| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Adalet Bakanlığı b) Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu c) Türkiye Adalet Akademisi ç) Anayasa Mahkemesi d) Yargıtay e) Danıştay f)Hâkimler ve Savcılar Kurulu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 23 .11.2017 |
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli arkadaşlarım.
Bihlun Hanım üç çocuğun cesedinin denizden çıkarıldığını söyledi, üç çocuk öldü. İki genç, biri cezaevinde, biri hastanede ölmek üzere; Nuriye Gülmen ve Semih Özakça. Sayın Bakanım, bu konu bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin halledemeyeceği bir konu değildi, OHAL Komisyonu kuruldu, öncelikle ele alınabilirdi, bunların dosyaları ayrılabilirdi. Hâlâ bunu yapmak mümkündür Sayın Bakanım. Konuşmama bunu hatırlatarak başlamak istedim.
Yine, arkadaşlar, sözünü etti, şu anda cezaevlerinde 668 çocuk var, bu çocukların 150'si 1 yaşın altında, anneleriyle beraber kalıyorlar. Bu annelerin tutuksuz yargılanmasında ne sakınca var? Bize söyleyin Sayın Bakanım, yeni bir Bakansınız, söyleyin, "Şöyle bir sakınca var." diye, biz de ikna olalım.
Değerli arkadaşlarım, ben bir anımı sizinle paylaşarak konuşmaya başlamak istiyorum: 1981 yılında Kenan Evren Erzurum'a geldi, üniversitenin önünde saat dokuz gibi, mesaiye gidiyorum, insanlar toplanmış, Kenan Evren'i karşılıyorlar. Yanaşınca baktım, ilkokul çocukları -gocuklarıyla, kış ortası, aralık ayı falan, eksi 20 derece- üstleri çıkarılmış, önlüklerle bekliyorlar. Nedir bu filan dedim, Kenan Evren gelmek üzere, o nedenle çocuklar bekliyormuş. Kendimi tutamadım, bir şeyler söyledim orada, kızdım falan. Hastaneye gittim, bir süre sonra hemen iki asker geldi, beni alıp üniversitenin asker karakoluna götürdüler. Bir üsteğmen bana dedi ki: "Sen hain misin?" Neyse... Bir Nevzat Şişman ağabeyimiz vardı, araya girdi, benim hain olmadığımı, Laz olduğumu söyledi falan da bıraktı. "Sen hain misin?" Kırk sene sonra geçenlerde bir olay oldu, işte, öldürülen, terörist olduğu iddia edilen insanların çıplak fotoğrafları yayınlandı, "Bu yanlıştır." dedim, başta Bakan Soylu olmak üzere "Sen hainsin." dediler bana; kırk sene geçti, hiçbir şey değişmiyor.
Değerli arkadaşlarım, devlet ne? Yani devlet nasıl bir şey? Sınırlanacak bir şey mi, kutsanacak bir şey mi? Burada zihniyetle ilgili çok ciddi bir problemimiz var ve adalet konusunda yaptığımız her şey bu duvara çarpıp gidiyor. Şimdi, elbette, "Devlet olmasın, devlet düşmanlığı..." öyle bir şeyden söz etmiyorum ama devletin mutlaka sınırlanması gerekiyor, anayasalar da bunun için var. Anayasa elbette devleti de korur, kurumları da korur, onları tanımlar falan ama insanları kurumlardan, devletin kurumlarından korur yani anayasanın genel şeyi budur, insan haklarına dayalı olmalarıdır. Bizim bir zihniyet problemimiz var değerli arkadaşlarım, bu hiç değişmiyor, zihniyet dediğiniz zaman ideoloji falan anlaşılıyor. Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisinin kadrosunu çok iyi tanıyorum, çok muzdarip olmuştur bu resmî ideolojide, devlette olanlardan falan. Orada, devletin işleyiş, eyleyiş biçimini, şeklini değiştireceği yerde oradaki insanların değişmesi ve ideolojinin, yaklaşımın değişmesini yeterli gördüler, "Onlar gitti, biz geldik." oldu. Bakın arkadaşlar, şimdi birtakım olaylar söyleyeceğim, yakın tarihimizde hangi hainler vardı? Ama kimse üzerine alınmasın çünkü bu olaylar yakın tarih olayları, bir kısmı bu olaylara hâlâ "Doğrudur." diyor, bir kısmı "Yanlıştır." diyor. Durum tespiti için söylüyorum ve bugünle karşılaştıracağım. Bakın, İstiklal Mahkemelerinden başlayalım, çok haklıydı, yargılamalar da doğruydu, buna karşı çıkanlar haindi, hatırlayın. Devletin Sünni Türk temeli üzerinde bir kimlik inşa etmesi doğruydu, buna karşı çıkanlar haindi. 1930'larda partiler kuruluyor, o partilerin kapatılması doğruydu, buna karşı çıkanlar haindi. İşte, Şark Islahat Planı doğruydu, buna karşı çıkanlar haindi. Güneş Dil Teorisi doğruydu, mutlak doğruydu, gerekliydi, karşı çıkanlar haindi. İşte, Tunceli Kanunu doğruydu, Dersim Harekâtı doğruydu, karşı çıkanlar haindi. O dönemde, 1940'larda uygulanan sert laiklik politikaları doğruydu, buna karşı çıkanlar haindi. Millî Koruma Kanunu doğruydu, karşı çıkanlar haindi. 1942'deki bu varlık vergisi -meşhur- gayrimüslimlerin Aşkale'ye sürgün edilmesi doğruydu çünkü sermayenin millî unsurlara transferi söz konusuydu, buna karşı çıkanlar haindi. Nazım Hikmet'in, Necip Fazıl'ın ve birçok insanın tutulması, sürgüne gönderilmesi doğruydu çünkü yargı bağımsızdı, buna karşı çıkanlar komünist hainlerdi. Dünya Savaşı sonrası Türkiye'nin, devletin tercihleri, NATO doğruydu, buna karşı çıkanlar yine komünist hainlerdi. 1945'ten sonra iktidar muhalefet ortaklığıyla Türkiye soluna, o partilere, örgütlere mensupların tutuklanması, sürgün edilmesi doğruydu. İşte, ülkücülere yapılan mezarlıklar doğruydu, buna karşı çıkanlar haindi. 1950'lerdeki Demokrat Partinin -bu sefer değişti- bütün politikaları doğruydu, Kore'ye asker götürmek doğruydu, Petrol Kanunu doğruydu, köy enstitülerinin kapatılması doğruydu, buna karşı çıkanlar haindi. Bölükbaşı'nın partisinin kapatılması, yargılanması doğruydu, karşı çıkanlar haindi, millî iradeye karşı çıkıyorlardı. 27 Mayıs ihtilali doğruydu, Hürriyet ve Anayasa Bayramı'ydı, buna karşı çıkanlar hainlerdi, gerici hainlerdi. Üç siyasetçinin idam edilmesi doğruydu, buna karşı çıkanlar hainlerdi. 12 Mart doğruydu, orada üç gencin idam edilmesi doğruydu, buna karşı çıkanlar haindi. Böyle gidiyor değerli arkadaşlar. Millî Nizam Partisinin, İşçi Partisinin kapatılması -biri gericiydi, biri komünistti- doğruydu, devlet doğru yapmıştı, buna karşı çıkanlar haindi. 1970'lerde grevler falan memleketi yıkmıştı, bunların yasaklanması, sınırlanması doğruydu, buna karşı çıkanlar haindi. 12 Eylül doğruydu, Kenan Evren her şeyi doğru yapmıştı, buna karşı çıkanlar haindi. Hatırlayın, 1982 Anayasası'na "hayır" demek hainlikti, öyle değil miydi değerli arkadaşlar? Devam ediyor; oradan gidin, 28 Şubata gelin, Diyarbakır Cezaevi, daha öncesinde 24 Ocak kararları, neoliberalizme geçiş, bunların hepsi doğruydu, bunlara karşı çıkanlar hainlerdi. Başörtüsü yasağı doğruydu, elbette kamusal alanda olamazdı böyle şeyler, buna karşı çıkanlar haindi hatırlayın, değil mi arkadaşlar? Peki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının şiir okuduğundan dolayı tutuklanması, hapse atılması doğruydu, buna karşı çıkanlar haindi. Böyle devam ediyor, süremi bitirmeyeyim.
Peki, bugüne gelelim değerli arkadaşlar, bugün de devletin yaptığı her şey doğru, buna karşı çıkanlar hain, öyle değil mi? İşte, İsrail'le kavga ettik, "Olur mu, niye kavga ediyoruz?" diyenler hain. Esad'la "Yahu, Suriye'ye bir bakalım, öyle değil." falan diyenler hain. İşte, Almanya'yla, Amerika'yla, herkesle dövüşüyoruz, karşı çıkanlar hain. Hatırlayın değerli arkadaşlarım, Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı çıkanı, Anayasa değişikliğine karşı çıkanı nasıl anlattı Sayın Cumhurbaşkanı ve hepiniz ne dediniz? "Buna karşı çıkanlar teröristlerdir, hainlerdir. Hiçbir şey değişmedi değerli arkadaşlar. Ne değişti? Devletin resmî ideolojisi değişti, içindeki kadrolar değişti; dün devlet böyle olduğu için, demokratik olmadığı için yapılan dünya kadar haksızlıklar, adaletsizlikler şimdi başka bir kadro eliyle başka insanlara yapılıyor ve hâlâ biz "Doğruydu, iyiydi, kutsaldı devlet, kutsal devletin yaptığı şeylere karşı çıkan herkes haindir." gözüyle bakıyoruz. Hiçbir şey değişmedi yani bir arpa boyu bile yol alamadık. Bu ciddi bir problem olarak duruyor, eğer biz bunları aşamazsak bir yere gidemeyiz.
Değerli arkadaşlarım, hukuk devleti olmadan... Yani seçilmiş olur, elbette demokratik meşruiyet seçilmekle gelir, iktidarda kalmak da hukuk içinde yönetmekle olur, iktidardan gitmek de seçimle olur ama değerli arkadaşlarım, eğer hukuk yoksa hiçbir şey olmaz. Bir kişinin, sarayın, binanın adalet dağıtması diye bir şey söz konusu değildir. Adalet, bugünkü sistemde, demokrasi içinde, hukuk devleti içinde olur, kuvvetler ayrımı içinde olur; yönetenin, sarayda oturanın ya da başka yerde oturanın, yasama yapanın adalet dağıtması mümkün değildir. Orada erkler, kuvvetler ayrı olacak ve hukuk için, o zaman ancak bağımsız yargıdan, tarafsız yargıdan söz edebiliriz. Adaletin, hukukun olmadığı, hukuk devletinin olmadığı bir yerde de adil kararlar veriliyor diye bir şey söz konusu olamaz. Yani bir insan kendi aldığı kararlara karşı çıkanları yargılarken adil olamaz, adil kararlar veremez, böyle bir şey yoktur, böyle bir demokrasi mümkün değildir, hiçbir yerde görülmemiştir.
Değerli arkadaşlarım, bir yönetimin meşruiyeti seçimle gelmesi, hukuk içinde yönetmesi ve seçimle gitmesidir. Bunun olabilmesi için de bütün bu işlemlerin hukuk içinde olması lazım. Şimdi, "uyum yasaları" diye bir şeyler getiriyorsunuz, Yüksek Seçim Kuruluyla ilgili. En son, 16 Nisanda Yüksek Seçim Kurulunun kararlarını tartıştık, mühürsüz şeyleri değil mi? Şimdi, bakıyoruz, orada yine, önümüzdeki seçimlerin seçim güvenliğini zedeleyebilecek maddeler sokuşturulmuştur; işte, "Siyasi partiler yeteri kadar müşahit göndermesinler." gibi. Bu kurnazlıklarla bir yere gidilemez arkadaşlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Şeklen meşruiyetin hiçbir anlamı yoktur, açık olarak da meşru olması gerekiyor. Herkesin ama herkesin, muhalif olanın, olmayanın, karşı çıkanın, herkesin emin olması gerekiyor.
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu...
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Biraz daha...
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Önümüzdeki dönemde en temel işimiz budur Sayın Bakan. Önümüzdeki dönemde, eğer sizin Bakan olduğunuz zamanda seçim gidilecekse bu tarihe geçecektir. Seçime güvenli bir şekilde gitmemiz gerekiyor. O nedenle yapılan bu değişikleri biz Bakanlık koridorlarında ya da sarayda bir yerde kotardık, getirdik demeyin. Aynen 1950 öncesi olduğu gibi nasıl Demokrat Partiyle o zaman... Çünkü 1946'da gizli oy, açık tasnif yapılmıştı. "Seçime girmeyeceğiz." dediler Demokrat Partililer, oturdular bir mutabakat yazdılar, bütün millete deklare edildi ve o şekilde güvenli 1950 seçimlerine gittik. Demokrasi de orada başladı. Eğer Kasım 2019'da yapılacak -ya da ne zaman yapılacaksa- o seçime seçim güvenliğinden herkesin emin olduğu bu şekilde girmezsek Türkiye o zaman kaosa gider. Belki de "Cumhurbaşkanlığı sistemi yürürlüğe girmezse kaosa gider." diye düşünüyorsunuz, öyle bakıyorsunuz, bütün refleksler öyle. Hayır, eğer önümüzdeki dönemde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimlere seçim güvenliğinden emin bir şekilde gitmezsek Türkiye kaosa gider, hiç kimse durduramaz Sayın Bakanım.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bekaroğlu.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Birkaç cümle daha söyleyeceğim izin verirseniz. Anayasa Mahkemesiyle ilgili bir şey söyleyeceğim. Sayın Bakanım ifade etti ama ben de bir tespitle bir şey söyleyeceğim.
Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesi aslında Sayın Cumhurbaşkanının o meşhur Can Dündar ve Erdem Gül kararından sonra "Anayasa Mahkemesinin kararlarını tanımıyorum." demesiyle zaten kapanmıştı. Fakat Anayasa Mahkemesi "OHAL kapsamındaki kanun hükmündeki kararnamelerde ben sorumlu değilim." dediği andan itibaren Türkiye'de Anayasa Mahkemesi kalmamıştır, ne derseniz deyin. Artık Türkiye'de bir Anayasa Mahkemesi yok yani çıkan yasaların Anayasa'ya uygun olup olmadığını denetleyen bir şey yok. Anayasa Mahkemesi yoksa başka mahkemeler de yoktur. Dolayısıyla şu psikolojiyle bakmayalım: Dışarıdan ne söylenirse işte "Hainler, düşmanlarımız, herkes bizi sardı, şimdi dolar üzerinden saldırıyorlar." Ya saldıracaklar onlar elbette, olabilir, belki de haindir hepsi, bilemiyorum, hiç sevmiyorum zaten bu Amerika'yı mamerikayı, NATO'yu matoyu, tarihimde de hiç sevmedim ama biz ne yapıyoruz ya? Ben Amerika mıyım, NATO muyum arkadaşlar ya? Ben emin değilim yani Türkiye'de yargının gerçekten tarafsız ve bağımsız olduğuna, adil bir karar vereceğinden emin değilim. Sokaktan bir insan yakalayın "Sana bir haksızlık oldu arkadaşım, bu haksızlığın senden giderileceğine, hakkının sana teslim edileceğine inanıyor musun?" diye sorun sevgili kardeşim, Sayın Bakanım sorun, "Evet." derse, ha taraflı diyebilir ama samimi bir şekilde "Evet." derse ben bütün siyaseti miyaseti bırakıyorum köyüme çekiliyorum.
Teşekkür ederim.
Bütçeniz hayırlı olsun.