| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Adalet Bakanlığı b) Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu c) Türkiye Adalet Akademisi ç) Anayasa Mahkemesi d) Yargıtay e) Danıştay f)Hâkimler ve Savcılar Kurulu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 23 .11.2017 |
UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, Adalet Bakanlığımızın, yargı kurumlarımızın ve diğer kamu kurumlarının saygıdeğer bürokratları, değerli gazeteci meslektaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakanım, göreviniz hayırlı olsun. Değinilen konular var ama ben sizin sunumunuzda özellikle vurguladığınız iki cümleyi hatırlatarak konuşmama başlamak istiyorum. Diyorsunuz ki 7'nci sayfasında: "Hukuk alanında yapılan reform niteliğindeki bu değişikliklerle vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetleri daha fazla güvence altına alınmıştır." 8'inci sayfada da "Hükûmetlerimiz döneminde vatandaşlarımızın hukuki güvencesi artırılmış ve hak arama yolları da çoğaltılmıştır." diyorsunuz.
Sayın Bakanım ancak uluslararası istatistikler sizin söylediğiniz şekilde yani hukuk devleti ilkelerinin ülkemizde sizin söylediğiniz şekilde ilerlediğini göstermiyor. Bir örnek vereyim, aslında çok fazla örnek bulabiliriz, sağlayabiliriz ama sadece bir tane vereyim, o da: Dünya Adalet Projesi tarafından açıklanan son rakamlara göre Türkiye, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 113 ülke arasında 99'uncu sırada yer almakta. Aynı endekste ölçülen Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri sıralamasında 13 ülke arasında 13'üncü, orta-yüksek gelir grubunu haiz 37 ülke arasında ise 36'ncı sırada yer almakta. Maalesef, istatistikler sizin bize sunumunuzda bahsettiğiniz, vatandaşlarımızın hukuki güvenceler altında olduğu savınızı desteklememekte, aslında, bizim yaşamda karşılaştıklarımız da desteklememekte, onlara da değineceğim şimdi Sayın Bakanım.
Özellikle, aslında benden önce de bahsedildi ama ben o konuya bir kez daha girmek istiyorum. Olağanüstü hâl rejimi içindeyiz. Bir kanlı, hain darbe girişimine karşı olağanüstü bir dönemde böyle bir OHAL rejimine ihtiyaç olduğu iddiasıyla bunu getirdiniz. Bu dönemde yani FETÖ'yle mücadele iddiasıyla OHAL'in getirildiği bu dönemde vatandaşların sosyal medyada paylaşım yapmaktan, gazetecilerin yazı yazmaktan, haber yapmaktan, akademisyenlerin bilim üretmekten ürktüğü bir ülke hâline geldik. Bir korku iklimi, bir korku demokrasisi yaratılmış durumda. Bu ülkenin en değerli bilim adamları sadece partinizle, Hükûmetinizle aynı görüşte değil diye bir OHAL KHK'siyle kapının önüne konmuş durumda. Hep aynı isim üzerinden örnek veriyoruz ama tekrarda fayda var. Ülkenin yetiştirdiği en önemli Anayasa hukukçularından olan, muhtemelen de tanıdığınız, Sayın Profesör Doktor İbrahim Kaboğlu 16 Nisanda halk oyuna sunduğumuz paketin sakıncalarını anlatan yorumlar yaptığı için bir itibarsızlaştırma operasyonuyla, bir gece yarısı KHK'siyle kapının önüne kondu. Yaratılan rejimi en iyi anlatan örnek olduğu için altını çiziyorum, Sayın Kaboğlu ihraç edildi ama hakkında hiçbir adli ya da idari soruşturma bulunmamakta. Yurt dışına çıkışını yasakladınız ki yurt dışındaki üniversitelerden çok sayıda teklif alan değerli bir bilim insanından söz ediyoruz. Sayın Kaboğlu'na ve ihraç edilen yüz binlerce personele, içlerinde hâkim, savcıların da, hukuk fakültesinde görevli akademisyenlerin de bulunduğu yüz bine aşkın personelinize tek bir yer işaret ettiniz, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu. Darbe girişiminin üzerinden on altı ay geçti Sayın Bakanım. Bu Komisyon kurulmadan önce yapılan hataları tek tük olmak kaydıyla KHK'yle düzeltiyordunuz ancak bu Komisyon kurulduktan sonra bu da bitti, tamamen ortadan kalktı. Ülkenin en değerli bilim insanlarından, FETÖ'yle uzaktan yakından ilgisi olmayan insanlardan söz ediyoruz Sayın Bakanım. Bizler bu OHAL rejiminin artık sonlanması gerektiğini her fırsatta dile getirirken yine Hükûmet 2 KHK hazırlığında. Çevre Bakanı da kentsel dönüşümle ilgili bir KHK çıkarılması talebinden bahsediyor. Anladığımız kadarıyla yine çıkarılacak olan KHK'ların OHAL yetkisiyle bir ilişkisi olmayacak. Bu olağan dışı OHAL rejiminin kolaycılığına AKP Hükûmeti kapılmış durumda. FETÖ'yle mücadelede alınması gereken tüm tedbirlerin aslında şimdiye kadar alınmış olması gerekiyordu ama hâlâ bundan bahsetmekteyiz. Peki, hangi tedbirler geliyor karşımıza OHAL kapsamında? Kış lastiğinden evlilik programlarına, rektör seçimlerinden Varlık Fonu'na ait düzenlemelere kadar bu mücadeleyle uzaktan yakından ilgisi olmayan düzenlemeler için OHAL'e ihtiyaç duyuyor, OHAL'i kullanıyorsunuz.
Sayın Bakanım, sorumluluk alanınızdaki cezaevlerinin durumuna ilişkin olarak da birkaç gözlem, eleştirimiz olacak. O cezaevleri aslında artık bizler için bir kat daha önemli. Çünkü bu Parlamentonun mensupları haksız, hukuksuz bir biçimde Anayasa Mahkemesinin kendi kararlarını da hiçe sayan yeni içtihat üretme çabasıyla cezaevlerinde. Bu ülkenin gazetecileri, aydınları, bilim insanları, insan hakları savunucuları cezaevinde. Ama kimlerin cezaevinde olduğundan bağımsız olarak cezaevlerinin koşulları da içler acısı. Sizlere de muhtemelen çok fazla şikâyet gelmekte. İktidarınız döneminde cezaevlerinde yatacak yer kalmadığından mahkûmların iletişim ve görüşme haklarının engellendiğine kadar bir dizi ciddi sorun var. Bunlar arasında bahsetmek istediğim, anneleriyle cezaevlerinde büyümek durumunda bırakılan çocuklar var. Ceza infaz sisteminde Sivil Toplum Derneğinin raporuna göre son sekiz yılda cezaevlerinde 18 çocuk yaşamını yitirdi ve yine cezaevlerinde 2.800 çocuk mahkûm bulunmakta. Bu konuda da sonda yapacağınız sunumda bizleri bilgilendirirseniz çok memnun olacağım.
Sayın Bakanım, değinmek istediğim bir diğer husus ise cezaevindeki gazeteciler konusu. Şimdi gazetecilerle ilgili, aslında bakarsanız yani düşüncesi, fikri, yazdığı, eleştirisi nedeniyle aslında hiç kimsenin yargılanmaması, hiç kimsenin cezaevine konmaması lazım. Bu konuda Yargıtayın çok kısa süre önce verdiği bir kararın aslında bütün mahkemelerce dikkate alınması gerekiyor. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, sanırım 14 Temmuz tarihli kararında cebir ve şiddet meselesini anımsatıyor. Bunun bütün mahkemeler tarafından anımsanmasında fayda var. Biliyorsunuz iktidarınız döneminde yasayı değiştirdik biz, daha önce sadece cebirdi, buna şiddet unsurunu ekledik. Ama şu anda yargılanmakta olan gazetecilerin neredeyse tamamına yakını 15 Temmuzda Meclisi bombalayan, yurttaşlarımızı öldüren, yurttaşlarımızın üzerine tank süren, silah çeken eli kanlı darbecilerle sanki aynı suçu işlemiş gibi üç defa ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırılmak iddiasıyla yargılanmaktalar. Ama bu Yargıtayın kararında da görüldüğü gibi, mutlak surette yani Türk Ceza Kanunu'nun 309, 311, 312'nci maddelerinden yargılanmak için net bir şekilde şiddet unsurunun olması lazım. Ancak sizler de biliyorsunuz, darbe suçunun olmazsa olmaz unsuru cebir ve şiddet. Gazetecilerin yazı ve söylemleri cebir ve şiddet unsurunu oluşturamaz. Yazı ve söylem darbe suçu için elverişli bir eylem değildir. Yazı ve söylem ile darbeye teşebbüs eylemi arasında nedensellik bağı yoktur. Mesela, Şahin Alpay 2012-2013 yılındaki yazılarından ötürü suçlanmakta, on altı aydır içeride, 73 yaşında, 11 kronik rahatsızlıkla. Şimdi, fikrini barışçıl yolla ifade ediyor, eleştiriyor, belki Hükûmetinizi, belki liderinizi ama bunun karşılığı Silivri Cezaevinde ya da başka bir yerde aylarca, yıllarca özgürlüğünden mahrum bırakılmak olmamalı. Mehmet Altan'ın suçlandığı iki yazısından birisi 2010 yılında yazılmış. 2016 yılındaki darbeye teşebbüs için bu elverişli bir zemin midir ki bahsettiğimiz Mehmet Altan bu Meclisin çatısı altında o dönem Darbeyi Araştırma Komisyonunda darbelerle mücadele konusunda Türkiye'nin en iyi bu işi bilen akademisyeni sıfatıyla gelip görüşüne başvurulan bir isim! O yüzden, gazeteciler konusunda bunların işte Cumhuriyet yazarlarının, işte, bakın Sözcü iddianamesinde gündeme gelen yeni isimlerin, Uğur Dündar gibi, Necati Doğru gibi isimlerin asla ve kata bu 15 Temmuz darbe girişimiyle -Sözcü gazetesinin olsun, Cumhuriyet gazetesinin- ilişkisi olması düşünülemez. Ama bu ülkede Cumhuriyetin muhabiri Ahmet Şık, geçmişte biliyorsunuz FETÖ'nün hedefinde olan Ahmet Şık, onlar aleyhinde kitap yazan Ahmet Şık şimdi FETÖ'cülükten, DHKP-C'cilikten vesaire bütün aklınıza hangi terör örgütü gelirse onlardan içeride yatmakta aylardır. Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu'nun benzer şekilde bir yılı geçen tutukluluğu var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, üzerinde hassasiyetle duruyorum çünkü bu davalarda, -sadece biz içeride konuşuyoruz- bu insanlar özgürlüğünden mahrum kalıyor, ailelerinden mahrum kalıyor. Tabii bu acıların, bu olumsuz unsurların yanı sıra, ülkemizin itibarını da dünyada, üyesi olduğumuz kurumlarda maalesef düşürmekte. Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hükûmetten yani Bakanlığınızdan bu bahsettiğim davaların çoğunda görüş istedi ve bu görüşlerde sorduğu bir önemli husus var yani bu tutuklamaların siyasi maksatlı olup olmadığını özellikle sorguluyor. Eğer bu karara varırlarsa yani AİHM bu karara varırsa o zaman biz başka ağır bir yaptırım karşısında kalacağız Azerbaycan örneğinde olduğu gibi.
Mahkemelere ilişkin birkaç dikkatimizi çeken hususla sözlerimi bitirmek istiyorum. Bunlardan birincisi: Avukatların savunmasına bazı duruşmalarda, bazı mahkemelerde izin verilmemekte, en son Altanlar davasında olduğu gibi. Avukat kısıtlılığı yasağı devam etmekte. Mektup alıp mektup gönderememekte. Değişik davalarda değişik uygulamalar var. Yani istikrarlı, tutarlı bir yöntem var. Bir davanın sanıkları ailelerinden, dışarıdan mektup alabiliyor, sevdiklerinden mektup alabiliyor, diğerinde olmuyor; bir davada avukatlarıyla daha rahat görüşebiliyor, diğerinde olmuyor. Mahkemelerde sürekli savcılar değişmekte, hâkimler değişmekte. İşte haftada bir saat kamera ve görevli eşliğinde avukatlarla görüşebiliyorlar. Bunun OHAL süreciyle ilgisi olduğu hep söylenmekte ancak dediğim gibi tutarsızlıklar var. AİHM'den bahsettim. Tabii, AİHM'in -Avrupa İnsan Hakları Komiseri Muiznieks'in olsun, Birleşmiş Milletler Raportörü David Kaye'in olsun- raporlarında ciddi hak ihlallerinden bahsediliyor ve ağırlıklı olarak şu vurgulanıyor: "Türkiye eleştirel, muhalif, siyasi iktidara karşı olan, görüşte olan insanları, gazetecileri, siyasetçileri, akademisyenleri cezalandırmakta." vurgusu sürekli yapılmakta.
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Çakırözer.
UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Bir de tabii son cümle olarak...
İstanbul Milletvekilimiz Enis Berberoğlu'nun durumunu dikkatinize getirmek istiyorum. Üst mahkeme bütün tutuklama gerekçelerinin neredeyse tamamını yok sayan bir karar almış olmasına rağmen, mahkemeler arasındaki uyumsuzluk ya da aralarındaki ortak noktaya gelememe nedeniyle milletvekilimiz istinaf mahkemesinin kararından bu yana haftalardır özgürlüğünden mahrum bırakılıyor. Bu yanlış bir uygulamadır.
Son olarak da Amerika'da devam etmekte olan bu Zarrab davasına ilişkin, işte Hükûmetin nota göndererek vesaire, buna bir şekilde müdahil olma hususuna siz sunumunuzda -eğer kaçırmadıysam- hiç girmediniz. Bunu nasıl görüyorsunuz?
BAŞKAN - Sayın Çakırözer...
UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Siz bütün yurt dışında tutuklu bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için nota gönderiyor musunuz? Gerçekten hak ihlali olduğunu düşünüyorsanız... Ben size içeride olanları da söylüyorum: Binlerce insan... Komisyon daha karar vermiş değil, bir tane dahi başvuru bu OHAL Komisyonunda sonuçlandırılmamış durumda. Yani sadece bir kişinin hakkını hukukunu korumak için bütün devletin seferber olmasının arkasındaki mantık nedir? Bu konuda bizi aydınlatırsanız sevinirim.
Bakanlık bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.