydalı olabiliriz, bizim tarihî rolümüze, ağırlığımıza daha uygun, yakışan bir şey yapabilir miyiz?
Şimdi, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi ki siz bunun çok başarılı bir şekilde başkanlığını yaptınız... 1997'de resmî adı Avrupa Konseyi Üye Ülkelerce Yükümlülük ve Taahhütlerin Yerine Getirilmesi Komisyonu olan ve kısa adıyla Denetim Komisyonu diye bilinen komisyona ülke olarak Türkiye, Arnavutluk, Bulgaristan, Hırvatistan, Letonya, Moldova, Rusya, Slovakya, Makedonya vesaire 1967'de bunlara biz dâhil edildik ve monitör ve denetim altına alındık 1997'de. 1997'den 2004'e kadar bu sürdü. 2004'te bu denetimin dışına çıktık, ikinci safhası olan denetim sonrası diyalog oldu. Bu da 2017'ye kadar sürdü. Derken 2017'de Nisan ayında bizi tekrar denetime koydular. Yani yirmi sene içerisinde biz böyle bir fasit dairenin içerisinde dolaşmış olduk.
Şimdi, elbette Avrupalıların bizim hakkımızdaki İslamofobik, Türkofobik tavırları, hedeflerinde çakışma vesaire, bunların hepsini görüyoruz fakat yani biz eğer bu kulübe üye olduysak ve bu kulübün Genel Asamblesinin Başkanlığını bizim değerli bir diplomatımız, değerli bir devlet adamımız yürüttüyse bu kulübün şeylerine biraz uymamız lazım. Şimdi, yirmi sene daha bekleyeceğiz. O hususta ne düşünüyorsunuz, Bakanlığımız ne düşünüyor? Artık bu ikinci sınıf, üçüncü sınıf kategorisinden nasıl çıkacağız? Acaba bunun sorumluluğu sırf onlarda mı, bizde yok mu falan, birinci husus bu.
İkinci husus, Suriye'yle ilgili, Irak'la ilgili hususlardır. Mesela, Suriye'yle ilgili, şimdi, Sayın Numan Kurtulmuş'un çok güzel, hoşuma giden bir sözü vardır dış politikamızla ilgili. Diyor ki: "Esas dış politikada 'dream politics' değil, 'real politics' yani hülya, rüya politikaları değil gerçekliğe dayanan politika." Şimdi, biz görüyoruz ki Suriye'yle ilgili bunun bir başlangıcı var ve bu başlangıçta düşürmesini hedef ettiğimiz Şam rejimini, merkezî hükûmeti muhatap almaya başladık ki başka çaremiz de yoktur, doğru olan budur. Yani 2013'ten bugüne kadar bence çok şey kaybettik millî menfaat açısından, eğer ölçü millî menfaatse.
Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı son ziyaretten sonra yani Rus zirvesinde, orada şöyle denildi: "Gelinen noktada, Suriye'de siyasi çözüme odaklanabileceğimiz bir zemin oluştuğu hususunda mutabıkız." Yani kim mutabık? Türkiye, Rusya mutabık, böyle bir zemin var. Bu zeminin içerisinde kim var? Şam var. O zaman biz Şam'la görüşeceğiz, mecburuz bunu yapmaya. Fakat bunu da daha kolaylaştırmak lazım yani tabii biz açık olan bilgiler üzerinden inşa ediyoruz değerlendirmelerimizi. Acaba bunun ötesinde ne var?
Şimdi, bu zemin içerisinde Astana anlaşmaları Cenevre'ye gidecek, Cenevre'de bağlanacak ve bizim için Lozan neyse onlar için Cenevre o olacak herhâlde. Şimdi, bu arada Sayın Putin dedi ki: "Halklar kongresi toplanacak." Biz ona dedik ki Türkiye olarak: "Olmaz." O da dedi ki: "Millî diyalog." Biz acaba ne dedik, onu bilmiyorum. Sonra, bu Astana'dan çıkan taraflar, Astana'da mutabakatı sağlayacak olan taraflar kimdir? Cenevre'ye kimler katılacaktır ve bizim Şam rejimiyle olan münasebetimiz ne olacaktır? Bunları nasıl açacağız?
Yine, Suriye'yle ilgili olarak şunu söylemek istiyorum: İran Şam'ın güneyinde, Kisve'de bir üs kurmuştur. İran, Halep'te bir füzeler şeyi -çok özür diliyorum, iki gecedir uyumuyorum, seyahat hâlindeydim- füze fabrikası kurmuştur. Halep bizim için "nex door." Kisve, yine uzak değil ve bu söyledikleri hilal teşekkül ediyor yani İran, Irak, Halep, Şam ve Şam'dan sonra Lübnan sınırına, oradaki Hizbullah'la beraber böyle bir hilal teşekkül ediyor. Bu, bizim güneyimizde. Dengeler değişiyor, yeni haritalar mevzuubahis oluyor ve artık bu haritalardan bahsetmek komplo teorisi falan değil, bunlar gerçek. Yüz sene önce Sykes-Picot vardı, yüz sene önce Belfaur -Vaadi- Taahhüdü vardı ve bunların ikisinin sayesinde bugünkü haritalar çıktı. Şimdi, geleceğin haritaları burada çıkacak yani Astana ve Cenevre son derece hayatidir ve Türkiye'nin burada alacağı tavır ve göstereceği celadet ve selabet esas Türkiye'nin ve Orta Doğu'nun geleceğini tayin edecek olan tutumdur. O bakımdan, bu hususta Türkiye ne yapacaktır acaba?
Amerika ve Rusya PYD konusunda müzahir tavırlar sergiliyorlar ve bunların değişeceğini zannetmiyorum. Şimdi, bunların karşısında ülkemiz hangi tedbirleri alacak bunlarla bağlı olarak?
Başika kampına gelmek istiyorum. Başika kampı, geçen sene bütçede, burada zatıalinizle bunu konuştuk ve o zaman Türkiye'yle Irak Hükûmeti arasında bir gerginlik vardı, ondan sonra olan oldu, Arap Ligi bizim aleyhimize karar aldı, Somali dâhil, bütün Araplar dâhil, Katar dâhil. Şimdi, Sayın Abadi geldi. Onun gelmesinden bir gün önce, 24 Ekim 2017 yani birkaç hafta önce...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın İhsanoğlu, bir dakika lütfen. Süreniz doldu, son cümlelerinizi alayım.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Müsaade buyurunuz Sayın Başkan.
Meclise dedi ki: "Abadi geliyor, Başika'ya bir hal çaresini bulunuz." Yani, Başika'yla ilgili resmî bir anlaşma olsun ki orada bir daha o hatalar tekerrür etmesin. Bu oluşmadı.
Onun dışında, Sayın Bakan, çok söylendi, Yunanistan'ın Türk topraklarındaki işgalleri, 18 Türk adası ve 1 kayalığın işgal edilmesi ve gazetelerde görüyorduk, millî günlerini...
BAŞKAN - Sayın İhsanoğlu, Sayın Beyribey de kendi beş dakikasını size verdi efendim.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim. Lütfettiniz efendim.
18 Türk adası ve 1 kayalığı işgal etti ve orada millî bayramlar ve Yunan Bayrağı çekildi.
Türk kamuoyuna, bize Mecliste gerek bu Komisyon üyeleri olsun gerek Genel Kurul olsun bu konuda hâlâ tatminkâr bir şey gelmiyor resmî ağızlardan. Bunun ilk muhatabı zatıalinizsiniz ve Dışişleri Bakanlığı.
Şimdi, ben son kalan iki üç dakikaya, Beyefendi'nin lütfu sayesinde ve nurani simasıyla Sayın Başkanımızın himmetiyle...
BAŞKAN - Sağ ol Sayın Enişteciğim, sen sevdiğin için böyle söylüyorsun.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Şunu söylemek istiyorum: Orta Doğu'daki manzara budur. Bu, Orta Doğu'daki bu manzara niye oldu? Bu Orta Doğu'da, Osmanlı çekildikten sonra, yıkıldıktan sonra kurulan devletler arasında bir egemenlik dengesi, bir birbirini tanıma şeyi olmadı yani Sykes-Picot gereği yapıldı, Sykes-Picot da Avrupa'daki Vestfalya Anlaşması'nın gereği olarak "sovereignty" kavramı üzerine İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı, daha sonra Amerikalılar geldi, şimdi Ruslar geldi ve güç dengeleri bozuldu. Burada yapılması lazım gelen, bence Türkiye'nin öncülüğünü yapması lazım gelen şey Orta Doğu'da dengelerin yeniden kurulması. Bütün Orta Doğu'nun, Fas'tan İran'a -İsrail dâhil- birbirlerinin egemenliklerini, sınırlarını, toprak bütünlüklerini kabul etmeleri ve rejim değişikliği hedefine yönelmemeleri ve ayrıca, bu savaşlara harcanan paraların yerine kalkınmaya para harcamak yani bir nevi Vestfalya artı Marshall Planı, iki hedef bir arada. Türkiye bunun öncülüğünü yapar. Bu fikri ben birkaç yerde söyledim, Cambridge Üniversitesi, Alman Dışişleri Bakanlığı ve bazı NGO'lar falan bunu ele aldılar. Bence, bu, ülkemizin ele alması lazım gelen bir husustur ve uzun vadede... Çünkü bu harp bitecek. Bu harp bittikten sonra kim söz sahibi olacak burada? Ruslar mı? Amerikalılar mı? Yoksa o mevcut ülkeler ve başta biz olmak üzere, ülkemiz olarak biz mi söz sahibi olacağız? Onu da Sayın Bakanımızın takdirlerine sunuyorum.
Çok teşekkür ederim.
Sağ olun.