| Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 08 .01.2015 |
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli bürokratlar; hepinizi öncelikle saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, Anayasa herkes içindir. Hatırladığım kadarıyla biz Anayasa'yı koruyacağımıza ve Anayasa'ya bağlı kalacağımıza namusumuz ve şerefimiz üzerine yemin ettik. Şimdi, Anayasa'ya aykırı, Anayasa'yla kendisini bağlı hissetmeyen hatta Anayasa'yı kendisine bağlayan bir yasa tasarısı ve anlayış bizim namus ve şerefimizi tartışma konusu hâline getirir mi, getirmez mi önce bunun altını çizmek de yarar var. Eğer biz ona ciddi bir şekilde, samimiyetle yemin etmişsek burada böyle bir sonucu düşünmek ve bunun bizim geleceğimizde de hem kimliğimiz hem şahsiyetimiz üzerindeki etkisini tartışmak durumunda ve konumundayız. Ben kesinlikle burada inanıyorum ki siyasi rüştü olan, akil baliğ olan herkes, burada ama herkes bunun Anayasa'ya aykırı olduğunu biliyor. Bu getirilen maddelerin hukuk devleti, kuvvetlerin ayrılığı, mevcut müesses nizam bağlamında Anayasa'yı zorlayan ve Anayasa'nın dışına taşan hükümler içerdiği konusunda hiç kimsenin bir kuşkusu yok, fakat iş siyasallaştığında herkes kendi konumuna bir pozisyon alıyor, ona göre de davranışını rasyonelleştiriyor. Bu rasyonelleştirme, Anayasa'ya usul yönünden, esas yönünden aykırı olmasını ortadan kaldırmıyor. Ona da bir şey söylemiyorum yani iktidar partisinin değerli üyeleri böyle davranma gereğini ve lüzumunu duyuyorlar, önümüzde seçimler var.
Ben önce bir şey burada özellikle ifade etmek istiyorum. Biz bu tür durumlarla çok karşılaştık. Bu durumlara itirazı, hakkın ve aklın gereğini yüksek sesle ifade ettik, benim sesim zaten yüksek çıkıyor.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Zaten onun için söz hakkımı verdim.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Teşekkür ederim.
28 Şubat dönemidir dönem ve bir dudağı yerde, bir dudağı gökte rektörler vardır ve bunlar başörtüsünün ne menem siyasallaşmış bir alet olduğunu ve bunun mevcut düzeni yıkmaya yönelik irticai bir altyapıyı hazırladığına yönelik birtakım iddialar vardı ve bu, senatoya geldi. Böyle geniş bir biçimde senatoda konuşulurken tek bir cümle söyledim -onu şimdi başka bir vesileyle başka bir şey için de burada ifade edeceğim- orada dedim ki değerli senato üyelerine: "Başörtüsü nedeniyle şu üniversitenin kapısından geri döndürülen bir çocuğun ruh yapısında, kişiliğinde, kimliğinde hangi tür fırtınalar kopacağını ve gelecekte bunun ne türlü bir kimlik yapısına dönüşeceğini hiç düşünebiliyor musunuz?" Çocuk gelmiş, dersine girecek, senin başında bilmem ne var, kolunda bilmem ne var diye çocuğu oradan geri gönderiyorsunuz.
Şimdi, aynı soruyu "paralel" adı altında meydana getirdiğiniz Franz Kafka'nın şatosu gibi ortaya koyduğunuz, kerameti kendinden menkul, her şeyi bağladığınız... Ki materyalist bir anlayıştır, tarihî determinizmdir bu her şeyin sebebini paralele bağlamak, paraleli götürüp Pensilvanya'ya bağlamak ve onun üzerinde de fikir ve düşünce ifade etmek tam bir paranoyadır. Ve bu paralel dolayısıyla bu okulları kapatıyorsunuz, belli bu. Bu okullara şimdi ekmeğini aşını, umudunu kaderini bağlamış olan bir çocuğa "Sen artık okuyamayacaksın, ben sizi okuldan alıyorum." denildiği andan itibaren içine düşeceği psikolojiyi devlete, millete, Hükûmete, yasalara karşı oluşacak tepkisini ve bunun uzun vadede ortaya çıkaracağı sonuçları şimdi düşünüyor musunuz, hiç aklınızdan geçiyor mu? Diyeceksiniz ki: "Orada çoğunluk paralel, onlar için aldık böyle bir karar." veya "Onlar işte, şöyle saplantı içerisinde de öyle aldık." diyeceksiniz ama orada bir kişi dahi bu yönü itibarıyla önemlidir. İnternette bir yazı çıkacak, İnterneti kapat; Twitter'da birisi twit atacak, twit mivit dinlemem, onu kapat; HSYK'da istediğimiz gibi hükümler çıkmıyor, HSYK'yı değiştir; Barolar Birliği Başkanı konuştu, efkârlandık, töreni kaldır. Bu nedir ya? Bunun adı ne? Bunun adı... Siz yasa mı yapıyorsunuz? Bunun adı başka bir şey.
Şimdi, bu yasa, net söylüyorum, çoğunluk diktatöryasına giden yolda atılmış bir adımdır, bu bir aşamadır. Bu, totalitarizmin ayak sesleridir. Bu yasa, üzerine basarak söylüyorum, biz zaten başından beri itilen, ötelenen, hırpalanan bir kesimi temsil ediyoruz. Bürokraside, iş hayatında, sosyal hayatta devamlı ezilen, devre dışı bırakılan bir kesimin temsilcileriyiz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, böyle bir toplumsal kesimin temsilcileriyiz. Dolayısıyla, bunun bize etkisi oymayacak, biz zaten alıştık, katmerliyiz. Sokaklarda vurulduk, hapishanede zincirlendik ve aynı şekilde de sabıkalandırıldık. Üniversiteye girmek istiyorum, sekiz sene beni kazandığım üniversiteye almıyor, sakıncalı görüyor. Niye? "Türk Bayrağı'nı yukarı çektin." Niye? "İstiklal Marşı'nı söyledin." Niye? "Marx, Lenin, Engels demedin de Alparslan, Fatih, Atatürk dedin." diye. Olay tamamen bu.
Şimdi, bu yasanın faturasını Adalet ve Kalkınma Partili kesim ağır bir şekilde ödeyecektir. Niye ödeyecektir biliyor musunuz? 1961 Anayasası, hatırlayın, Cumhuriyet Halk Partisi için çıkarılmıştı ama Adalet Partisine yaradı. 1982 Anayasası Milliyetçi Demokrasi Partisi için çıkarılmıştı ama Anavatan Partisine yaradı. Birincisi Adalet Partisine yaradı, ikincisi Anavatan Partisine yaradı. Sizin çıkaracağınız -bu yasa zaten Anayasa Mahkemesinden dönecek ondan hiç kimsenin kuşkusu olmasın ama o aradaki tahribat önemli- bu yasa ileride -bugünden söyledi demeyin, söylüyorum- sizin elinizi konulunu bağlayacaktır çünkü bu ülkede beraber yaşıyoruz. Siz, Lale Devri'ni yaşıyorsunuz, bir dudağınız yerde bir dudağınız gökte, söylediğiniz her şey yasa, aklınızdan ne geçiriyorsanız onları makul ve meşru bir zemine çevirebiliyorsunuz. Dolayısıyla, sizin bu saadet zinciriniz ve huzur döneminiz bozulacak, onun için, sizin hukukunuzu savunmak için aslında biz daha çok da burada bu yasa tasarısının ne kadar tehlikeler içerdiğini anlatmaya çalışıyoruz.
Şimdi, şu söylediğim veya şu okuyacağım sözler benim değil, Saint Just'ün. O, 1989 Fransız İhtilali'nin önemli teorisyenlerinden de bir tanesidir. Şöyle diyor: "Uzun yasalar kamu için bir baş belasıdır. Yasaların sayısının da az olması gerekir. Çok yasanın bulunduğu yerde halk bu yasaların kölesidir. Kölelik halkın iradesinden vazgeçmesidir. Yasalara boyun eğmek dendiği zaman neyin anlatılmak istendiği açık değildir. Çünkü, yasa, çoğunlukla onu zorla kabul ettirenin isteğinden başka bir şey değildir. Baskıya yönelen yasalara direnç göstermek hakkı diye bir hak vardır." diyor Saint Just. Ne zaman? 1789 yıllarında söylüyor.
Şimdi geçiyorum bu yasanın gelen manada neyi ürettiğini ve ne türlü bir sonuca bizi getireceğine kısaca temas etmek istiyorum. Ancak, önce hukukun genel felsefesinden bahsetmek istiyorum. Halkın seçtiği bir iktidarın bütün erkleri kendi tekeli altına alması hukuk devletine karşı bir durum ve tutumdur. Demokrasiler mutlaklığı kaldırmaz. Mutlak gücün mutlaka bozduğunu ise zaten siyaset bilimciler başından beri söylüyorlar. Demokratik iktidar, kendisini dengeleyecek olan kurumların hem sınırlandırması hem de kontrolü altındadır. Yani sınırlandırılamayan, yani kontrol edilemeyen bir demokrasi veya bir güç düşünülemez. Burada mekanizmalar vardır, bunlar birbirlerini denetlerler. Demokrasilerde iktidarlar millî egemenliğin tamamını kullanırlar ama millî iradenin tamamını değil bir bölümünü temsil ederler. Yani, şimdi biz bir şey söylediğimiz zaman "Millet biliyor, millet biliyor." Sanki arkadaşların kendileri millet, öbürleri illet. Millet benim, ben. Biz, milletin içerisinden geldik ama siz, iktidar, milletin bir kesimini temsil ediyorsunuz, biz de muhalefetteki kesimini temsil ediyoruz. Dolayısıyla, millet derken sanki babasının tapulu mülkünden bahsediyor arkadaş.
Meşhur İngiliz hâkim ve hukukçularından Sir William Blackstone diyor ki: "Zulme dayalı bütün hükûmetlerde kanun yapma ve uygulama hakkı aynı şahıs ve aynı grup üzerinde toplanmıştır. Bu iki gücün birleştiği yerde hürriyet olmaz, zulüm olur." diyor. Hukuk ve demokrasi memnuniyetsiz kitleler için yegane umut kapısı, biricik teselli sarayıdır. AKP 17-25 Aralıktaki yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının ardından hukuk devletinin ve anayasal düzenin kimyasını bozacak yasalar sağanağıyla bizi karşı karşıya bırakmıştır. Bu yasaların çıkarılması sırasında uygulanan yöntemler de ibret vericidir. Çıkarılan yasalarla ilgili olarak yapılan bütün tartışmalar, Komisyon çalışmaları ve Genel Kuruldaki itirazlar hiçbir suretle iktidar partisi tarafından dikkate alınmamıştır. Yani, biz, tarihe kayıt düşmek için konuşuyoruz yoksa herhangi bir talebimiz yoktur Komisyondan. Çünkü, Komisyon alt komisyona gidiyor. Ne yapılıyor orada? Uyutma dönemine gidiyor. Önce uyut, sonra unut, uygulanan strateji bu. Neredeyse alt komisyondan gittiği gibi, üç aşağı beş yukarı aynı şekilde geliyor, temelde hiç bir değişiklik yapılmıyor, bütün komisyonların gelen çalışmaları bu bağlamda gerçekleşiyor. Hazırlanan kanun taslakları prosedür olarak Komisyondan geçirilmektedir. İktidar, komisyonları formel bir gereklilik olarak düşünmektedir ve bunlardan yararlanma gibi bir niyeti de asla yoktur. Ancak, hukuk keyfiliği kaldırmaz. Demokrasiyi "Yasa benim, ben yasayım." diyeneler yok ederler. Keyfilik de ancak hukukun üstünlüğüyle aşılabilir. Devletin gücünü hukukun ve Anayasa'nın sınırları içinde değil de şahsi keyfî gücü olarak istediği gibi kullananlar özgürlüklere ihanet edenlerdir, onları vicdanlarıyla baş başa bırakmak gerekir. İktidarın tepeden tabana kadar hukuk anlayışını Sayın Cumhurbaşkanının "Gözaltına alınacaklar olacaktır." beyanı ifşa etmektedir. Anayasa'nın belirlediği yasama, yürütme, yargı şeklindeki kuvvetler ayrılığı ve 138'inci maddenin öngördüğü yasama ve yürütmenin, yargının işleyişine kategorik müdahale yasağına aykırıdır. Bu tür söylemler anayasa dışıdır, Anayasa ihlalidir, hem de anayasal suçtur. Bunu bizzat Sayın Cumhurbaşkanı dillendiriyor. Cumhurbaşkanı tarafsızdır Anayasa'ya göre, Cumhurbaşkanı siyaset üstüdür Anayasa'ya göre ama Cumhurbaşkanı Başbakan mıdır, AKP Genel Başkanı mıdır, yoksa cumhuriyet başsavcısı mıdır bugüne kadar çok ayırabilmiş değiliz maalesef. Her yerde konuşuyor, Başbakandan daha çok konuşuyor. Konuşacaktın o kadar çok Başbakanlıktan gitmeyeydin kardeşim! Orada bir Anayasa var ve o Anayasa seni bağlıyor.
Şimdi, terör olayları yönünden acaba bu ifade edilen, getirilen önümüzdeki yasa ne anlama gelmektedir?
Şimdi, iç güvenlik yasa tasarısının hangi ihtiyaçlardan kaynaklandığı sorusu sorulması gereken en haklı sorudur. Çünkü, bütün yasalar amaçlara göre çıkarılır, sonuçlara göre çıkarılır. Hangi ihtiyaçtan kaynaklandı bu iç güvenlik yasası? On iki senedir niçin düşünülmedi de şimdi birden bire aklımıza iç güvenliğin yeni bir yasayla dönüştürülmesi veya dizayn edilmesi aklımıza geldi. Bu tasarı, eğer 6-8 Ekimde sokakları savaş alanına çeviren terörist unsurlar için çıkarılıyorsa anlamsız bir tasarıdır. Bu tasarı, eğer Cizre'de mahallelerin giriş ve çıkışlarına belediye araçlarıyla hendekler açan, güvenlik çadırları kuran, PKK bayrağı diken ve özerklik ilan eden terörist unsurlara karşı çıkarılıyorsa onların ürettiği fiilî durumu ortadan kaldırmak için böyle bir yasa tasarısı çıkarmaya gerek yoktur. Bunun için devleti yönetenlerin irade koymaları yeterlidir. Kaldı ki AKP iktidarı ve Türkiye'nin İçişleri Bakanlığı, terörist PKK ya da onun gençlik unsuru olan YDG-H gibi gruplarla mücadele etmiyor, müzakere ediyor; dahası çözüm süreci zarar görmesin diye kamu güvenliği ve kamu düzeninin PKK'nın kontrol etmesine iktidar bilinçli olarak ses çıkarmıyor. Utanç vericidir ama Başbakan Davutoğlu, kamu güvenliğini ve kamu düzenini HDP ve İmralı üzerinden, onların inisiyatifiyle sarmaya çalışmaktadır. PKK ve İmralı'ya kamu düzeninden taviz verilmeyeceği ifade ediliyor ancak bunun için gereğini PKK'nın yapması bekleniyor. Acizliğe, yetersizliğe ve utanca bir bakar mısınız.
AKP'nin çözüm süreci tutkusu, her şeyi İmralı'yla halletme saplantısı bölgede devletin güvenlik güçlerini rehin hâline getirmiştir. Bugün, güneydoğuda asker ve emniyet güçleri üniformalarıyla sokağa çıkamaz durumda ve konumdadır. Sivil olarak çıkanlar da PKK tarafından pazar yerlerinde eşlerinin yanından, arkalarından yaklaşan terörist unsurlar tarafından enselerine sıkılan kurşunla şehit edilmektedir. Bu tür güvenlik yasaları çıkararak siz bu sorunu mu çözeceğinizi düşünüyorsunuz? Hayır. Aksine, bu sorun kördüğüm hâline geliyor, terör kurumsallaşıyor, terör devletleşiyor, terör örgütleşiyor; Türk milleti dişini sıkıyor. Benzetmekte bir beis yok ama ihtiyatla benzetmeye çalışıyorum. Yunan İzmir'e çıktığında, yine, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, o zamanki güvenlik güçlerinin eli kolu tutulmuştu aynen bugünkü iktidarın yaptığı gibi. "Yunan'a karşı gelmeyin, yoksa daha fazla yer işgal eder, daha çok kan dökülür." düşüncesi egemendi. Tarih aynen tekrar ediyor. Önemli olan, yasa çıkarmak değil, mevcut yasaları uygulamaktır, uygulamak. Yahu, savaş mı yapacağız, kan mı dökeceğiz? Savaşsa savaş, kansa kan. Egemenlik, bağımsızlık, toprağın bütünlüğü, vatanın istiklal ve istikbali yalvar yakar sağlanamaz; güçle sağlanır, iradeyle sağlanır. İradenizi, gücünüzü eğer yumuşak güçle sağlayabiliyorsanız problem yoktur ama Türkiye Cumhuriyeti devletinin içerisinde herhangi bir silahlı gücün elinde silahla dolaşmasına izin veren iktidar tepeden tırnağa yasa dışı duruma düşmüş demektir; çok net söylüyorum, kriminal hâle gelmiş demektir. Sizin haddinize mi düşmüş, nasıl izin veriyorsunuz? Yol kesilecek, yirmi altı gün bekleyeceksiniz. Mahalle kapatacak, mahalleye giremeyeceksiniz. Cizre'de ne oldu, bana çıkın, bir açıklayın. HÜDA PAR'la PKK çatışıyor, devlet seyrediyor, güvenlik güçleri seyrediyor. Kobani'de de öyle oluyor. Kobani'de YPG'yle IŞİD çarpışıyor, Esad seyrediyor, gidemiyor oraya. Acaba Cizre'yi siz Kobani'ye çevirdiniz de bizim haberimiz mi yok? Öyle mi algılıyorsunuz? Başta İçişleri Bakanı olmak üzere, AKP'nin tepe yönetiminin Türkiye Cumhuriyeti yasalarını işletmek, gereğini yapmak gibi bir sorunu yoktur, idareimaslahat etmektedir İçişleri Bakanlığı. Bu konuda bütün meydana gelen olaylarla ilgili soru veriyoruz, cevap da beklemiyoruz, zaten vermiyorlar. Ama, tespit yapıyoruz, tarihe kayıt düşüyoruz. Hesabı kitabı sorulacak, Molla Kasım çıkacak bir gün, bugün değilse yarın. Eğer İçişleri Bakanlığının ya da Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin 6-8 Ekim olaylarını ve onun sonuçlarını ortadan kaldırmak gibi bir niyeti olsaydı, bu olayları teşvik eden, tahrik eden, organize eden ve yönetenler hakkında gerekli işlemleri süratle yapardı. Bu yasayı çıkarmakla ilgili değil o. "Sokakları Kobani'ye çevirin." talimatı veren HDP'ten ve ona bu talimatın verilmesini isteyen İmralı'daki teröristbaşından sorardı. Hükûmet öyle yapmadı, HDP'nin ayağına gitti, İmralı'yla da pazarlık yürüttü. Siz şımartırsınız, beslersiniz, büyütürsünüz, ondan sonra HDP ya da İmralı geriye adım atacak da size "Bu konuda kamu düzeni ve güvenliğine biz dokunmuyoruz, öbür şeylere dokunuyoruz." diyecekler de bundan geçecekler zannediyorsunuz.
Ben size söyleyeyim, bilmiyorsanız anlayın: Teröre ve başını bir davaya adamış insanlar için taviz, susayan insanın deli su içmesine benzer, içtikçe daha fazla içesi gelir, susadıkça da daha fazla içmeyi devam eder; pozitif entropi denir ve patlamaya kadar bu iş gider. Anormal derecede taviz verdiniz, çok yanlış yerde duruyorsunuz, bunu buradan ifade ediyorum. Askerimizi rezil ettiniz, jandarmamızı rezil ettiniz, bayrağımızı rezil ettiniz, devletimizi rezil ettiniz, kültürümüzü ve milletimizi rezil ettiniz orada. Bölgede devletin güvenlik güçlerinin gözleri önünde yol kesen, kimlik soran, yargı yapan, araç yakan, vergi toplayan gayrimenkul satışlarını yasaklayan bir otorite türemiştir. İktidar bu unsurlara mevcut yasalar bağlamında müdahale etmek ve onları etkisizleştirmek için hiçbir faaliyette bulunmuyor. Yani, AKP iktidarının bölgede ya da ülkede güvenliği tesis etmek ya da düzeni sağlamak gibi bir sorunu yok, bir ihtiyacı da yok. Kamu düzeni ve güvenliğini iktidar PKK-İmralı-HDP üçlemesi içerisinde görüşmelerle ve tartışmalarla çözümlemeye çalışıyor. Kamu düzeninin sağlanmasını HDP'ten rica eden aciz, beceriksiz ve utangaç bir yönetim anlayışıyla Türkiye karşı karşıyadır. Bu tasarıyı çözüm sürecinde iktidar elini güçlü tutmak için çıkarmaktadır. Mevcut yasalardan kaynaklanan yetkiyi terör artıklarına karşı kullanmayan iktidarın ilave yetki ve yasalarla ne yapmaya çalıştığını sorgulamak en tabii hakkımızdır. Madem ki müzakereci, barışçı bir yol tuttunuz, o hâlde bu mücadele tasarılarını niçin getiriyorsunuz? Soru bu. Madem müzakereyi benimsediniz, o hâlde mücadele içeren yasa tasarılarına niçin ihtiyaç duyuyorsunuz? Aslında, bu yasa tasarısı, terörizmle etkili mücadele için değil, tam aksine "çözüm süreci" adı altında AKP'nin bölgede teröristbaşıyla birlikte kurulacak yeni yapıya karşı çıkacakları baskı ve şiddet altında tutmak için çıkarılmaktadır. Yani, size çok net bir şey söyleyeyim ama gelecek yeri söylüyorum: Yarın Türk milletini dağa çıkaracaksınız. Bu milleti dağa çıkmak zorunda bırakıyorsunuz ve bu millet dağa çıktığı zaman, onları etkisiz hâle getirmek için bu yasaları çıkarıyorsunuz. İş, o noktaya gidiyor.
BAŞKAN - Allah korusun.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Evet, Allah korusun. İnşallah, bunlar olmaz. Ama, bunu dinleyin bakın, ne diyeceğim. Öcalan'ı İmralı'da serbest bırakmaya karar vermiş Hükûmet, bu açık. Diyor ya Kandil: "Açıklarız ha. Görüşme taslaklarını açıklarız ha." Yahu, AKP Hükûmeti, Sayın Bakan siz rehine misiniz, bunlar hep "Açıklarız." diyor, size meydan okuyor, "Açıklayın." deyin ya?
İÇİŞLERİ BAKANI EFKAN ALA - Hocam, biraz önceki cümlenizi yanlışlıkla söylediğinizi düşünüyorum. Size bir şey söylemiyorum da yani maksadınız o olmayabilir, hatırlatıyorum öğrenciniz olarak.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Estağfurullah, ben şunu söylemek istiyorum, hesap edilmeyen bir şey var, onu özellikle söylüyorum: Siz, eğer yarın teröristbaşını dışarı çıkarmak, oraya özerklik vermek, efendim, birtakım yasal düzenlemeler yapmak gibi bir tavır içerisine girdiğiniz zaman, hiç kuşkunuz olmasın, buna çok anormal bir derecede tepki verilecektir. Bu tepkinin boyutunun ne olacağını şartlar gösterecektir. Ben bir tehdide ve bir tehlikeye dikkat çekmek için söylüyorum.
Şimdi, bu tasarı mütareke dönemindeki işgale karşı direnişe geçecek vatanseverlere karşı çıkarılması düşünülen bir çeşit "Ali Kemal" tasarısıdır. Bebek katilinin serbest bırakılması hâlinde oluşacak millî tepkiyi kamu şiddetini, kamu gücünü kullanarak bastırmak amacıyla bu tasarının gündeme getirildiğini düşünüyorum. AKP teslimiyetini yasal şiddetle garanti altına almaya çalışıyor. Bu yasa tasarısı doğuya özerklik, batıya faşizm; teröristle müzakere ve bu müzakereye karşı çıkanlarla mücadele etmeyi düşünen bir aklın ürünüdür. Tanımı, sınırı olmayan bu tasarıdaki bazı şeylere de özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum.
Şimdi, bu yasa tasarısında bazı kavramlar var. Bu kavramlar her anlama gelecek şekilde kullanılabilecektir. Tanımı, sınırı olmayan, esnek, muğlak ve müphem kavramların hukukta yeri yoktur. "Makul şüpheli"nin "makul"üne her uygulayıcının kendisine göre yüklediği bir anlam vardır. Nasıl ki makul şüphede "Ben makul gördüm." Neye göre makul gördün kardeşim, neye göre makul? "Bana göre makul." Böyle bir şey olabilir mi? Şimdi, buna benzer kavramların da bu yasa tasarısı içerisinde serpiştirildiğini görüyoruz, onlardan biraz bahsetmek... Yasa tasarısının 3'üncü maddesinin (b) fıkrası üniformayı andırır giysiden söz ediyor. "Andırmak", "benzemek" ya da "onun gibi olmak" kavramları izafidir, indidir. Hangi kıyafetlerin üniformaya benzediği, hangi kıyafetlerin üniformayı andırdığı onu yorumlayanların kapasitelerine ve niyetlerine bağlı olarak değişebilecektir.
4'üncü maddede yer alan "yüzünü tamamen ve kısmen kapatanlar" ifadesinde, "yüzünü kapatanlar" tamam, onda problem yok ama "kısmen kapatanlar"a herkesin yüklediği anlam farklı olacaktır. Saçların kapattığı ya da baş örtüsünün kapattığı ya da geniş bir gözlüğün kapattığı yüz de kapatılmış bir yüz olarak değerlendirilebilir mi, değerlendirilemez mi bunun üzerinde durmamız gerekir. Burada da yoruma açık ve elastik bir tanımın olduğunu gözlüyoruz.
Tasarıyla boyalı su kullanma yetkisi veriliyor. Hangi boya, nasıl boya? Mesela, lağım suyu da boyalı su kategorisinde değerlendirilebilecek midir? Yani böyle bir şey oldu geçmiş dönemde.
Yasa tasarısının insan haklarının sınırlandırılması ve özgürlüklerin askıya alınmasına sebep olacak düzenlemeler de içerdiğini görüyoruz. Olağanüstü hâl ya da sıkıyönetim bu tasarıyla ilan edilmeden uygulamaya sokulmaktadır ya da ilan edilmeden uygulamaya sokulabilecek bir konuma ve duruma izin verecek hükümler mevcuttur. Olağanüstü hâl ilanı biliyorsunuz, Anayasa'nın 120'nci maddesinde düzenleniyor, MGK'nın görüşü, Cumhurbaşkanlığı Başkanlığındaki Bakanlar Kurulunun kararına bırakılıyor ancak bu tasarı kanunlaşırsa olağanüstü hâl yetkisi illerde vali, toplumsal olayların birkaç ili kapsaması hâlinde ise İçişleri Bakanında oluyor. Vali veya Bakanın aldığı karara aykırı davrananlara üç aydan bir yıla kadar da hapis cezası müeyyide olarak getiriliyor. Bu durumun hukuk devleti, temel hak ve özgürlükleri ve evrensel hukuk ilkeleriyle bağdaşır bir yanı yoktur. Bu durum, olağanüstü hâl yetkilerinin bu tasarıyla İçişleri Bakanı ve valilere devredildiğinin kanıtıdır bir anlamda. Bu yetkiler genişletilip resmen olmasa bile fiilen Türkiye'yi kapsayacak şekilde kullanılabilecektir. Tasarının özü olağanüstü hâl ilan etmeden olağan dönemde makul demokrasi içinde sıkıyönetimi sürekli hâle getirebilecek hükümler içermektedir.
7'nci maddede "Kolluk amir ve memurlarına doğrudan emir verebilir aksi takdirde vali emir ve talimatlarını kolluk aracılığıyla uygular."
Yine başka bir şey daha ifade etmek istiyorum. Şimdi, "Bize her yer Trabzon." sloganından hareket eden tasarı, sonuçta her konutu karakol, her aile reisini şaibeli ve şüpheli yapabilecektir. İş yerlerinde ifade almak konusu uygulamada akla dahi gelmeyen çeşitli sakıncalar oluşturabilir. Konutları ya da iş yerlerini karakollara dönüştürmek kabul edilemez.
Polis devleti inşası gibi bir gayretin tasarının içerisinde görüldüğünü hissediyoruz. Olağanüstü hâl ilan etmeden olağanüstü hâlin bütün kurumlarını âdeta uygulayacak bir esneklik içeriyor.
İktidar, Jandarmayı siyasallaştırıyor. Jandarma, Türk milletinin jandarması değil, iktidarın kolluğuna dönüşmesi gibi bir durumla iktidar karşı karşıya kalmış oluyor.
Şimdi, ben özellikle burada bir hususu daha altını çizerek ifade etmek istiyorum. Başında da söyledim ama...
BAŞKAN - Bununla mı bitirmek istiyorsunuz Sayın Hocam?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Onunla bitireceğim Başkan, seni fazla zorlamayacağım.
BAŞKAN - Allah razı olsun.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Şimdi, şu paralelle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum arkadaşlar. Şimdi, bizim duyduğumuza göre, sizden işittiğimize göre...
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Hocam, "paralel" değil, şunun adını koyalım, "Gülen cemaati" diyelim.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - "Gülen cemaati" diyelim, tamam.
Bu, Gülen cemaatiyle ilgili birtakım...
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Çünkü başka paralellere itiraz edilmiyor, sadece onlara itiraz ediliyor. Bu yüzden, Sayın Serindağ'ın dediği de doğru.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Evet, doğru söylüyor. Öbür asıl paralel aşağıda duruyor, onlar tabii, devre dışı.
Şimdi, burada bir şey söylemek istiyorum. Sizin bu paralelle ilgili söylediklerinizi biz not ediyoruz. Umarız doğrudur ve hepsini de doğru kabul ediyoruz. Ha, onu da söyleyeyim çünkü bunlardan dolayı sizi yargılayacağız.
Yani siz devleti paralele niye teslim ettiniz Sayın Bakan? Yani biz devleti size verdik, millet verdi daha doğrusu, biz de tamam, bunun için sizi meşru ve makul gördük. Devletin derinliklerine birileri sızıyor, sizin haberiniz yok, istihbaratın derinliklerine birileri sızıyor haberiniz yok, Emniyete birileri sızıyor, haberiniz yok. Ondan sonra bir gün geliyor, bize diyorsunuz ki: "Ya, burada bir paralel var, gelin bununla biz mücadele edelim. Siz niye bu paralelin yanında yer alıyorsunuz?" Biz kimsenin yanında yer almıyoruz. Biz, Allah'ın, hakkın, hukukun, namuslu ve şerefli insanların yanında yer alıyoruz. Yani kim, hangi dönemde haksızlığa uğradıysa biz onun yanındayız.
Ben dinlenmiş birisiyim. Bununla ilgili de şikâyetimi gittim, yaptım. Ben, Silivri'de Balyoz sanıklarını ziyarete gittim, defalarca da gittim. Orada bulunan yargıç, yukarıda oturan yargıç, biraz yukarıda oturuyor ya, böcek gibi görüyor karşısındakileri arkadaş. Bu savcı ve hâkimlere de bunu söylemek lazım. Zekâmızı bundan sonra savcı ve hâkimin zekâsıyla özdeşleştirmek durumundayız aksi takdirde her an içeri girebiliriz, "makul" falan bir şey deyip... Orada benim kafamın üstünden bir şey koymuşlar beni dinliyorlar benim haberim yok tabii. Ben televizyona gittim, akşam altında yazıyor "Milliyetçi Hareket Partisi Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri hakkında suç duyurusu." "Bu mahkemeden bir halt olmaz." demişim, mahkemeye hakaretmiş. Geldi fezlekem, Allah nasip ederse milletvekilliğinden kurtulur kurtulmaz hemen gidip ifade vereceğim. Ha, şimdi bunu şunun için anlattım: Arkadaşlar, biz geçmişte solla da mücadele ettik. Yani biz Türk Bayrağı'nı hiç indirtmedik, hiç indirtmedik. Orak çekiç çektiler, onu indirdik; Marks, Lenin aldılar, onu indirdik; komünist enternasyonal söylediler, onu susturduk, İstiklal Marşı söyledik. Hâlâ aynı yerdeyiz, hâlâ aynı şeyleri yapıyoruz. Şimdi, "Bunlar bize ne der, öbürü bize ne der?" diye biz şey yapmadık ama baktık ki kim ki mağdur ve mazlum oluyor, kim ki haklıyken haksız hâle getiriliyor, olmayan birtakım şeyler birtakım insanların üzerlerine yükleniyor o zaman bunun karşısında da adam gibi durmak her şerefi olanın, her izzetinefsi olan insanın hakkıdır. Ben kendime uygun görmediğim herhangi bir davranış biçimini düşmanıma bile uygun görülmesine şiddetli bir şeklide karşıyım. Onun için, meseleyi birbirine karıştırmamak gerekiyor. "Ya, biz haksızlık yapıyoruz. Ya, bunların söylediği doğruysa..." diye bir deyin yani Sayın Bakan, bize bir deyin ya! "Ya, bunların bir dedikleri de belki doğru. Şuna bir bakalım biz bir yerde bir yanlışlık yapıyor muyuz sorusunu bir sorarsanız oradan ciddi bir biçimde size sonuçlar çıkacaktır. Bir iktidar düşünün ya, ben çok okuyan birisiyim, arkadaşlar ben böyle bir şey görmedim, yani Mao Çin'inde olmadı bu yani kültür ihtilali zamanında. Stalin Rusya'sında olmadı bu komünist Rusya zamanında. Führer Almanya'sında da olmadı ya! Siz bir yasa tasarısıyla 14 bin tane okul müdürünü görevden aldınız. Bu yasa tasarısı yürürlüğe girdiği andan itibaren bütün okul müdürlerinin, bütün millî eğitim müdürlerinin görevi düşer. Yani böyle bir yasa tasarısı çıkar mı, bu çok.. Böyle bir genelleme, böyle bir toptancılık, böyle bir yaklaşım tarzı, bunlar daha... "Okulları kapatalım." Niye? "içinde 3 tane paralel var, beğenmediğimiz adam var." E, güzel. Şimdi ne... Şimdi enteresan bir şey, Sayın Bakan bu şeyin açılışında bir konuşma yapmıştı. Yani dedi ki hatırladığım kadarıyla: "Emniyet piramidinde büyük bir bozulma var, tepede bir yığın müdür var ama koni bozuldu, o hiyerarşi onun için de bu tepedekileri de biz emekli edeceğiz." diyor. O piramidin bozulmasından değil, korkudan emekli ediliyor yani o belli. Şimdi, ben soruyorum: on iki senedir ben mi idare ettim burayı ya, bu emniyeti memniyeti, bu piramidi ben mi bozdum, ben mi düzelteceğim? Lazım değildi, bu adamlar gerekli değildi, bunları emniyet müdürü niye yaptınız? Emniyet müdürü yaptınız şimdi niye emekli ediyorsunuz? Bunları emekli ediyorsunuz yerine birtakım kendi yandaşınızdaki tipleri veya insanları getirmeye çalışıyorsunuz bunun kabul edilebilir bir yanı var mı arkadaşlar, bunun kabul edilebilir bir yanı yok. Bizim zekâmızla kimse alay etmesin, bu doğru bir yaklaşım tarzı değil. Bu, emniyette insan kaynakları bölümü ne iş yapar? Bu kariyer planlamasını kim yapar? Enteresan bir durumla karşı karşıya olduğumuzun özellikle altını çizmek işitiyorum.
Şimdi, bu iç güvenlik yasa tasarısı bütünsel olarak özgürlüklerimizi kısan, elimizden ekmeği almaya ve hukukumuzu çiğneme imkânı getiren bir yasa tasarısıdır. Bu yasa tasarısına küllen karşı olduğumuzu ve arkadaşların da bu bağlamda değerlendirmelerini yapması gerektiğini buradan söylüyorum. Ben tabii sözüm sizlere değil, sözüm tarihe kayıt düşmek içindir. Bunları ileride kullanacağım burada. "Ben ikaz etmiştim." diyeceğim, çünkü benim söylediklerim, basın toplantılarında söylediklerim, altı ay önce söylediklerim altı ay sonra hepsi çıktı, hepsi çıktı hiçbir tane atlama yok. Şimdi, bir cümle söyleyeyim de bunlar da yarın çıktığında biz burada olmayacağız, başka yerlerde olacağız ama o zaman ben oradan yazacağım, siz de okursunuz inşallah.
Şimdi, şöyle bir şey oldu: Bu İrticayla Mücadele Eylem Planı diye bir plan çıkardılar. Bu eylem planı dolayısıyla da icraatı yapmaktan bununla ilgili andıç kurmaktan Genelkurmay Başkanını içeriye aldılar, Türkiye'de Genelkurmay Başkanı içeriye alınıyor terör örgütü mensubu diye bir ede buna ilave olarak Dursun Çiçek'te işte bununla ilgili imza atmaktan dolayı bu imza ona mıydı, değil miydi, Durusun Çiçek diye bir albayımız da içeriye atılıyor. Aradan bir süre geçti ki Adalet ve Kalkınma Partisi daha ta yıllar öncesinde İrticayla Eylem Planının altında hem Sayın eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün hem Sayın Cumhurbaşkanımız, bugünkü Cumhurbaşkanımız Sayın Tayyip Erdoğan'ın hem de diğer bakanların hepsinin imzası var, bu da ortaya çıktı. Ya, irticayla eylem planını Millî Güvenlik Kurulunda imzalamışlar, "İcraatını da yap." demişler, adamlar da yapmaya başladığında adamları da götürmüşler içeriye atmışlar ki "Siz darbeye hazırlanıyorsunuz." diye. Şimdi, o yasa ortaya çıktığında ben çıktım dedim ki: Bakın, şimdi burada ki Dursun Çiçek'in imzasıyla Abdullah Gül'ün imzası arasında hiçbir fark yok. Ya, Dursun Çiçek'i de Abdullah Gül'ün yanına götüreceksiniz, ya Abdullah Gül'ü de Dursun Çiçek'in yanına getireceksiniz. Ama siz bunu yapmayacaksınız da ne yapacaksınız ben size söyleyeyim dedim: Hık edeceksiniz, mık edeceksiniz, mırın edeceksiniz, kırın edeceksiniz, üç ay ya da beş ay sonra Dursun Çiçek'i serbest bırakacaksınız, başka çıkış yolunuz yok. Bunu ne zaman, ta o zaman, altı ay sonra da serbest bıraktılar. Bunu kestirmek için çok zeki, çok akıllı olmaya gerek yok, çünkü olaylar böyle şekilleniyor, bunların sonucu da bu şekilde zuhur ediyor, bunlar İnternette filan var, girenler orada görür ve bakar. Bu yasa tasarısını da şu anda bir kısmı eğer böyle çıkarsa ki böyle çıkacağı belli, bir kısmını Anayasa Mahkemesi iptal edecek bir kısmını da 7 Haziranda millet iptal edecek. Ondan sonra da bu yasa tasarısıyla faşizan bir devlet kurmak, polis devleti kurmaktan bu tasarının müellifleri ve buna benzer yasa tasarıları getirenler hesabını, kitabını vermek durumunda kalacaklardır.
Teşekkür ediyorum.