| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Dışişleri Bakanlığı b) Kültür ve Turizm Bakanlığı c) Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ç) Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü d) Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 16 .11.2017 |
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; hepinizi selamlıyorum.
Şimdi, Dışişleri Bakanlığı bütçesini konuşuyoruz. Çok geniş bir alan, dolayısıyla her konuya girme yerine genel bir değerlendirme yapacağım. Ama, ondan önce bir tespitimi paylaşmak istiyorum: Özellikle son zamanlarda Türkiye'nin dış politikası, iki kelimeyle -eski kelime, Aydemir de burada- anlatmak gerekirse: Celadeti bol, şahameti kıt bir politika. Yani kahramanlık, bağırma çağırma ama akılla yönetme daha kıt gibi, öyle geliyor bana. Bunu niye böyle söylediğimi biraz sonra anlatmaya çalışacağım.
Bakın, en basit bir örnek verelim, yani bir çok ülkeyle ilişkilerimizde gelgitler sürekli şekilde sarkaç salınımlar devam ediyor. İran'la ilgili çok yakın zamanda yani işte Trump'ın seçildiğinden hemen sonra, göreve başlamasından hemen sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın söyledikleri cümleleri şey yapalım: "Birileri hem Suriye'nin hem de Irak'ın bölünmesi istiyor. Irak'ın bölünmesi çalışmasını yapanlar var. Oradaki mezhebî etnik mücadele çünkü orada bir Pers milliyetçiliği var. Bu Pers milliyetçiliği olayıyla da orada bir bölünme söz konusu. Bunların önünü kesmemiz gerekiyor. İşte Irak'ta mezhebe dayalı olarak Pers milliyetçiliği temelinde yayılmacılık söz konusu." 2017'nin hemen başında. Şimdiyse konjonktür başka bir şey gerektirdi; İran'la birlikte, işte, Suriye'ye barışı, Irak'ta yeni bir düzen kurmaya çalışıyoruz. Ya, bu çok konjonktürel bir şey. Türkiye Cumhuriyeti devleti gibi büyük iddiaları olan, tarihî mirasın üzerinde oturan, işte özellikle de sizin Hükûmetinizin yeni medeniyetin kurulmasında bölgesel güçten, işte dünyanın dikkate aldığı "Dünya 5'ten büyüktür" diye celallenen, böyle bir ülkenin böyle bir politikası olmaması gerekiyor. Baştan bu sözlerin söylenmemesi gerekiyor.
DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Yüzde 100 de böyle olması gerekiyor.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Böyle mi olması gerekiyor? Devam edin o zaman.
Başta bu sözlerin söylenmemesi gerekiyor, sonra da bu sözlerin... Yani hangisi? Irakla ilişkilere bakalım. Böyle bir dış politika olur mu, böyle diplomatik dil olur mu, ne kadar oldu, iki sene oldu mu? Olmadı. Sayın Cumhurbaşkanı İbadi'ye, "Sen kimsin, kalibremde misin?" filan. Ondan sonra başka bir durum ortaya çıktı, geliyor bir sene sonra, bu sefer "Kardeşim İbadi." Yani bu politikalar, bu kadar basit mi? Yani sadece Kuzey Irak'taki bir referandum Türkiye gibi bir ülkenin dış politikasında bu kadar git geller, kime, nasıl izah edeceğiz, neyle izah edeceğiz bunları? Sadece bir veriyorum Irakla ilgili, her konuda böyleyiz. Yani Almanya'yla bir problem çıkıyor, Hollanda'yla ilgili -seçim çok belli, herkes görüyor- bir problem çıkıyor, öyle laflar ediyoruz ki, öyle celalleniyoruz ki, en uç noktada laflar söylüyoruz, ondan sonra Sayın Başbakan çıkıyor diyor ki: "Efendim, seçimler bitti, işler düzelecek." Şimdi, bunu neyle izah edeceğiz? Hani sizin Hükûmetiniz döneminde dış politika enstrümanlarını, ilişkilerini, imkânlarını, pozisyonlarını, bu kadar iç politikaya araç olarak kullanan başka bir ekip olmadı. Bu yapılan şeyin bir faturası var ve bu faturayı hem bugünkü nesiller ödüyor hem de gelecek nesiller ödeyecek Sayın Bakanım.
Değerli arkadaşlarım, "Ülkeyi dışarıya şikâyet ediyor." filan diye bir şey yapıldı. Bakın, size bir şey söyleyeyim, ülkeyi dışarıya şikâyet kimler ediyor. Türkiye'de her dönem belli toplum kesimleri baskı altında kaldı, siyaset böyle gerektirdiği için. 12 Eylülde herkes Avrupa'ya gitti. Solcular da gitti oraya, ülkücüler de gitti, İslamcılar da gitti, orada konuştular ettiler. Bakın, 28 Şubatta Refah Partisi, Fazilet Partisi kapatıldığı dönemde biz heyetler oluşturuyorduk -ben Fazilet Partisinden milletvekiliydim- gidiyorduk uluslararası birçok insan hakları kuruluşlarında, Birleşmiş Milletlerde, değişik yerlerde derdimizi anlatıyorduk. Niye anlatıyorduk? Çünkü dayak diyorduk, çare yoktu. Bakın, siz de böyle yaptınız Sayın Bakanım. Ne zaman yaptınız? O birinci dönemde, Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 34'le iktidara geldikten sonra yerleşik iktidar odaklarıyla girmiş olduğu o iktidar kavgasında kalabileceğiz, kalamayacağız, meşruiyeti daha parti iktidara gelmeden bile dışarıdaki çok değişik kuruluşlarda arandı, gidildi oralarda anlatıldı. Bakın, sizin on beş senelik iktidar döneminizde kaç tana durağa uğradık, kaç tane ideolojik pozisyon, kaç tane öne çıkan jeopolitik var Sayın Bakanım? İlk döneme bakalım. Adalet ve Kalkınma Partisinin ilk döneminde belki de en doğrusu oydu ama uç noktalarda yapıldı. Batıcı üstelik de ultra Batıcı bir jeopolitika benimsenmiş, işte Avrupa Birliğiyle girilen o şeyler -iyi oldu yani bu kötü oldu anlamında demiyorum, tespit anlamında söylüyorum- aşırıya kaçmalar, Ankara'da gündüz vakti havai fişekler filan, ideolojik olarak ılımlı bir İslam hatta BOP, hani bölgeyi demokratikleştirmek, liberalleştirmek, modernize etmek ismi olan BOP'u yüceltmeler, eş başkan olunduğu ilan edilmeler yani ultra Batıcı, böyle bir ılımlı İslam, ekonomide neoliberal dönüşüm -ki daha evvel başlamıştı sizden önce IMF, Kemal Derviş'le başlamış- bu ikinci neoliberal dalga, harfiyen yerine getirme, nitekim Kemal Derviş milletvekilliğinden istifa edip giderken: "Vallahi Hükûmet biz yaptıklarımızın hepsini yapıyor, benim artık burada kalmama gerek yok." diye Mecliste veda konuşmasında bunları söyledi. Böyle bir politika izlediniz. Bir yere kadar gelindi. Sonra, tabii, içerideki pozisyon değişikliği de sizin dış politika yönelişlerinizde her konjonktürde ayrı bir durağa uğradınız. Sonra yavaş yavaş içeride yaşanan sıkıntılar, gerginlikler, 367 krizi, bir sürü şeylerden sonra yavaş yavaş daha iç politika enstrümanları dış politikadaki ilişkilerin önüne getirdiniz. Orta Doğu'da meydana gelen değişikliklere de binerek, işte Başbakanın bazı danışmalarının filan değişmesinden sonra o ılımlı İslam filan diyebileceğimiz ya da Batıcı jeopolitikadan yavaş yavaş Orta Doğu'ya yönelme, işte, kelime uygun mu değil mi bilmiyorum, tartışılabilir, daha panislamist, bölgede bir medeniyet yüceltme, arama, dolayısıyla ilişkileri bunun üzerine kurma, içeride de bunları müthiş bir şekilde "one minute" sonrası yapılan seçimlerde zirveye çıktığı gibi dış politikadaki bu durumu içeride de seçimlerde alabildiğine yani sonrasında ne olacağına bakmadan sanki Türkiye Cumhuriyeti Devleti kapalı bir ülke, seçimler yapılırken filan kimse... Evet yani seçimlerde bütün ülkeler biraz anlayışla davranırlar birbirlerine ama sanki Türkiye'ye kapılar kapalı hiç kimse bunları duymuyor, işitmiyor gibi bir şey. Çok basit Mavi Marmara Sayın Bakanım, Mavi Marmara'yla ilgili neler söylenmedi neler. "Ben gönderdim." dedi. Kıyamet koptu. Daha sonra ne oldu? Kapılar kapalı değilmiş, duvarla örülü değilmiş, bizi dinliyorlarmış, ciddi sıkıntılar ortaya çıktı, Amerika'da lobiler çöktü, bilmem ne oldu. Bu sefer İsrail'le ilişkileri yumuşatmak için ödenen bunca bedeller, 9 can da gitti, arkasından da lütuf mutuf 20 milyon dolarla İsrail'le... Neticede yapılan şeyler kötü değil ama bu gidip gelişler Türkiye'yi nereye götürüyor, onu tespit etmek anlamında söylüyorum.
Daha sonra Arap Baharı'yla beraber bambaşka, panislamist şeyler zirveye çıktı, bölgede Müslüman Kardeşler bu çerçevede ortaya çıkan iktidarlar, Mısır'da taraf olmak, Suriye'de taraf olmak. Suriye'de yapılan dünya kadar yanlış var. Şimdi, nereye geldik Sayın Bakanım? Bakın, nereye geldik? Şu anda tekrar Soçi'de bir araya geliyor; İran, Rusya, Türkiye ne konuşulacak? Yani Suriye'de normalleşme filan. Esat orada duruyor. Emevi Camisi'ne filan barış marışla gideceğiz yani iyi böyle gidelim, bir şey demiyorum. Ama o kıyametler neydi? Niye bu kadar can, niye bu kadar bedel ödedik, neydi onlar? Yani aynı Hükûmetin içinde yapıldı. Bunlar Ahmet Davutoğlu'nun politikasıydı, bunlar bizim politikamız diyecek durumda değiliz. Sonra bu panislamist, bu giriş, Mursi'nin devrilmesi, buna karşı Batı'nın takınmış olduğu tavırlar, Türkiye'nin içinde yaşanan Gezi'yle başlayan ve sizin farklı bir şekilde iktidarınıza karşı darbe diye yorumladığınız süreçler sonrasından.
DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Aynen öyle.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Aynen öyle tabii ama aynen öyle de o gün öyle, bugün böyle Sayın Bakanım, onu anlatıyorum, o gün öyle bugün böyle. Ya, sizin bakanlarınızdı Sayın Bakanım. Yani Türk Dışişleri bürokrasinin yüzde 25'ini FETÖ'cülere açan sizdiniz Sayın Bakanım. Yani bu arada başka bir hükûmet filan olmadı. "Aynen öyle" diyorsunuz ama gerçekten bu gidiş gelişler sonra da geldiğiniz yerler çok yanlış anlamında söylemiyorum ama...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
(Oturum Başkanlığına Başkan Vekili Mehmet Şükrü Erdinç geçti)
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu lütfen tamamlar mısınız?
MEHMET BERAOĞLU (İstanbul) - Bu kadar fazla durağa uğramak yani insanların... Şimdi, işler değişti, başka bir jeopolitikaya yerleştirdiniz, görüntü de öyle, on günde bir Rusya'yla görüşen bir Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, NATO üyesi ve bambaşka bir iç politikada da daha milliyetçi, daha Misakımillîye falan panislamist iddiaları, şunları bunları bir tarafa bırakalım, bambaşka, hedefleri de küçülten bir Türkiye. Yani bununla nereye gideceğiz? Her konjonktüre bir ideolojik tutum, her konjonktüre bir jeopolitik pozisyon. Yarın ne olacak kimse bilmiyor Sayın Bakanım. Yani, yarın başka bir konjonktür, dünyada başka... Elbette dünyanın her tarafında rüzgârlar esiyor, düşmanlarımız falan da vardır, hiç yoktur, anlamında söylemiyorum, sıkıntılarımız da vardır ama bir ülke bütün bunları... Koca bir Dışişleri... Bir de Dışişlerinde gerçekten müthiş bir erozyon olduğunu düşünüyorum personel açısından da yüzde 25'in gitmesi müthiş bir şey ama böyle bir Dışişleri, dünyada ne oluyor, hangi konjonktürler, neler ortaya çıkacak. Konjonktürde bazı şeyler, taktikler, stratejiler değişir ama bütün bir ideolojik duruş, jeopolitika, yönelişler falan değişmez. Türkiye Cumhuriyeti devletinin görünümünde öyle bir görünüm var ve bu görünüm hiçbir şekilde kimseye güven vermiyor.
Sayın Bakanım, Türkiye'nin gücü bellidir. Türkiye'nin petrolü yoktur, ekonomisi ne noktadadır, sanayisi ne noktadadır, neleri üretebiliyor, son zamanlarda çok önemli işler de yapıyoruz, bunları görmüyor değiliz yani ama Türkiye'nin gücü bellidir. Dolayısıyla, bu gücünü en etkin bir şekilde kullanması gerekiyor. Hangi güç daha önemli, onları öne çıkararak kullanması gerekiyor. Ben size söyleyeyim şimdi, güçlerini sayayım: Demokrasi tecrübesi, bölgemizdeki diğer bütün ülkelerden farklı olarak, işte, 1950'den başlayan kör ve topal da olsa bir kesintiler yaşayan demokrasimiz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, lütfen, istirham ediyorum, tamamlarsanız.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum.
Ekonomisi de diğerleriyle mukayese edilmeyecek bir ekonomisi var Türkiye'nin, tarihî mirası var, kültürü var. Bütün bunlar ilkeler üzerine kurulmuş, elbette çıkarlar önemlidir ama uzun vadede ilkeler üzerine kurulmuş bir dış politika yönelişiyle Türkiye... Bu demek değildir ki "Olup biten hiçbir şeyi görmeyelim, dünya değişiyor, biz işte bundan uzak duralım." O anlamda söylemiyorum, değişen dünyaya karşı elbette değişen stratejilerimiz gelişsin. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi sarkaç gibi bir oraya bir buraya salınan ve her salınışta dünya kadar bedel ödeyen bir ülke görünümündeyiz ve güven de vermiyoruz. İçerideki şeylere girmiyorum ama güven de vermiyoruz. Türkiye'nin bundan bir an evvel çıkması gerekiyor, Türkiye'nin temel yönelimleri neyse bu yönelimleri tespit etmesi gerekiyor ve bunlara uygun bir şekilde, uygun bir personelle davranması gerekiyor diyor, teşekkür ediyorum.
Hayırlı olsun bütçe.