KOMİSYON KONUŞMASI

CEYHUN İRGİL (Bursa) - Sayın Bakanım, Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinize çalışmalarınızda başarılar dilerim. Bu tasarının gündeme geliş biçimi tartışılabilir ama bu siyasi bir tartışmaya girer. Oysa bu siyasi tartışmanın yanında bir şekilde bu tasarının buraya gelmesine bahane olduğu için aslında bu YÖK yasa tasarısının iyi önerilerle, iyi niyetli katkılarla ve sadece teknik bir eleştiri boyutunda ele alınırsa bir fırsata dönüşeceği inancındayım. Yani bu bir fırsata dönüşebilir ve birçok yükseköğretim kurumlarındaki ciddi sorunları belki de burada bir iki maddeyle, birkaç cümleyle, YÖK'ün de burada olması hasebiyle çok rahat düzeltebiliriz, yıllardır birikmiş olan sorunları burada çözebilir noktada olabiliriz. Bu yüzden bazı önerilerimiz olacak, onları sizinle paylaşacağız. Eğer sizler de olumlu yaklaşımda bulunursanız çok kolayca çözülebilecek sorunlar ve öneriler var. Burada siyasi değerlendirmeye hiç girmeden teknik olarak birkaç öneride ve tespitte bulunacağım.

Biraz önce hocamızın da söylediği gibi, bu tasarıda birçok konu biraz daha olumlu, kolaylaştırıcı, bunu kabul etmek lazım, kabul fakat bu tasarıdaki en önemli açık, bilimsel yeterliliğin yani bilimsel yetkinliğin nasıl ölçüleceği çünkü bu tasarıyı eğer akademize edebilirsek... Bakarsanız, bir insan hiç jüri önüne gelmeden, hiç yüz yüze karşılaşmadan -aynen Mustafa Ilıcalı Hocanın dediği gibi- hiç kimseyle karşılaşmadan sadece eser üzerinden doçentlik unvanı alabilir noktada. Şimdi, burada kişilerin ders anlatma kabiliyetleri, toplumla olan ilişkileri, becerileri, özellikle uygulamalı alanlarda yani tıp alanında, sanatta yeterlilik gerektiren alanlarda, güzel sanatlar alanında bu yetkinlik nasıl sorgulanacak; bu tasarıda açık. Ben bu tasarıyı bu açıdan eleştirmiyorum, sadece diyorum ki: Gelin, herkes buradayken, bu ülkenin millî eğitimine yön veren insanlar buradayken buna bir ortak çözüm bulalım çünkü bu açık gelecekte çok önemli sorunlara yol açabilir. Hani, böyle örnekler vererek zaman almak istemiyorum ama YÖK'teki toplantıda da söyledim; örneğin ben cerrahım, doktor arkadaşlarım var burada, bir önceki sistemde, evet, birçok yeri yanlıştı -ama Mustafa Ilıcalı Hocanın veya Mahmut Bey'in dediği gibi- ama en azından insanlar "Sözlü sınav olacağım." diye bilimin tamamına çalışıyorlardı. Örneğin, ben tıp doçenti olacağım diye ister istemez cerrahinin bütün alanlarına çalışabiliyordum, mecburdum, ders çalışıyordum yani o bilimin tamamına, en azında genel bir kültüre hâkim oluyordum ama ben sadece karaciğer veya bağırsak konusunda çalışabilirim. Ama bu tasarı geçtiğinde, ben sadece karaciğerde doktora yapmışsam veya sadece hücre biyolojisinde doktora yapmışsam biyolojinin başka hiçbir alanını sorgulamadan, bilmeden ya da siz benim ne bildiğimi bilmeden biyoloji doçenti olacağım, sorun burada. Eğer ben sadece hücre bilimi doçenti olacaksam eyvallah ama siz bana biyoloji doçenti unvanı verecekseniz. O zaman bu adamın diğer alanları bildiğini nasıl sorgulayacağız? Bunu eleştiri için değil, siz de bunu düşünün yani zamanımız var, buna bir çözüm bulmalıyız. Bu, merkezî bir sınav mı olur, başka bir formül mü olur, bilemiyorum. YÖK'ün bir önerisi var mı? O günkü toplantıda özel bir öneri de iletmemişlerdi. Buna özellikle bir dikkat çekiyorum bütün hocalarımız gibi ama ben de doçentlik sözlü sınavının kaldırılmasını destekliyorum çünkü subjektif ve çok ahlaksızca örnekleri olan ve gayriahlaki ya da etik olmayan bir sürü şeye yol açmış bir sınavdı.

Onun dışında, bu doktor unvanı alan her akademisyenin yine otomatik olarak ders verme, yeşil pasaport -bunları tartışmaya açmak için söylüyorum- mevcut yardımcı doçent maaş artışı ve proje yazma gibi tüm özlük haklarına kavuşması konusunu tartışmalıyız. Bu kadroya geçiş otomatik olmalı ve yeniden kadro ilanına gerek duyulmamalı. Öğretim görevlisi kadrosuna atanacak uzmanların ders veremeyeceği şeklindeki madde eşitlik ilkesiyle bağdaşmayacağı için... Burada bir teknik yanlışlık yapıldığını düşünüyorum. Bu durum üniversitenin takdirine bırakılmalı çünkü doktoranın ruhuna aykırı bir şey. Doktora yani "doktor" kelimesi Latincede "öğretmen" demek, bu yüzden bütün mesleklerin doktorası olur. Bu, şu demektir: Master yaparsanız uzman olursunuz, doktora yaparsanız artık o sanatı, o bilgiyi, o dalı öğretebilir adam, öğreten adam anlamına gelir, o yüzden tıp doktorlarıyla devamlı karışıyor. Bu yüzden, öğreten adam, öğretebilir, bu mesleği, bu sanatı öğretebilir ilkesine... Bilim doktoraları bu anlama gelir, o yüzden bilim doktorası yapmış kişilere "ders veremez" ilkesi zannederim bir teknik yanlışlık olmuş.

Kadro ilanı yalnızca kurum ve fakülte değiştirilirken uygulanması ve tamamen o alandaki tüm akademisyenlerin başvurusuna açık olarak, genel şartları koruyarak yapılması ve tüm ilanların da YÖK üzerinden duyurulması çok önemli; ahlaki bir sorun çünkü bu üniversitelerimizdeki temel sorunlar aslında akademik değil, ahlaki sorunlar, çoğu etik sorun. Aslında etik sorunları çözebilsek YÖK'e de ihtiyaç kalmaz çünkü kendi içinde üniversiteler birbirini denetler, kendi içinde denetimi sürdürebilir fakat bu etik sorunları maalesef denetleyecek ve zapturapt altına alacak birtakım çalışmalara ihtiyaç var.

2005 sonrası Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde kurulan üniversitelerimize ek teşvikler verilmeli, doçentlik sistemindeki atama şartının üniversite tarafından en fazla ne kadar artırılabileceği belirlenmeli, iyi bir sistem oturtmuş ve ekipler içinde hiçbir zorluk çekmeden çalışan akademisyenlere kıyasla taşra üniversitelerinde daha düşük şartlarda çalışmış insanların önünü kesecek astronomik şart değişikliklerine kesinlikle izin verilmemelidir. Tasarı, üniversitelerimizin doçentlik sınavı yapabilmesine imkân tanıyor. Her ne kadar bu sınavın yapılmasına karar verildiğinde sınav ÜYAK tarafından yapılacak olsa da bu durum çeşitli karışıklıklara yol açabilecek ve sözlü sınav tekrar eski bir âdet hâline gelebilecektir. Bu yüzden buna da daha net ve kesin çizgiler çekilmelidir.

Bunun dışında, bu doçentlik sistemine getirilen şartlar kesinlikle alan bazlı olmalı ve detaylı olarak belirlenmeli, mümkünse kitap veya bölüm yazarlığı veya çeviri şartı doçent olmak için gerekli görülmelidir. Bu durum ülkemizdeki temel kitap eksikliğini de ciddi derecede azaltırken, akademisyenler de sözlü sınav çalışmalarından kaynaklı olabilecek teorik bilgi eksikliğini giderecektir yani bu da bir yöntem olabilir, bir kitap zorunluluğu, alanında bir kitap yazma zorunluluğu sorunu çözebilir. Bir de etik ihlallere yönelik kontroller çok önemli. Doçentlik aşamasındaki eser incelemesi en önemli dayanak oldu şu an yani tek dayanak oldu, tek bariyer oldu. O yüzden, öznellik olmamalı, kesinlikle daha nesnel, objektif, denetlenebilir bir sistem getirilmeli. Sistemin tamamen puanlama şeklinde yürütülmesi için önlemler alınmalıdır ve yayınların yapıldığı dergilerin kalitesi de en azından belli şartlar altında hesaba katılmalıdır çünkü parayla yayın yapan, parayla yazı yazan, parayla tez yazan tez dükkânlarının olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Ben şu anda parayla tez yazdıran onlarca öğretim üyesi tanıyorum, parayla tez yazan öğretim üyesi de tanıyorum başkalarına. O yüzden, bu ülkeyi bu ahlaki çöküntüden kurtarmamız gerek. Düşünün, daha hocalarımız parayla veya rüşvetle veya sahtekârlıkla doçent, profesör olursa biz o öğrencilerden ne bekleyeceğiz? Bunun mutlaka önüne geçmeliyiz. Bu anlamda tarihî bir sorumluluğu var bu Komisyonun, ona da özellikle vurgu yapmak istiyorum.

Özellikle doktora eğitimi şu anda -biliyorsunuz- ilk ve son bariyer oldu, o yüzden çok önemli. Doktora eğitimindeki kaliteye çok önem verilmeli, yeterliliği olmayan kurumların doktora eğitimi vermesini engellemeliyiz ve doktora eğitimini parayla verilir hâlden çıkarmalıyız çünkü son ve tek bariyer bu, doktorayı geçtiğiniz anda öğretim üyesi oluyorsunuz, artık başka engel kalmıyor. O yüzden, bu konuda net bir şekilde süreçler belirlenmeli. Doktora sürecindeki yayınlar da doçentlik sürecine kabul edilmeli, en azından bu tartışılmalıdır.

Üniversiteler arası bilimsel kongrelere katılma veya bunların önü açılmalı. En önemlisi kongrelere katılım, ulusal ve uluslararası kongrelere katılım; ulusal kongreler özellikle göz ardı ediliyor, bu yüzden de güdük kalıyorlar. Bunların da doçentlikte veya bilimsel sistemde puanlanması gerekir. Sadece insanların eser ve çalışmalarından onlara puan vermemeliyiz, hayatın tek amacı, anlamı, yazı yazmak, yayın yapmak değil. İnanın, üniversitede ben hatırlıyorum benim hocalarımdan, yayın yapmak dışında yani o egosantrik şeyi tatmin etmek dışında ne öğrencisiyle ne bilimle ne üniversiteyle ilgilenen, üniversitenin sosyal hayatıyla ilgilenmeyen bir dolu adamla karşılaştım. O yüzden, hayatın içinde olan, hayatı insanlara değip dokunan, insanların yaptığı çabalar da, sosyal çabalar da... Hatta, bir hocanın, öğretim üyesinin, öğretim üyesi adayının bir sivil toplum örgütüne üye olması, onu yönetmesi veya örnek veriyorum, bir tıp doktoru -kendi alanımdan veriyorum- diyelim ki bıraktı akademiyi, gönüllü oldu, iki yıl Sudan'da gönüllü doktorlar veya sınırsız doktorlarda gitti, insanlık için gönüllü çalıştı yani bu çabası, bu çalışmasının bir karşılığı, bir puanı olmalı çünkü bu insani değerlerin hiç karşılığı yok. Adam akademik olarak gitti, Afrika'daki alanların geliştirilmesi için bir çaba gösterdi ama yayına dönüşmedi. Ne olacak bu? Veya Birleşmiş Milletler görevlendirdi veya Hükûmet görevlendirdi, dedi ki: "Git kardeşim, Orta Asya'da veya bir yerde bizimle ilgili şu kültür araştırmalarına katkı koy." Bu insanların mutlaka bir şekilde ödüllendirilmesi ve teşvik edilmesi...

MUSTAFA İSEN (Sakarya) - Ceyhun Bey, bunları talep ettiği zaman bugünkü mevcut kanunda...

CEYHUN İRGİL (Bursa) - Yok, ÜYAK kriterlerinde yok bu yani doçent olmanın puanlarında yok, ben onu söylüyorum. Yani, bunun puantaja dönüştürülmesi lazım.

ÖYP'yle ilgili sorunun artık bugün burada bir şekilde bir çözüme ulaşması lazım. 8 bin kadar akademisyen ayrımcılığa uğradı, 6 bini görevlerine, kadrolarına geri döndü. Defalarca dile getirildi, sizlere yazıldı, her birinizle konuştuğumda hak da veriyorsunuz, nitekim AK PARTİ'li birçok arkadaşımız, yöneticiler ve en son YÖK önünü açtı, rektörler bir bölümünü geri aldı ama öyle olaylar oldu ki hep söylüyorum, bir kardeşi aldılar, bir kardeşi almadılar. Devlette devamlılık ilkesi, devlete güven ilkesi açısından bu ÖYP'lilerin kadro sorununu bugün burada çözmeliyiz bir şekilde. Bakın, bunu ben gerçekten iyi niyetle ve teknik olarak söylüyorum vatansever biri olarak, eğer bu çözülmezse bu 8 bin ÖYP'li akademisyen net olarak ayrımcılığa uğradığı için, devlette devamlılık ilkesi çiğnendiği için, kazanılmış hakları ellerinden alındığı için OHAL kalktığında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurduklarında hepsi davaları kazanır ve tazminat kazanırlar çünkü kazanılmış bir hakkı iptal ettik çünkü "yasalar geriye doğru çalışmaz" ilkesi nedeniyle... Gelin, biz bu konuda da bugün en azından yol açıcı veya kolaylaştırıcı bir sistem, en azından Türkiye'nin mahkemeye verilmesinin önünü kapatıcı bir şey önerelim.

Onun dışında, bu belli şartlarda eş ve sağlık durumuyla akademisyenlerin yeniden kadro aramadan üniversite değiştirebilmelerine olanak sağlayan bir çözüm bulalım çünkü öyle durumlar var ki kendisi Yozgat'ta, eşi Van'da; kendisi İstanbul'da, eşi Van'da, Ankara'da buluşuyorlar yani aile bütünlüğü sağlanamıyor. Buna bir insani çözüm bulunması lazım.

Mobbingle ilgili mutlaka bir önlem alınması lazım. Üniversitelerde hoca mobbingi çok arttı ve genç akademisyenler üzerinde çok ciddi sıkıntı yaratıyor.

Bunun dışında, meslek yüksekokullarının da aktifleştirilmesi ve canlandırılması gerekiyor. Bir de "Bu doktora eğitimi almış olanların bir bölümün ders görevi verilmez." gibi madde gelmişti. Meslek yüksekokullarında bu, sorun yaratabilir yani olabildiğince doktorası olan herkesten faydalanmamız, üniversitede olan herkesin eğitime katılmasını sağlamamız lazım. Bir de ilk maddedeki (n) fıkrasıyla ve öğretim üyesi tanımıyla çelişiyor o bölüm çünkü "Öğretim üyesi, ders veren kişi, o üniversitedeki dersleri okutmakla görevli kişi." diyoruz ama sonra ders veremez noktasına getiriyoruz. En azından orada üniversiteye bırakalım, "Verilebilir." desin, üniversite ihtiyacı varsa versin, o insanları boş boş üniversitede oturtmasın.

BAŞKAN - Sizin dediğiniz madde var zaten.

CEYHUN İRGİL (Bursa) - Yani bazı yerlerde çelişki var, onun için vurgu yapıyorum. Ya, teknik olarak düzeltilmesi lazım Başkanım.

Bunun dışında, ayrıca biz öğrenci affı konusunu daha önce konuşmuştuk, Komisyon üyelerimizin hepsi katılıyor, YÖK'ün çekinceleri var, haklıdır. Ben büyük sayıdaki öğrenci aflarıyla ilgili sorun yaşandığının farkındayım ama özel bir grup var, o grup için bugün sizlerin desteğini bekliyorum. Arkadaşlar, uzmanlık yaparken, dişte veya tıpta veya başka alanlarda asistanken annesi hasta olduğu için, işte babası öldüğü için, trafik kazası geçirdiği için veya mobbing nedeniyle, özellikle bu FETÖ mobbingleri nedeniyle bir şekilde üniversiteye devam edemeyen, onların istedikleri sohbetlere, etkinliklere katılmadığı için mobbing yapılan ve bu yüzden istifa eden veya insani nedenle istifa eden veya yoksulluk, çalışmak zorunda kaldığı için ihtisasını üçüncü yılda bırakan, cerrahiyi, işte dahiliyeyi, kardiyolojiyi, dişteki ihtisasını yarıda bırakan 500-300 civarında arkadaşımız var. Bunları okutmuşuz, üniversiteyi bitirtmişiz, uzmanlık noktasına getirmişiz, Türkiye bunları kaybetmesin çünkü bir de başka bir yerde şu an uzman olarak devam etme şansları da yok, hani her yer kapalı. Anayasa'nın eğitim hakkı ve insanların insani mazeretlerini vicdani olarak görebilirsek bunlar için küçük bir af bu insanların en azından ihtisaslarını bitirmelerine ve Türkiye'ye kazandırılmalarına katkı olacaktır, yoksa bu insanları kaybedeceğiz, bir şekilde ya heba olacaklar ya da yurt dışında gidecekler. Onun dışında, şimdilik söyleyeceklerim bunlar.

Ben tasarının hayırlı olmasını diliyorum. Eğer gerçekten burada siyasi münazarayla, bir teknik şeyle çalışabilirsek ben bu tasarının fırsata döneceğini, ülke için çok yararlı olabileceğine inanıyorum yürekten.

Teşekkür ederim.