KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının -tabii, bunun esas komisyonu İçişleri Komisyonu- Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda görüşülmesini gerçekten çok anlamlı buluyorum ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda görev yapan değerli milletvekili arkadaşlarıma birkaç temel konuyu hatırlatarak kanun tasarısıyla ilgili görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

Bir defa, bu kanun Avrupa Birliği normlarının ötesinde, öncelikle iktidarın çokça eleştirdiği, "darbe anayasası" diye tu kaka ettiği Anayasa'mızın 2'nci maddesine ve Anayasa'mızın temel özgürlükleri düzenleyen bölümüne ciddi şekilde aykırılıklar içermektedir. Yani, Avrupa Birliği normlarıyla zaten bu kanun tasarısını konuşmak mümkün değil. Tabii ki Hükûmetin kanun yaparken, -biz bunu değişik kanunları, tasarıları komisyonlarda ve Genel Kurulda görüşürken çokça dile getirdik- Türkiye'nin günlük durumunu bir kenara bırakıp gerçekten ülkenin güvenlik ihtiyaçlarına uygun kalıcı kanunlar yapma konusunda biraz daha ortak aklı kullanarak, bütün dünyadaki örnekleri inceleyerek ve Türkiye'nin geçmişten bu yana yaşadığı süreci ve bugün geldiği noktayı da birlikte değerlendirerek ülkemizin ihtiyaçlarına göre bu tasarıların hazırlanması ve Mecliste kanunların kabul edilmesi lazım. Hani, insanlar üstüne bir ceket alırken bile kılı kırk yararken, kanun yaparken çok acele ve günlük ihtiyaçlara göre böyle çok hızlı kanun yapmak, her zaman bizi ciddi hatalarla baş başa bırakıyor. Bu tasarı metnindeki maddelerin çoğunluğunun şu andaki hâline AKP iktidarı döneminde getirildiğini de unutmamak lazım. Tabii, bugün niye biz bu kanunu konuşuyoruz? Hükûmet diyor ki: "6-7 Ekim olaylarını yaşadık. Burada, gerçekten, güvenlik kuvvetleri olayları önleme konusunda birtakım yetki eksiklikleriyle karşılaştı. Bu yetkileri artırın." E tabii, bu güzel de ben de şimdi sormak istiyorum: AKP iktidarı, 2002'den bu yana iç güvenliğin sağlanması konusunda mevcut yetkilerini ne kadar kullandı? Siz mevcut yetkilerinizi kullanmayacaksınız, size verilen şu andaki yetkileri kullanmayacaksınız ama yeni yetkiler isteyeceksiniz. Bunu bir defa iyi niyetli bir tavır olarak, iyi niyetli bir duruş olarak algılamamız ve bu işlere bu şekilde bakmamız, bu tasarıya böyle bakmamız mümkün değil.

6-7 Ekimde yaşanan olayların geçmişine doğru baktığımızda, bir defa özellikle 2009 yılında, 2010 yılında Habur'da yaşananlardan bu yana, AKP iktidarı PKK'yla ve terörle mücadele konusunda bir geri adım atmış ve her şeyi pazarlık masasında çözebileceğini düşünmüştür. Bugün bu kanunda, işte "Efendim herhangi bir örgüt bayrağıyla, şununla, bununla yapılan toplantılara, gösterilere biz ağırlaştırıcı hükümler getiriyoruz." diyor. 2011-2012'de Diyarbakır'da düzenlenen mitinglerde Abdullah Öcalan'ın gönderdiği mesajların okunmasında, orada birtakım paçavraların açılması, hepsi Hükûmetin bilgisi dâhilinde. Hatta oraya zamanın emniyet müdürü gitti "Ben burada suç oluşturacak bir şey de göremedim." dedi; zamanın emniyet müdürü gitti "Dağdaki teröriste ağlamayan insan değildir." dedi. Yani, bunların hepsini, o görevlilerin hepsini AKP iktidarı atadı.

Ayrıca bugün Türkiye'de bu toplumsal olayların ve birçok suçun önlenmesi konusundaki en önemli eksikliklerden ve en önemli sıkıntılardan bir tanesi Türkiye'de sınır güvenliği kalmadı. Yani, siz bu suç sayılan, işte, sapandı, efendim bilyeydi falan filan diyorsunuz ama, Türkiye bugün her türlü kaçak silah, uyuşturucu vesaire konusunda dünyada bir kaçakçılık cenneti hâline geldi. Önce bu sınırları koruyacak... Mesela İçişleri Bakanlığı AKP iktidara geldiğinden bu yana, 2002'den bu yana entegre sınır yönetimiyle ilgili bir çalışma yapıyor. O kanun tasarısını buraya getireceğine -ki bu da Avrupa Birliğiyle birlikte yürütülen bir proje- bizim önümüze başka malzemeler getiriyor. Pekâlâ, burada getirilen hükümler Avrupa Birliği normlarına uygun mu? Biraz önce İdris Şahin arkadaşımızın anlattığı, Avrupa'da, işte, İngiltere, Fransa, Almanya, efendim, Belçika, İtalya vesaire orada da buna benzer düzenlemeler var. Orada polis bu yetkilerini bir yıl içinde kaç defa kullanmış, hangi olaylarda kullanmış, bunun sonucunda gözaltına aldığı kaç kişi tutuklanmış, kaç kişi serbest bırakılmış?

Türkiye'de son on yılda, işte, Ayışığı, Balyoz, Ergenekon, bilmem ne, adlarını karıştırdığımız onlarca operasyon, yani böyle kamuya mal edilmiş onlarca operasyon yapıldı. O operasyonların kayıtlarını buradaki arkadaşlarımız aslında çıkarsalar hep birlikte seyretsek çok güzel olur. İşte, vatana ihanet, darbe vesaire diye bir sürü görüntüler yayınlanıyor televizyonlarda. Şimdi o operasyonlarda gözaltına alınan, yıllarca cezaevinde yatan insanlar bir "pardon"la geçiştirilmeye çalışılıyor. Bu insanlara "Ya sizi yanlışlıkla beş sene içeride tutmuşuz." diyor.

Mesela, geçtiğimiz günlerde yasalaşan yargı paketi Komisyonda görüşülürken ben Adalet Bakanımıza bir soru sordum, dedim ki: Sayın Bakan, Bülent Arınç'a suikast iddiasıyla siz ciddi bir operasyon başlattınız, ordunun bütün iliklerine kadar her şeyini incelediniz ama bu dava ne oldu? Böyle bir dava açılmamış arkadaşlar, böyle bir dava yok. Üzerinden de -sanıyorum 11 Aralık 2009'daydı- beş yıl geçmiş. Yani, böyle bir ülkede şimdi polise ucu açık yeni yetkilerin verilmesi, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'ndaki bu yetkilerin verilmesi, Türkiye'de önümüzdeki günlerde gene benzer operasyonların devam edeceğinin açık göstergesidir. İşte, geçtiğimiz günlerde çıkan yargı paketinin bu manada uygulamaları görülmeye başlandı. 17-25 Aralık protestolarıyla ilgili olarak hem CHP'nin hem MHP'nin hazırladığı pankartlar polis tarafından mahkeme kararlarıyla toplatıldı. Yine, mesela dün yaşadığımız bir olay, Milliyetçi Hareket Partisi olarak on gün öncesinden dün akşam 19'da yapılacak program için Üsküdar Belediyesinden kiraladığımız salon, için dün saat 13'te bu salonun sözleşmesinin belediye tarafından tek taraflı feshedildiği, bu salonda toplantı yapılamayacağı partimize bildirildi.

E tabii ki bu 6-7 Ekim olayları bahane edilerek, yani buradaki bir terör kalkışmasıyla... Mesela bütçenin oylaması sırasında yaşayabiliriz, memurlar "Maaşımız yeteri kadar artırılmadı." diye Meclisin etrafında 30 kişi bir araya gelse, bir gösteri yapsa o da toplumsal olay. Efendim, işte, çevrecilerin düzenlediği bir HES eylemi de toplumsal olay. Burada terör eylemleri ile Hükûmetin yaptığı uygulamalara karşı yapılan protesto eylemlerini de birbirine karıştıracak bir düzenleme bu kanun tasarısıyla önümüze getirilmektedir.

Tabii, AKP polisiye tedbirleri artırmak zorunda. Ben o konuda AKP'ye bir hayli hak veriyorum, çünkü AKP hakikaten ciddi manada sokağa çıkma sıkıntısıyla karşı karşıya. Son yıllarda, özellikle son bir yıldır, 17-25 Aralık 2013 olayından bu yana, ne Başbakan ne Cumhurbaşkanı ne bakanlar olağanüstü güvenlik tedbirleri almadan sokağa çıkamıyorlar. İşte, Bayburt'a bile giderken 9 vilayetten binlerce polis. İşte, Muğla'ya giderken birçok ilden uçaklarla Muğla'ya polis taşındı, yani ben bunlara Muğla Milletvekili olarak gözümle şahit oldum. Bu bakımdan, tabii ki kendisini koruyacak birtakım tedbirleri iktidar alacak ama artık polis de bu saatten sonra onları koruyamaz. Sokağa çıkamayan iktidar elbette ilk seçimde tasfiye olur.

Şimdi, arkadaşlar, bu kanundaki en önemli düzenlemelerden birisi de...

FARUK IŞIK (Muş) - Endişe yok o zaman yani. Nasılsa beş altı ay sonra...

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Tabii, tabii, onda hiç endişem yok arkadaşlar.

FARUK IŞIK (Muş) - ...tasfiye olacaksa sizin işinize yarayacak.

BAŞKAN - Evet arkadaşlar, karşılıklı konuşmayalım.

Bir de lütfen konuşmalarımızı Avrupa Birliği prensiplerine yönelik olarak yaparsak.

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Şimdi, Avrupa Birliğinde hiç olmayacak bir şekilde, burada ak polisi ve ak jandarmayı kurma girişimi var. Emekliye sevk konusu, tabii, poliste 1'inci sınıftaki, piramidin tepesindeki yığılma konusu yıllardır tartışılan bir konu. Ama şimdi bu kanun tasarısıyla bu yığılmanın önüne geçen, bu yığılmayı bundan sonra bir sistematiğe bağlayan bir düzenleme yok arkadaşlar. Şu andaki mevcut emniyet müdürlerini, yani Hükûmet hangi emniyet müdürlerini istemiyorsa -sadece 1'inci sınıftakiler de değil, 2'nci sınıf, 3'üncü sınıf, 4'üncü sınıf bütün emniyet müdürlerini- onları Hükûmetin kuracağı bir komisyon, yani İçişleri Bakanlığı bünyesinde kurulan bir komisyon, komisyonun teklifi, Bakanın onayıyla istenmeyen bütün emniyet müdürleri... Hiçbir Avrupa ülkesinde böyle bir sistem yok. Varsa bunun örneklerini de Avrupa Birliği Bakanlığı yetkilisi arkadaşlarımız, İçişleri Bakanlığı yetkilisi arkadaşlar "Şu ülkede, şu şekilde polis Hükûmetin istediği şekilde dizayn ediliyor." diye bize de bildirirlerse, örneklerini de bize bildirirlerse çok mutlu oluruz.

Yine, tabii ki bu terfi sisteminde de şu anda bir komiser muavininin 1'inci sınıfa gelme süresi bu kanunla öncekinden daha hızlı hâle getiriliyor.

Gene bu kanunla, şu andaki mevcut meslekten, polislikten amirlik sınıfına geçenlerle bundan sonra polislikten amirlik sınıfına geçecek yüksek okul mezunları arasında farklı bir düzenleme getiriliyor. Hiçbir Avrupa ülkesinde aynı eğitimi almış, aynı şartlarda bu göreve gelmiş insanların yükselmesinde farklılık kriteri yoktur.

Gene, jandarmanın atanması, özellikle bakan onayıyla atanması oldukça burada üzerinde tartışılacak konulardan birisidir. İl emniyet müdürleri üçlü kararnameyle atanırken, burada jandarma komutanlarının tek bakan onayıyla atanması da bundan sonra jandarma komutanlarını bakanın gözünün içine bakar vaziyete getirecektir. Bu konu da bizim açımızdan önemli bir eksikliktir. Tabii burada...

BAŞKAN - Toparlayabilirsek Mehmet Bey.

MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Toparlamaya çalışacağım hızlıca.

Şimdi, burada en önemli konulardan bir tanesi de emniyetin insan kaynağı yani amir kadrosunu yetiştiren Polis Koleji ve polis okullarının kapatılması. Yani, hem genel hukukta hem Avrupa hukukunda müktesep haklar konusu çok önemli bir yer teşkil etmektedir. Burada bu okulların kapatılmasıyla ilgili öncelikle şu zihniyeti tartışmamız lazım: "Mektepler olmasaydı maarifi ne güzel ederdim." diyen zihniyet ile "Bugün ben polis kolejlerini ve polis güvenlik bilimleri fakültesini kapatıyorum." diyen zihniyetin arasında hiçbir farklılık olamaz. Kimse müktesep hakları yok sayamaz. Bu efendim, "İşte, şöyle olmuş, böyle olmuş; Sayın Cumhurbaşkanı dedi ki 'Paralelciler bazı yerlerde soruları çalarak bazı kurumları ele geçirdi." Arkadaşlar, siz on iki yıldır iktidarsınız. Ben Meclis Genel Kurulunda da söyledim bütçe konuşmasında. Bu dönem içerisinde göreve getirdiğiniz bakanlar, müsteşarlar, emniyet genel müdürlerinin hepsi hem bürokraside hem parti içinde yükselmeye devam ediyorlar. Böyle bir ortamda "Biz efendim bu okulu idare edemedik." diyorsanız, kendi İçişleri Bakanlığınıza bağlı olan bir okulu idare edemedik diyorsanız, bir kere Türkiye'yi idare etme hakkından vazgeçeceksiniz. Çünkü bu okulun öğrenci alımı, öğrencilerin buradaki faaliyetleri, hepsi tamamen İçişleri Bakanlığının kontrolünde olan bir şey. Avrupa'da da hiçbir okula bir öğrencinin efendim sen buraya yanlışlıkla girmişsin, biz bundan sonra iktisat fakültesine göndereceğiz, işletme fakültesine göndereceğiz... Yani kişinin iradesi olmadan böyle bir şey Avrupa'nın hiçbir ülkesinde yoktur, Avrupa Birliği kriterlerinde yoktur.

Gene, tabii bu dinlemeler ve fişlemeler konusu Türkiye'de çok önemli bir konu. Şimdi, bu yeni nüfus parametreleriyle, yeni kimlik kartlarıyla biyometrik veri kullanılması söz konusudur. Artık bundan sonra nüfusa kaydedilen herkes fişlenmiş olarak sokağa çıkacaktır. Bu da bence üzerinde -Avrupa Birliğinde bunun uygulamaları nedir- çok ciddi olarak tartışılması gereken bir konu. Bunun da üzerinde ayrıca çalışılması lazım.

Ben, bu kanun tasarısının bir defa buradan çekilmesini ve burada hakikaten Avrupa Birliği normlarına uygun bir kanun tasarısı hazırlandıktan sonra bu kanunun görüşmelerinin başlatılmasını öneriyor, hepinize teşekkür ediyorum.