KOMİSYON KONUŞMASI

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, Dışişleri Bakanlığımızın ve diğer kamu kuruluşlarının saygıdeğer bürokratları, değerli basın mensubu meslektaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakanım, Türkiye'nin, bölgemizin ve dünyanın içinde bulunduğu durum dikkate alındığında siz ve Dışişleri Bakanlığı çalışanlarımızın işlerinin hiç de kolay olmadığının farkındayız. Türk dış politikasının cumhuriyet döneminden çok daha evvelinden en temel, vazgeçilmez çıpa olarak kabul ettiği ilişkilerinden bir tanesi Avrupa kurumları ve transatlantik kurumlarıyla yakın ve stratejik iş birliği olagelmiştir. Bu yönelimin önemini en iyi bilen ve kendi hayatında bunun yansımasını yaşayan birisiniz siz de. Bu bakımdan sözlerime sizin Parlamenterler Meclisi Başkanlığı gibi onurlu bir görevi Türkiye adına icra ettiğiniz Avrupa Konseyinde gelinen noktayla başlamak istiyorum. Son derece üzücü, yeniden denetim altına sokulmuş olmamız fevkalade rahatsız edici. Avrupa'yı, içinde bulunduğu durumu sorgulayabiliriz ancak aynı kurumda benzer sıkıntıların yaşandığı geçmiş dönemlerde siz başkan, diğer parlamenterlerimiz de etkili diğer görevlere gelebilmişti. El birliğiyle, reformlarımızla Türkiye'yi denetim sürecinden çıkarmıştık. Şimdi de benzer bir reform sürecine ihtiyacımız olduğu kanaatindeyiz, amasız, fakatsız bir reform sürecine.

Ahmet Şık, Murat Sabuncu, Ali Bulaç, Şahin Alpay gibi isimler cezaevinde olduğu, milletvekillerimiz Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen tutuklu bulunduğu sürece, ülkemizde gösteri ve protesto özgürlükleri askıya alındığı sürece, Yüksel Meydanı'ndaki İnsan Hakları Heykeli yirmi dört saat polis kordonu altında bulunduğu sürece, kamudan ihraç edilen 100 bini aşkın yurttaşımız suçlu suçsuz ayrımı yapılabilmesi için yargıya erişim hakkı bulamadığı sürece siz de iyi biliyorsunuz ki Avrupa Konseyinde ve diğer uluslararası kuruluşlardaki insan hakları ve demokrasi karnemiz düzelmeyecek.

Evet, siz de anlattınız, çok büyük bir belayla mücadele etmek durumundayız. Avrupalı dostlarımız, müttefiklerimiz bu mücadeleyi anlamıyor, anlamak istemiyor olabilir. Onlara verilecek en güzel yanıt, bağırıp çağırmak değil, liderlerine hakaret etmek değil, halklarını gücendirmek değil, ülkemizin gerçek bir demokrasi olduğunu ortaya koymaktır.

"Ben Dışişleri Bakanıyım, bu benim işim değil." diyemezsiniz, dememelisiniz, tam tersine "Benim ülkemin dışarıdaki itibarını korumak için içeride bizim bunları yapmamız gerek." demelisiniz Sayın Bakan. Geçmişte böyle dediğiniz için ve yaptığınız için siz Avrupa'nın vicdanı denilen o kurumda onurlu bir göreve seçilebildiniz. Haydi şimdi partinizden bir isim denesin bakalım seçilebiliyor mu? Sizin gösterdiğiniz başarıyı gösterebiliyor mu?

OHAL yönetiminin sona ermesi, normal hukuk rejimine geri dönülmesi sadece Avrupa Konseyiyle değil, Avrupa Birliğiyle de ilişkilerimizi düzeltecektir. Buna yürekten inanıyorum.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından iktidarınızca gündeme getirilen idam tartışmalarıyla partimizin, tek adam rejimi yaratacağını ısrarla ifade ettiği 16 Nisan referandumunun ardından yapılan Anayasa değişikliğiyle de AB sürecinin iyice zora girdiği ortadadır. Venedik Komisyonunun da 16 Nisan referandumuna sunulan metne ilişkin olarak "Kişisel ve otoriter bir rejim yaratabilir." endişesini de burada not etmek isterim.

Tabii, bu noktada, gazetecilerin salt gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklanmış olmaları, uzun tutukluluk sorunu, insan hakları savunucularının bir seminere katıldıkları için bir paranoya hâliyle uzun bir süre tutuklu kalıyor olması gibi uygulamalarla Avrupa Birliğindeki Türkiye karşıtı havanın da yükselmesine iktidarınız maalesef epey bir katkı yapmakta.

AB'yle ilişkilerde dikkat çekmek istediğim bir konu daha var, o da şu: Müzakereler donmuş durumda, vizesiz Avrupa Birliği suya düştü, gümrük birliği güncellemesi gündemde değil. Şimdi dikkat etmemiz gereken konu, önümüzdeki nisan ayında AB Komisyonundan çıkacak olan ilerleme raporu. Eğer Kopenhag Kriterlerinde geri gittiğimiz tespiti yapılırsa bu, ağır aksak giden müzakere sürecimizin de sonu olacaktır, hepimiz için çok üzücü olacaktır. Çıkış, yine, hukuk devletindedir, demokrasidedir, OHAL rejiminden kurtulmaktadır.

Sayın Bakan, Türk dış politikamızın çıpalarından güvenliğimizle ilgili ikincisi ise NATO üyeliğimizdir. Bu konuya da kısaca değinmek isterim. Türkiye, NATO'ya hem maddi olarak ama ondan öte, asker gücüyle en fazla katkı veren ülkelerin başındadır. Dünyanın birçok bölgesinde barış ve istikrarın sağlanmasına katkı sağladık ve sağlamaktayız. Bu uğurda şehitler verdik. Böylesine asli unsuru olduğumuz bir kuruluşa üyeliğimizin dünyanın dört bir yanında sorgulanır hâle gelmesinden sadece üzüntü ve kaygı duymaktayız.

Transatlantik ilişkilerin önemli aktörü olan Amerika Birleşik Devletleri'yle ilişkilerimizin adı stratejik olmakla birlikte, geldiği nokta çok vahimdir. İki başkent arasında karşılıklı güven kalmamış durumdadır. Yetmiş yıllık müttefiklik ilişkisi sarsılmaktadır. İki ülke arasındaki diplomatik krizin faturası ise maalesef, sizin de ifade ettiğiniz gibi, yurttaşlarımıza çıkarılmaktadır. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak buna, Amerika Birleşik Devletleri tarafından ülkemiz vatandaşlarına getirilen vize yasağına karşı çıktığımızı ifade ettik, bir kere daha ifade etmek isteriz. Krizin en çok, öğrencilerimizi, akademisyenlerimizi, iş adamlarımızı etkilediğinin farkındayız ve bir an önce çözüm bulunması gerektiğini düşünüyoruz.

Vize meselesine değinmişken bir hususu da sizlere sormak isterim. ABD tarafından yapılan açıklamalarda üst düzey bir yetkili tarafından güvenceler verildiği söylenmekte. Üst düzey görüşmelerin önemli bölümünü yapan bir isim olarak hangi güvencelerin verildiğini kamuoyuyla paylaşmanızı rica edeceğim. Eğer ABD büyükelçiliklerinde çalışan Türk yetkililerin tümü yargı bağışıklığı kapsamına alınacaksa bunun bir nevi adli kapitülasyon olduğunu anımsatmak isterim.

Öte yandan, tutuklanan Amerikalı din görevlisi gibi, konsolosluk çalışanları, NASA'da çalışan Türk kökenli Amerikan yurttaşları gibi isimlerin 15 Temmuz darbesiyle somut bağlantılarının kamuoyuyla paylaşılması gerekir. Eğer bu somut belgeler yok ise devletin tepesindeki isimlerin söylediği gibi "Ver papazı, al papazı." şeklinde bir rehin alma uygulaması, bırakın istediğiniz papazı geri almayı, tam tersine Batı kurumlarıyla ilişkileri daha da zedelemekten başka bir işe yaramamaktadır.

İşte, bakın, Büyükada'da tutuklanan insan hakları görevlilerini gördünüz. İlk duruşmada tahliye oldular. Hani casustular? Hani darbe planlıyorlardı? Günlerce kamuoyu bu şekilde yönlendirildi. Yargıdaki bu skandal denecek soruşturma ve tutuklamalar sizin işinizi düzgün, doğru yapmanızın önündeki en büyük engeldir Sayın Bakan. O yüzden siz de dâhil olmak durumundasınız bu işlerin düzeltilmesine.

ABD'yle ilişkiler çerçevesinde vurgu yapmak istediğim bir nokta da İran asıllı iş adamı Reza Zarrab'ın durumuna ilişkin Amerika Birleşik Devletleri'ne verilen notadır. Nota deyince, Sayın Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın Başbakanlık koltuğunda oturduğu dönemde Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi olayından sonra ABD'ye nota verilmesi istendiğinde ve verilmediği yönündeki gelişmeler sonrasında "Müzik notası mı?" diye alaycı bir üslup takındığını anımsatmak isterim. Ama şunu da sormak istedim: Diplomasi tarihimizde şahsı için verilen başka bir isim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı var mıdır? Ayrıca "Sayın Zarrab'a neden bu kadar sahip çıkıyorsunuz?" dediğimizde genelde "Vatandaşımız." yanıtı verilmekte. Eğer özgürlüklerinden mahrum olan vatandaşlarımıza sahip çıkıyorsanız o zaman Türkiye'de hak ihlaline uğrayan binlerce yurttaşımızın taleplerine, sıkıntılarına duyarlı olmanız gerekmez mi? Aynı şekilde Nazlı Ilıcak'a, aynı şekilde Ahmet Turan Alkan'a, Akın Atalay'a, Murat Sabuncu'ya, az önce isimlerini saydığım değerli gazetecilere sahip çıkmanız gerekmez mi?

Sayın Bakan, Amerika Birleşik Devletleri'yle ilgili bahsedeceğim son konu da kongreyle ilişkilerimizin hiçbir dönemde bu kadar kötü olmadığıdır. İçinde "Türkiye" geçen en ufak bir metnin Amerikan Kongresinde kabul edilme şansı bulunmamakta. Cumhurbaşkanının seyahatinde yaşanan koruma krizinin ve Türkiye'de tutuklanan Amerikan vatandaşlarının ve bu konuların Amerikan medyasında yoğun biçimde işleniyor olmasının bunda önemli rolü olduğu kanaatindeyim. Bu krizin bir an önce çözülmesi gerekmektedir. Bunun için belki partiler arası bir heyetin temaslarında çok büyük fayda olabilir diye düşünüyorum.

Sayın Bakan, yakın geçmişte bölgemizde etkili bir ülke olmamızda az önce bahsettiğim Batı kurumlarıyla ilişkilerimiz büyük rol oynadı. Ne zaman ki bizim insan hakları karnemiz kötüleşti, AB sürecimiz donduruldu, Avrupa Konseyinde denetim sürecine yeniden alınmamız söz konusu oldu bölgemizdeki saygınlığımız, etkinliğimiz de aynı hızla geriledi.

Siz de hatırlayacaksınız, biz AB sürecinde ilerleme kaydederken Filistinli grupları kendi aralarında, İsrail ile Filistin'i, Suriye ile İsrail'i, Irak içindeki farklı grupları birbirleriyle bir araya getiren, aralarındaki krizleri çözmeye çalışan bir ülke olarak bizzat onlar tarafından davet ediliyorduk. Ne zaman ki demokrasi, hukuk devleti, evrensel insan hakları rayından çıktık işte o zaman bölgemizde de krizlerin odağında bir ülke olarak anılır hâle geldik.

Söylemek istediğim şu: "Türkiye, hukuk devleti ilke ve prensiplerinden uzaklaşıyor." algısı tüm dünyada yayılmakta. Bu algı bir an önce düzeltilmelidir. Hep birlikte düzeltelim, bizden ne istiyorsanız destek olalım. Eğer düzeltemez isek Türkiye'nin ne Batı'da ne de bölgemizde arzu ettiğimiz noktaya gelmesi, çekiciliğinin bulunması mümkün olmayacaktır.

Şimdi, güvendiğimiz bir ülke var, Rusya. Rusya'yla ilişkilerin iyileşmesinden tabi ki bizler yanayız, önemli olan bizim ulusal çıkarlarımızdır. Rusya'yla ilişkileri Amerika'yla ilişkilere karşı bir manivela gibi görmek doğru değildir. ABD'nin terör örgütü unsurlarıyla iş birliği tabii ki kabul edilemez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çakırözer, lütfen tamamlar mısınız.

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Ancak onlar PYD'yle ilişkilerden vazgeçmiyor diye Rusya'yla ilişkiler kurduğumuzda aynısını onların yapmayacağını düşünmek fazla safdilliktir.

Yeri gelmişken, Cumhurbaşkanımızın son Rusya ziyaretinde bahsedilmeyen bir noktayı da aydınlatmanızı rica edeceğim. Moskova'da bir PYD ofisi kuruldu. Bu konuda hiçbir açıklama yapılmadı. Benzer biçimde, Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı Bogdanov'un kısa süre önce sınırımızın dibinde PKK'nın çok önemli yöneticilerinden biriyle görüştüğü yönünde basında haberler çıktı. Bu konuda ne Cumhurbaşkanından ne sizden değerlendirme yapılmadı.

Rusya'yla ilişkiler konusunda dikkatinizi çekmek istediğim son husus da şu: Hem bu yakınlaşmanın hem de bu ortaklığın iki tarafı olan ülkelerin Avrupa, Batı, NATO müttefiklerimiz tarafından nasıl algılandığı meselesi. Şöyle ki: Son dönemde Almanya başta olmak üzere, bazı AB ülkeleriyle ilişkilerimizin kötüleşmesi karşısında Fransa'dan gelen açıklamalar basında ve kamuoyunda olumlu yankı buluyor. Ancak Fransa Başkanı Macron'un açıklamasındaki bir nüansa dikkat çekmek isterim. Macron o konuşmasında "Türkiye ve Rusya Avrupa'dan uzaklaştırılmamalı." demekte. Oysa bizim statümüz Rusya'yla aynı değil, Rusya AB'ye aday bile değil, biz ise müzakere edilen ülke konumundayız. AB, Rusya'ya yaptırım uyguluyor, biz çok şükür ki böyle bir durumda değiliz. Benzer şekilde, Rusya NATO'yla rekabet içinde, biz NATO üyesiyiz. Yani söylemek istediğim: Rusya'yla birlikte anılır olmamızın olumsuz etkilerine, yansımalarına da dikkat etmemiz gerekmekte.

Sayın Bakanım, sözlerimi tamamlarken iki hususa dikkat çekmek istiyorum. Birincisi: Muhalefetin dış politika konusunda bilgilendirilmesi. Bu gelenek maalesef iktidarınız döneminde unutuldu. En son İsrail'le normalleşme sürecinde bilgilendirdiniz Sayın Genel Başkanımızı ve parti yöneticilerimizi. Bunların daha sık yapılıyor olması gerekiyor.

İkinci vurgu yapmak istediğim husus da...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Siz de konuşmanızda bahsettiniz, 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden hepimiz dersler almalıyız, çıkarmalıyız. Bunlardan bir tanesi de biliyorsunuz, devlette liyakatin nasıl önemli olduğu. Kendiniz söylediniz "Personelimizin yüzde 25'i FETÖ'yle iltisaklı." diye. Ne kadar üzücü. Ama bir gecede olmadı. Şuraya gelmek istiyorum: Geçmişte sizin koltuğunuzda oturan diğer sayın bakanlar, büyükelçilere, "Falanca cemaate, onun okullarına destek olun." diye talimatlar yazarken benim yerimde oturan CHP'li vekiller ve diğer muhalefet üyeleri de bunun yanlışlığını vurguluyorduk. Bizi dinlemediniz "Aldatıldık." noktasına geldiniz. Şimdi, benzer şekilde "Dışişleri Bakanlığına siyaset bulaşmasın." dediğimizde de bizi dinlememektesiniz. Diplomasi kökenli olmayan isimlerin büyükelçi atanması dönemi başlamış durumda, daha doğrusu partili büyükelçi dönemi başladı. 16 Nisandaki referandumla partili cumhurbaşkanının önü açıldı, şimdi de partili büyükelçi dönemi başladı. Daha önce partinizde görev yapmış, milletvekilliği yapmış ya da önemli görevlerde bulunmuş isimlerin, ülkeyi temsilen büyükelçi atanması söz konusu, giderek bu artmakta. İşte Japonya, Çin gibi başkentleri kapsayacak şekilde genişletilmiş durumda bu politika. Dışişleri Bakanlığının büyükelçilik pozisyonları AKP ya da başka partilerden milletvekillerinin, bakan yakınlarının emeklilik makamları değildir, olmamalıdır Sayın Bakanım.

Yeri gelmişken, son kararnameyle atanan bir isimle ilgili de kamuoyunu aydınlatmanızı rica edecektim. Sayın Merve Kavakçı'nın durumu. Kendisi kısa süre önce vatandaşlığımıza kabul edildi. Hemen ardından da büyükelçiler kararnamesine girdi. Kendisiyle ilgili bir şey söylemek istemem ama geçmişte Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olduğu yazıldı, çizildi, bilinmekte. Başka bir ülkenin vatandaşının Türkiye Cumhuriyeti büyükelçisi yapılması ne kadar ulusal çıkarlarımızla örtüşmektedir? Bunu Sayın Kavakçı'nın kişiliğinde değil tamamen ilkesel olarak nasıl baktığınızı merak ediyorum.

Son olarak da Sayın İhsanoğlu'nun söylediği söze katılıyorum. Büyükelçiliklerin sayısının artması değil ülkemizdeki hukuk devleti, demokrasi, insan hakları kriterlerinin genişlemesi bence ülkemizin itibarını artıracaktır.

Bakanlığımız bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum.