KOMİSYON KONUŞMASI

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, değerli Komisyon üyesi arkadaşlarım, değerli bürokratlarımız, sevgili basın mensupları; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de bütçenin geneli üzerine çok genel bir değerlendirmeyle başlayacağım. Daha sonraki safhalarda ilgili bakanlık bütçeleri geldiği zaman ayrıntılarını da burada tartışacağız.

Öncelikle bu yerkürenin bir parçası bir ülke olduğumuz için siyasal gelişmelerimizi de, ekonomik gelişmelerimizi de değerlendirirken bu yerkürenin bir parçası olduğumuz faslından yola çıkarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla dünyadaki genel ekonomik gidişat, seyir, kriz alanları ve fırsat havzalarını da bütünlüklü olarak değerlendirmeden sağlıklı bir planlama, sağlıklı bir bütçe yapma şansına sahip olmadığımızı ifade etmek isterim ki Sayın Bakan da zaten genel sunumunda böyle bir retorik esas alarak, o da küresel gelişmelerden yola çıkarak ülke ekonomisine ilişkin değerlendirmeler ve bütçeyle ilişkili değerlendirmelerini yapmıştı. Ben de benzer bir yöntemden yola çıkarak bir şeyleri ifade etmeye çalışacağım.

Şimdi, özellikle OECD ülkeleri açısından, 2014-2015 yılı hem FED'in faiz oranlarını yükseltmeye başlamasıyla birlikte, yeni küresel bir finansal türbülansın içerisinde olduğumuzu fark etmemiz gerekiyor. Biz, inişlerin çıkışların çok fazla olduğu bir türbülans alanından geçtiğimizi bilmemiz gerekiyor, değerlendirmelerimizi de bu çerçevede yapmamız ve tedbirlerimizi de bu çerçevede almamız gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla böyle pembe tablolar oluşturarak, kendimizden makul yaklaşımlarla bu süreci kotaramayacağımızı ifade etmek isterim.

Şimdi, OECD'nin ara değerlendirmelerinde 2014 yılı büyüme hedeflerinin genelde yüzde 0,3 puan ile 0,5 puan aralığında düşünüldüğü ifade edilmişti. Amerika için bu 2,1, avro bölgesi için 0,8, Japonya için 0,9 olarak açıklandı. Bu trendin 2015 yılı itibarıyla daha da aşağıya doğru kayacağı yönünde bir beklenti var. Dünyanın genelinde sınai üretiminde önemli bir azalış söz konusu, sınai üretim şeyi var ve özellikle petrol ve demir çelik üretiminde yüzde 30 ila yüzde 40'lara varan bir gerileme yaşanıyor. Dünya Bankası ve OECD raporları finansal krizin yakın olduğuna dair bize alarm veriyor yani sinyaller var, herkes kendisini buna göre kurgulasın, herkes hazırlığını buna göre versin ve yeni bir küresel krizin belirtilerinin olduğunu bize ifade ediyor. Neye göre ifade ediyor? Şimdi 2008'de krizi atlatmak için piyasaya bir likidite sübvansiyonu söz konusu oldu, bol bir likidite... Mesela Çin'in 13 trilyon dolar, ABD'nin 10 trilyon dolar piyasaya sürdüğü ve bunun, özellikle geride bıraktığımız yedi yıl içerisinde piyasaya sürülen bu likiditenin, bu sıcak paranın hiçbirinin reel sektörde yatırıma dönüşmediğini hepimiz biliyoruz. Peki, bu para, piyasadaki bu para neye yaradı? Özellikle üçüncü dünya ülkeleri ya da gelişmekte olan ülkelerin piyasalarını sürekli speküle edebilecek bir noktada tuttu ve gelişmiş ülkeler, özellikle birinci ligde olduğu kabul edilen on ülke, özellikle gelişmekte olan ülkelerin piyasalarını sıcak para fonksiyonunu etkin kullanarak, o piyasalarda sürekli dalgalanmalar yaratarak kendi içindeki krizleri buraya transfer etmekte bu parayı kullandı. Bizim buna karşı tedbirimiz ne oldu? Şimdi, reel sektöre dönük geride bıraktığımız yedi yılı, biz de 2008'den itibaren bu küresel krizi eğer değerlendireceksek, bizim bir eğilimimiz söz konusu oldu mu? Biz reel sektörümüzü güçlendirip bu küresel sermaye krizin önüne geçebilecek tedbirlerimizi geliştirebildik mi? Biz de aynı argümanlarla cevap vermeye kalkıştık ve nihayetinde siz de kendi sunumunuzda diyorsunuz ki: "Bizim 2014 yılı içerisinde piyasamızdan şu kadar milyar dolar para kaçtı." Demek ki, Borsa İstanbul'u kurmakla bu tedbirleri geliştirme şansı yok. Bu sıcak parayı burada tutup geliştirme imkânına sahip değilmişiz. Yapmamız gereken neydi? Reel sektöre ağırlık verip AR-GE yatırımlarımızı yoğunlaştırıp bunun üzerine bir şey inşa etmemiz gerekir iken geride bıraktığımız yedi yılda bunların emareleri yok. Üçüncü ligdeyiz, üçüncü ligin takımlarıyla oynamaya heveslendik, sonuçta da gördük ki biz onlarla baş edemeyecek noktadayız çünkü biz ligde oynamadan lig atlama hevesine düştük, bu da mümkün görünmedi ekonomik anlamda. Bu küresel krizin yeni dalgasıyla birlikte bize işaret ettiği bazı tehlikeler var. Özellikle reel sektörün ayakta durabilmesi için ekonomik ve sosyal haklarda kısıtlamalara gidileceğinin ipuçlarını verdi bize. Yani, sosyal haklardan biz artık biraz daha imtina edeceğiz, çalışanların, emekçilerin sofrasındaki ekmeği bir dilim daha küçülteceğiz, ücretleri biraz daha aşağıya çekeceğiz ve ancak böyle reel sektörü ayakta tutabileceğiz ki nihayetinde son bir yılda, hatta son birkaç ayda Türkiye'de özellikle emek dünyası açısından karşı karşıya kaldığımız faciaların ortaya çıkardığı sonuçlar, esasında bu politikanın yanlışlığını bir şekilde bize ifade ediyor.

İkinci önemli husus: Bu küresel sermaye güçleri, bu küresel güçler kendi krizlerini aşmak için üç kriz bölgesini fırsat bölgesine çevirme arayışı içerisindeler. Bunlardan bir tanesi Orta Doğu'daki savaştır. Orta Doğu'daki savaşı başta Amerika olmak üzere dünyaya ekonomik olarak da hükmeden küresel güçler bir fırsat alanına çevirip özellikle silah sanayilerini güçlendirmek ve bunun üzerinden kendi ülkelerindeki krizi buralara transfer etmek ve burada yaşayan insanların ya da halkların sırtından sorunlarını ya da krizlerini aşma gayreti içerisindeler. Yakın coğrafyamızdaki, hatta ülkemizin sınırları içerisindeki gelişmeleri dahi tek tek, mikro olarak mercek altına yatırıp değerlendirdiğimizde, bunların yani bu politikanın emarelerini çok rahatlıkla görebiliriz ancak biz, ülke olarak da -sadece Hükûmet olarak ifade etmiyorum- bu tuzağa düşmekten kendimizi kurtaramıyoruz. Bunun ön açıcı politikalarını maalesef tartışmaktan dahi uzak bir noktada görünüyoruz.

Diğer, üçüncü önemli husus: Yani, bu küresel sermaye güçlerinin fırsat alanına dönüştürmek istediği Ukrayna-Rusya gerginliğidir. Bunun üzerinden yine aynı politikayı, bölgeye istikrarsızlık sübvanse ederek, pompalayarak bu istikrarsızlıktan kendilerine bir ekonomik istikrar havzası yaratmak arzusu içerisindeler. Benzer bir şeyi Asya-Pasifik ülkeleri üzerinden, özellikle Çin'de yaşanan gerginlikler üzerinden de okuma şansına sahibiz. Tümünde ne yapmaya çalışıyor bu gelişmiş ülkeler ya da hükmedici ülkeler, güçler? "Siz kendinizi idare edemiyorsunuz, biz sizi ancak idare ederiz." Krizler yaratıp krizler üzerinden kendilerini ayakta tutma gayreti içerisindeler. Amerika ya da bu gelişmiş ülkeler, sözün kısası bizim mutfağımıza bir nebze daha el atmak istiyorlar. Tüm bunların sebebi, bizim kendi sorunlarımızı çözememiş olmamızdan kaynaklıdır. Bu nedenle biz, her bütçe değerlendirmemizde, buradaki değerlendirmelerin merkezine sadece rakamları koyuyoruz. Bütçenin karakterini de bununla birlikte değerlendirme taraftarıyız. Bütçenin karakterini de bunun içerisinde değerlendirmediğiniz zaman, çözüm şansına sahip değilsiniz. Bu kriz havzası içerisinde kendimize bir fırsat alanı yaratamadığımız sürece, rol model ülke pozisyonuna gelemediğimiz müddetçe biz başkalarının koyduğu kurallar çerçevesinde oyunu oynamak zorunda kalıyoruz. Nihayetinde, bugün yaşadığımız tablo da bunun en açık göstergesidir. İktidar-muhalefet, Suriye politikası üzerinden defalarca birbirimizi eleştirmiş, tartışmış olabiliriz ama nihayetinde bütün bu tartışmaların sonucunda, biz, ülkenin önünü açacak, bu ülkeyi Orta Doğu'daki kaostan kazanımla çıkarabilecek bir politika geliştirebildik mi? Geliştiremedik. İşin gerçeği budur. Dolayısıyla burada bir başarı hikâyesinden söz etme şansına sahip değiliz. Eninde sonunda, geldiğimiz nokta, başkalarının koyduğu kurallara göre oyunu oynamaya başladığımızdır, bu bir gerçeklik. Bütün bunlar eğer biz kendi alternatifimizi, kendi yol ve yöntemlerimizi belirleyemezsek, sağlıklı bir mecraya giremezsek otoriterleşmenin artacağına dair emarelerin artık gerçeğe dönüşeceğidir. Yani, otoriterleşmek ya da otoriter politikalara, güvenlikçi politikalara yönelmek, zaman zaman sizin isteminizin dışında size dayatılan politikalara dönüşebiliyor. Nihayetinde bu çok olmuştur. Ülkemizde geçmişte yaşanan darbelerin arka planları incelendiğinde, esasında dayatılan politikalar olduğu da çok açık gerçektir. Bunları artık konuşmanın zamanıdır ve çözüm üretmenin zorunluluğu vardır bizler açısından.

Şimdi biz, ne kadar övünsek de ne kadar gerçeği algılarımız çerçevesinde konuşmaya çalışsak da sonuçta, biz, dünyada Brezilya, Portekiz, İspanya, İtalya gibi ülkeler içerisinde kırılgan bir yapıya sahibiz. Ve küresel ekonomide küresel krizden en fazla etkilenen bir yapıya sahibiz. Tedbirleri de bu çerçevede almak durumundayız. Arkadaşlar da değindiler ama bütün hedeflerimizi sonuçta revize etme durumunda kaldık bu süreçler içerisinde. Hedeflerimizin hiçbiri tutturulamadı, sizler de ifade ediyorsunuz. Ama en önemli husus, enflasyonun artık 2 haneli rakamlara yanaşmış olmasıdır. Şimdi, bankalar üzerinde sürekli tahakküm kurarak, sürekli bazı şeyler speküle edilerek bazı şeylerin önüne geçilme gayreti var ancak nihayetinde bir noktaya kadar vatandaşın tüketim alışkanlığını disiplinize edebilirsiniz. Bir noktadan sonra artık, bu tüketim alışkanlığını disipline etme şansına sahip değilsiniz çünkü vatandaşı sürekli beklettiniz, sürekli bir noktaya kadar beklettiniz, piyasayı disiplinize etmeye çalıştınız ama belli bir noktadan sonra bunun artık imkânı yok. Dünyada konuşulan deflasyon riski -ki siz de ifade ettiniz sunumuzda- pekâlâ bizim açımızdan da geçerli bir risktir. Buna karşılık tedbirlerimiz nelerdir? Sunumunuzda biz bu tedbirleri görmedik. Genel olarak verileri değerlendirdiğimizde buna ilişkin bir tedbirin de söz konusu olmadığını görüyoruz. Tek tedbir ne? İşte, emek sarf eden insanların, emekçilerin sosyal haklarını biraz daha kısmaya dönük tedbirler. Geneliyle çok ayrıntılı konular, giremeyeceğiz ama, Sayın Bakan, bakın, siz bu Komisyondan bir yasa geçirtmek istediniz, bir yıldan fazladır burada duruyor, vergi yasası. Bu Komisyon o vergi yasasını sizce niye görüşmüyor? Çok mu önemsiz? Bakın, biz, burada, muhalefet partileri olarak açık açık dedik ki: "Gelin görüşelim." Ama yok. Bir yıldan fazladır ki önemsediğimiz bir yasadır, siz de önemsiyorsunuz biliyoruz ama bir yıldan fazla süredir Komisyon bu raporu görüşemedi, bu tasarıyı görüşemedi. Bir sebebi olmalı. Zamanım olsa sebeplerine gireceğim, ayrıntılarına gireceğim. Ama, daha önce bir cümleyle ifade edeyim.

Şimdi, şu anda bizim ürettiğimiz ve ihracat kalemi olarak kullandığımız 1 dolarlık ihracatımızın gerçekleşebilmesi için 80 sentlik bir ithalat yapmak zorunda kalıyoruz. Bizim bütün ihracatımızın toplam kalemi içerisinde teknolojiye dayalı, ileri teknolojiyle üretimimiz sadece bunun yaklaşık 2,7'sini ifade ediyor. Böyle bir yapıyla, böyle bir ekonomik yapıyla, reel sektör yapısıyla bizim sizlerin çokça ifade ettiğiniz hedefleri tutturmamız, 2023 hedeflerini tutturmamız mümkün değil. O ilk 10'un içerisinden birini çıkarıp onların birinin yerine girebilmemiz için, vallahi 2023'e kadar çok fırın ekmek yememiz gerekiyor. Bu durumu da bünye kaldırmıyor. Yani o nişasta bizi zehirleyecek bu böyle giderse.

Dolayısıyla, bu konularda sizlerin daha gerçekçi bir pozisyonda durmanız icap eder. Rakamlarımız, böyle, kamuoyuyla paylaşıldığı kadar iç açıcı ve moral verici unsurları içermiyor. Bu bizim gerçekliğimiz.

Şimdi, Credit Suisse'in raporu var, ayrıntıları var, hepsine giremiyorum. Ancak, bu rapor tek başına biraz önce bahsettiğim, sizin buraya getirdiğiniz, bu Komisyonun 2 defa alt komisyon kurduğu ama hiç görüşemediği husus açısından çok önemlidir. Ülkemizdeki gelir dağılımı farkı ve özellikle fakirlere, yoksullara yüklenen, emekçilere yüklenen vergi yükü açısından bizim bir şey yapmamız gerekir. Yüzde 30'lardan yüzde 20'lere çektiğiniz bir gelir vergisi vardır. Hedefine ulaştı mı? Tablo itibarıyla bakıyorsunuz ki bir bakanımız ifade ediyor, işte "Bizim fabrikalarımız, gökdelenlerimiz oldu." diye; sadece inşaat sektöründe bir ilerlemenin söz konusu olduğunu, onun dışında bir ilerlemenin söz konusu olmadığını, yanlış bir yatırım politikasının izlendiğini ifade ediyor. Bu benim ifadelerim değildir, Sayın Babacan'ın ifadeleridir. Dolayısıyla, bu noktalarda bizim çok ciddi sıkıntılar içerisinde olduğumuzu görmemiz gerekiyor.

Şimdi, genel vergi kalemi içerisinde, bakın, zenginlerin vergi yükü giderek azalıyor, emekçilerin vergi yükü giderek yükseliyor. Bütçe ödeneklerine göre oran yüzde 5,4...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Zozani, buyurun, ilave süre veriyorum.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

...bütçe gelirlerine oran ise yüzde 5,9. Zenginlerin -yani sizlerin uyguladığınız teşvik ve diğer politikalardan- buradan yararlandıkları husus. Peki, emeğiyle geçinen insanın, bordrosunu sizin yazdığınız insanın, bordrosunu devletin yazdığı insanın durumunda bir iyileşme söz konusu mudur? Herhâlde "Bir iyileşme vardır." diyemeyeceksiniz.

Sayın Bakan, özellikle inceledim, özellikle de dinledim sizi, bütçenin yüzde 12'sine tekabül eden askerî, güvenlik ve savunma harcamalarına hiç değinmediniz, tek bir kelime değinmediniz, önümüze gelen Sayıştay raporlarında da hiçbir değinme yok. Oysaki bütçenin yüzde 12'sine tekabül ediyor bu harcamalar. "Tarıma -rakamı bularak ifade etmek istiyorum- 9 milyar liralık destek verdik." diyorsunuz -Sayın Bakanın konuşmasından- eyvallah, bu rakamı vermişsiniz, tarıma bu desteği yapmışsınız. Tarımdan sadece elde edilen mazot geliri -yani çiftçinin kullandığı mazottan devletin elde ettiği gelir- ne kadar biliyor musunuz? 10,5 milyar; 1,5 milyar kârdasınız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Zozani.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - O noktada bile kârdasınız yani. Destek vermişsiniz, evet 9 milyar gitmiş. Üreticinin elde ettiği katma değerden elde ettiğiniz kârı saymıyorum, hiçbir şeyi, alınan vergileri ifade etmiyorum, sadece mazottan alınan para, vergi 10 milyar lira.

Şimdi, siz bir rakam ifade ederken karşınıza başka bir rakamın çıkacağını da lütfen varsayın.

İkinci önemli husus: Hanefi mezhebi başkanlığına yaptığınız yatırımlara burada hiç değinmediniz. Neyi kastettiğimi biliyorsunuz herhâlde bu noktada. Yani Diyanet İşleri kurumu, Diyanet İşleri kurumu olarak bizim nezdimizde değerlendirilen bir kurum değildir, Hanefi mezhebi başkanlığıdır bizim açımızdan çünkü tekçi bir anlayıştır. Düşünün ki bu ülkede Diyanet İşleri Başkanının kendisi dahi kendi mezhebini gizleyerek o kurumun başındadır. Biliyorsunuz Şafi mezhebine mensup bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır, ama Türkiye'de yaşayan herkese Hanefi mezhebinin kurallarını dayatan bir kurumun başında kendi kimliğini gizleyerek bulunmaktadır. Buraya da ayrılan bütçe genel bütçe toplamı içerisinde yüzde 1,2; hiç değinmiyorsunuz. Gelen Sayıştay raporlarında bir karşılık görmeye çalışıyoruz, orada da bir şey yok, ki buradaki yüzde 1,2'lik bütçe sadece oradaki personel ve idari harcamaları içeren bütçedir. Ayrıca onun gelirleri...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen Sayın Zozani... Son bir dakika lütfen.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - ...oranın genel bütçesini ifade eden bir bütçe değildir. Geçen sene burada zorlamayla öğrendik, bir kısmını öğrendik; 13 bin gayrimenkule hitap eden -şirketleri ve dernekleri ayrı- bir kurumdan söz ediyoruz. Ya, denetlemek istiyoruz, bilmek istiyoruz orada ne var? "Hayır, siz denetleyemezsiniz." Kendisine bağlı vakıfları bilmek istiyoruz, denetlemek istiyoruz biz. "Hayır, oraya da giremezsiniz." Niye bu konu çok önemli? Bu konu şunun için çok önemlidir: Bu ülkede iç huzuru, barışı, farklılıkların bir arada yaşamasının olanaklarını yaratmak istiyorsanız buradan başlamanız gerekiyor. Oysaki burada tekçi bir anlayış sürekli üretiliyor, farklılıklar sürekli öteleniyor. Siz Türkiye'de...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Zozani, son cümle lütfen.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Son cümleyi ifade ediyorum Sayın Başkan.

Böyle, tam damarına basacağım zaman sürekli zaman bitiyor, bilmiyorum, ne hikmetse yani.

BAŞKAN - Denk getiriyorum ben.

ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım; siz bu konuda gerçekten iç huzuru sağlamak istiyorsanız işe buradan başlamanız gerekiyor. İnançların bu coğrafyada bir aradalığını sağlamak ve inançların kendi inançlarının gereklerini bu coğrafyada sağlamak istiyorsanız yapacağımız tek iş var, yapacağımız en doğru iş bu kurumu lağvetmektir. Çünkü bu kurumun düzeltilecek bir tarafı yoktur. Kendi bütçesi de geldiği zaman konuşacağız. Eğer bu kurum vasıtasıyla biz bu ülkede ibadethanelerin birbirine yakınlığını, uzaklığını metreyle ölçecek duruma gelmişsek bir yerde bir yanlış vardır.