| Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 08 .01.2015 |
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, sayın milletvekilleri, Komisyonumuza gelen kamu kurumlarının değerli mensupları, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, biraz evvel bir Anayasa tartışması yapıldı. Şimdi, tasarının Anayasa'ya uygunluğu veya uygunsuzluğu konusunun karara bağlanması istendi. Şimdi, biz öyle bir ortamda bu tasarıyı görüşüyoruz ki biraz evvel Sayın Yeniçeri'nin söylediği gibi belki sözlerimiz sadece tarihe not düşmek için olacak. Çünkü Sayın Bakan kusura bakmasın, zaten daha önce söyledi "Biz mevcut Anayasa'ya göre düzenleme yapamayız." dedi. Yani, böyle söyleyen bir Sayın Bakandan Anayasa'ya uygun bir tasarıyı buraya göndermesi beklenebilir mi? Beklenemez. Biz bunu öyle zannediyorum ki boşuna tartışıyoruz.
İkincisi: Zaten şu anda kusura bakmayın ama Anayasa fiilen askıya alınmış durumda. Yani şu anada Türkiye'de fiilî bir durum var, fiilî bir yönetim var, buna hiç kimse ses çıkarmıyor. Bakın, demin söyledim, bizim dönemimiz bitiyor, beş ay sonra, en geç beş ay sonra seçim yapılacak. Millet bizi yargılayacak, değerlendirecek, bizden sonra gelenler de değerlendirecek. Biz yemin ederken Anayasa'ya sadık kalacağımıza dair yemin ettik ama şu anda Anayasa fiilen uygulanamaz durumda.
Şimdi, bir iki örnek verip tasarıya geçeceğim. 104'üncü maddede Sayın Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri sayılmış. İşte, yasamaya ilişkin olanlar, yürütmeye ilişkin olanlar vesaire... Bakın, yasamaya ilişkin olanların sonuncusu şöyle, son paragrafı: "Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek." Sayın Cumhurbaşkanına böyle bir yetki verilmiş. Peki, burada bir bu şekilde bir yetki verilmiş diye bu kayıtsız, koşulsuz mu kullanılacak? Yok. Anayasa'nın diğer maddelerinde bunun şartları düzenlenmiş. Yani siz sadece Anayasa'nın bir cümlesine bakıp yoruma giderseniz, uygulamaya giderseniz o zaman yanlış yaparsınız. Sayın Cumhurbaşkanının Bakanlar Kuruluna başkanlık edebileceği Anayasa'da belirtilmiş ama orada ne diyor? Diyor ki: "Gerektiğinde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığında toplantıya çağırmak." Bakın, "gerektiğinde" diyor. Bu ne demektir? "Her zaman değil." demektir bu. "Gerekli olduğu zamanda" demektir bu. Bu, her zaman kullanılabilecek olan veya Bakanalar kurulunun yetkilerini fiilen Cumhurbaşkanlığına almayı mümkün kılabilecek olan bir düzenleme değildir. Bakın, buna hepinizin kaşı çıkması lazım, hepimizin karşı çıkması lazım, başta Sayın Bakanın karşı çıkması lazım. Şimdi, Cumhurbaşkanlığında her bakanlığa karşılık gelecek şekilde başkanlıklar oluşturuluyor. Bunlar ne yapacak? Bunlar icra yetkisini fiilen kullanacaklar. Hâlbuki, Anayasa'mız bu konudaki yetkiyi Bakanlar Kuruluna vermiş, hükûmete vermiş ve gene Gene, Anayasa'mız Bakanlar Kurulunu tarif etmiş, efendim, başbakanın yetkilerini tarif etmiş. Ne diyor: "Hükûmetin genel siyasetinin yürütülmesinden Bakanlar Kurulu sorumludur." Bakanlar Kurulu sorumlu olduğuna göre yetki de Bakanlar Kurulundadır ama bunu böyle uygulamayıp da fiilen Bakanlar Kurulunun yapacağı işleri Cumhurbaşkanlığına vermek Anayasa'ya aykırıdır. Bakın, Anayasa'nın 112'nci maddesi diyor ki: "Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir." Hükûmetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetme görevi başbakana verilmiştir. "Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur." Ve devam ediyor: "Her bakan, Başbakana karşı sorumlu olup ayrıca kendi yetkisi içindeki iş ve işlemlerden ayrıca sorumludur." Yani, Sayın Bakan, zatıaliniz Başbakana karşı sorumlu. Siz Bakan olarak atandıktan sonra Anayasa'ya sadakatle bağlı kalacağınıza dair yemin ettiniz. O zaman bu Anayasa'nın uygulanmasını sağlamak, gözetmek herkesin görevidir, hepimizin görevidir ama fiilen şu anda Anayasa askıya alınmış ama biz burada tabii tasarının Anayasa'ya aykırı olup olmadığını tartışıyoruz. Elbette tartışacağız ama benim demek istediğim, zaten şu anda Anayasa fiilen uygulanmıyor ki onu tartışalım.
Bir başka husus: Biraz önce de söyledim ben ve benim söylediğim ciddi bir öneridir. Biz beş ay sonra görev süremizi tamamlayacağız. Bu çok ciddi bir düzenlemedir. O nedenle, ne yapalım? Yeni Parlamentoya bırakalım, yeni Parlamento gelsin, gerekli düzenlemeyi yapsın. Yani, ortada acil bir durum yok ki. Acil bir durum olmadığına göre... Bakın, bugün Millî Savunma Komisyonunda da Askerî Ceza Kanunu'nda zannediyorum bir görüşme yapılıyor. Meclis Genel Kurulunda Ceza İnfaz Kurumlarıyla ilgili bir görüşme yapılıyor. Nedir, biz yangından mal mı kaçırıyoruz, ne yapıyoruz yani? O nedenle, bunları bu şekilde aceleye getirmeye ve bugüne kadar uygulanmış yerleşik kuralları yerle bir etmeye hiç ihtiyaç yok.
Alt komisyonda görüşüldü bu tasarı ama görüyoruz ki alt komisyonda yapılan bir iki, efendim, çok da esasa ilişkin olmayan değişiklik dışında fazla bir değişiklik yapılmamış. Alt komisyon gerçekten büyük bir mesai harcadı, tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum ama belli ki onların da inisiyatifi dışında, efendim, bu tasarı eski hâlini muhafaza ederek esas komisyona gelmiş.
Şimdi, tasarı ne getiriyor? Tasarı 4 bölümden oluşuyor. Bir bölümü temel hak ve özgürlüklerle ilgili. Bir başka bölümü emniyet teşkilatında yapılan değişiklikle ilgili. Bir başka bölümü Jandarma Genel Komutanlığının ve Sahil Güvenlik Komutanlığının görev ve yetkileri alanına ve bağlılıklarına ilişkin. Bir bölümü da nüfus idaresinde, kimlik kanununda, efendim, İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'da değişiklik yapan hükümlere ilişkin.
Şimdi bu tasarı, Sayın Bakan, şundan kesinlikle emin olabilirsiniz, bir ihtiyaçtan doğsaydı, bir ihtiyacı düzenlemek amacıyla buraya getirilmiş olsaydı emin olun biz size tüm desteğimizi verirdik ama bu, ülkenin bir ihtiyacından doğmuyor, belli ki iktidar partisinin bir ihtiyacından doğuyor, sorun burada.
Şimdi, siz diyorsunuz ki, gerçi ileride tekrar değineceğim ama: "Emniyet teşkilatında piramit bozuldu, biz bu nedenle bu piramidi düzeltiyoruz." Aslında piramidin bozulduğu doğru yani emniyette piramidin olması gerekenden farklı bir hâl aldığı doğru ama sizin getirdiğiniz bu düzenleme o piramidi düzenlemiyor ki, tam tersine, o piramidin daha da ileriye gitmesine neden oluyor. Siz bir yandan diyorsunuz ki: "Birinci sınıf emniyet müdürlerinin sayısı çok fazla." Öbür yandan da getirdiğiniz düzenlemeyle, ikinci sınıf emniyet müdürlüğünden birinci sınıf emniyet müdürlüğüne geçişi bir yıla indiriyorsunuz. E, bu nasıl bir düzenlemedir ki, bu nasıl bir piramidi düzenlemedir ki? Bu sadece bir örnek. Siz ülkenin ihtiyacı gerektirdiği için bu düzenlemeyi yapmıyorsunuz.
Şimdi, sırayla gitmeye başlar isek Sayın Bakan, siz getirdiğiniz düzenlemelerle kişilerin hak ve özgürlüklerinin güven altında kullanılmasını sınırlıyorsunuz. Ona geçmeden evvel şunu da belirtmek lazım: Bu tasarı Anayasa'nın 2'nci maddesine, 6, 7 ve 8'inci maddelerine, 9'uncu maddesine, 19'uncu maddesine, 20'nci maddesine, 34'üncü maddesine, 37'nci maddesine, 49'uncu maddesine, 119, 120, 121'inci maddelerine ve 138'inci maddesine aykırılık teşkil ediyor. Anayasa'nın bu kadar maddesine aykırılık teşkil eden bir tasarının öncelikle Adalet Komisyonunda görüşülmesi gerekirdi. Bizim tüm önerilerimize, çabalarımıza rağmen, muhalefet partilerinin çabalarına rağmen siz bu tasarının Adalet Komisyonunda, Anayasa Komisyonunda görüşülmesini sağlamadınız.
Ne getiriyorsunuz? Ceza Muhakemesi Kanunu'nda, Polis Vazife ve Salâhiyetleri Kanunu'nda, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu'nda, efendim, diğer pek çok kanunda değişiklik yapıyorsunuz. Getirdiğiniz değişiklikle, polisin, bütünüyle de zabıtanın yani kolluğun görevlerini, yetkilerini genişletiyorsunuz. Birinci bölümle ilgili, birinci maddeyle ilgili düzenlemede siz arama yetkisini genişletiyorsunuz ve öyle bir genişletiyorsunuz ki önleme aramasını adli aramaya döndürüyorsunuz. Yürürlükteki maddeyle karşılaştırdığımızda ne var? Polise önce ait olmayan bir yetki veriliyor çünkü şahsın üst, eşya ve aracının aranması Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nda önleme araması, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda ise adli arama kapsamında ele alınmıştır. Şimdi siz getirdiğiniz bu düzenlemeyle bu iki aramayı neredeyse birleştiriyorsunuz yani kanun kendi içinde bile uyumsuzluk arz ediyor.
4/A maddeyle yani 1'inci maddeyle getirdiğiniz değişiklik, polise şahısları, araçları durdurma, üstlerini kabaca kontrol etme ve kimlik kontrolü yetkisi vermektedir, şimdiki mevcut düzenleme. Bu değişiklikle maddenin tamamı uyuşmuyor. Siz mevcut durum ile getirilen durumu bir araya getirdiğiniz zaman maddenin insicamı bozuluyor. Mesela, maddenin diğer fıkralarında, şahsın kimliğinin bulunmaması durumunda şahsın yakalanması ve durumun derhâl savcıya haber verilmesi gerekmektedir, mevcut düzenleme bunu emrediyor yani şahıs kimliğini ispat edemezse savcı emriyle hakkında işlem yapılacaktır. Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nda kimlik ispat edememe durumu bir kabahattir yani bir kabahate ilişkin işlemde ne tür bir işlem yapılacağını savcıya soruyorsunuz ama daha ağır bir durum olan bir konuda savcıya haber verme gereği duymadan sadece kolluk amirinin, tabii belirlenmiş kolluk amirinin talimatına göre hareket edilmesi hususunu düzenliyorsunuz. Yani, bu düzenlemenin hem hukuka aykırı hem de kişi özgürlüğüne aykırı olduğunu bizim mutlaka göz önünde bulundurmamız lazım.
Şimdi, adli arama ile önleme aramasını siz birleştiriyorsunuz bir noktada. Oysa, bunların ikisi birbirinden farklıdır. Siz idari bir makam olan valiye yargı yetkisi veriyorsunuz neredeyse, gözaltına alma yetkisi veriyorsunuz. Bu, yargı bağımsızlığıyla bağdaşmaz; bu, hukuk anlayışıyla bağdaşmaz; bu, belki çok önceleri uygulanan bir sisteme dönüş olabilir.
Siz başka ne yapıyorsunuz? Diyorsunuz ki gerekçede, işte: "6-7 Ekim olayları, efendim, şöyle oldu, böyle oldu." Onu gerekçe olarak gösteriyorsunuz. Oysa, yapılan bu düzenlemenin getireceği sonuç farklı olacaktır. Sayın Bakan, bunu inkâra gerek yok, o bölgede meydana gelen olaylara zaten siz müdahale edemiyorsunuz, zaten müdahale etmiyorsunuz. Mesela size bir örnek, birkaç gün evvel Gaziantep'te bir otobüs yakıldı. Hiç duyan var mı arkadaşlar? Yok. Basında bile yer almadı. Siz oradaki olaylara zaten müdahale etmiyorsunuz. Bu tasarının getirilmesindeki en önemli özellik veya sizin uygulamak istediğiniz husus, Gezi benzeri protestoların önlenmesini sağlamaktır. Siz onları önleyeceksiniz. Getirdiğiniz bu düzenlemeyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını tamamen kullanılmaz hâle getiriyorsunuz. Zaten daha önce Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda yaptığınız bir değişiklikle o hakkı epey kısıtlamıştınız. Çünkü, toplantı hakkının kullanılmasında vatandaşın günlük yaşamının etkilenmemesi gerektiği hükmünü ilave etmiştiniz yasaya.
Şimdi, toplantı ve gösteri hakkı elbette vatandaşın günlük yaşamını etkileyecek. Günlük yaşamını etkilemeyecekse o herhangi bir sonuç doğurur mu? Sendikalar grev yapıyor. Grev insanların yaşamını etkilemeyecekse sendika o greve niye gider ki? Elbette yapılacak olan gösterinin, yapılacak olan toplantının kamuoyunun dikkatini çekmesi için yurttaşın yaşamını etkilemesi lazımdır. Aksi hâlde, onu yapmanın herhangi bir anlamı yok.
Bir başka husus: Siz silah kullanma yetkisini genişletiyorsunuz. Öyle düzenlemeler yapıyorsunuz ki tabanca bulundurmanın cezası bizim mevzuatımızda bir yıl ama kırsal kesimde -belki köyde bulunan, içimizde köyde yaşayan arkadaşlarımız vardır- sapan bir oyuncak gibidir köylerde. Siz, efendim, sapan bulunduranları, zannediyorum, iki buçuk yıl cezayla karşı karşıya getiriyorsunuz. Böyle orantısız bir düzenleme olabilir mi? Sizin getirdiğiniz bu düzenlemeyle insanların toplantı ve gösteri haklarını kullanmaları mümkün değildir. Bir örnek vereyim de: İki kafadar cezaevindeymiş, bir gün hastalanmış birisi, dışarı gitmiş gelmiş, efendim, bir kolu kesik. Bir süre sonra tekrar "Hastayım." demiş, bir daha gitmiş, bu sefer bir bacağı kesik. Üçüncüsünde dışarı çıkmış, bu sefer öbür bacağı kesik. Sonra yanındaki arkadaşı demiş ki: "Ya, sen ufak ufak firar ediyorsun da bize haber vermiyorsun." Siz özgürlükleri teker teker ortadan kaldırıyorsunuz da toplumu alıştıra alıştıra kaldırıyorsunuz. Bakınız, bu çıkar bir yol değildir, bunun mutlaka önlenmesi lazım.
İnsanlar biber gazı kullanmaktan müşteki iken, biber gazını kullanmak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında önlenmesi gereken bir husus iken siz getiriyorsunuz, ondan çok daha ağır düzenlemeler yapıyorsunuz. Bu sefer boyalı su kullanmayı mevzuatımıza getiriyorsunuz. Yani, şimdi, bir toplantı olduğunda diyelim ki o kanunsuz bir gösteriye dönüştü, orada yasal bir toplantıya iştirak ettiğini düşünen bir yurttaş o anda sıkılacak boyalı su nedeniyle şüpheli durumuna düşecek. Demokraside öyle bir şey düşünülebilir mi, öyle bir şey mümkün olabilir mi?
Siz, şimdi, dinlemeler konusunda yeni düzenlemeler getiriyorsunuz, yirmi dört saati kırk sekiz saate çıkarıyorsunuz, dinlemelerden şikâyet ediyorsunuz ama eski Ulaştırma Bakanı "Korkacak bir şeyiniz yoksa dinlenmekten niye korkuyorsunuz?" demedi mi? Yani, bu dinlemeler hangi hükûmet döneminde Türkiye'nin gündemine geldi?
Şimdi, bakın, size bir hususu söyleyeyim Sayın Bakan: Bunlar, tüm olanlar, ülkede olup bitenler Hükûmetin, o zamanki Sayın Başbakanın bilgisi dâhilinde olmuştur.
Bakın, bu şike soruşturmasıyla ilgili bir hususu Komisyon üyelerinin dikkatine sunayım, daha önce de Meclis Genel Kurulunda bunu söyledim, bu basında yer aldı, CNN'de Parametre programında bu yer aldı, Hükûmet yalanlamadı. Şike operasyonu yapılmadan evvel -Sayın Bakan, siz o zaman Müsteşardınız, büyük bir ihtimalle sizin de bilginiz dâhilindedir- Sinan Erdem Spor Salonu'nda iki saat süreyle o zamanki Sayın Başbakana brifing veriliyor. Sayın Başbakanın talimatıyla şike operasyonu başlatılıyor. Bakın, yer söylüyorum, isim söylüyorum, Parametre programında, Metehan Demir ile Bilal Çetin o zaman yapıyordu, onlar bu konuyu gündeme getirdiler ve bu şekilde söylediler. Daha sonra, Hürriyet gazetesinin pazar ekinde Metehan Demir bunu aynen yazdı, hiç kimse yalanlamadı. Yani, olan biten, bugüne kadar olan biten her şey Hükûmetinizin bilgisi dâhilinde oldu. Tabii, Müsteşar olmanız nedeniyle zatılalinizin de bilgisi dâhilinde oldu. Yani, sizin bundan haberdar olmamış olmanız mümkün mü? Mümkün değil.
Bakın, İstanbul İstihbarat Şube Müdürüydü zannediyorum, ne dedi? Dedi ki: "Biz durumdan devamlı Sayın Başbakanı haberdar ediyorduk." Sonra da Sayın Başbakan dedi ki: "Benim onunla görüşmem 3'ü, 5'i geçmez." Aynen öyle demedi mi? "3'ü, 5'i geçmez." Diyelim ki 3'tür, 5'tir yani Sayın Başbakanın doğru söylediğini kabul ediyoruz; peki, siz bunu normal görüyor musunuz? Şube müdürünün üstünde müdür yardımcısı var, ondan sonra emniyet müdürü var, vali var, İçişleri Bakanı var ama Şube Müdürü doğrudan Başbakanla görüşüyor. Burada yönetimde yer almış arkadaşlarımız var. Siz bir şube müdürünün 3-5 defa bizzat, direkt olarak Sayın Başbakanla görüşmüş olmasını normal görüyor musunuz?
Bakın, Mülkiye Teftiş Kurulunda şayet -Sayın Bakan, muhtemelen de öyle yapıyorsunuz- Sayın Bakan müfettişten bizzat bilgi almak istiyorsa müfettiş Teftiş Kurulu Başkanıyla beraber gider. Yani, Sayın Bakanın doğrudan müfettişten bilgi alması usulü İçişleri Bakanlığında uygulanan bir usul değildir. Ya Teftiş Kurulu Başkanıyla beraber gider veya Sayın Müsteşarla beraber gider. Şimdi, düşünebiliyor musunuz, bir Başbakan doğrudan Şube Müdürüyle, efendim, o durum hakkında konuşuyor, neyse, artık ne tür bir görüş alışverişinde bulundularsa bilmiyoruz biz, konuşuyor. Bunu Sayın Başbakan da teyit ediyor, diyor ki: "Benim görüşmem 3'ü,5'ü geçmez." Yani "Ben hiç görüşmedim." demiyor. O zaman biz olan bitenden şimdi sadece Gülen Cemaati'ni mi sorumlu tutacağız? Gülen Cemaati, sizi kaldıraç olarak kullandı, güçlendi, siz de Gülen Cemaati'ni kullandınız. Beraber iş birliği yaptınız, koalisyon ortaklığı yaptınız. Bu düzenlemelerin pek çoğunda Gülen Cemaati'nin gölgesi var. O zaman o cemaate bir operasyon yapıyorsanız, onunla ilgili bir düzenleme yapıyorsanız cemaate yardım ve yaltaklık edenlere de çünkü diyorsunuz "O, bir örgüttür." diyorsunuz, öyle yani basına öyle yansıdı. "Bir örgüt, silahlı bir örgüt." diyorsunuz o zaman bu silahlı örgüte yardım yataklık edenler hakkında da işlem yapmak lazım.
Sayın Bülent Arınç Pensilvanya'ya gitti "Talimatlarını almaya geldim." dedi. O zaman Sayın Bülent Arınç hakkında işlem yapmayacak mısınız? Sayın Bülent Arınç'ı oraya o zamanki Sayın Başbakan gönderdi. "Zaten Sayın Başbakanın talimatıyla geldim." dedi, "Talimatlarını da almaya geldim." dedi. O zaman Sayın Başbakanı bunun dışında mı tutacağız? Zatıaliniz o zaman müsteşardı, biz sizi bunun dışında mı tutacağız? Yani şimdi elimize vicdanımıza koyalım, olanı biteni izleyelim, olanı biteni hemen görelim. Sayın Bakan, biz -daha önce de söyledim- devlet içerisinde devlet hiyerarşisi dışında biz bir yapılanmayı kesinlikle kabul etmiyoruz. Bu konuda her mücadele kesinlikle yapılmalı ama bunu yaparken efendim, Hükûmete muhalif olan herkesi buna dâhil etmek veya Hükûmeti bunun dışında tutmak mümkün değil. O zaman öncelikle Hükûmet hakkında bunu yapmak lazım.
Biraz önce Sayın Yeniçeri söyledi, siz 2004'te, Millî Güvenlik Kurulunda Gülen Cemaati'nin faaliyetlerini görüşmüşsünüz ama basında yer aldıktan sonra iktidar partisine mensup bakanlar ve yakın basın dediler ki: "Ya, görüşüldü ama işlem yapılmadı, işleme koymadık." demediler mi? Sayın Başkan, öyle demedi mi, demediler mi?
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Evet, öyle dedi.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - "İşleme koymadık." dediler. "Ya öyle, tamam, 2004'te öyle bir karar alınmış ama efendim işleme koymadık." Yani şimdi, 2004'te alınmış. Peki, askerî şûra kararlarında ihraçlara muhalefet şerhini biz mi yazdık, o zamanki Başbakan yazmadı mı, millî savunma bakanları yazmadı mı, siz buna karşı çıkmadınız mı? Şimdi, Millî Güvenlik Kuruluna getiriyorsunuz "Millî Güvenlik Kurulunda bunu görüştük." diyorsunuz. Peki, biz hangisinin doğru olduğunu kabul edeceğiz? Şimdiki uygulamayı, sizin daha önceki uygulamanızı mı? Kimse değişmedi, herkes yerinde, o nedenle bu sizin deyiminizle paralel yapı -bakın, Gülen Cemaati demeye bile çekiniyorsunuz, korkuyorsunuz- bu Gülen Cemaati'ni esas alarak yapılan düzenlemeler yanlıştır. Ülkenin iç ihtiyacı neyi gerektiriyorsa onu yapın. Ülkenin ihtiyacına uygun olmayan düzenlemeleri bizim hoş görmemiz mümkün değildir ama bir kamu görevlisi görevini yerine getirirken bunu istismar etmişse, başka hiyerarşik amirlerinin dışında, başka bir yerlerden emir ve talimat almış ise onun hakkında gereğini yapın. O zamanki müsteşar sizin yanınızda oturuyor. Siz Başbakanlık Müsteşarıydınız, efendim o zamanki Emniyet Genel Müdürü şimdi milletvekili yani şimdi, peki bunların, hiç kimsenin bir kabahati yok de 3-5 polise biz bunu mal edeceğiz? Bunları 3-5 polise mal edemeyiz ki.
Şimdi, gelelim emniyet teşkilatıyla ilgili yaptığınız düzenlemeye. Demin de ifade ettim, piramidin yanlış olduğunu ben de kabul ediyorum ama getirilen bu düzenleme bu piramidi düzeltebilecek nitelikte değildir. Siz kazanılmış haklara riayet etmiyorsunuz. Kazanılmış hakları çiğnerken de demin ifade ettiğim işte "Gülen Cemaati'ne bunlar yakındır." diyorsunuz vesaire. Şimdi polis kolejine bir çocuk kaç yaşında giriyor? Bilmiyorum ortaokul seviyesinde olduğuna göre 12 yaşında giriyor değil mi? Ya, 12 yaşındaki çocuk herhangi bir cemaate nereden mensup olur ki? Bir cemaate mensup olmuşsa o zaman polis kolejinde verilen eğitimi sorgulamanız lazım. Oralara öğretim elemanlarını kim tayin etti? Biz tayin etmedik ki. Anadolu'nun herhangi bir köyünde -bakın bizim yakınımız yok, en çok şikâyet eden bizdik- bir çocuk 12 yaşında geliyor, ailesi size teslim ediyor, siz onu eğitiyorsunuz, ondan sonra da diyorsunuz ki: "Bu, efendim falan cemaate yakın veya falan cemaatin mensubu." O çocuk o cemaate girdiyse sizin kendinizi sorgulamanız lazım. Bizim aklımıza şu geliyor: Şimdi, siz polis kolejini kapatıyorsunuz, güvenlik bilimleri fakültesini kapatıyorsunuz. Mesela bir soru soruyorum size: Askerî okullara da sıra gelecek mi, askerî liseleri de kapatacak mısınız, böyle bir düşünceniz var mı yani harp okullarını da kapatacak mısınız, subay kaynağını nasıl düşünüyorsunuz?
Şimdi, Sayın Bakan, jandarmaya gelince söyleyeceğim de bu güvenlik teşkilatını, güvenlik birimlerini ister emniyet olsun ister jandarma olsun siyasallaştırmayınız. Bakınız, biz Balkan Harbi'ni niye kaybettik? Balkan Harbi ordu siyasallaştığı için kaybedildi. Yoksa koca Osmanlı İmparatorluğu Balkan Harbi'ni kaybetmezdi. Sizin getirdiğiniz bu düzenleme, güvenlik birimlerini siyasallaştırıyor, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir parçası olan jandarmayı siyasallaştırıyor. Güvenlik birimlerinin ve silahlı kuvvetlerin siyasallaştırılması hayır getirmez. Şimdi, bugün siz, pek çok kişi 1960 ihtilalinden falan yakınıyor. Niye oldu yani sadece "İşte Amerika istedi, öbürü istedi." mi oldu? Uygun şartlar yaratıldı. Ne oldu? Siyasallaştırıldı ordu, orada siyasallaştırıldı. Zamanın Başbakanı -Allah rahmet eylesin- "Ben Türk Silahlı Kuvvetlerini asteğmenlerle idare ederim." dedi. Biz tarihten husumet çıkaramayız ama tarihten bizim ders almamız lazım. O nedenle gelin, güvenlik birimlerini siyasallaştırmaktan vazgeçin. Bu, sizin hayrınıza da olmaz, ülkenin de hayrına olmaz. Emniyet Genel Müdürlüğünde, emniyet teşkilatında bir düzenleme yapmak istiyorsanız yapın, yapalım ama bunu bilimsel olarak tüm aktörlerin katıldığı, üniversitelerin görüşlerinin alındığı, uygulayıcıların görüşlerinin alındığı bir uygulama sonunda yapalım. Eskiden idare şûraları düzenlenirdi, mülki idare şûrası falan düzenlenirdi. Değil mi, öyleydi, şimdi düzenleniyor mu, düzenlenmiyor mu, en son ne zaman düzenlendi? Böyle bir toplantı yapın, görüşelim, a'dan z'ye kadar bir düzenleme yapmak gerekiyorsa yapalım, bu ülke hepimizin. Biz yapılan iyi düzenlemelere karşı çıkmayız ki; mesela bonzaiyle ilgili bir düzenleme yapmıştınız, buna karşı çıkmıyoruz. "Piramidi düzenleyelim." Diyorsunuz, tamam, buna karşı çıkmıyoruz ama bu yanlış diyoruz. "Efendim biz, şu okulları kapatacağız." Kapatmayın diyoruz ama kapatacaksanız bile kazanılmış haklara riayet edin diyoruz. Emniyet mensupları arasında ikilik yaratıyorsunuz. Şimdi, bir yandan A sınıfı B sınıfı amirlikleri kaldırıyorsunuz ama diğer yandan da mevcut durumu devam ettiriyorsunuz yani şimdi bir uygulamayı kaldırıyorsanız bütünüyle kaldırmanız lazım, aynı uyumsuzluk devam ediyor. Zannediyorum 26'ncı maddede yapılan düzenleme yani şimdi bunları yapalım ama bu tasarı, bu hâliyle geçer ise bunu peşin söylüyoruz, düzeltmeler yapılmaz ise, Anayasa'ya uygun hâle getirilmez ise biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Anayasa Mahkemesine gideceğiz. Anayasa Mahkemesi bu ülkenin en üst yargı organıdır. Siz kurumları size yakınlığına veya uzaklığına göre değerlendiriyorsunuz. Düne kadar Anayasa Mahkemesi her şeyin üstündeydi, her tür imkânı sağlıyordunuz ama nasıl olduysa bir seneden bu yana Anayasa Mahkemesiyle aranıza kara kedi girdi. Niye? Belki istemediğiniz bazı kararlar verdi. Ee, bizim de istemediğimiz çok karar verdi Anayasa Mahkemesi, çok karar verdi bizim istemediğimiz. Biz kararları eleştiririz, istemediğimiz kararları eleştiririz ama o kurumu ayakta tutarız. Esas olan kurumlardır. Bakın, demokrasinin en belirgin özelliği demokrasinin kurumlar ve kurallar rejimi olmasıdır. Kurumlar güçlü olacak, içini boşaltmayacaksınız ama herkes kurallara uyacak ve uygulayacak. Sizin getirdiğiniz İl İdaresi Kanunu'nun 66'ncı maddesinde yapılan değişiklik, fiilen Anayasa'nın 120'nci maddesinde düzenlenmiş olağanüstü hâli illerde valilere, birden fazla ili ilgilendiriyorsa da İçişleri Bakanına ilan etme yetkisi veriyorsunuz. Tespiti siz yapacaksınız, ilanı siz yapacaksınız, alınan tedbirleri de siz söyleyeceksiniz. "Kanunsuz suç ve ceza olmaz." diyoruz. Yani, hangi eylemin suç olacağını siz tespit ediyorsunuz, ilan ediyorsunuz yani kanunsuz suç ceza olmaz. Eskiden de, yanılmıyorsam, İl İdaresi Kanunu'nun 66'ncı maddesinde benzer bir düzenleme vardı, yargı makamlarının pek çoğu valilerin yaptığı düzenlemeyi kale bile almıyordu, arkadaşlarımız bilirler. Çünkü, diyorlardı ki: "Kanunsuz suç ve ceza olmaz." Efendim, mesela, "Anız yakanlara işte şu kadar ceza verilecektir." falan. "Yok, sen öyle bir düzenleme yapamazsın. Anız yakmanın cezasını ancak kanun belirler, sen belirleyemezsin." diyor. O nedenle bu düzenleme sorunludur, bu düzenleme kesinlikle Anayasa Mahkemesinden döner, diğerleri gibi. Ama siz şunu diyorsanız: "Anayasa Mahkemesi karar verene kadar biz yapabildiğimizi yaparız." o iş ayrı, o başka bir şey.
Jandarmayla ilgili düzenleme tümüyle bu tasarıdan çıkarılmalıdır Sayın Bakan. Şimdi, il jandarma komutanının atanmasını siz sadece İçişleri Bakanına verirseniz Jandarma Genel Komutanının önerme yetkisini yasaya koymazsanız bu yönetim tekniğine de aykırıdır. Şöyle bir düzenleme olsa belki anlaşılabilir: İl jandarma komutanının atanması Jandarma Genel Komutanının önerisi, İçişleri Bakanının onayıyla olur dense hadi belki hoş karşılanabilir yani makul görülebilir belki ama siz öyle yapmıyorsunuz, doğrudan il jandarma komutanını İçişleri Bakanı atayacak. Böyle bir düzenleme olmaz, hiçbir kurumda yoktur o. Jandarma Genel Komutanı önerir, siz atayabilirsiniz, onda bir şey olmaz, sorun yok. Jandarma Genel Komutanı atanırken sizin yetkiniz var, ona bir şey diyor muyuz? Yok. Şimdi şöyle diyebilirsiniz... Ondan sonra da bir ilave yapmışsınız, "Gerekiyorsa Jandarma Genel Komutanı da teklifte bulunabilir." Dalga geçiyor gibi bir durum var burada, böyle bir şey olamaz, böyle bir düzenleme olmaz, yönetim tekniğine uygun değil. Demin söyledim, siyasallaştırmayın.
Bakın, Sayın Bakan, güvenlik birimlerinin sivil otoritenin gözetimine, denetimine ve kontrolüne tabi olması farklıdır, buna "evet" diyoruz, ama güvenlik birimlerinin, jandarmanın siyasallaştırılması ayrıdır, biz buna "hayır" diyoruz, ikisini birbirinden ayırmak lazım. Sivil otoritenin kontrolünde olacak ama siyasallaşmayacak. Sizin göreviniz bunu sağlamak. Siz siyasallaştırıyorsunuz, bu ikisini karıştırıyorsunuz. Bu, ileride sorun doğuracak bir düzenlemedir. Demin Balkan Harbi örneğini verdim. Jandarma Genel Komutanlığının her ne kadar mülki görevleri varsa da aynı zamanda hem adli görevleri var hem askeri görevleri var; hem adli görevleri var hem idari görevleri var. Şimdi, sizin getirdiğiniz düzenlemede siz diyorsunuz ki ikide bir: "Askeri görevleri dışında..." Askeri görevleri dışında bir de adli görevleri var. Siz, diyelim ki, adli bir görevden ötürü -bu yasada var- bir jandarma mensubunu görevden uzaklaştırabileceksiniz. Bu, işin tabiatına aykırı. Savcının emrini yerine getirmiş veya getirmemiş veya yanlış getirmiş, onu siz mi görevden uzaklaştıracaksınız? Sizin jandarma üzerindeki yetkiniz sadece mülki görevlere ilişkindir, mülki görevlerin dışında sizin jandarma üzerinde bir yetkiniz yoktur. Çünkü, jandarma sadece mülki görevleri ifa eden bir kuruluş değildir. Tam bilmiyorum ama jandarmaya sorun veya burada Silahlı Kuvvetler mensupları var, kuvvet komutanlıklarında bile bir subayın atanması Genelkurmay Başkanına gelmiyor, o kuvvette bitiyor. Kara Kuvvetlerindeyse Kara Kuvvetlerinde veya başka bir kuvvet komutanlığındaysa orada bitiyor. Hani, siz hizmetlerin yerelleşmesinden yanasınız, merkezileşmesine karşısınız. Her şeyi tekelinize alıyorsunuz. Jandarma Genel Komutanını atayın, ona kimse bir şey demiyor, o sizin yetkinizde, istediğiniz zaman görevden de alabilirsiniz beğenmezseniz işlemlerini ama onu bir kenara atıp tüm jandarma personelinin atanmasını Jandarma Genel Komutanlığının dış iradesi dışında düzenlemek, o teşkilatı siyasallaştırmak demektir.
BAŞKAN - Sayın Serindağ, çok özür diliyorum, Sayın Kaplan'ın mazereti var, ikiden sonraki oturuma gelemeyecek, ona da bir söz vermek istiyorum. Toparlayabilirseniz, sabah beri bekliyor kendisi.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Sayın Kaplan, elbette, toparlıyorum. Keşke zaman olsaydı ben sıramı Sayın Kaplan'a da verirdim, nasılsa Sayın Yeniçeri'ye verdim, Sayın Kaplan'a da verirdim ama başladım, bitireceğim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Nasıl olsa devam edeceğiz biz.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Devam edeceğiz ama bunu bitireyim.
Şimdi, o nedenle bu düzenlemeler yanlıştır. Yani, jandarmayla ilgili olarak, jandarma subaylarının atanması... Generallerin atanmasında bir sorun yok, zaten şimdi de aynı şekilde yapılıyor, onda bir sorun yok. İl ve ilçe jandarma komutanlarının atanması sorunludur. Disiplin işlemleri sorunludur, sicil işlemi doğrudur, olabilir. Zaten şu anda, mevcut düzenlemede valiler mülki görevlilerle ilgili olarak jandarma mensuplarına zaten sicil verebilme yetkisine sahiptir. Şu anda var bu düzenleme, yeni bir düzenlemeye niye ihtiyaç duyuyorsunuz bilmiyorum. Yanılıyor muyum bilmiyorum, bu düzenlemenin olması lazım. Yani, şu anda mevcut yasada valilerin jandarma mensuplarına mülki görevlerle ilgili sicil verme yetkisi var değil mi Sayın Bakan? Niye bu düzenlemeye ihtiyaç duydunuz ben onu bilmiyorum.
Şimdi, Sayın Başkan, toleransınızı daha fazla şey etmek istemiyorum, son olarak şunu söylüyorum: Kurumlarla istediğimiz gibi oynamayalım. Benim, jandarma için söylediklerim Sahil Güvenlik Komutanlığı için de geçerlidir. Sahil Güvenlik Komutanlığını kimse çok fazla bilmez, nispeten yeni bir kurumdur, sonradan oluşturulan bir kurumdur ama yaptıkları görevler itibarıyla Jandarma Genel Komutanlığıyla benzerlik arz etmektedir. Görev sahaları farklı, görev alanları farklı ama nitelik itibarıyla benzerdir. Gerek Emniyet Genel Müdürlüğü, gerek Jandarma Komutanlığı, gerek Sahil Güvenlik Komutanlığı bunlar kolluk birimleridir. Bunların ikide bir siyasi amaçlara alet edilmesi, ona göre düzenleme yapılması hatalıdır. Vatandaşların özgürlüklerinin kısıtlanması yanlıştır. Siz ülkede huzuru sağlamak istiyorsanız özgürlüklerin önünü açın, özgürlükleri kısıtlamayın. Özgürlükleri kısıtlarsanız sokağı meşru hâle getirirsiniz. Biz kesinlikle şiddet içeren, Vandalizme kaçan gösterilere karşıyız ama yurttaşın her konuda görüşünü şiddete başvurmadan ifade etme özgürlüğü olmalıdır, bunun için gerekli düzenlemeleri yapmalısınız. Yok efendim, "Git deniz kenarında yap.", yok işte, "Kimsenin görmediği yerde toplantını yap." Olmaz o, tam tersi olmalı, bunun önünü açmalısınız. Boyalı su gibi, silah kullanma yetkisinin artırılması gibi, insanların önceden suçlu görülmesi gibi uygulamalardan vazgeçilmeli. Valilere yargı yetkisi kullanma anlamına gelebilecek yetkiler tanınmamalı. Olağanüstü hâl ancak Bakanlar Kurulu tarafından ilan edilebilir, o da şartlar oluşursa. Bu yetki ne İçişleri Bakanına verilebilir ne de valiye verilebilir.
Biz maddeler üzerinde görüşlerimizi ayrıca ifade edeceğiz. Tümünün bu şekilde değerlendirilmesini ben burada sona erdirmek istiyorum. Sayın Başkan da ikaz ediyor, öyle diyeyim, Sayın Kaplan da zannediyorum bekliyor. Anayasa'ya aykırı olan bu tasarının Komisyondan çekilmesini ben bir daha öneriyorum, yeni döneme bırakılmasını bir daha öneriyorum.
Teşekkür ediyorum, sağ olun.