| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Millî Savunma Bakanlığı b) Savunma Sanayii Müsteşarlığı c) Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletmesi Başkanlığı |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 22 .11.2017 |
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, Sayın Bakanım, değerli arkadaşlar; 2018 yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi hayırlı olsun.
Sayın Bakanımız bütçeyi sundular, oldukça ödeneği yüksek bakanlıklardan biri. Ayrıca Savunma Sanayii Destekleme Fonu'nun ödeneği de eklendiği zaman, aktarılacak olanlar eklendiği zaman büyük bir bütçe, hele hele İçişleri Bakanlığı ve diğer savunmayla ilgili bütçeleri eklediğimizde büyük bir bütçe. Tabii, gerekçemiz var: İşte, Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu zaman, bulunduğu bölge, riskler, bütün bunlarla izah ediliyor bu büyük bütçe.
Sayın Bakanım, teknik bir sürü şeyler anlattınız, silah sanayisiyle ilgili şeyler söylediniz, doğrusu bunlar benim anladığım konular değil. Umuyorum milletin verdiği parayı milletin savunması için en güzel şekilde kullanıyorsunuzdur. Ben böyle daha siyasi başka konulara girmek istiyorum, siyasi derken elbette millî savunmayı da savunmamızı da varlığımızı da bekamızı da ilgilendiren konulara.
Sayın Bakanım, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti döneminde dış politikayla iç politika bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti devletinde hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş durumda bana göre ve bu iç içe geçmişlik bizim her konuda millet olarak, devlet olarak bedelimizi, faturamızı artırıyor gibi geliyor bana.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, 2002'den başlayarak bugüne kadar ve hâlâ devam eden süreçte Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri, Sayın Cumhurbaşkanı... Belki ilk dönemde biraz kabul edilebilir bir şeydi çünkü Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiği ilk dönemde içeride Türkiye'nin demokrasiyle ilgili ciddi sorunları vardı, 28 Şubatın içinden geçilmiş, gelinmişti, yerleşik iktidarla ciddi çatışmalar, sıkıntılar vardı, zaten daha sonra birtakım olaylarla bunlar su yüzüne de çıktı ve dışarıda uluslararası güçlerden, kuruluşlardan, Avrupa Birliği gibi yerlerden meşruiyet arandı ama bu burada kalmadı. Daha sonra kendi yerli, millî politikalarımız denilerek yani tarihin içinde ne varsa, bütün olaylar, bütün dostluklar, düşmanlıklar, işte, Rusya, "Moskof gavuru" psikolojisi, Batı karşıtlığı, İran, mezhep, Şii, İsrail, Yahudi düşmanlığı, ilişkileri, Ermeni meselesi, sünnetsiz teröristler, Arap dostluğu, düşmanlığı, milletin geçmişinde kurulmuş ya da gerçek ne varsa her şey bugüne taşınarak, uç noktalarda bunlar şey yapılarak Türkiye'nin, Hükûmetin hem ideolojik duruşu hem de dış politikayla ve savunmamızla çok yakın ilişiği olan jeopolitik yönelimleri, pozisyonları sarkaç gibi bir taraftan bir tarafa gitti ve her seferinde de uçlara gitti. Şimdi geldiğimiz yerde işte, daha iki sene evvel büyük sıkıntılar yaşadığımız Rusya'yla beraber "Suriye'de barışı hızlandırmak" adı altında çok yakın ilişkiler içinde olduğumuzu görüyoruz. Bunları yadırgadığım için söylemiyorum, tespit olarak söylüyorum. Oysa bu sadece işte, Suriye'de barışın kurulması şeklinde yorumlanmıyor; Türkiye'nin yönelişi, işte, NATO'yla ilişkiler, S-400'ler, Amerika'yla Kuzey Irak, PYD üzerinden girmiş olduğumuz tartışmalar, Reza Zarrab filan, her şeyi etkileyen bir şey. Yani bu, sadece Türkiye'nin savunmasını filan değil... Bugün sabah dinliyorum ekonomi uzmanları konuşuyor, işte, "Dolar niye bu kadar oldu?", işte, "Ekonomik değil.", "Şu iş böyle.", işte, "Türkiye'nin, Cumhurbaşkanının şu yaptığı açıklama açıklama...", "Filan zamanda filanın söylediği...", "Amerika'da devam eden dava..." Sayın Başbakanımız "Bunlar Türkiye'ye saldırıdır." diye yorumluyor. Yani böyle uç noktada, daha işte S-400 füzeleri filan gelmedi ama silah ilişkilerimizle çok yakın ilişki içinde olduğumuz Batı ittifakı, NATO bir anda düşman yani yarın savaşa gireceğimiz bir güç gibi psikolojik hazırlık yapılıyor. Yani benim NATO'yla falan şeyim yok yani ben NATO'ya öteden beri soğuk bakan bir insanım, partimden bağımsız olarak söylüyorum bunu, o anlamda söylemiyorum bunu ama bu durum yani bu belirsizlik, bu salınma, bir uçtan bir uca gidip gelme bana göre hem maddi hem manevi, savunmayla ilgili de Türkiye'nin bütün faturalarını kabartıyor, artırıyor. Belki bunun iç politikada... Çünkü biliyoruz yani işte, Sayın Cumhurbaşkanı İsrail'le Mavi Marmara'da başlayan, Davos'ta "..."() başlayan söylemlerle, o sert söylemlerle seçim filan aldı, daha sonra yanlış oldu, başka bir pozisyona düştü, çok hızlı bir zamanda başka bir pozisyona geliyor; İsrail'le dost olmak gerekirmiş, hatta ciddi büyük, milyar dolarlık gaz anlaşmalarının ön şeylerini filan yapıyoruz. Bu ciddi bir problem olarak duruyor ve Türkiye'nin ilişkilerini etkiliyor diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, bu ordu, tabii, FETÖ olayı, 15 Temmuzda yaşamış olduğumuz gerçekten büyük bir saldırı, belki de sadece darbe demek bile hafif kalır, Türkiye'ye saldırı, iç savaş kışkırtması, her neyse... Dolayısıyla sivil-ordu, asker ilişkilerinde radikal bir değişim, dönüşüm yaşıyoruz. Biraz evvel Sayın Kuşoğlu da ifade etti, evet, yani eski paradigma ve eski ilişki biçimi hiç de iyi değildi, bir taraftan bizi savunacak orduya karşı kendimizi nasıl savunacağız psikolojisiyle yaşadık. Nasıl yaşadık? Çünkü defalarca askerî müdahale oldu, şeyler yaşandı, bütün bunların en sonunda 15 Temmuzda böyle bir şeyle karşı karşıya geldik. Dolayısıyla sivil-asker ilişkilerinin yeniden düzenlenmeye kalkılması çok anlaşılır bir şey, doğru da bir şey ama nereden nereye gidiyoruz yani bu nasıl bir düzenleme, nasıl bir şey? Yani gerçekten ordunun sivilleşmesi mi, nedir? Nasıl bir şey? Bir yere bağlanması mı? Sivil bir yere bağlanması şeklinde mi olacak, yoksa sivilleşme yerine arkasından bir demokratikleşme de gelecek mi? Yani asker önceki konseptte bağımsızdı, üsttü, işte, gücü vardı, geleneğinde şeyler vardı ve ülkenin yönetilmesiyle ilgili bazı alanları ipotek altına almıştı. Tamam, şimdi siviller alıyor ama nasıl yani? Ordunun zihniyeti değişmeden Genelkurmay Başkanının Cumhurbaşkanına, kuvvet komutanlarının Millî Savunma Bakanlığına bağlanması, gene tekelleşme orada duruyor. Acaba Hükûmetiniz, gerçekten o askerin, ordunun sivil denetimiyle ilgili Parlamentoyu, sivil toplumu, akademiyi ve uzmanları aktif hâle getirebilecek, gelişmiş demokrasilerde gördüğümüz tarzda gerçekten ordunun sivil ve demokratik denetimiyle ilgili bir şey mi yapacak, böyle bir durum söz konusu mu? Bununla ilgili bir şey yok yani paradigma değişti, eski paradigma kalktı, nasıl bir... Demokrasi filan yani çok kaba, genel bir demokrasi ve millî irade şeyiniz var; herkes kendisini millet olarak kabul ediyor. Biraz evvel Aydemir "Ben millet adına konuşuyorum." dedi. Ya, arkadaş, tamam ama bu kadar da değil yani herkes burada millet adına konuşuyor, herkes millet adına gelmiş. Yani nasıl? Millî Savunma Komisyonuyla ilgili nasıl bir ilişki, değiştirecek misiniz? Bizde burada, belki Millî Savunma Komisyonunda kapalı toplantılarda, açık toplantılarda; bu milletten toplanan vergiler, nasıl, nerede kullanılacak, ne olacak, asker nasıl denetlenecek bunlarla ilgili bir çalışma göremiyoruz. Yani yeni konsept ne? O zaman farklı farklı şeyler düşünüyoruz. Yani yeni konsept güç kimdeyse... Tamam yani sivil, seçilmiş olmanın ayrı bir meşruiyeti var ama askerliğin de kendine göre kuralları var, şeyleri var. Bu konuyla ilgili endişelerimi doğrusu paylaşmak isterim ve bu konuda sivilleşmeye dair ciddi bir şeyin bulunmadığı kanaatimi sizinle paylaşmak isterim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, birkaç dakika daha verirseniz...
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın Sayın Bekaroğlu.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Şimdi, görüyoruz ki Türkiye özellikle savunma politikalarını geliştirirken, özellikle bölgeyle ilgili... Ki, çok önemli, güneyimizde müthiş bir kırılganlık var, ister istemez işin içindeyiz yani "Niye oradasınız, niye işin içindesiniz?" diye sormuyorum. Dünya kadar yanlışınız var dış politikada, Dışişleri Bakanlığı bütçesinde, Avrupa Birliği Bakanlığı bütçesinde bunları konuştuk ama onlara girmiyorum, ister istemez güneyimizde olup biten şeylerin içindeyiz.
Şimdi, biraz evvel 2 Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arasında tartışma çıktı, bir milletvekili dedi ki: Masa, görüşmeler, müzakereler filan ki bu, Adalet ve Kalkınma Partisine çok da yabancı bir şey değil, üç sene evvel bu müzakereler, masa çok ileriye kadar gitti. En son işte, Dolmabahçe'de ilan edilen Dolmabahçe bildirisiyle zirveye kadar ulaştı ama meğer o masayı bir Bakan arkadaşımız kurmuş, Bakanlıktan filan da oldu çünkü hemen arkasından Cumhurbaşkanı "Böyle bir masa yok." filan dedi. Neyse ben onlara girecek değilim fakat yani bu bizim bütün yönelimimiz, Kürt meselesi, Irak'taki, Suriye'deki politikalarımız da hepsi oraya endekslenmiş. Öyle anlaşılıyor, öyle görünüyor. Bunu bir şekilde... "Son terörist öldürülene kadar." Bu, kırk seneden beri söyleniyor Sayın Bakanım yani. Aydemir hamasi nutuk atsın orada ama böyle bir şeyin olmadığını bir önceki ya da iki önceki Genelkurmay Başkanı da zaten anlattı, Sayın Başbuğ'uydu sanıyorum, güneydoğuda bir ziyaretinde "Bu insanların dağa çıkmasını önleyecek şeyler yapmadan..." filan diye bir şey söyledi. Ya, bu insanların dağa çıkmasını önleyecek şeyleri siz oraya köprü, yol filan yapmak gibi görüyorsanız o zaman bu konuyla ilgili hiçbir şey bilmiyoruz, görmüyoruz anlamına gelir. Bu ciddi bir meseledir. Ben inanıyorum, kişisel, partim de inanıyor ki Türkiye Cumhuriyeti'nde farklı özellikleri, kimlikleri olan insanların ezici bir çoğunluğu, büyük bir çoğunluğu -örgütü, terör örgütünü bir tarafa bırakıyorum- birlikte yaşamak istiyor, kimlikleriyle beraber birlikte yaşamak istiyorlar.
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu...
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum.
Biz bunları, evet, bu konuyla ilgili terörle mücadele, savunma, ne yapacaksak yapacağız ama bu düşünceyi tekrar öne getirmezseniz, Aydemir'in biraz evvel ifade ettiği refleksle hareket ediyorsak biz bütçenin bütününü size versek bile bu son terörist olayını görmeyiz Sayın Bakan.
Son bir cümleyle bitiriyorum. Türkiye'nin savunma harcamalarını azaltmak için tabii, en iyi teknoloji, en iyi ekonomi falan, her şeyi yapacaksınız ama bir şey daha söylüyorum: Ekonomiyle ilgili de Türkiye'nin demokratikleşmesini yani demokratik denetimin olabileceği bir ülkede gerçekten Türkiye'nin demokratikleşmesi, kuvvetler ayrılığı, insan hak ve özgürlükleri, OHAL'in kalkması falan, bu konuları ele almazsak Sayın Bakanım, maalesef, OHAL yani bir şekilde iktidarı sürdürme, seçimleri kazanmanın aracı hâline getirilmiş gibi algılıyoruz, öyle görüyoruz çünkü OHAL, OHAL'i gerektiren nedenle, sorunla mücadele sadece bunun için kullanılmıyor, bunun çok dışına çıkmış şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Plan ve Bütçe Komisyonunun görevlerini, yetkilerini gasbedecek şekilde kullanılıyor, bu endişe.
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyoruz.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum.
Eğer Türkiye demokrasini geliştirirse bu bütçeyi, bütün bu işleri çok daha az parayla, az bedelle yapacağımızı düşünüyorum.
Arz ederim.
Bütçeniz hayırlı olsun.
Sağ olun.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bekaroğlu.